"Enter"a basıp içeriğe geçin

03 Ekim 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

03 Ekim 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=yoM0AL0pZpk.

Rasûlullah, Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in azız, zati, mübârek, pâk rûh-i tayyibelerine, ehl-i beytin, ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kirâm hazarâtının,
cümle şehidlerinizin, geçmişlerinizin rûh-i şerîflerinizin, dinimizin, vatanımızın, milletimizin selâmetinin, şerilerinin şerlerinden muhafızısını, bu ne yazık, bu duâ ile bir Fâtiha, şerîf, üç İhlâs… Allahümme salli aleyhi ve sellem… Ve Rahmânirrahîn ve Rahâne-i Şerîfe… Şimdiden Bismillâhirrahîn ve Rahmânirrahîn… Merrahmenirrahîn ve Rahîm… Aleyküm ve tezgâsübüttürme… Edebime selâle… Esselâfetü ve selâle… Tezgâsübüttürme…
İnsanın zor ânı, peygamberlerin bile zor ânı, mü’minlerin zor ânı, hele kâfirlerin beterin beteri… Okulan âyet-i kerîmeyi de Kıyâmet Sûresi’nde insanın başından geçecek kıyamet manzaraları bildiriliyor. Âyeti inkâr edenler, şüpheli itirazlarına âyette cevaplar veriliyor bu itirazlara. Gâfret uykusunda olanları uyandırmak için de insanın neden yandığına bakmaz mı? Öğütleniyor ilâhî azameti görmesi için. Rutfe alâka mudgâh… Yok kadar bir şeyler nasıl bir insan meydana geliyor? İnsan meydana geliyor, o insanda ikizi yok. Yani aynı kaderde iki insan yok. Birçok şeyleri beraber… Meselâ belâne geçiyor yine âyette Kıyâmet Sûresi’nde. Kâfir alıyor kemik, şöyle toz hâline getiriyor. Biz diyor, böyle toz hâline gelen kemik, tozlardan meydana geleceğiz diyor. Cenâb-ı Hak diğer bir mûcize… Evet, biz onun parmak uçlarına bile aynen eski hâline getirmeye muktediriz buyuruyor. Yine Cenâb-ı Hak ölüm ânında, zor ân… Cenâb-ı Hak, وَلَا تَمَدْتُونَ إِلَّا وَاَنْ تُوْ مُسْلِمُ buyuruyor. Sakın ha başka türlü ölmeyin, ancak müslümanlar olarak can verin buyuruyor. Vakâ Sûresi, o hadiseyle son nefeste ilgili âyet dedik. Hele can boğazına dayandığı zaman, ölüm ânına, o vakit siz bakar durursunuz çaresizlik içinde. Biz, onunla sizden daha yakınız, ölen kişiyi, ama siz göremezsiniz. Yani insan son nefesinde çaresiz kalıyor. Elinden hiçbir şey gelmiyor.
Perdeler kapalı, perdeler açılıyor. Ferobun bile Mûsâ’nın Rabbine dedi ama işten geçti, her şey bitmiş oldu. Yani gaflete düşmeyelim diye Cenâb-ı Hak âyette, peygamberlerin bile bir zor zamanı olduğunu, peygamber gönderilen toplumları da gönderdiğin peygamberleri de hesaba çekeceğiz buyuruyor Cenâb-ı Hak. Hattâ Yunus aleyhisselâm, daha dünyada hesaba çekildi. Üç gün geç kaldı. Ağır bir ceza verildi.
Sonra Cenâb-ı Hak affetti. Üç gün geç kaldı onda. Erken terk etti. Velhâsıl o gün zor gün. Kimler korkudan emin olacak o gün? لَاْهَوْفُونَ عَلَيْهُمْ وَلَاْهِمْ يَحْسَنُونَ Hayatın bütün muhtevâsında Kur’ân-ı Kerîm olanlar, Sünnet-i Seniyye olanlar, bütün muhtevâsı,
onların aşk ile, vecd ile bir gölgenin vücuda sadâkati gibi Rasûlullah Efendimiz’in izinden gidenler. Onun için îmânî takvâya ermiş olanlar da buyuruyor. İman olacak, sarsılmaz bir îman. O îmanda bir takvâ ile ilişmeye olacak. Yine Cenâb-ı Hak yine bir âhiretten bildiriyor. Bizim Rasûlullah Efendimiz’in bir örnek olması.
Kimlere örnek Rasûlullah Efendimiz? İnsanları tecellî eden bir âbide, Cenâb-ı Hak’ın ilâhî sanatı. Cenâb-ı Hak üç vasıfta olanlara Üst ve Yâsîn’e örnek şahsiyeti buyuruyor. Birincisi, Allâh’a kavuşmayı umanlar. Yani hayatta hep Allah rızâsında içinde olanlar. İkincisi, âhirete kavuşmayı umanlar. Yani her şeyde âhirete unutmayanlar.
Üçüncüsü, Allâh’a çok çok şükrenler için Rasûlullah güzel bir örnektir buyuruyor. Yine bu Cuma hutbelerinde, bu okullar açıldığı zaman bir âyet-i huzur meğer Sûresi’nde, Hiç bilenlerle bilmeyenlerle bir olur mu? Ancak selîm, akıl sahibiyle ibret ve öğüt alır. Maalesef imamlar, çok özür dilerim, burada sırf bu âyeti alırlar, hâlbuki bu âyetin üstündeki kısmı okumazlar.
Yani burada bir mühendisliğe giden, maden işçiliğe giden, ya da tomar tomar diploma taşıyan, Herkesden der ki, bunlar bilenlerle bilmeyenlerle değil. Burada Cenâb-ı Hak üç tane şart koyuşuyor. Bunlar Allâh’a yakın olanlar bilenler, mârifetullah’ı nasip edenler. Âyet-i kerîmede, gece saatleri secde edenler ve ayakta duran samimî bir mü’min olarak ibadet edenler.
Sâcıdan, kâima buyuruyor. İkincisi, yahsûlü âkıra, âhiret azâbından sakınan, âhiret dâme önende olanlar. Üçüncüsü, Rabb’inin rahmetini arzu edenler. O kimse hiç böyle olmayan gibi midir? buyuruyor. Bilenlerle bilmeyenlerle bir olur mu? buyuruyor. Cenâb-ı Hak, لَاُقْسُمْ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ buyuruyor. Kıyamet günü yemin ederim buyuruyor. Cenâb-ı Hak yemin ediyor. Kıyamet günü yemin ederim.
Çok şiddetli ve zor bir gün. O çok dehşetli bir gün. O günden kaçış yok. يَقُولُ الْاِنْسَانِ يَوْمِذٍ اَيْنَ الْمَفَرِ Kıçacak bir yer var mıdır der insan. Yok. Kıçacak yer, ancak dünyada var. Dünyada o kaçacak yer olursa, âhirette de olur. فَفِرُّ رُوْئِ إِلَا اللّٰهِ Cenâb-ı Hak buyuruyor. Allah’a koşun buyuruyor. Takvâ hâlinde yaşayın buyuruyor.
Yine Cenâb-ı Hak, düşün o günü diyor, Enbiyâ Sûresi’nde. Yazılı kâğıt tomarlarına dürer gibi gökyüzünü toplayıp düreriz. Trillion, trillion, trillion yıldızlar. Tıpkı ilk yaratma başladığımız gibi onu tekrar o hâle getiririz. Bu, üzerimize aldığımız bir vâhattir Cenâb-ı Hak buyuruyor. Biz vâdettiğimiz her şeyi yaparız buyuruyor. Enbiyâ Sûresi’nin yüzde özüncüyü câin. Velhâsıl hep kabirlerin önünden geçiririz. Kabirler, dışarıdan sessiz bir yığın gibi görünür. Aslında insanoğlunun girecek kabir, bir mahşer numûnesidir. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem, yani siz kabir manzaranı bilseniz, kabir manzarasını yemezsiniz, içmezsiniz buyuruyor. Mevlânâ Hazretleri buyuruyor, mezarlığa gitti, orada bir müddetse sessizce otur. Orada susmuş, söyleyenleri dinle. Kabirlerden en fazla yükselecek olan ahlar-vahlar, yâ le-i tenâ, yâ le-i tenâ. Keşke, keşke, keşkeler… Fakat bütün keşkeler bitmiş oluyor son nefeste. Yani kabir, dünyada Allâh’ın emirlerine tâbî olup olmadığımızı göre şekillenecek. Sallâllâhu aleyhi ve sellem, malum, kabir ya Cennet bahçenin bir bahçede, dünya ve intibârlarla ya da Cehennem çukurundan bir çukur buyuruluyor.
Dolayısıyla tarih boyunca insan idrâkini meşgul eden en büyük muammam, ölüm ve âhiret âlemi. Ve bu, onun meçhûlleri olmuştur. İnsanlar hayâ şartları ne olursa olsun, ölüm kartı müşterik bir ızırap içindedir. Mü’minler acaba hesabım nasıl olacak? Peygamberler, acaba ben ümmetime bütün toplumları tebliğ edebildim mi? Onun hesabı. Kâfirlerde büyük endişe, ya varsa… Zaten kâfirlerin en çok Efendimiz zamanında, o günde öyle, bu günde öyle, Anne-Belî Hazîm, büyük haber, tahtışma yaparlar. Ya doğruyorsa ne yapacağız dediler. Onun için daima ölüm ve âiseyi susturmaya çalışıyorlar. Kızıl Toprak bir câmi yapıldı, sosyotik evler vardı. Tabi oraya cenaze girip cenaze gidecek ezan okunacak. Katların fiyatları düştü. Zincirli kuyu kabristanı var. Orada küllü nefsin zayi katül müftü. Her kişi ölümü tadacaktır, yazıldı kapısına. Oradan geçen bir kısmı rahatsız oldu. Bizi karamsarlığa götürür diye makâla yazdı. Yani var mı kaçacak bir yer?
Yani bütün hayat yolları döne dolaşa, ölüm ufuklarında kaybolur. Bütün hayat yolları. Bu da gülümleri sızlatır. Vahyin ve peygamberlerin irşadından uzak kalanlar, ölüm ve sonrasına dair suallerin her devreleri türlü bâtıl talâkkirlerle susturmak, bastırmak, şuur altına hapsetmek istiyorlar. Gülümünü de aileye yıkmak için gayret ediyorlar.
Âhireti unutturmaya çalışıyorlar. Câhiliye devrinde âhirete unutturma gayreti vardı. Âkâme âyeti inmemişti Mekke’de. Bir sonuna doğru namaz indi, o kadar. Bu da bir buçuk sene kadar ay-hizete. Fakat o anne-biyâzîm, büyük haberden ürkmeye başladılar. Biz nasıl bunu bertaraf ederiz? Alay ettiler, hakaret ettiler. Sonra zulmetler, hâkâret ettiler. Bugün de aynı manzarayı görüyoruz. Ve bunun tek çare ne? Âileye yıpratalım. Âileye yıpratılırsa serbest olacak, bir babanın, annenin hükmü olmayacak, âilede gün görmüş kişiler olmayacak, mahalle olmayacak, istediği gibi yaşayacak. Yani tarih döndü, hâkâret ettiler.
Dünyaya gelen her insan, bir âhiret yolcusu. Efendimiz buyurduğu gibi, لَا اَيْشِ الَّا عَيْشُ الْاٰخِرَةِ Efendimiz zor zamanlarda, hendekte olduğu gibi, müslümanlar çok zor durumda kaldı. Esas hayat âlâdeyatı. Varlıkta, muvaffakiyetlerde şımarmamak için, yine Efendimiz’in Mekke Fethi’yi de birbirlerine
devre minimal.. Fethi below, bak Mixupjśćusesi de. Later.
Yine Efendimiz’in Mekke Fethi’ne girerken, devenin üzerine bir secde hâlinde giriyordu sakalı. Devinin sırtına gidiyordu Efendimiz’in. Bir şımarma olmasın, Allah’ım’ın lâ âişe illâ âişe-l-âhire buyuruyordu. Yani her yolculuğun bir hazırlığı olur. Hazırlıksız çıkılan yolculuklarda insan, pek çok meşakkatlere katlanabilir. Cenâb-ı Hak yine hep îkaz. Haşr Sûresi’nde, ey îmân edenler! Allah’tan korkun, herkes yarın ne hazırladığına baksın. Yani yarın, istersen on bin sene yaşa. Çünkü âhiret nasıl, sonsuz bir hayat, yömbül hürüt. Yine Cenâb-ı Hak insan hüsrandadır, zararladır, ziyandadır. Kimler kurtulur, îmân eder, amel-i sâlihler işler, hak tavsiye eder ve hakkı yaşar. Efendimiz’in Allah’ın hakkı var, Celle Celâle Vakı. Rasûlullah Efendimiz’in hakkı var, salâ ve selâm. Din karşısında hakkı var. Bütün mahlûkat insan için yaratılır, bütün mahlûkatın hakkı var.
Dünyanın medcezileri karşısında da sabrı yaşamak ve sabrı tavsiye etmek. Bunun için kurtulacağın insanı, ظlümân-cehûlâ. Yani insan çok zâlimdir, ebedî hayâtan helâk ediyor. En bir zulmü kendisine yapıyor. Cehûldür, çok câhildir. Ebedî hayat karşısında, deryadaki damla olan dünyaya aldanıyor, ukbayı unutuyor. İnsan bu iki vasıfı bertaraf edecek, ظlümân-cehûlâ. Cenâb-ı Hak buyuruyor, Zümrân Sûresi’nde, onlar, Allah hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O’nun tasarrufundadır. Gökler O’nun kudretiyle dürülmüş olacaktır. Trillionlarca kütleler… O müşrik ortak koşmalardan yüce bir Cenâb-ı Hak münesehtir. Yine 19. Câidette Hâşîr Sûresi’nde, Allah’ı unutan, Allah’ın da kendini unutturduğu kişiler gibi olmayı.
İnsan, Allah’ı unuttuğu zaman, Allah da kendisini unutturuyor. Sokakların hâlini görüyoruz. Nasıl ahlâk dibe vurdu. Ticârî hayattaki yanlış şey görüyoruz, dibe vurdu. Âiledeki problemleri görüyoruz, âile hâle dibe vurdu. Yine Cenâb-ı Hak, o kıyamet günü insan oğlunun bir çaresizliğini bildiriyor. يَقُولُ الْاِنْسَانِ يَوْمِذٍ اَيْنَا الْمَفَرِ İnsan o gün kaçacak bir yer neresidir diye sorar.
Tek çare işte فَفِرُّ اِلَى اللّٰهُ Dünyadayken Allah’a sığınabilmek, Allah’a ferâre edabilmek. Yine Cenâb-ı Hak kıyametten diğer manzara, çok manzara bildiriyor. O gün, gördüğünüz gün, o kıyamette her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur. Dünyada unutmaz hiçbir zaman. Deryaya düşse anne kendini deryaya atar. Her gebe kadını çocuğunu düşürür. İnsanları da düşürür. Her gebe kadını çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş hâlde görürsün. Oysa onlar sarhoş değildir. Fakat Allâh’ın azâbı çok dehşetlidir. Bilhassa bu âyeti, bu Hac Sûresi’ndir, Sâmi Efendi Hazretleri çok şeyinde okurdu sohbetinde. Yine bir ibret, bir âyet. Fânî hayatlarında hep hesapsız, sorumsuz, âresiz bir dünya hayali kuran kâfir, fâsılık ve gâfiller.
Kıyametin o dehşetli manzaraya karşılaştığı zaman, o çetin ve belâlı günün azâbından, Abu Hussain kamtrira, kudretlerinin dünyadaki sahip olduğunun her şeyi vermeye, hatta kat kat fazlasını fidye olarak vermeye râzı olacaktır. Lâkin onun işinden geçmeyerek her şey bitmiştir. Cenâb-ı Hak bildiriyor âyet-i kerîmede, Abesî Sûresi’nde. İşte o kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden, evlâtlarından bile kaçar. Yani sığınacak yerlerden o gün kaçıyor kendi derdinde. Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor, dünyada serbest. Kâfir de serbest, mü’min de serbest, fâsılık da serbest. Cenâb-ı Hak buyuruyor, Mü’min Sûresi 115. âyetinde. Biz insan, Abes olarak yarattığımızı mı zannediyor? Bizim huzurumuza getirileceğini zannetmiyor mu? Yine biz, Luhan Sûresi’nde, gökleri ve yere, bütün bunların aralarındakilere bir eğlence olsun diye yaratmadık.
Niçin yarattık? Kul, ibret alacak, ders alacak. اَفَلَٓا يَعْقَلُونَ تَتَفَكُرُونَ Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî azametini tefekkür edecek. Aman yâ Rabbi diyecek. O izikle götürecek. Cenâb-ı Hakk’ın kırıntı hâlinde bilgiler veriyor. Diğer mahlûkâta vermiyor. O kırıntı bilgilerle Cenâb-ı Hakk’ın azametini düşünecek. Aman yâ Rabbi diyecek. Velhâsıl gâfilâne bir hayat, çocuklukta oyun, gençlikte şehvet, ergenlikte gafret,
ihtiyarlıkta ise elden giden denilen hasret, nedâmetten ibaret. İbrahim Hazretleri’nin güzel bir şey var. Yaptığımız duâlar, niçin kabul olmuyor diye soruyorlar. Hazret de şu cevabı veriyor. Şundan dolayı kabul olmaz diyor. Cenâb-ı Hakk’ı bilirsiniz, buyruluğunu emirlerini tutmazsınız. Peygamberi bilirsiniz, sünnetini yerine getirmesiniz. Kur’ân’ı okursunuz, amel etmezsiniz. Hak tâlimetlerini yersiniz, şükretmezsiniz.
Cenneti bilirsiniz, onu istemesini bilmezsiniz. Cehennem vardır dersiniz, ondan lâyıklığıyla sakınmazsınız. Ölüm vardır dersiniz, hazırlanmazsınız. Ölüleri kendinize kabre koyarsınız, ibret almazsınız. Bu kadar fenalıklar, duânız nasıl müstehcâb olabilir? Rasûlullah Efendimiz’in mîraçta da cennet gösterildi, cehennem gösterildi. Orada da Rasûlullah Efendimiz’in mîraç esnasında, cennetin kapısında durup içeriye baktı. Orada gelen en güzeli fakirlerdi.
Zenginler de hesap vermek için, mahbûs idi, bekliyorlardı. Bunlardan cehennemlik olanlar ise ateşe atılmaları emrediliyordu. Cehennem kapısında durdum. Oraya girenlerin ekserisi de fâsık kadınlardı. Efendimiz’in mîraçla alâkalı, çok ifade ettiği hâdiseler var. Kaderi yazan kalemin gıcırtılarını duyduğumuzda tabi nasıl kalem, nasıl gıcırtı bilemiyoruz, diyor yetibalarda. Keyfiyeti meşhur. Abdurrahman’ın da affı gördüm diyor, emekliye giriyordu kendine aşer-i mübeşşeriden. Yani cennette tepşir olan sahâbiden. O gece diyor, Abdurrahman’ı gördüm diyor. Cennete oturduğu yerde emekliyerek giriyordu. Çocukların emekliyerek yürüdüğü gibi. Niçin bu kadar ağır geliyorsun diye sordum. Diyor ki yâ Rasûlâllah! Malımın hesabı dolayısıyla çocukları bile ihtiyacacak kadar ağır sıkıntılarla geçirdim.
Öyle bir daha sizi göremeyeceğimi zannettim. Fasruf hitapta. Velhâsıl orada Efendimiz birçok şeyler görüyor. Bu, yetim malını yiyenler, helâller varken harama dalanlar, zinâ edenler. Hattâ bu nedir Cebrâil diye Efendimiz soruyor. Bunlar, helâl kıldığımızı bırakıp, harama giden zinâkârlardır, buyruluyor.
Karnın şişmiş kişileri gördüm diyor, bunlar fâiz yiyenlerdir diyor. Bir takım diyor, kadınlar göğüslerinden asılmış. Bir takım, kadınlar baş aşağı ayakından asılmış. Gördüm, bunlar kim olduğunu sordum. Bunlar zinâ eden, çocuklar öldüren kadınlardır. Bu kürtaj bir felâket. Cenâb-ı Hak buyuruyor, deri deri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebeple öldürüldüğü sorulduğunda. Bu da günümüzün bir felâketi.
Ebû Darda Hazretleri’nin bir kişi diyor ki, ben diyor, şey alamıyorum diyor, dünya sevgisi var diyor, günümü atamıyorum diyor. Ondan dünya sevgisiyle namazımda bir huzur bulamıyorum diyor. Hesbimde ibadetlerimi bize alamıyorum diyor. Ebû Darda da, senin diyor, derdin en büyük bir dert diyor. Kısa zamanda bu derden kurtulmaya bak diyor. Bu derdin sonu, kişinin îmânını kaybetmesidir diyor.
Allah korusun, dünyadan îmânsız gitmesine sebeptir bu dert diyor. Nasıl kurtulabilirim diyor. Ebû Darda Hazretleri de, bu dünya ihtirasını bertaraf etmek için, yani dünya sevgisini atabilmek için, hastaları ziyaret et. Hastaları git, onları ziyaret et. Sen de öyle olabilirdin. Bol bol cenaze namazını kıl.
Her an sen de ölebilirsin. Mezarlıkları dolaş, kendi yaşından üstün aşağı çok insan görebilirsin. Bir kalpten dünya sevgisini çıkarmanın en tesiri yolu, ölümü hatırlamak. Ve bu dünyadan nefsânî arzulardan soğumasına, hayır hasenâta, ibadete, şevkinin artmasına vesîle olur. Bir insanda herhangi bir dünya nimetine karşı iştiyak arttığı zaman,
tek çare, ölümü göz önüne getirmez. Cenâb-ı Hakk… وَلَا تَبَنْتُوا اِلَّا وَاَنْتُوا مُسْلِمُونَ Ancak Müslümanlar olarak can verin, buyuruyor. Bir âyet düşünüyor. Âmîr-i tünnâsıbe. Çalışmışlar boşuna. Bir de miras bırakacak, kendi çalışıp dediğini de kazandığını, arkasına gelenlerini bırakacak. Bir de onun hesabını verecek yâran.
Bir mekteb-i âlemdeyiz. Yani son güne hazırlanabilmek. Yani son günümüz nasıl olacak? Son günü bir sefer olacak. Bir tekrarı yok bunun. Dünyavî imtihanlarda kaybedersin, bir daha bir daha girersin. Yok, bu son, bir tek sefer bu. Niye buyuruyor Cenâb-ı Hak? Siz Allâh’a yardım edersiniz. Kul nasıl Allâh’a yardım eder? Yaşarsanız, yaşatırsanız, Allah da size yardım eder, ayaklarını kaydırmaz. Demek ayaklar daima bir kayı bilir. Neyle hazırlanacağız? İbadet, tâatlerle hazırlanacağız. Şerîatı, hayatımızın bütün safhasına intikal etmekle hazırlanacağız. Mes’ûl olduğumuz yetim, garip, yoksullara dert-i ota olmakla hazırlanacağız. İslâm’ı gönüllerine ulaştırmanın heyecanını yaşamakla hazırlanacağız.
Yani hidâyetlere vesîle olmakla. Bir vesîle hidâyete, Güneş’in doğup battığı her şeyin daha hayırlı. Rasûlullah Efendimiz rahmeten l-Âlemin sevdiğiyle beraberdir. Eğer Rasûlullah Efendimiz’in beraber olmak için de, Efendimiz’in hâlini hallenebilmek. İşte ashâb-ı kirâmın bütün derdi buydu. Efendimiz’i gördüğü gibi huzur buluyorlardı. Bir inikâs vardı, bir huzur inikâsı vardı. Acaba ben öbür tarafta beraber olabilecek miyim? Bütün derdi buydu ashâb-ı kirâmın. Onun için çırpınıyordu ashâb-ı kirâm. Canım, malım, fedâ olsun, yâsı Sen emret diye terk ediyordu. Rahmet insanı olacak mem’î. Cenâb-ı Hak buyuruyor, Rasûlüm de ki, eğer Allâh’ı seviyorsanız bana itaat edin.
Allah sizin günahlarını bağışlasın. Allah son derece bağışlayacak esirgeciyiz. Ömer bin Abdülaziz’in kıyamet günü nereye gitmek istiyorsanız, hazırlarsanız yolcunuzu, onu göre hazırlayın. Mevlânâ diyor ki, oğlu diyor, herkesin ölümü kendi renginde de. Allâh’a vuslat olun, düşünmeden ölümden nefret edenlere ve ölüme düşman olanlara, ölüm korkunç bir düşman gibi görünür. Ölüme dost olanların karşısında dost gibi çarptırır.
Mevlânâ da şey bir arız diyordu. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, ölmek felâket değil, esas felâket, ölümden sonra başa gelecekleri düşünülmektir. Zira, el-Celîd rüzgârıyla savrulan ömür harmanında, haktan gâfil olanlara, arkalarında bıraktıkları dünya ağlamadı. Karşında dikilen âhirette gülmeyecek onlara. Cenâb-ı Hak buyuruyor, سُمَّ لِلسُؤُنَّ يَوْمِيذٍ عَنِ النَّعِيمِ Nihâd, o gün dünyada yaşadığınız, verdiğimiz her nîmetten sorulacaksınız. Cenâb-ı Hak yine Araf’sı 6. âyette, elbette, kendini Peygamber gönderen kimseler gönderen Peygamberleri mutlaka sorguya çekeceğiz. Onun için Efendimiz Vedâ Hacca’nın vaktinde sorulmuş, üç sefer, Tebliğ ettin mi dedi, buyurdu. 120 bin kişiden şehâdet aldı Tebliğ ettiğinde, elini kaldı yâ Rabbi!
Şahit ol dedi. Bu üç sefer tahakkû etti. Yani İslâm, hayata bütün muhtevâsında olacak, hayata hiçbir şey olmayacak, İslâm unutulmayacak. Mü’min âhiret endişesi yaşayacak. Bugün maalesef İslâm unutuluyor bazı yerlerde. Onu unutmayacak mü’min. Âle hayata unutuluyor, kazançta unutuluyor.
Sabırda, tahammülde unutuluyor. Hak’ta, hukukta unutuluyor. Velhâsıl mü’min, mü’mine, اِقْرَاْ كِتَابَكَ كَفَابِ الْنَفْسِكَالْ يَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا Kitabını oku, ekranlar inecek. Kira’men, kâtiben ne varsa aktardı dosyayı. Çoğunu unuttuk. O zaman kitabını oku, bugün sonra nefsin kâfidir denir.
Orada hassas teraziler kuracak, zerreler hesaba gelecek. فَمَنْ يَعْمَنْ مِسْكَالِ ذَرَةٍ عَيْرَنْيَرَةٍ وَمَنْ يَعْمَنْ مِسْكَالِ ذَرَةٍ شَرْرَنْيَرَةٍ Bir de kul o kadar şaşıracak ki, Kevsürüs’ünde vay hâlimize diyecekler. Bu nasıl kitapmış diyecekler. Küçük büyük hiçbir şeyi bırakmaksız yaptığınızı hepsine sayıp dökmüş. Kimler döküyor, göz döküyor.
Hangi vitrine seyretti? Kolak öyle, nelere muhatap oldu. Nelerden kaçtı, nelere muhatap oldu. Deriler, vücut konuşacak. Allah verdi bu nîmeti, Vücûk-i Uyuşak’ı nerede acadı? Şaşıracak, küçük büyük her şey, satır satır yazılmıştır. Velhâsıl küçük şey yok. Küçük hasene, orta hasene, büyük hasene. Köpeğe su veren kişi affolunuyor. Kuyudan çıkartıyor, hayvanı sunuyor. Kedisini aç bırakan kadın, cehennemlik oldu, buyuruyor. Yani bazen Allah’ın gadabı ufak, orta, büyük, rahmeti de öyle. Meselâ Lokmân, aleyhisselâm’ın nasihatlerinden oğluna, yavrucuğum diyor, yaptığın iş, iyilik ve bir harzaltanesi ağırlığında bile olsa,
bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinlikte bulunsa, yine de Allah senin karşısına getirir. O yüzden Allah en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. Onun için mü’min takvâ sahibidir. Takvânın ne faydası var en başta? Gönüldeki endişeyi arttırır. Gafletlikte olan bir insan için, o da endişeden uzaklaşır. Gayet rahatça görüyoruz sokakta. Ticârî hayatı görüyoruz, gayet rahat. Ömer bin Abdülaziz’i ağlarken görüyorlar. Nedir derdin diyorlar. Evet diyor, ben diyor, hakkı tebliğ etmeye çalışamam mı diyor. Acaba diyor, adâlet hakkıyla yapabildim mi diyor. Demek ki değil mi diyor, Allah Teâlâ’nın huzurunda bütün milletin hesabını vermek için duracağım. Hepsi hakkında âdil davranabilmemizde emin değilim. Yaptığım kusurlar da aynı. Elbette bundan dolayı korkar, ağlarım.
Ya ağlarım da devam etti, aslına vefat etti. Velhâsıl talebesiz bu dünyanın. Dünyanın bir arz-ı endam, mal, mülk, şöhret vs. Mâkân, mevkûmun getirdiği şöhret olmayacak. Arz-ı hâl olacak. Bir abdiyet olacak. Abd-i âcizlik olacak. Fâtiha Sultan Mehmet’in İstanbul’u açtıktan sonra Ayasofya şartlar meselâ altına Abd-i âcizlik olacak.
Es-Sultan İbn-i Usûl’e, El-Ghâzey’e, Ebu’l-Fetih Muhammed Han sânî diye atmadı. Abd-i âciz diye attı. İbrahim aleyhisselâm’a hak dostu oldu. Gönül üç fânî tahtı yıktı. O şekilde Cenâb-ı Hak da dost oldu. Cenâb-ı Hak kendisine dost edindi.
Ben iki şeye arasında daim muhayyar kaldığım zaman, mutlaka Allah için onu tercih ederim dedi. Canıyla bir şey olduğu zaman, canını fedâ etti. Cenâb-ı Hak, اَيْنَارَ اِبْرَٰيْمَا اَلْسَلَامَ وَلَسَّلَامَ اَلْضَهُمْ buyurdu. Ateş Gülistan’a döndü. Malıyla oldu.
Cenâb-ı Hak Hâlî İbrahim’in bereketi verdi. Oğluyla oldu. Oğlunduğumuz sulubinden Rasûlullah Efendimiz geldi. İki mekteb var. Bir dünya mektebi. Bu mektebde esnâb-ı Hak Azameti-i ilâhîse okunacak. Kevnî âyetler. Yani bu ilâhî, büyük bir labratuvar kâinatı. Her gördüğü şeyde kul, Cenâb-ı Hakk’a katılır.
Fakat gözünün önüne iki parmağını koyar, hiçbir şey göremezsin. Yani kalbinin üzerinde parmağını koyar, hiçbir şey göremezsin. Her şey ilâhî azamet. Toprak terkibine bak, öyle. Atmosfere bak, öyle. Coğrafyaya bak, kimyayla, fiziğe bak, neye bakarsan bak. İnsan âyet bilimlere bak. Hepsi Cenâb-ı Hakk’ın azameti-i ilâhîsi. İkincisi, âhiret mektebi. Dünya mektebi de kulluğumuzu îfâ etmek üzere âhiret mektebiyle bak.
İkincisi, âhiret mektebi. Dünya mektebi de kulluğumuzu îfâ etmek üzere âhiret mektebine kazanıp bilmek için geldik. Dünya mektebini, âhiret mektebini içine alırsak, kul fazîletler donanır. Bu çok mühim. Dünya mektebini, âhiret mektebi içine alırsak, kul fazîletler donanır. Allah da o kuluna yardım eder. Siz takvâ sahibi olursanız, Allah size yardım eder, hidayet verir.
Gâş-i Yasûn’un birinci âyette, her şeyin göre fânilik var. Cenâb-ı Hak orada buyuruyor ki, Rasûlüm de dehşete her şeyi kaplayan kıyametin haberi sana gelmedi mi? Kıyametin haberi geldiğinde göre acaba nasıl yaşayacağız? O gün birtakım yüzler zelildir, perişandır, çirkindir, iğrençtir. O gün birtakım yüzler vahike mutludur, güleştir. Cenâb-ı Hak bir azamet korkulu bir istikbal görüyor, bildiriyor.
Ancak işte, اَلَا وَذِكْلَا تَطْمَنُوا الْقُلُوبُ O şekilde bir selâmet oluyor. Zaman zaman büyük felâketleri görüyoruz. Meselâ bir Yanardağ infilâk ediyor, Arjantin’de oldu. Herkes kaçıyor. Bu ibret vermiyor. Dünyanın intibârlarıyla bir cehennemden misal. Orada var mı kaçacak bir yer? Bir deprem oluyor, korkuyoruz. Bir sel oluyor, korkuyoruz.
Bir virüsten korkuyoruz. Enflasyondan korkuyoruz. Bunlarda beşe korkmamız tabidir ama esas korkulacak günahlarımızdır. Niye bunlar oluyor? İyyâken büdû azaldığı için ve iyyâken istâin, Allâh’ın yardımı azalıyor. Allah bunlarla îkaz ediyor. Bir virüste îkaz yok kadar bir şeyle. Seller geliyor, aşağıda yangınlar oluyor. Enflasyon oluyor. Allah bereketi alıyor. Velhâsıl, es-Sâd günahlardan korkmalıyız. Dilimizden çıkan yanlış kelamlardan korkmalıyız. Merhamet ve şefkat fukarası olmaktan korkmalıyız. Yahya Abdülmûz Hazretleri şaşırdı o kişiye ki, hastalık korkusu ve yiyecekten pehliz eder. Cehennem korkusu, günahlardan pehliz etmez. Daima insan şunu düşünecek,
كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانَ يَعَظُمْنَا هَلْ جَانْضِ يَخَلُونَ Yine kül nefsin zâikati-l-mefti. Her canlı ömürde bir denme vakısı, hayırla da şerrede de imtihan ederiz. Fakat ancak bize döndürüleceksiniz. Yine âyet-i kerîmede, ankebudunun başında, insanlar imtihandan geçirmeden sonra îmân demekle bırakılacaktımı zannediyorlar.
Benim îmânım var. Îmân-ı ispat ister. Îmân-ı ispatı için, şerâtin bütün muhtevâsında yaşanacak. Cenâb-ı Hak yine buyuruyor, Fâtı’nın beşinci âyette, «Ey insanlar! Allâh’ın vâdi gerçektir. Sakın dünyaya sizi aldatmasın. O aldatışı şeytan da, Allâh’ın hakkına sizi kandırmasın.» Seherler büyük bir ilticâ. Cenâb-ı Hak sabah akşamı Rabbini zikret biliyor.
Gecenin büyük bir kısmını secde et diyor. Gecenin uzun bölümünü onu tesbih et diyor. Velhâsıl Cenâb-ı Hak kul, her zaman Cenâb-ı Hak beraber olacak fakat seherlerde daha çok. Tabi hastalıklar vs. onlar o zaman mazur. Cenâb-ı Hak yine Allâh’ı zikretmek hususunda, kalplere katılaşmış olan yazıklar olsun Cenâb-ı Hak buyuruyor.
Yine Cenâb-ı Hak, Rabbini kendi içinde, kalbinde yalvararak, ürpererek, yüksek olmanın bir seste gece gündüz zikret gafillerden olmalı diyor. Velhâsıl o gecenin en fîzâna istiğfar. Vel-Müstâfir Nebî’yle esâb. Cenâb-ı Hak unutmamak, îmânı tecdît etmek, Rasûlullah’ı hatırlamak, Lataif merkezinde canlı tutabilmek,
teheccüd namazı, Efendimiz’in hemen hemen hiç terk etmediği bir namaz. Hatta o kadar bir tesiratı kıldı mı Efendimiz’in geceleri? Âişe Vâlidemiz’in yâ Rasûlullah’ı bu kadar kendine yıpratma. Allah’sın geçmeye affet deyince, «Yâ Âişe, şükreden bir kul olmayın.» buyurdu. Cenâb-ı Hak Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e muhabbeten muhabbet cümlemizi ihsân eylesin.
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّكُ اِسْحَابِ اِقِرَامَةً En çok sevililen hadîs buydu. İnşâallah Cenâb-ı Hak bir gecelerimizde Rasûlullah Efendimiz’in seher hayatına benzetmek ile, biz de inşâallah bu hadîslerimiz şumuyla dâhilere inşâallah. Tabi Sallâvât-ı Şerîfe var, Tefekkür-i Kürmeyat var, Lataifler var, duâ var, vs. var.
Sohbetler ayrı bir manzara. Esâb-ı kirâm, sohbetlerle sahibi oldu. Yani Cenâb-ı Hak, sen üyüt ver, çünkü nasihat, hatırlatma, mü’minlere fayda verir buyuruyor. Sohbet, bütün üniyetin müvekkededir. Belki bugün fars hâline geldi, çünkü dışarıdaki olan tasallutlar çok fazla.
Bu kalpten kalbe sadır sadır beraber olmaktır. Yani bir dört duvar arasında beraber olma değil. Bu mânevî enerjiyi alabilmektir. Cenâb-ı Hak bu sohbetlerden cümlemizin müstefî değresini inşâallah. Ondan sonra gelen âyet, وَلَا اُكْسُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ İkinci âyet. Bu, نفسِ اللَّوَّامَةِ,
tutarsız bir nefis. Cenâb-ı Hak buyuruyor, yemin ederim ki diyor, dirli bir hesaba çekileceksiniz buyuruyor. Bu, نفسِ اللَّوَّامَةِ, bazı şeyleri unutuyor, bazı şeylere ehemmiyet vermiyor. Bu, نفسِ اللَّوَّامَةِ oluyor. Cenâb-ı Hak kıyameti bildiriyor, arkada hemen اللَّوَّامَةِ bildiriyor.
Meselâ ticârî hayatta, canım bunu ben şey yapayım da sonra affet, tövbe ederim, kurtarırım işte diyor. Hatta bol sıcak veririm, kurtarırım diyor. Bu, نفسِ اللَّوَّامَةِ işte. İffetsizlik var, hayâsızlık var. Susuyor. Bir emr-i bilme avruda bulunmuyor. Aile hayatı çöküyor. Kızın nerede okuduğunu, ne vereceğini bilmiyor ufak yaştan beri.
Yavrusunu ziyân ediyor. Onu yarın onun da hesabını vereceği düşünmüyor. Hep bunların nefs-i lâmâ. Fakat namazını da kılıyor. Yine bir hadîs-i şerîf var, bir âişe var, herhâlde soruyor. Yâ Rasûlâllah diyor, sâlihler olduğu hâlde diyor, azap gelir mi diyor, evet diyor. Çünkü onlar diyor, emr-i bilme avruda, onlar hatta teheccüd namazını kılarlar mı diyor, emr-i bilme avruda bulunmuyor, o zaman ne yapar?
Diyor, evet diyor. Çünkü onlar diyor, emr-i bilme avruda, onlar hatta teheccüd namazını kılarlar mı diyor, emr-i bilme avruda bulunmazlar, buyuruyor. Dâvûd aleyhisselâm zamanında bir kısmı fâsıklar. Onlar maymun kılığına döndü, üç gün devam etti. Dindarlar da ikiye bölündü. Bir kısmı dedi ki, biz de ferdi ibadetlerine bakalım. Onlar zaten yoldan çıkmış insanlar, bize ne derler? İkisi de yok derler. Biz tebliğ edelim, Allah hakkında mes’ûliyetten kurtulalım. Tebliğ edenler kurtuldu, bize ne diyenler de onun başına ağır bir cezâ geldi. Bugün hidayetler kayboldu. Tatvâ unutuldu. Onun için müsterşif şey de irşad. Bu yolun en mühim şey, irşad etmeyi.
Cenâb-ı Hak nasıl irşad etsin? Kavlenleyinâ, kavlenmeysûrâ, kavlen sedîdâ. Cenâb-ı Hak nasıl, hangi dilde irşad etsin? Cenâb-ı Hak bildiriyor. Velhâsıl bu nefs-i levvâme, buradan maalesef işte günümüzün şartları. Ticârî âyete görüyoruz. Âhlâkî edebî görüyoruz.
Ad kavmi, Semûd kavmi, Lût kavmi, hepsi bunların piyasaya çıktı. Bu durumda eğer bir müslümanın sessiz kalması, boğulan kimseye bir can kurtaran Semûd’e atmaması, yangından bir insan kurtarmanın telâzesinde olmaması, Allah korusun büyük bir hesaba yarın dünçâreder. Onun için bu nefs-i levvâmeden çıkıyor.
Bunun için ne lazım, nesli levvâk? Bir defa helâlde daha lazım, bu zarûrî. İbadet, huşû ile olacak. İnfak olacak. Kulûl-al-fazlığını ver Cenâb-ı Hak. Kur’ân-ı Kerîm’in ülfet olacak. Bugün Türkiye’de kaç milyon tahsil yapan var? On sekiz, yirmi milyon diyorlar. Bunun kaçı Kur’ân kursundan geçiyor?
Mülheme olacak, onun bir üstü. Bu hayır ve şer, hassas bir sûrete ayırt edilecek. Şeyhî duyguların aşırıklardan direnmek kabiliyeti artacak. İstikâmete girmiş olacak mülhemede. Cenâb-ı Hakk’ın arzuluğu ettiği nefs-i mutmainle. Bunların nefs-i mutmainin bir şartını burada Cenâb-ı Hak buyuruyor, râdiyeten verdiği. Hayata bütün iniç çıkışından Allah’tan râzı olacak. Neden, niçin bunu unutacak? Takdir böyle. Bu takdir benim için en hayırlıdır. Velhâsıl bunun neticesinde insan-ı kâmil meydana olacak. Yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın şahidi olacak. Rasûlullah ise şahidi olsun buyuruyor. Kibir, enâniyet, dedikodu, iftirâ, yalan, israf, cimrilik… Kötü hazretler, bu rahmet insanında olmayacak. Bu niye, ne olacak? Cömertlik olacak, merhamet olacak,
şefkat o, hizmet olacak. Fakat burada ölçü nedir? Ölçü, Cenâb-ı Hakk’ın ashâb-ı kirâmı bildiriyor. Cömertlik, işte ashâb-ı kirâmın cömertliği. Fakirin bile cömertliği var, hamallık yapıyor, dağları çıkıyor, odun kesiyor, Allah Rasûlü’nün önüne koyuyor. Şefkat hizmeti tevâzu olacak. Nezâket, sabır, edep, ayağı, vakar gibi, facetlerle kalp müzeyyen olacak. Nefs-i râdiyye ol, Allah’tan râzı olan bir nefis. Râdiyye, Allah’tan râzı olmak.
Burada bir güzel bir misal var. İsa –aleyhisselâm- rivâyete göre, «…Tende alıcalar bulunan ve iki şaka çökmüş bir şahısla rastladık. O şahıs ürünündeki hastalıkları aldırmayarak, «–Yâ Rabbi! Sana sonsuz hamd-i senâlar olsun ki, mahlûkâtın büyük çoğununu müptelâ kıldığını, derdini bile halâ seyredin.»» dedi.
İsa –aleyhisselâm- muhatabın kalbî idrak ve kemâlini yoklamak maksadıyla, ona «–Ey kişi! Allah’ın senden giderdiği hangi dert var ki?» dedi. O dedi ki, hasta şöyle cevap verdi. «–Ey Rûhullah!» dedi. En fıcır hastalık dediği belâ, kalbin, haktan gafil ve mahrum olmasıdır. Şükürler olsun ki Allah Teâlâ beni bundan muhafaza buyurdu. Zira ben Cenâb-ı Hakk’ın kalbini verdiği mağrifetullah, lezzeti ve huzûru içindeyim. Onun için bütün dünyanın nimetlerini görmüyorum ve hissetmiyorum dedi. Elhamdülillah bir huzur içinde yaşıyorum dedi. Ondan sonra Merve dedi ki, «–Allah da okuldan râzı oluyor.» Cennetimin geri buyuruyor. Bu, daha öteye gitmek. Hazret-i Ömer Radâya’nın hilâf-i esnâbı şöyle buyurdu. «–Hayatta olursam, inşâallah, halkın içine bir sene gezeceğim. Biliyorum ki insanlar bana ulaşmayan ihtiyaçları var.
Valiler o ihtiyaçlarını bana bildirmiyor. Şam’a gideceğim, iki ay orada kalacağım. Cezire’ye gideceğim, iki ay orada kalacağım. Sonra Mısır’a gideceğim, iki ay orada kalacağım. Bahreyn’e gideceğim, iki ay orada kalacağım. Kûfe’ye gideceğim, iki ay orada kalacağım. Basra’ya gideceğim, iki ay orada kalacağım. Vallahi o sene, ne güzel bir sene olacak.» İşte Bâti’nin Nakşibendazı dedi, üstadını inşa etti. Yedi sene hastalara, cerahat-i mahlûkat hizmet etti, yolları temizledi. Hasta insan hizmet etti. Zira insanları kendisine zimmetli bildi. İslam kardeşinin vecibesini yerine getirdi. Çok mühim bu. Hasta insan hizmet etti. Zira insanları kendisine zimmetli bildi. İslam kardeşinin vecibesini yerine getirdi. İkincisi, mahlûkahta hizmet etti. Zira hâlıkın nazarıyla mahlûkahta bakmak, bu da dostların şiârıdır.
Yolları temizledi. İnsanların en hayırlısı, insanların faydalı olandır. Bâti’nin Nakşibendazı’nın en büyük feyz, bu hizmet sayesinde bu derecelere nâil olun, buyuruyor. Bu yoğun ilâhî azamet tecellî karşısında hiç diye büründü. «Âlâm buğday, ben saman. Âlâm yahşeyi, ben yaman.» dedi. Cenâb-ı Hak diğer bir mucize, «Evet, biz onun parmak uçluğuna bile aynen eski hâline getirmeyi muktediriz.»
buyuruyor. Ejdat da, ben nerede hizmet ederim diye. Yani birçok vakıflar kuruldu. Güzelcez öğreten vakıf, hastalara ilaç yapan vakıf, sokağa ekmek veren vakıf, hastalara evinde bakan vakıf, vs. vs. vs. Ejdat, nerede ben Ümmet-i Muhammed’e hizmet ederim? 1960’ta Hindistan’da büyük bir ekonomik kriz yaşandı. Temel ihtiyaç manasını fiyatları hiç görülme şekilleri arttı.
Eşyarlarının pahalılık halkın dayanabileceği bir durum olmadı artık. Halk çok zor durumda kaldı. Halk, büyük âlimlerden Muhammed Yusuf, Kandehlîvî’nin yanına gitti. Durumu bildirdi, hayat pahalılıktan fiyat artışı. Ondan bu duruma karşı ne yapmalı gerektiğini sordu. Kandehlîvî Hazretleri ona şu nasihati verdi.
İnsanlar ve eşyalar, Allah kadınıza iki elinin, iki terazinin kefesidir. Yani bir tarafta insanlar ve eşyalar. Eğer Allah kadınıza insanın değeri artarsa, yani takvâ artarsa insanlarda, eşyanın değeri düşer. Enflasyon olmaz. Fiyatlar ucuzlar. Ama eğer Allah kadınıza insanın değeri düşerse, yani takvâdan uzak kalırsa, fâsıklaşırsa, o zaman eşyanın değeri artar, enflasyon olur. Fiyatlar yükselir, pahalılık olur. Siz Allah kadındaki değerinizi yükseltmeye bakın ki, böylece insanın değeri yükselsin, takvâ sahibi olsun, Allâh’a yakın bir kul olsun, eşyanın değeri de azalıp, fiyatlar da düşsün.
Yine halka dönüp şu âyeti, bu söyleyeni delil olarak okur. Âraf, 96. âyet. Eğer o şehirlerin halkı hakkıyla îmân edip takvâ sahibi olsalar da, muhakkak onların üzerinde gökten ve yeryüzünden nice bereket kapıları açardık. Rabbimizin, inşâallah cümlemizi, müttakî takvâ sahibi kul olabilmeyi, bir irşad ömrü yaşamayı, irşad bekleyenleri irşad edebilmeyi, fedakâr olabilmeyi, son nefesimize hazırlanmayı, niyetlerimizin hak rızâsına uygun olması için Cenâb-ı Hakk’a ilticâ edebilmeyi, son nefesimizin en güzel ânı olmasını Cenâb-ı Hak cümle nasîb eylesin.
Duâmızın kabûlü niyâzıyla âyetâle-i Fâtiha…

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir