10 Ocak 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=EsdbadspxjM.
Rasûlullah, sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, latîf, mübârek, pâk rûh-i tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kirâm hazarâtının, cümle geçmiş dilimizden haseden şehidlerimizin rûh-i şerîflerine,
dinimizin, vatanımızın, milletimizin selâmetine, şerîflerin şerlerinden muhafazısına,
bu niyâ-bu duâ ile bir Fâtiha şerîfi, üç İllâh’sı. Amin.
Muhterem kardeşlerimiz! Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’in bilhassa son üç yüzünde hep kıyâmetten bahseder. Yani dünyaya âhiret için geldik. Cenâb-ı Hak dünyaya bir dershane olarak hazırladı. Dershanenin muhâlim olarak peygamberler gönderdi. Kitablar, suûflar gönderdi. İnsanın bir endam aynası. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, insan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı zannediyor?
Bu kadar nîmetler, ihsân-ı ilâhî. Cenâb-ı Hak verdiğimiz nîmetleri sayamazsınız buyuruyor. Göklerde ve yerde ne varsa âmâde kılıp düşünen bir toplum için buyuruyor. Ondan sonra insanın mâzisine geçiyor Cenâb-ı Hak, son âyetlerde. O, yok kadar bir varlık değil miydi? Yani görülmeyecek kadar bir varlık değil miydi? Yani burada tefekkür derinleşecek.
Bu kadar, yok kadar bir şeyden nasıl bir insan meydana geliyor? Nasıl içteki cihazlar, fakülteler meydana geliyor? Bunlar nasıl çalışıyor Cenâb-ı Hakk’ın ömür verdiği kadarıyla? Her biri ayrı ayrı bir fakülte ve dehşet. Cenâb-ı Hak yine İnfitar Sûresi’nde,
İnsan diyor, seni diyor, şekilsizlikten en güzel şekilde halkeden Cenâb-ı Hak’ka karşı seni hüsrana düşüren nedir diyor, gaflete düşüren nedir diyor. Demek ki bir defa Cenâb-ı Hak yaratılmışımızı bir tefekkürle davet ediyor bizi. Niçin dünyaya geldik? Kimin mülkündeyiz? Kimin verdiği rızıklarla merzuk durumdayız? Kimin verdiği rızıklarla merzuk durumdayız? Onu diyor, iki eşi yani erkek bir dişinden var ettik, buyuruyor. Teklik, Cenâb-ı Hakk’a âyet. Bahtâniyet, Cenâb-ı Hakk’a âyet. Peki diyor, bunları diyor, yapıp diyor, halkeden diyor, Allah diyor, ölüleri dirtmeye mukîredir değil midir diyor.
Yine âyet-i kerîmede, Nûh Sûresinde, unutmayın ki diyor, Allah sizi yerden ot bitirir gibi bitirmiştir diyor. Milyarlarca insan, sonrası yine oraya döndürecek, yani öldürecek, sonrası yeniden dirilecek, çıkarılacak. Yine Cenâb-ı Hak, âraf Sûresinde de rüzgarları rahmetin önünde müjde olarak gönderen odur. Sonunda onlar, o rüzgarlar ağır bulutlar yükleyince onu ölü bir memlekete sevk ederiz. Yine Cenâb-ı Hak bir yaratmaktan burada bahsediyor. Orada suyu indiririz yağmurları. Onlara türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız kabirde. Herhâlde bunlardan ibret alırsınız, buyruluyor.
Bu kıyamet suresi okunan âyette de, o kâfiriyenin kemiği alır, böyle tuz hâlinde getirir. Biz buradan mı meydana geleceğiz der. Parmak hizmeti yeni bulundu. Parmak hizmeti herkes de, iki santimler kadar herkes de ayrar. Her insana bir kimlik oldu. Cenâb-ı Hak benâne, sizin parmak uçlarınızı daha yaratacağız, buyuruyor.
İlyâh-ı Azam’ın tecellîsi. Velhâsıl insan, bütün bir nîmede bir kişi toplansa, Süleyman aleyhisselâm kadar zengin olsa, Yusuf aleyhisselâm kadar cemâl sahibi olsa, Nuh aleyhisselâm gibi bin sene yaşasa, ölümme mahkumiyene…
Yani sonunda gideceğimiz yer, bu kara toprağın altı, yerin dar bir şukur değil mi? Efendimiz billâhâsıl bu tefekküre çok davet ederdi. Bütün lezzetlerin zevkleri, kökünden yok eden ölümü, çok çok düşünün, buyurdu, tefekkür edin, buyurdu. Yani hakîkaten baktığımız zaman, bir mezarlıkların önünden geçerken, dışarıdan sessiz bir mezar, bir toprak yiyen gibi görünüyor kabristanlar. Bir toprak yiyen gibi. Aslında insanoğlunun gireceği kabir, bir mahşer numûnesidir, âhiret menzillerinin ilkidir. Yani kabir, dünyada Allâh’ın emrine tâip olup olmadığımıza göre kabir şekillenecek. Sallâllâhu aleyhi ve sellem buyuruyor, kabir ya Cennet bahçeden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukur. Fakat nasıl olacağını bilemiyoruz. Burada bir dünyanın intibârlarla Rasûlullah Efendimiz bildiriyor. Zaten ilk son nefesten sonra, hünkar nekerin hesaplarıyla başlıyor.
Hatta uzun bir hadîs-i şerîf var. Orada sâlih bir insan vefat eder, kabre girer. Tabi hünkar nekerinin suâllerinden sonra güzel cevap da verir. Ondan sonra bir temessül, bir şekil meydana gelir. Vefat eden sevinir. Sen kimsin der, bana bir arkadaş oldun der. Ben der, senin dünyadayken sâlih amellerinim. Namaz, ibadet, Kur’ân-ı Kerîm vs. Vefat eden de sevinir. Bir güzelliği karşılaşıyor. Yine iki pencere açılır.
Ona denir ki, cennetten cehennem, sen dünyadayken cennet-i tercih ettin denir. Vefat eden de sevinir. Tabi kıyamete hesabı da var ayrı, o ayrı. Yani hesap, hesap üzerine geçeceğiz. Zerrelerden hesap vereceğiz. Allah korusun, şer bir insan ölür, mümkân neke doğru cevap veremez. O da çirkin bir insan,
neke doğru cevap veremez. O da çirkin pis kokulu bir süliyet görür. Zaten ben beter durumdayım, bir de sen kimsin der. O da der ki senin dünyada yaptığından günahlar, kötü ameller. Onda iki pencere açılır. İşte bu bir cennetten bir cehennem, sen dünyadayken cehennemi istedin. Dolayısıyla tarih boyunca insan idrâkını meşgul eden en büyük muamma, ölüm ve âhiret hâdisesi.
Hattâ ilk Mekke devrinde Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’in ilk müşriklerin teklifi, sana istediğinin yerine getirelim. Fakat bu, اَنِ النَّبَيْ لَظِيمِ, bu âhiret haberini kaldır lütfen derler. اَلَّذِي هُمْ فِي مُحْتِلِفٌ اَنَّا تَعْرِشُونَ Ya varsa ne yapacağız? diyorlardı.
Demek ki bu ölüm haberi daima insanı kuşkulandıran bir haber. Bugün de aynı. Bugün de âhiret haberini istemiyorlar. Hazırlanmıyorlar. Cenâb-ı Hak buyuruyor, insan diyor, kaçacak bir yer var mıdır der diyor. O kadar bir şiddet ki o kıyamet günü, kaçacak bir yer var mıdır, büyük bir şaşkınlık.
Yani hayat şartları ne olursa olsun, ölüm karşısında müşterek bir ızdırap içinde insanlar. Birçok şeyi unuttuk, zerreler ortaya gelecek, ibadetler, muâmelât vs. Acaba benim durumum nasıl? Yani bütün bir, meçhullerin içindeyiz. Yani bütün hayat yolları döne dolaşa, ölüm ufuklarında kaybettik.
Meçhullerin içindeyiz. Yani bütün hayat yolları döne dolaşa, ölüm ufuklarında kaybolur gider. Bu da gönülleri de derin derine bir sızlatır. Peygamberlerin irşadından uzak kalanlar, ölüm ve sonrası dair sualler, her türlü batıl telâkkîlerle susturulmak, bastırılmak ve şuur altına hapsedilmek istenmiştir. Bugün de aynı. Bugün de aynı bir câhiliye devri yaşanıyor. Bir deizme doğru gidiyor. Tabiat var ama diyor, nasıl diyor, tabiat diyor, hayvanları yarattı, ağaçları yarattı, ne bağlı insanı da öyle yarattı diyor. Bir âhiret haberinden çekiniyor, korkuyor. Yani şu hakîkat ki dünya gelen her insan bir âhiret yolcusu.
Onun için Efendimiz buyuruyor, Allah’ım esas hayat âhiret hayatıdır. Kendi kalbinde çok zor durumlar oldu. Sahâbî öyle bir ağır imtihanla geçti ki, acaba Allah’ın yardımı gelmeyecekmiş gibi. Rasûlullah Efendimiz orada, لَاَيْشَ اِلَّا عَيْشُ الْاَحْرَةِ, sabır, esas hayat âhiret hayatıdır buyurdu. Sonunda ilâhî yardımlar geldi. Yine Mekke Fethi’ne girerken, Müslümanlar büyük bir şevkin heyecanın içindeydi. Hattâ Efendimiz bir enâniyet gelmesin diye orada, لَاَيْشَ اِلَّا عَيْشُ الْاَحْرَةِ, esas hayat âhiret hayatıdır buyuruyordu. Velhâsıl insanın her zaman düşüneceği âhiret haberi. Yani esas hayat âhiret hayatıdır.
Yani her yolculuğun bir hazırlığı olur. Hazırlıksız çıkan yolculuk, insan pek çok meşakkatlere karşılayabilir. Rabbimiz buyuruyor, «Ey îmân edenler! Allah’tan korkun, herkes yarına ne hazırladığına baksın. İstersen Nuh aleyhisselâm gibi bin sene yaşa. Bin yılın dünyaya geldin, iki bin yılında vefat ettin. Allah’tan korkun, çünkü Allah yaptığınızı bilir.» buyuruyor. Yani bu kabirlerden en çok yükselecek sesler, Cenâb-ı Hak âyette bildiriyor. «Ahlar vahlar! Yâ leytenâ, yâ leytenâ!»» Cenâb-ı Hak buyuruyor ki «İnne insan lefî hus, insan hüsrandadır, zarardadır, ziyandadır.»
Cenâb-ı Hak buyuruyor ki «İnne insan lefî hus, insan hüsrandadır, zarardadır, ziyandadır.» Asır Sûresinde, işte Cenâb-ı Hak «ve’l-asr» buyuruyor, asr-ı yemin olsun buyuruyor. «İnne insan lefî hus, insan zarardadır.» İstediğin gibi dünyada yaşa. Neyle kurtuluş? «İllâ lezîn âminû»» Îmân olacak, ameli sâlihler olacak. «Ve tevâsav bilhak.»
Hâklar olacak üzerinde, bu haklıları yerine getireceksin. En başta Allâh’ın haklı seni insan olarak yarattı. Seni değerli mahlûk olarak da yaratabilirdi. Müslüman olarak yaratıldık. En büyük peygamber, ümmet olduk. Ne büyük nîmet! «Ve tevâsav bilhak.» Cenâb-ı Hakk’a olan bir kulluk borcumuz. «El-Merru memen, ehabber Rasûlullah’a benzeyebilmek»
Gerçek saadet bulmak için Cenâb-ı Hak onun örnek, Üsvî-i Hâsene buyuruyor. Bütün cihanı muallim olarak gönderildi. En büyük nîmet! Her peygamberken devirine ait, umn-u mekân-ı Rasûlullah Efendimiz’e tâ kıyamete kadar. Her derde şifâ. Din kardeşliğinin üzerinde hakkı. Bir birini yıkayan el gibi olacak mü’min kardeşler.
Hayvanat yarattı bir süre, istifade ediyoruz. Bir kısmı güzel bir âhink, kuşlar vs. tavuslar. Bir kısmı yalanlar, akrepler, çıyanlar. İşte kabrı düşündürüyor, azâbı düşündürüyor. Bir odayı koysalar onlarla beraber ne yaparız? Cinnet gelir.
Vetevâsav bir sabr, dünyada bir sabr. İbadette sabr, kullukta sabr, ticarette sabr, evlâtlarımızı Allah yoluna yetiştirmekte sabr. Velhâsıl bu Kıyamet Sûresi, insanoğlunun başından geçecek kıyamet manzaralarına bildiriyor. Öyle manzaralar ki peygamberleri bile hesaba çekici. Peygamberleri gönderilen toplumları hesaba çekecek, peygamberleri gönderilen toplumları hesaba çekecek.
Peygamberleri gönderilen toplumları hesaba çekecek. Peygamber gelmedi mi Cenâb-ı Hak buyuracak. Zaman, bir ömür vermedik mi? Peygamber gelmedi mi? Bu, buyuracak. Peygamberleri de hesaba çekici, onları tebliğde. Efendimiz vefat ânında bile, el-Yûmî Ekmel tâhiyete geldiği hâlde yine bir, devamlı bir, sesi kısılana kadar diyor Enes. Efendimiz bir telkî dedi, namaz namaz, emr-i zâtındakini hukukuna dikkat edin. Yine Kur’ân-ı Kerîm, âhireti inkâr edenlerin itirazlarına cevaplar veriyor. En güzel cevaplar veriyor. Yine gaflet uykusunda bulunanları Kur’ân-ı Kerîm uyandırıyor. İnsanın neden ya da bir bakmaz mı diyor. Kendine bak! Nasıl bir kader, ömrünü biliyor musun?
Senden nasıl bir nesiller geldi, gelecek ya da gelmeyecek biliyor musun? Velhâsıl ölüm ânında kişinin irâdesini elinden nasıl alınacağını, nasıl çarşı kalınacağını, ibret nazarlarıyla bildiriyor Cenâb-ı Hak. Nasıl yaşarsanız, öyle vefat edersiniz, öyle haşrolusunuz buyruluyor. Velhâsıl Cenâb-ı Hak, لَا اُقْسِمْ بِيَوْمِلْ قِيَامَةٍ Kıyamet o kadar zor, o kadar dehşetli ki Cenâb-ı Hak yemin ediyor kıyamete. Yani çok tehşetli bir gün, oradan bir kaçış yok. Bir sânesinde Cenâb-ı Hak, düşün o günü diyor, o kıyametini düşün diyor. Yazıldığı kâğıt tomarını dürdüğümüz gibi diyor, bütün semâvâtı tekrar düreceğiz diyor. Krilyonlarca yıldızlar, galaksiler vs. Tıpkı onu yaratmadan evvel eski hâline getireceğiz buyuruyor. Bu bizim üzerimizden alınan bir vâhettir buyuruyor Cenâb-ı Hak. Biz vâdimizi mutlaka yerine getiririz diyor. Velhâsıl Cenâb-ı Hak, insanın en büyük gafletini bildiriyor.
Zulûmen cehûlâ. Zulûm, çok zâlim insan. Kime zâlim? Kendine zâlim. Gaflete düşür, ebedî hayatını mahvediyor. Cehûl, her şey Cenâb-ı Hakk’ın azamet-i ilâhî tecellîsi, farkında değil. Kendinin bile farkında değil. Yani cehûl, çok cahillik.
Yani bu ebedî âlem karşısında, deryadaki damla olan dünyayı aldanıyor. Cenâb-ı Hak âyette, اِللّٰهَ اَشِيَتَنَ اَوْدُهَاٰى buyuruyor. Sanki bir akşamın loş vakti, sabahın hemen seyirinin geçişi bir zamanı gibi. Cenâb-ı Hak âyette, onlar diyor o gafliler, Allâh’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Çok müthiş bir âyet bu.
Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler bu gafiller. Tabi en rahat bilen peygamberler, devam-ı huzur hâlinde. Evliyaullah, itminâına gelmiş mü’minler. Yine Cenâb-ı Hak devam ediyor. Sümer Sûresi’nde, kıyamet günü bütün yeryüzün onun tasarrufundadır. Gökler onun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. O müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzefendi. Hâşır Sûresi’nde yine kulun gafletini bildiriyor. Allah’ı unutan, Allâh’ın da kendilerini unutturduğu kişiler gibi olmayı. Yani onlar yoldan çıkan kimseler de tam. O gün insan kaçacak yer var mıdır der. Yani her tarafı sarılan bir azap, insan o gün kaçacak yer var mıdır, nasıl bir şaşkınlık yaşıyor insan. Cenâb-ı Hak da cevap veriyor. Fefurru ilâllah, Allâha kaçın, Allâha koşun buyuruyor. Yani şerîati yaşayın, takvâ sahibi olun, Allâha koşun buyuruyor. Fefurru ilâllah. Yani tek kurtuluş, Allâha yaklaşabilmek. Yine çok manzaralar var. Meselâ Hac Sûresi’nde, «Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir. Her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur. Dünyada hiç unutmadığı bir şey yavrusu. Orada unutuyor. Her gebe kadın çocuğunu düşürür, itirâ eder. İnsanları da sarhoş hâlde görürsün. Onlar ki sarhoş değillerdir. Fakat Allâh’ın azabı çok şiddetli, dehşetlidir. Oradan bile sarhoş vaziyeti. Yine Cenâb-ı Hak o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden, evlâtlarından bile kaçar. Yani dünyada sığındıkları kimler varsa o gün oradan kaçıyor kendi derdinde.» Bir mütefekkînin güzel bir ifadesi var. «Dünya hayatının nefsânî pembeleleri, âkıbet solgunluğu ile gâfilâne kâhkâları ise cehennem çatırdı.
Cennet-i Hak yine mü’minin süresinde, «Biz sizi âbe-i senem boş yere yaratmadık.» diyor. Huzurumuzda gelip hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?» buyuruyor. Burada hep hesap yok. Rahat rahat burada. «Allah gafur-urrahîmdir.» diyor. Eğer yarım bir dindarlık varsa.»
Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor, Duhân Sûresi’nde diyor ki, «Biz gökleri yeri, gök ve yerler arasında bulunan her şeyimi, biz bir eğlence olarak yaratmadık.» Hepsi Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî kudret, ilâhî azamet tecellîdi. Velhâsıl gâfilâne bir hayat, çocuklukta oyun değişikliğiyle,
şehvet, ergenlikle gaflet, ihtiyarladıklı ise gidenler, hasret ve nedâmet. O gençlik günlerine pişmanlık.» Hâlbuki bugün her safhada bilhassa gençlik, en güzel ilkbahar mevsim. Allah rızası doldurabilenlere ne mutlu. İbrahim-i Metem Hazretleri vardır, Allah dostlarından. O sarıyı tahtı filân terk etti.
O diyor ki, yaptığınız dualar niye kabul olmuyor? Şundan dolayı kabul olmaz diyor yaptığınız dualar. Bir, Cenâb-ı Hakk’ı bilirsiniz, emirlerini tutmazsınız. Rasûlullah Efendimiz’i bilirsiniz, sünnetini yerine getirmesiniz. Kur’ân’ı okursunuz, amel etmezsiniz. Hak Teâlâ nîmetlerini yer, sizleri şükretmezsiniz. Cenneti bilirsiniz, onu istemesini bilmezsiniz cennete. Cennet’e, cehennem vardır derseniz, ondan lâyıkıyla sakınmazsınız. Ölüm vardır derseniz, hazırlanmazsınız. Ölüleri kendi yerinize kabre koyarsınız, ibret almazsınız. Bu kadar fenâlıkla, duânınız nasıl müstehâb olur?
Ölüleri kendi yerinize kabre koyarsınız, ibret almazsınız. Bu kadar fenâlıkla, duânınız nasıl müstehâb olur? Velhâsıl Cenâb-ı Hak takvâ buyuruyor. Takvâ olursanız, Allah size doğru istikâmeti gösteriyor. Rasûlullah Efendimiz’in mîraçtan bir iki misal veriyor.
Cennetin kapısında durup içeriye baktım diyor. Oraya gelen en eksikliği fakirlerdi diyor. Zenginlerdi diyor, hesap vermek için mahpus idiler diyor. Bekliyorlardı. Fakat bir rivâyete Süleyman –aleyhisselâm- da diğer peygamberlerden daha sonra. Bunlardan cehennemlik olanlar ise ateşe atılmaları emredilmişti diyor. Yani istikbal gösteriyor Rasûlullah Efendimiz’e. Yine cehennemin kapısında durduğum, oraya giren en eksikliği fasık kadınlardı. Toplumu yoldan çıkaran kadınlardı. Kanımlar, sâlihaysa, müttakîse âbâd eder, aileyi âbâd eder, yavrularını âbâd eder. Fakat Allah korusun, fasıksa berbâd eder.
Orada bir ibretli bir manzara Efendimiz anlatıyor. Abdurrahman-ı Yübüle’ye af-fı gördüm diyor. Hicrette malı ve mülkünlüğü bırarakarak Medîne’ye göç etti. Hattâ Sâd bin Rebi kardeş etti Efendimiz. Gel dedi, evimizi ikiye bölelim dedi. Tarlığımızı ikiye bölelim dedi. Hurmâşır’ı ikiye bölelim dedi. Allah dedi, mübârek eylesin dedi. Sen bana çarşın yolunu göster.” diyor. Cenâb-ı Hak ona çok büyük bir zenginlik veriyor. Fakat çok da cömert. Rasûlullah Efendimiz buyuruyor, o gece diyor, miras geçti, Abdurrahman-ı Yübüle’ye af-fı gördüm diyor. Cennete diyor, oturduğu yerde giriyordu. Çocukların böyle çömerek yürüdüğü gibi giriyordu diyor. Ona dedim ki diyor, niçin bu kadar ağır geliyorsun dedim diyor Abdurrahman’a. Dedik ki, yâ Rasûlâllah! Malımın hesabı dolayısıyla, çocukları bile ihtiyacın olacak kadar ağır sıkıntılar geçirdi. Öyle ki bir dahâsı görmeyeceğimi zannettim. Hattâ bunu sonradan, Ayşe Vâlidemiz diyor, böyle böyle, sen Rasûlullah’ın böyle bir şey duydun mu diyor, evet duydum diyor. Hattâ Şam’dan çok büyük bir kervan geliyor, bin develik menü, hepsini dağıtıyor, infark ediyor. Ki aşağıya yirmi beş liradan olduğu hâlde ben diyor, acıklı bir sualden içinden geçiyorum diyor.
Yine Efendimiz oradan bildiriyor, bir topluluk gördüm ki dudakları deve dudağı gibiydi. Bazı memurlar onu dudaklarına kesiyor, ağızlarına ateşten taş koyuyor. Bu taşları onları makatlarından sıkıyordu. Cibir bu kimdir dedim bunlar. Bunlar, yetim malını haksızlıkla yiyenlerdir dedi. Sonra bir topluluk daha gördüm buyuruyor, derilerini sırım gibi kesiliyor, ağızlarına veriliyor, tırtılıyor.
Yediğiniz gibi yiyin diyor, bunlar kimler diye sorduğumda. Bunlar, o kovucular, fitneciler, dedekovucular, insanın etlerini yer, sövmek ile namusları saldırırlar. Bir topluluk daha gördüm buyuruyor. Önlerinde en güzel kebaplar olduğu hâlde bırakıp öndeki leşlere giderler. Bunlar kimdir? Bunlar helâl kılınır mı bırakıp, harama gelip, ne yapalım diyor. Bunlar kimdir diyor, bunlar helâl kılınır mı bırakıp, harama giden zinâkârlardır. Zaten âyette de, diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürülür sorulduğunda. Bu yüzden Kürtaş başlıyor aynı şey, aynı câhiliye devam ediyor. Sonra diyor Efendimiz, karınları diyor, evler gibi şişmiş insanlar gördüm diyor. Bunlar kimdir diyor, bunlar diyor, fâizcilerdir diyor. Bunlar diyor, âyette oldu ki, onların mizâ, şeytan çarpmış olan kimseler gibidir buyuruyor. Bir kişi, Ebû Derdâ Hazretleri’ne geldi. Büyük bir derdim var dedi. Bunun çaresini söyleyin dedi, lütfen dedi. Ebû Derdâ gelen kimseye, derdin nedir dedi.
Adam dedi ki, benim gönlümde çok ciddi bir dünya sevgisi var. Benim gönlüm karardı. Abdestin, namazın nurundan eser görmüyorum. Zikirden, tesbihden, sahil ibadetlerden zevk almıyorum. Ebû Derdâ adamı dinledi, buyurdu ki, senin bu derdin, derdlerin en büyüğüdür. Kısa zamanda bu derdlerin kurtulmana bak. Şimdi bu derdin sonu, kişinin îmânını kaybetmesindir. Allah korusun, bu dünyadan îmâzı giden sebebi olur. Adam dedi ki, Ebû Derdâ dedi, buna nasıl bir çare bulursun dedi. Ebû Derdâ da cevâben, hastaları ziyaret et dedi. Hastaneye git, hastalarını hâlinde gör. Bol bol cenaze namazları kıl dedi.
Mezarlıkları dolaş dedi. Tefekkür et dedi. Bu cenazeye giden bir cenaze, sen olabilirsin dedi. Bugün sen olacaksın dedi. Onu tefekkür et dedi. Bunu dedi, yaparsan dedi, kalbinden yavaş yavaş da, ihtiraslar silinir dedi. Yani en tesirli yol, ölümü hatırlama.
Bir mektebe âlemdeyiz, gerçek mehtepteyiz. Öbür mektepler, izâfî mektepler. O mektepler de Cenâb-ı Hakk’ın verdiği azıcık ilimle oluyor. Cenâb-ı Hak kimya, fizik, matematik vs. ile diğer insana ilimleri vermeseydi, insanda diğer mahlûkat gibi dolaşırdı.
Onun için biz bir mektebe âlemdeyiz. Bu fânî cehennem, o zor güne hazırlanmamız için lûtfedildi. Peki bunu ne şekilde hazırlanacağız? İbadet ve tâatlerle hazırlanacağız. Bunun için Cenâb-ı Hak huşû istiyor. Yani zâhirle beraber bir bâtınî bir duyuşla istiyor.
Hidâyetlere vesîle olmakla yaklaşacağız. En başta yavrularımız, Allâh’ın emanetleri. Onlara biz ne veriyoruz ufak yaşta? Ufak yaşta ne verirse öyle gider. Diğeri yetim, garip, yoksullar, onların dert ortağı olabilmek için onlar bize zimmetli. Cenâb-ı Hak bize öyle yapmıyor, onlara öyle yapıyor. Dertlerimizle öyle yapmıyor.
Demek ki biz onu telâfî edeceğiz. Topluma karşı vazifemiz var. İslâm’ı gönülleri ulaştırmak, heyecanlıyız, yaşamakla hazırlanacağız. İşte ashâb-ı kirâm, Allâh’ın verdiği bu îman nîmetini, onun bedelini ödemek için, insan ona her yeri Çin’e, Semerkant’a, Afrika’ya, Keyrevan’a vs. dağıstanak,
insan ona her yeri sefer etti sahâbî. Vedâ haçında 120.000 sahâbî var. Gelemeye ihtiyarlar vs. hastalar, 30.000 de olsa 150.000 sahâbî. Mekke-i Mükerreme’de, Medîne-i Mûnive’nin kabristanında, Mertun’un 20.000 sahâbî yok diyorlar. Hepsi dünyaya bu îmanın bedelini ödemek. Bizim için en başta evlâtlarımız. Çünkü televizyonda, internette alıyor, evlâdını başka yere götürüyor, bizimle ilgisini bitiriyor. İslâm şahsiyetini, karakterini yansıtmakla rahmet insanı olarak kendimize hazırlayacağız. Yani yaşama zevkine, yaşama saltanatı bırakıp, yaşatma zevkine doğru yönleneceğiz. Yani yaşama zevkini bir tarafa bırak, nefsânî zevkleri. Yaşatma lezzeti alacağız. Sallâllâhu aleyhi ve sellem, yaşatma lezzetiyle büyük lezzet bulurdu. Galîmetler gelirdi. Onları dağıtmadan, doyurmadan, yaşatma zevkine doğru yönleneceğiz.
Doyurmakla Efendimiz, onların karşısında kendini mânevî doyuşuyla kendisi o rûhânî hâl ile doyardı. Âişe Fâle’mle bilhassa uzun uzun bunu anlatalım. Velhâsıl Efendimiz, rahmeten l-Âlemîn, bir mü’min de rahmet insanı olacak. Onun için gönlümüzde Allah ve Rasûlullah’ın duyduğumuz muhabbeti artırmakla,
hazırlanacağız, nîmetleri düşünce tefekkür edeceğiz. Biz mi kendimizin insana dünyaya gelmemi sağladık? Biz mi Rasûlullah Efendimiz’e ümmet olmayı, bilim bir dahlimiz oldu mu? Hep buna lûtfen. Cenâb-ı Hak buyuruyor, Rasûlüm de ki,
Eğer Allah’ı seviyorsanız, Rasûlullah’a uyun. Allah da sizi sevsin, günahlarını bağışlasın. Allah son derece bağışlayacak ve esirgeyecek. Sahâbînin en çok sevindiği hadîs-i şerîf, اَلْمَرْمَهَمَ اَحَبَدُونَ, ki sevdiğiyle beraberdir. Onun için Efendimiz, yetimlerine çok dururdu.
Cenâb-ı Hak kendisi de yetim olarak gönderdiği için, yetimliği hakkal yakın içindeydi. Boş kaldığınız zaman bir yetim başı da okşadınız mı, bir hasta ziyaretine gittiniz mi, bir cenâat-i eşiğinde bulunundunuz mu, bir hidâyete vesîle oldunuz mu… Yani Efendimiz’e bir şey söylemeye çalıştığınız zaman, o zaman, bir yetim başı da okşadınız mı, bir hasta ziyaretine gittiniz mi, bir cenâat eşiğinde bulundunuz mu, bir hidâyete vesîle oldunuz mu…
Yani Efendimiz, dertlerin derdini bertaraf etmekle huzur bulurdu. Meselâ bir şey bahsedeyim. Efendimiz buyuruyor ki, ölen kimsenin diyor, mirasçılarına âyettir bıraktığı servet diyor. Fakat borç bırakırsa diyor, yetim bırakırsa o bana âyettir diyor. Nasıl büyük bir fedakârlık! İşte اَلْمَرْمُ مَعَ مَعَنِ اَحَبَدُونَ, ki sevdiğiyle beraberdir.
Yani bu, hâli-ruhî ile beraber olabilmek. Yine Mevlânâ Hazretleri’nin güzel bir şeyi var. Oğul diyor, evlât diyor, herkesin ölümü kendi rengindedir diyor. Allâh’a vuslat olduğunu düşünmeden, ölümden nefret edenlere ve ölüme düşman olanlara, ölüm korkunç bir düşman gibi gözüküyor. Ölüme dost olana karşısına dost gibi gelir. İmam-ı Rabbânî Hazretleri de, ölmek felâket değildir. Asıl felâket, öldükten sonra başı gelecekleri bilmemektir. Yine buyruluyor, ecel rüzgârıyla savrulan ömür harmanında, haktan gâfil olanlara, arkalarında bıraktıkları dünya ağlamayacak. Hiçbir zâlimin arkasından dünya ağlamadı. Karşı şişelerine dikilen âhirette onları debes ümete etmeyecek. Bir azap bekliyor. Yine Yahya Râzî Hazretleri buyuruyor, akıllı olan ve isâbiyetle hareket eden kişi, üç şeyi yapan kimşedir. Bir, dünya onu terk etmeden önce o dünyayı terk eder. İkincisi, kabreye konmadan önce kendisine kabre hazırlar. Oraya mânen ihya eder kabrini. Hayır, hasenat, ibadet vs. Rabbine kavuşmadan önce, onu râzı eder. Neyle râzı eder? Amelân, sâlihâ. Neyle râzı eder? Cömertlikle. Cenâb-ı Hak cömerttir, cömert konunu seviyor. Dünyadaki Ikra Kitabı’ya kefâbî nefs geliyor ama aleyhâsîbâh. Kitabını okuyup ekranlar inecek. Bir şey yok, unuttuk. Unuttuk, geçti gitti, gençlik yıllarında. O hepsi önümüze dökülecek. Kitabı bunu oku, bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter. Hassas teraziler kurulacak, zerreler hesaba gelecek. Miskal miktarı Cenâb-ı Hak buyuruyor. Miskal miktarı Cenâb-ı Hak buyuruyor. Kul şaşıracak, kul şaşıracak, vay hâlimize diyecekler. Kefs suresinde. Bu nasıl kitapmış? Küçük büyük hiçbir şey bırakmazsa yaptıklarında hepsini seyf-i dökmüş. Böylece yaptıklarını karşılığında bulmuşlardır, buyuruyor Cenâb-ı Hak. Sen’i Rabbin hiç kimseye zulmetmez. Ancak zalûmen insan kendini kendine zulmeder. Küçük büyük her şey sıtır sıtır yazılmıştır, Kamer Sûresi’de buyruluyor. Bazı şeylerde Allâh’ın rahmeti ufak, orta büyük. Azâbı da öyle. Ufak, orta büyük. Onu hepsine tevessül etmek lâzım. Köpeğe su veren mücrim affedildi. Tabi bir zorluk da veriyor, kolay tutmuyor. Tabi kuyudan su çıkartıyor, kendi kuyuya iniyor.
Aç bırakmadan kendisine ölümüne sebep olan kadın ise Cehennemlik oldu, buyuruyor. Yani bir mayın tarlasında yürür gibi hayatımızı istikâmetlenmek zarûrî. Takvâ artacak, takvâ artacak, insan huzur bulacak, gönlündeki endişe azalmaya başlar, vuslat başlar onun yerine.
Ömer bin Abdülaziz, ona beşinci halife olduğunu söylerler. İki buçuk senelik bir ömrü ile İslam tâirine en fazilet imzasını atanlardan büyük bir zattır. Ölüm yatağına yatınca ağlamaya başladı. Etrafında senin ağlanacak neyin var dediler? Takvâ vardı, zühtüm vardı, cömerttin, fedakardan. Allah senin vasıttan da nice sünnetleri ihkâ etti.
Adâdetiyle son haddini yükselmişler dediler. O ağlamayı devam ederek dedi ki, Değil mi, Allah Teâlâ’nın huzurunda bütün milletin hesabını vermişini durduracağım. Biz de en fazlalık kendi toplumumuzdan, evlâtlarımızdan, Hep sakın âdil davranabildiğimden emin değilim. Yaptığım kusurlar da var. Elbette bunlardan korkar, ağlarım diye ağlamaya devam etti. Az sonra da vefat etti.
Efendim, ikinci âyet, وَلَا اُقْسِونَ بِالنَّفْسِ اللَّهِ وَعَمَةً… En kötü nefis, nefsi emmâre, Allah korusun. Sorgusuz, âhiret endişesi yok, hesap verme endişesi yok, ibadetle, tâatle, kullukla bir alâkısı yok. Zayıf bir îman gibi bir şey var veyahut da yok o da. Bu, nefsi emmâre, bu, isyankâr nefis olarak.
Yani katılaşmış bir kalp, âdeta canlı cenaze, Cenâb-ı Hak Lâ Yehdi buyuruyor. Hidâyet vermelik kişiler olur bunlar. Bunlar, gaflete düşer olan kâfirler, münafıklar, îmânız çok zayıf olanlar. Bunlar gaflet. Gaflet nedir o zaman? Gaflet, kalp gözünün önüne perde çekilmesidir.
Gözünün önüne iki parmağının gelilmesi gibi bir şey. Yine gaflet, günün ortasında güneşi kaybetmektir. Bu kadar İslâm net, bu kadar zayıf, Kur’ân-ı Kerîm, Kevnî âyetler, Peygamberimiz, günün ortasında güneşi kaybetmek benzer. Buyruluyor. Yine yeryüzünde, âyet-i kerîme, yürüyen canlıların en kötüsü, düşünmeyen sâhirler, dilsizler.
Lâ güser. Buna Mevlânâ Hazretleri çok çok misaller verir. Ondan sonra, levvâme geliyor. Kıyamet, kıyametin şiddeti, لَا اُقْسُمُ بِعَمِنُ القِيَامِ. Arka da, وَلَا اُقْسُمُ بِنَفْسِ الْلَوَّامَةِ. Demek ki kıyametin dehşetini kul hatırlayacak.
Yaptığı kötülüklerden, Allâh’ın emir yasaklarına gösterdiği ihmal kusurlardan pişmanlık duyarak, vicdan azâbı çehren gitseler. Bilhassa evlâdını nasıl yetiştirdi. Dünyâvî olarak, ona istikbal istikbal dedi. Ahiret istikbalini unuttu. Ticaret, hayatın bir kısmını da unuttu bazı şeyleri.
Ticareti unuttu. Aman dedi, bugün bu faiz mâhiyeti alayım, yarın bunu tövbe edeyim yapmam dedi. Yatıcı cemaate devam etmedi. Namaz kılıyor. Çünkü cemaate devam etmek, sünnet-i müekkede durumundadır cemaate kılmak. Yani bu, levvâme, unutukan kalp, günahkâr müslümanın kalbi. Bunun cemaate devam etmek, sünnet-i müekkede durumundadır cemaate kılmak.
Bu, levvâme, unutukan kalp, günahkâr müslümanın kalbi. Bunun çaresi nedir? Nasıl belenin bir çaresi var? Birinci, helâl gıda. Bu olmadan olmaz, helâl gıda. Yediğimizde rûhâniyet verecek veyahut da gafleti düşürecek.
Kul hakkı, hakkı, ibad. Bu ne? Hayvanların hakkı da var. Onlar da kıyamete diriltecekler. Onlar da hakkını alacak. Hattâ kâfir bakacak, imrenecek o hayvanlara. يَقُولُوا الْكَافِرُوا يَعَالَيْتِرِمْ كُنْ تُتْرَابَةِ Keşke diyecekler ki, bu hayvanlar gibi yok olsaydık diyecek. İnfak olacak. Zekât ayrı, sadaka ayrı bir de Allah için verecek. Allah’ın sana verdiğinden sen de ikram edeceksin. Sırf para değil bu. Güç, kuvvet vs. ne yapabilirsen. Kur’ân ile ülfet alâka. Velhâsıl bunlar artacak. Tefekkür-ü mevhud olacak. Bu şekilde nefs-i levvâmeden kul kendini âzâat edecek, kurtaracak. Ondan sonra nefs-i mülheme geliyor. Allâh’ın lûtfuyla hayır ve şer, hassas bir sürete hayır deden, nefsânî duygularların aşırıklarına direnen, hak ve onlara kalp dönmüş, itihakâr mü’min fakat tam o fazîletin zirvesinde değil. Ondan sonra mutmainine geliyor. Cenâb-ı Hak’la beraber olanlar. Âyette rast söyleyelim, bunlar, îmân edenler, gönülleri Allâh’a zikretmekle sükûnete erenler. Tatmayınlar kulubu.
Yani bu şu. Yani sırf zikir var, namaz var, oruç var vs. var. Bir daimî zikir var. Yani şu suyu görecek, aman yâ Rabbi! Bunu tuzu olarak indirebilirdi. Bu nasıl? Gökleri içti, bulut oldu, tekrar indi. Hey her şey senin lûtfun! Bana bir güç verdi Cenâb-ı Hak, ben bu gücü nerede ve nasıl sarf edeceğim?
Daimâ kendini bir muhasebe hâlinde olacak. Evlâdımı nasıl Allah yolunda yetiştireceğim? Bu, mânevî Hazretlerden kurtulmuş bir nefis ve îmânî huzur bulmuş, sükûnet bulmuş. Bir misal, İsa –aleyhisselâm- bir yerden gidiyordu. Giderken baktı bir köşede bir hasta.
Yâ Rabbi diyor, elhamdülillâh diyor, çok kimseye verdiği hastalıktan beni kurtardın diyor, bana vermedin o hastalığı diyor. İsa –aleyhisselâm- yaklaşıyor, renk alacı olmuş, vücut çökmüş, tâkat yok vs. yok. Diyor ki, ey kişi diyor, senin üzerinde olmayan ne hastalık var ki diyor, hepsi sende diyor.
Ey Rûhullah diyor, Allah diyor, bana öyle bir lez verdi ki diyor, ben kendim Cenâb-ı Hak’la beraberim diyor, senin şu gördüğün vücudundaki hiçbir şeyi ben hissetmiyorum diyor. Eyvâ –aleyhisselâm- gibi neredeyse. Bellâhısın bu itminân-ı ermiş. Cenâb-ı Hak hitâb ediyor. Ey diyor, itminân-ı ermiş nefis diyor. Kulum diyor Cenâb-ı Hak orada.
Râdîyi Allah’tan râzı olacak, yaşayan şartlar ardında. Merdîyi Allah da O’ndan râzı olacak, Cennetime gir buyruluyor. Cenâb-ı Hakk’a râhmet insan olmaya nasîb eylesin. Cenâb-ı Hak buyuruyor, biz sizleri ılımlı bir ümmet olarak, hayırlı bir ümmet olarak o istidatta yarattık buyuruyor. Siz yerinde Allâh’ın şahitlerisiniz diyor, Allâh’ın dinini temsil edersiniz diyor, hâlin-i kâfir, hâlin-i kâfir.
Peygamber dese kıyamet günü şahit olsun diyor. Yine Peygamber efendinden vizeyi alacağız. Bu nasıl olacak? Bu şahitlik, en güzel bir sûrete îfâ edebilmek için nefsânî arzuları bertaraf etme, rûhânî istidatları inkişâf ettirme. Ne var insanın cehenneme sürünün en başta kibir var. O yanmadan temizlenmeyecek.
Enâniyet, yedikodu, iftirâ, yalan, israf, cimrilik, emsâkî kötü hâdsiyetler, rahmet insanında olmayacak. Bunlar yine ne olacak? Cömertlik olacak. Cenâb-ı Hak cömert. Rostofan cömert, mü’minî de cömert olacak. Sırpârâ ile diye her şeyle cömert olacak. Merhamet olacak. En çok Cenâb-ı Hakk’ın geçen esmâsı merhamet, Rahmân-ı Rahîm, şefkat olacak. Merhamet neydi? Hizmeti neydi? Şefkat.
Merhamet neydi? Hizmettir. Tavâzı olacak, nezâket olacak. Sabır, edep, hayâ, vakâr gibi faizetlerle müzeyyen olacak. Zira inci rûhlu, zarîf bir mü’min olacak. Cenâb-ı Hak cümlemize, rahmet insanı olmayı ihsân eylesin inşâallah. Fânîliği unutturmasın. En büyük insanın şeyi, ölümün kendisini uzak görüyor. Nefis, fânîliği isten hâlinde. Fakat bir mezarlık gittiği zaman kafesine, her mezarlıkta Hüve-l-Bakî yazıyor. Bugün enflasyonundan çok şikâyeti var. Tabi bu, maddî sebepleri var buna tabi. Mânevî sebep bakımından, 1960 yıllarında Hindistan’da büyük bir ekonomik kriz yaşanıyor.
Bir büyük âlim, Musa Sarp’ın Muhammed Yusuf Kandehlevi var. Etrafa gelip hayat pahalından şikâyet ediyor. O da çok güzel bir ifadesi var. İnsanlar ve eşyalar, Allah katında iki elin, iki teraziyenin kefesi gibidir.
Eğer Allah katında insanın değeri artarsa, insan fazîlete çıkarsa, eşyanın değeri düşer. Fiyatlar ucuzlar. Ama eğer Allah katında insanın değeri düşerse, takvâ olmazsa, isyanlar olursa eşyanın değeri artar, fiyatlar yükselir, pahalık olur. Siz, Allah katında değerinizi yükseltmeye bakın ki, böylece insanın değeri yükselsin ve eşyanın değeri azalıp fiyatlarda düşsün.
İnşâallah yapacağımız tek şey, bunun durumunda, takvâya ehemmiyet vermek. Evet, belki toplum olmaz ama muhakkak bu şeyde kendimiz bir huzur buluruz. Sıkıntılar, Cenâb-ı Hak bertarafettirir.
Cenâb-ı Hak bertarafettirir. Her rekatta, اِيَّا كَنَا عُبِذِ وَاِيَّا كَنَا سَيْنِ diyoruz. Ya Rabbi! Ancak Sana kulluk yaparız, ancak Sen’den yardım ediyoruz. Ne kadar kulluğumuz arzada, fert olarak, âile olarak, toplum olarak, o kadar Allah’ın rahmeti tecellî eder.
Cenâb-ı Hak, inşâallah nasîb eylesin, nefislerin şerlerinden, kalplerinden Cenâb-ı Hak muhafaza buyursun. Lillâhi Teâle’l-Fâtiha!..
İlk Yorumu Siz Yapın