“100 liralık arabayla başladım” (Çiğ Köfte Kralı anlatıyor)
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=YsiIFJ461dc.
Bizim doğuda çocuklar ailelerin sigurtalarıdır. Ama bir şey yapmalısınız. Ya doğdunuz, geldiniz, bu dünyada yaşıyorsunuz bir şey yapmanız lazım. Yani seher satıcılık yapabilmeniz için buradaki art damarınızın yırtılması lazım. 10 kilonun içine 100 gram et koyabiliyorduk. Evet dedim. Bugün başardım ve başaracağım dedim. Osman Yaşar 1974.
Adıyaman doğumlu. 1987’te her çocuğun hayal ettiği gibi İstanbul’a gideceğim, para kazanacağım. Bizim doğuda çocuklar ailelerin sigurtalarıdır. Çocuk girip İstanbul’da çalışacak, bana para gönderecek, kıyafetler alacak, araba alacak. Hepimizin hayalleri bu halinde, o hayaller var. Ben de onlardan birisiyim. Türkçe’yi İstanbul’da öğrendim. 87’de İstanbul’a geldikten sonra bir lokantada komü olarak başladı kişi. Rahmetli daimli yanda. Sonra orada garson olduk, bilmem bulaşık yıkadık, onu yaptık, bunu yaptık. Bana yetmedi, burası değil dedim. Sonra farklı restoranlarda çalışmaya başladım. Orada da çiğ köfte yoğuruyorduk, iftar saatinde satıyorduk. Kapının önünde satışa sonuyorduk. Yoğurduktan sonra zaten üç beş kişi oydu, anında bitiyordu. Tabii çalışan birisi olarak aldığınız maaş belli, geçiminiz belli. Dünüp bakıyorsunuz, bu böyle nereye kadar gider ki? Hesap belli, kitap belli, hiçbir şey yapamıyorsunuz. Birden gözümü kararttım, dedim ki ben bu çiğ köfteyi seyar arabayla satacağım. Sonra biraz birikmiş param vardı işte. Bir seyar araba aldım, çiğ köfteyi yoğurdum, koydum. Salatalarını dizdim, sokağa çıktım. Ama zannedersiniz ki bütün İstanbul sizi izliyor. Yani seyar satıcılık yapabilmeniz için buradaki art damarınızın yırtılması lazım. Ki o arabayı iteleyesiniz. Genç yaştasın, askerden önce bahsediyorum. Ben delikanlıyım diyorsun ama seyar arabayla. Yani profilin belli zaten senin ne olduğun belli. Sonra zabıta kovalıyor, polis kovalıyor, işte esnaf dükkanın önüne bırakmıyor. Gerçekten bu kırılma noktasıydı. Ama onu başarmak zorundaydım. Yani seyar satıcılık son çare. Ben oradan geçtim. O benim hayatımı çok etkilemişti. Sonra restorantı bıraktım, işi bıraktım, gözümü kararttım. 100 liram vardı. 100 lirayla gittim, bu seyar arabayı aldım. Sonra bunu kitaplaştırdık. Kitabın ismi de 100 liralık aslında. Bugün itibarıyla 100 liradan 100 milyonluk euroya çıktık.
Onu söylüyoruz aslında. İsmini buraya verdik. Yani 100 liralık arabayla başladık. Zabıtalar kovaladı, arabayı aldılar. Bir daha gittik, bir araba daha yaptık. Yine alıyorlardı. Bütün sermayen gidiyor işin kötü tarafı. Sermayen hepsi gidiyor. Yeniden gidiyorsun, arkadaşlarından borç ediyorsun, getiriyorsun. Yeniden bir araba yapıyorsun. Yağmur, çamur, kar, kış. Emin o ki çok zorlu bir hayata geçtik. Ama çalışmadan asla olmuyor.
Şans diye bir şey yok. Çiğ köfte aslında zaman zaman halfana gecelerinde, sıra gecelerinde 3-5 kişinin bir araya gelerek yoğurduğu sohbetle pişirilen bir öründür aslında. Tabii biz onu seyar arabayla satarken buna patates koyuyorduk, salçak koyuyorduk, farklı ürünler koyuyorduk. Et. Et çok pahalıydı. Yeminimiz kırılsın diye 10 kilonun içine 100 gram çiğ et koyabiliyorduk. Müşteri sorduğunda et var mı? Evet, var diyorduk. Yeminimiz yerine gelsin diye. Tabii et bakteridir, ürünü bozuyor. Hala ile zamanla ona patates koyduk, başka ürünler argi yaparak koyduk. Sonra da bu lezzeti bulduk. Bulduktan sonra da insanlar bu lezzeti çok sevdi. Çok çalışmak, çok çalışmak ve yaptığınız hangi iş olursa olsun bu işi severek yapmanız. Yani araba kullanıyorsunuz, arabayla bütünleşmeseniz kaza yaparsınız, bir yere çarparsınız. Yani ne işi yaparsanız yapın, gece rüyalarınıza girmeli. Yani seyar arabayla başladık. Bugün Türkiye genelinde 1300 tane şubemiz mevcut. Avrupa’da 29 tane şubemiz mevcut. Türkiye’nin dört bir yanında üretim hanelerimiz var fabrika dediğimiz. Taze üretim olabilmesi için. Bu fabrikada aynı reçetede öğretilip aynı standartlarda halkımıza hitap edebilmesi için bu şekilde çalışıyoruz. Oses çiğ köfte aslında daha önce Osman Usta olarak biliniyordum. Oses çiğ köftenin kırılma anları ilk makinalaşma. Elle yoğurduğumuz çiğ köfteyi makina yoğurmaya başladı. Bu bizi büyüttü. Sonra Türkiye’de ilk çiğ köfte fabrikasını açtık. O zaman 330 tane bayımız mevcuttu. O da bir kırılma noktası oldu. Şimdi 1300 tane bayıyı veremezsiniz. Yani para verseniz de insanlar gelip sizden ürün almaz. Ya da sizin françayzınız olmaz. Bu aslında verdiğimizin sözünün arkasında olduğumuzu beyan ediyoruz. İnsanlar bize güveniyor. İşi ortaklığı kuruyoruz. Aslında çalışanlarımıza iş fırsatını sunuyoruz. Kendi işinin patronu ol diyoruz. Bir fırsat sunuyoruz. Türkiye’de aile şirketleri çok gerçekten. En zorlandığımız konulardan birisi o. Aile şirketiyle şirketi yönetmeye çalışıyoruz. Bu da halıyla hepimizi zorlamış oluyor. Zorluyor. İş dağılımı yapıyoruz. Herkes kendi departmanında, herkes kendi görevini bildiği zaman bana iş kalmamış oluyor açıkçası. Benim işim aslında mutfak tarafındayım. Lezzet tadımı, ürün lezzetini nasıl yoğrulacağı, nasıl pişirileceği, nasıl servis edileceğiyle alakalı. Ben mutfağın arka tarafındayım aslında. Bir de paylaşan bir firmayız. Yani yüzlerce çözüm ortaklarımız var. Paylaşınca da büyümek çok kolay oluyor. Eskide çiköfte ile karnımızı doyuruyorduk. Ama şu an fabrikada yemek pişiyor. Oradan yiyorum. Her mutfağa indiğimde tadına bakarım. Tadınlık yaparım. Çocuklar RG’sini yapıyor. Farklı bir ürün geldiği zaman denemelerimizi yapıyoruz. Ondan son netice de bana tattırıyorlar. Şefin onayına geçtikten sonra artık. Ondan sonra servis yapıyorlar. Gece rüyalarıma giriyor. Bulgur giriyor, baharat giriyor. O isotlar yukarıdan aşağıya düşüyor. Yani bütünleşmişim ben kendi ürünlerimle. Yani nasıl yapıldığıyla alakalı. Severek yapıyorum çünkü. Beğenerek yapıyorum.
Çünkü insanlar hem çiköfteyi tüketiyorlar hem teşekkür ediyorlar hem para veriyorlar. Çok mutluyuz aslında. Yani zengini değiyor biz de fakiri değiyor. Etli çiköfte Orfan’ın, etsiz çiköfte Adriyaman’ın. Yani etli çiköfte iki saatin içerisinde bozulur. Ama etsiz olan üç gün ömrü var. Üç gün ömür veriyoruz dolapta muhafaza edildiği takdirde. İlk Çin’e gittik sonra Almanya’ya gittik.
Kanada’ya gittik, Amerika’ya gittik, tattırdık. İnsanlar bu ürünü seviyor, benimsiyorlar. Türkiye’nin yurtdışında markalaşma adında biraz zorlanıyor haliyle. Hepimiz zorlanıyoruz. Ama inanıyorum ki 1960’larda, nasıl ki Almanya’da döner yeni başladı. Bugün herkes döneri tüketiyorsa. Bizde beş senelik bir geçmişimiz var Avrupa’da. Bir gün herkes çiköfteyi tüketecek. Biz verdiğimiz sözü tutuyoruz gerçekten. İşimizi severek yapıyoruz. Onlarca marka var. Ne söz verdiysek tüketiciye o sözümüzü yerine getiriyoruz. Ondan dolayı da tüketici bizi büyütüyor. Aslında müşterilerimiz bizi ayakta tutuyor, yayıyor. 2005’li yıllarda, 2010’lu yıllarda hakikaten bizi de simitçilere benzetiyorlardı. Ya da farklı bir sektöre benzetiyorlardı. İşte bu yayılacak, ondan sonra sönecek. Bunu çok duyuyorduk. Tabii biz buna hiç inanmadık. Biz her gün büyüyerek devam ediyoruz. Bu ürün besleyici bir üründür. Bu ürün ekonomik bir ürün olduğu için bu devam ediyor ve devam edecektir. Yani lokmaçlar gibi ya da farklı bir sektöre düşeceğine inanmıyorum aslında. 1300 tane şubemiz var. 2021 yılı için 200 tane şube daha ekleme planımızı aldık.
Umuyorum ki 2022 yılın sonunda 1500’lü şubelere çıkacağız inşallah. Hedefimiz bu. Müşteri ilk geldiğinde bir tane tadımlık ikram edilir. Kişi ne kadar alacağı ile alakalı karar vermeden önce ikramımızı yaparız ve aynı standartlarda aynı lezzeti sunuyoruz. Ve bu sözümüzü tutmak istiyoruz, tutuyoruz. Bazen aklım ermiyor gerçekten.
Bunlar bu kadar insanın maaşını, sigortasını, SSK’sını nasıl ödüyorum ben de anlamış değilim. Çalışma arkadaşlarıma şunu söylüyorum. Ben hazır olan paramı asla vermem size diyorum. Siz kendi paranızı kendiniz kazanacaksınız. Herkes kendine çalışıyor, bana çalışmıyorsunuz diyorum. İnanmak. Başarın sırrı her ne yapıyorsanız önce hayalini koruyacaksınız. Azimle çalışacaksınız. Yılmadan devam edeceksiniz bunu. Yani bunu yapmadığınız zaman başaramazsınız. Ne istediğinizi bileceksiniz aslında. Ne istediğinizi biliyorsanız oraya muhakkak ulaşırsınız. Benim gençlere tavsiyem şu. Her ne işi yapıyorsanız işinizi severek yapın. Başarı kaçınılmaz oluyor. Benim bir komşum vardı, selamlaşıyorduk. Kendime diyordum ki bu adam ne zaman benden çiğ köfte satın alacak diyordum. Her gün bekliyordum, her gün de selamlaşıyorduk. 2 sene sonra geldi aldığım en ne çiğ köfteyi. 2 sene sonra takip ettim bir komşum. Evet dedim. Bugün başardım ve başaracağım dedim. En büyük hedefim dünyada 40 bin bayi. Aslında istihdam sağlıyoruz biz. En çok keyifli olan tarafı budur. İstihdam sağlıyoruz. Yani iş imkanı sağlıyorsak, buyurun gelin kendi işinizin patronu olun diyorsak
bu bizi mutlu ediyor, motive ediyor aynı zamanda. Ben üniversiteyi okuyamadım. Şu anda onun şeysini yaşıyorum aslında ama duyuyoruz. Üniversiteyi bitiren gençler hepsi masabaşı iş istiyor. Bu çok yanlış bir şey. Ben bunu böyle yorumluyorum. Evet üniversiteyi okursunuz cebinizde keklik olarak kalır. Bu sizin hayatınızı etkileyecek her kademesinde size lazım olan bir eğitimdir.
Ama muciz olmak, başka bir iş yapmak, ticarettir, yeni bir ürün keşfidir. Yani sınır bitmemiş. Yani ondan sürekli başka iş de yapabilirler ama bir şey yapmalısınız. Ya doğdunuz, geldiniz, bu dünyada yaşıyorsunuz bir şey yapmanız lazım. Bir şey yapmalısınız. Bir eser bırakmanız lazım. Yoksa insanlar doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Birçok tarihte de olduğu gibi böyledir. Halkın yararına, insanlığın hizmetine bir şey yapmalısın. Allah da bana bu hizmeti nasip etti. Ben çok mutluyum. Ya önce hayalini koruyacaksınız. İnanarak, azmederek, sabrını göstererek, ne istediğini bilerek. Ben ne istediğimi biliyorum. Onlar da ne istediklerini bilmeleri lazım.
Onuda yaparım, şunuda yaparım, bunu da yapar, niye mi bilirsin? Hiçbir şey yapamazsın. Ama bir şey yapmalısınız.
Ya doğdunuz, geldiniz, bu dünyada yaşıyorsunuz bir şey yapmanız lazım.
İlk Yorumu Siz Yapın