"Enter"a basıp içeriğe geçin

İlber Ortaylı Atatürk’ü ve Türk tarihini anlattı

Linki kullanabilirsiniz https://youtu.be/kqZblLPwZfY” target=”_blank” rel=”noopener”> İlber Ortaylı Atatürk’ü ve Türk tarihini anlattı – Gündem Özel 20 Mayıs 2017 Cumartesi videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için tıklayınız.

İyi akşamlar sevgili seyirciler. CNN Türk ekranlarında Gündem Özel’i izliyorsunuz. Ben Deniz Bayramoğlu. Bu akşam çok lafı uzatmayalım, hemen söyleyeyim. Profesör Dr. Sayın İlber Ortaylı bizlerle birlikte, hocam hoş geldiniz. Sağ olun. Şimdi bu akşam sizi konuk etmekten büyük bir mutluluk olur, duyuyoruz. Vesilemiz de çok güzel, onu da hemen hatırlatalım. Profesör Dr. İlber Ortaylı’nın yeni kitabı çıktı bu arada. O vesileyle kendisini bugün konuk ediyoruz stüdyomuzda. Türklerin Altın Çağı isimli bu kitap. Türklerin hakikaten Rönesans’ı diyebileceğimiz, hem dünya siyasetinde, hem askerlik tarihinde, hem bilim tarihinde, kısacası her alanda adeta yıldız gibi parladıkları bir zaman aralığı. O zaman aralığını ayrıntılı biçimde konuşacağız. Nasıl konuşacağız? Biraz bu kitaptaki kronolojiyi takip edeceğiz. İşte önce Emir Timur’un, Timur denginin, Aksak Timur’un Türk tarihindeki önemine bakacağız. Oradan biraz Karadeniz’in kuzeyine geçeceğiz, Altınorda’ya. Yine bu sefer Karadeniz’in hemen aşağılarına doğru inip, kuzey kıyısında özür dilerim, Kırım Hanlığı ve tabii ki Osmanlı. Osmanlı’nın üç devasa kurucusu yapının, adım adım büyüyen yapının, Fatih Sultan Mehmet, Davut Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’a da konuşacağız, tartışacağız. Ama kitaba geçmeden evvel olacağım. Biraz bugünlerde yeniden gündem maddesi olduğu konuşulmaya, tartışılmaya başlandı. Çok nahoş biçimlerde konuşuldu, tartışıldı.

Biz o nahoş tartışmalara yeniden geri dönmeyeceğiz. O anlamda neler konuşulduğunu, neler tartışıldığını çok fazla üzerinde durmayacağız ama biraz cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü de anarak başlayalım istedim ben. Onunla ilgili birkaç bilinmeyen noktayı da yine burada konuşalım, tartışalım istedim. Öncelikle bizim Atatürk’le ilgili konuşuyorken, tartışıyorken şöyle bir durum çıkıyor ortaya. Yakın dönemin simalarından bir tanesi olduğu için ve hakikaten çok özel bir noktada bulunduğu için hem sevenleri hem karşısında olanlar farklı farklı tarih yazımlarıyla karşımıza çıkabiliyorlar. Bu zaten tarih yazımı dediğimiz meselenin temel problemlerinden bir tanesi gündemimizde. Ama çok bilinmeyen tarafları da var, çok üzerinde konuşulmayan tarafları da var. Örneğin dün işte 19 Mayıs idi Atatürk’ü alma gençlik ve spor bayramı. 19 Mayıs’a gelmeden evvel Atatürk’ün İstanbul’daki hayatına dair birkaç bir şey konuşmak, birkaç bir şey söylemek ister misiniz hocam? Çünkü bildiğim kadarıyla çok ilginç bir diplomasi yürütüyor, çok ilginç bir çalışma yürütüyor. İngilizlerin planlarını anlamak için hanedandan isimlere kadar ilişkiler kuruyor. Hatta onlardan bir tanesini, bir hanım sultanı yanılmıyorsam neredeyse İngilizlerin verdikleri davetlerde bir casus gibi kullanıyor. Ne yapıyor İstanbul’da 19 Mayıs’a gelen, 19 Mayıs 1919’a kadar giden süreç içerisinde Atatürk’ün yaptıkları nelerdir hocam? Suriye cephesinden avdet etti. Mondros mütearekesi yapılmıştı, ona silah bırakışma diyorlar. Bu müteareke ile Türkiye’nin özel bir konumu ortaya çıktı. Mütefik devletlerin, yani itilaf devletlerinin müteareke dolayısıyla işgal edecekleri bölgeler iyi tarif edilmemişti. Masuz. Tazminat talebi üzerinde çok durulmuyordu çünkü Türkiye’den alacakları bir şey yoktu. Almanya, Usturya gibi bilhassa Almanya gibi ağır bir tazminat yükünün altına koymuyorlardı. Yok çünkü bilmiyor. Ama buna karşılık bazı şeyler var ki çok önemlidir. Türkiye, Britanya İmparatorluğu’nun 4 yıl savaşta tuttu. Bu affedilmiyor. Çünkü Britanya İmparatorluğu 3 asra yakın bir süre hiç kimseyle 4 yıl savaşmadı. Ne büyük isyanları bastırmak bu kadar uzun sürdü, ne Güney Afrika’da Boyerlerle olan savaş bu kadar uzun sürdü, ne Kırım Savaşı bu kadar sürdü orada bizim müttefikimizdi. Ve kıtaya da zaten Napolyon dahil fazla uzun süre müdahale etmemiştir. Yani Napolyonla olan savaşçılar biliyorsunuz Mısır’da daha Bonaparte olduğu zaman da Trafalgarla, Abukir ve Trafalgarla bitti. Fransız donanması silindi tarihten yani rakipsiz kaldı yine. 2 kere rakipsiz olmuştur. Madde 1 İspanya’da 2. Filip’i yendiği zaman Nabu Aluf Armada denen İspanyol armadasını yok ettiği zaman Elizabeth. İkincisi de budur. 1. Cihan Harbi’nin sonuna 2. Cihan Harbi başına kadar denizlerde rakipsiz üstünlük sayıca teknik olarak ve strateji ve bilgi olarak İngiltere denizler şahıydı. Zaten Britanya dediğin zaman Neptünle temsil ediliyor. Yani denizler tanrısıyla biliyorsunuz allegorik olarak. Bu ülkenin deniz müdahalesi muvaffak olamadı. Yani Çanakkale dediğimiz Gelibolu yarımadası burada geçiş sağlanamadı. Geçiş sağlanamaması bizde çok tartışmasız olarak kabul ediliyor. Efendim diyorlar 18 Mart’ta işte Nusr-at gemi mayınları döşedi. Daha evvel döşenen mayınları temizlediler ondan haberleri yok doğru doğru. Ve yeniden mayın döşedi büyük bir operasyon bu karanlıkta. Ve herifler ne olduğunu fark etmeden oradan geçmeye kalktılar. Ve bittiler. Bu kolay bir izahdı. Bunun yarısı doğru yarısı doğru değil yani karadan savunmayı yok ediyor. Şimdi dikkat edin karşımızda Britanya diye bir gemi var değil mi? Elizabeth. Britanya donanmasının en yeni şeysi müthiş bir zırhlı bu. Yani apartman gibi bir şey. Hiç kimse de yok. Sadece düşmanları değil dostları da çekiniyor bundan.

Nitekim müşterek donanmada. Admirali de Robeck şeyi verdiği zaman strateji çok fazla itiraz edemediler. Bir şey yapıldı orada böyle. Fransızlar önde duracak. Britanya arkadan sahili bombalayacak. Ve o bombardımanın sonunda bataryalar sustuğu için Fransızlar böyle anlaşanlı girecekler karaya çıkacaklar. Buna da çok akılları yattı. Niye ben değil desen diyemiyor. Çünkü arkada müthiş bir Britanya donanım, teknolojik üstünlük var. Şunu da söyleyeyim. Bu harbin içinde George Hill çok başarısızdı ama bir konuda büyük bir şey yaptı İngiltere’ye. Kömürden petrole çevirdi. Dolayısıyla donanmanın üçleri de yön değiştirdi. Yani Kıbrıs çok önem kazandı ve Orta Doğu’ya yöneliş çok önem kazandı. Ve bundan sonra artık Britanya yakıt sistemini değiştirdi. Almanlar donanma inşasında çok büyük ilerlemeler kaydetmişlerdir. Fakat hiçbir zaman başarıları ve hedeflerine ulaşma kapasiteleri İngiltere ile mukayese kabul etmez. Fransa bu savaşta gelip oldu da kazanı yedi İngiltere’nin. Bizi harcadılar. Ve bu andan itibaren ta ikinci cihan harbine, yani onları Almanya’nın yanına iten güne kadar bu kim devam etti. Yani çok önemli bir olaydır bu. Alman Fransız İttifakı, yenilmiş Fransa’nın pek de öyle gönülsüzce olmayan bir Alman Fransız İttifakı’na girişi. O zihniyeti değiştirelim. Yani Fransa yenildiği için mecburen Vichy’i işte şey yaptı. Ve Vichy’nin başındaki bir avuç hain falan, bir avuç değil çok avuç, çok avuç. O laborasyonun sayısı yok ve bunu gizledi Fransa tarih olarak yani belki de haklı. Fakat o kadar gidiyor. Klosparvi denen bir kasap yani Yahudi kasabı, Lyon’da yakalandı, yargılandı. Yargılanmaya çok enteresan Jacques Verges denen bir avukat yükleniyor. Fransız Vietnam kırmasıdır. Hem Fransa’nın kültüründen, hukuk ilminden, retorikinden fevkalade istifade etmiş. Hem de Fransız düşmanı böyle içinden kin tutuyor. Bu çok enteresan bir şey. Kolonializmin Fransa’da yarattığı tipler ekstrem milliyetçilik, ekstrem kontrmilliyetçilik yaratıyor. Çok enteresan. Bugün de görüyoruz benzer bir durumu. Evet ve Jacques Verges’in şey, iddiası şu dosyaları topluyor, iddia boş değil. Herifi ne yapacaksınız diyor. Siz de onun kadar suçlusunuz o hiç değilse bu işin şeyse siz hepiniz kollaboratörsünüz. Başlıyor çorap gibi dökmeye her şeyi. Dosyalar muhteşem. Fransa altüst oldu, söyleyecek lafları kalmadı. Ondan evvel böyle bir film çevrilmişti, o filmin kapısını taşladılar sinemanın.

Halbuki burada artık söylenecek bir şey kalmadı. Ve Fransa bir nevi temizlik ihtiyacına gitti. O bugün öyle bir raddeye geldi ki Fransızların Yahudilere yaptıkları Almanlarla işbirliği neredeyse her hafta bir film çeviriyorlar. Bunun seyircisi oluyor olmuyor, münafakasası oluyor olmuyor. Fakat iş oraya gitti. Şimdi bu parantezi kapatıyorum. Bütün mühim mesele şudur. Fransa bir yanda Almanya öbür tarafta karşılarında ve İngiltere Fransa’nın müttefiki olarak Almanya ile cephelerde savaşa giriyor. Bilhassa Belçika’da. Fakat öbür tarafta Rusya var. Rusya’ya çok güvendiler. Churchill çok güvendi, bütün İngiltere çok güvendi. Zaten Boğaz Savaşı’nın stratejisi de Rusya üzerine oturmuş durumda aslında. Ama o maalesef bir tavizdir. Yani İngiltere’nin tarihi boyunca yapmayacağı, vermeyeceği bir tavizdi. Ve çok pahalıya mal oldu. 5 milyon asker çıkartacaklar hesapça. Çıkarttılar Ruslar. Almanya derhal 11 milyonu çıkarttı. Üstelik şu farkla ki Rus askerlerinin üçüne bir tüfek düşüyordu. Almanın öyle bir sıkıntısı yoktu. Şevkelerde silah da oranımlıydı. Bu da bir pahalı bir şeydir. İyi savaşan bir ordu olmamasına ve İYŞ bakımından büyük güçlüklükleri bulunmasına rağmen Avusturya Macaristan da silah üretimi bakımından mükemmeldi. Biliyorsunuz Çekya’daki tesisler falan. Ve bu engam içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’nun İngiltere Fransa blokuna yanaşması Rusya’nın talepleri karşısında mümkün olmadı. İngiltere doğrudan doğruya Osmanlı’nın savunmasına, toprak bütünlüğüne, hatta payitahtının İstanbul’un korunmasına önem vermedi ve harcadı. Daha kötü bir şey de yaptı. Parasını ödediğimiz iki zırhlı bize teslim etmedi. Paranı da üstüne kondu. Yani içeride alabildiğinin bir provokasyon hasıl oldu. Ve gerekçe şuydu, bu Türklerin artık cengaverliğinin bittiği Balkan’da görünmüştür. 12-13 Balkan Savaşı’nda.

O hazin bir tecellide ordunun maalesef politik kutuplara ayrılması bu neticeyi getirmiştir. Kemalist Türkiye’nin askeri seçimde rey verme dışında politikadan uzak tutmasının nedeni odur. İlginç anekdot anlatayım mı hocam? Evet. Timon Fonsan dersin anılarında yazar. Osmanlı’ya genelkurmay başkan olarak gönderilmek üzere görev kendisine tevdi ediliyorken Wilhelm’in çok net bir uyarısı vardır. Tam söylediğinizi söyler. Türk ordusu, Türk askeri çok fazla siyasete bulaşmıştır. Aman sen uzak dur, herhangi bir kanada yakın durma diye. O genelkurmay başkan değil de iki kere bir komutanlık teklif var. Birisi şark cephesi teklif edildi yani. Maalesef savaşın başında da muvaffaketsizlik gösterdiğimiz donanım bakımından, IAS bakımından. Ama tabi öyle abartıldığı gibi değil. Hiç silah atmadan askerimiz donup kalmış. O zaman 19.000 Rus niye öldürülüyor? Yani resmi kayıp miktarı budur Rus ordusunun. Ve üstelik onların donma ihtimali çok az çünkü kış siperleri Ruslar icatıdır. Ve orduda tatbik edilmişti. Kars çok önemli bir mühimmat merkeziydi onlar için. Sarıkamışta. Bunlar biliyorsunuz aşağı yukarı 40 yıl önce Berlin şeysiyle Rus-Türk savaşı ve Berlin muahalesiyle resmen ilhak edilmiştir Rusya tarafından. Demir yolu da vardı oraya kadar. Evet ciddi imar edilmişti bir de onu hatırlamıyorum. Demir yolu da vardı oraya kadar. Tabii ki bizim o noktaya demir yolumuz yok. Çok enteresan. Fakat abartıldığı kadar değil tamamen donup kaldık diye. Şurası doğru. Enver Paşa iyi kurma, askerlik iyi biliyor. Çok bilgili bir adam, zeki bir adam. Vasıfları çok fazla. Fakat Küt diye bir anda o yaşta imparatorluk ordularının başkumandanı olacak kapasitesi yok. Yok iki nedenden dolayı. Birisi çok fazla kendine dönük bir yapısı var. İkincisi çok acul bir adam yapı olarak. Çok acul bir adam. Üçüncüsü bir milyon asker görmemiş ki Türkiye. Yani biz bir ana kapılarına dayandığımız zaman bile öyle bir asker yok. Kalabalık ordu miktarlarını bugünün tarihçileri yaratıyorlar Osmanlı ordusunda. Öyle o kadar yüz binler falan yok yani o zamanın harp teknikleri, ulaşım teknikleri vesaire. Logistik, beslenmesi, IAŞ’si hepsi düşündüğünde. Diyor ki iki yüz bin kişi İstanbul’u kuşatmış. Faksimum altmış bin hadi. Değil mi yapılan rakamlar? İki yüz bin kişi orada o dar mekanda yığılsa, elli üç gün boyu herkesin günde yarım kilo dışkısı ve idrarı çıktığını düşünün. Ortalık pislik ve koleradan gider.

Vakıa klasik Türk ordusunun hamam çadırı taşımak, temizliğe dikkat etmek vesaire gibi vasıfları var. Yani karşı taraftan farkı o. Yani gerçekten berbat bir şekilde gitmiyor. Ordunun cerrahları, tıp hizmetleri diyelim. Cerrahi hizmetlerdir onlar daha çok. Ta 18. asır eşiğine kadar iyi gidiyor yani batıya göre. 30 yıl savaşlarındaki şartlarına bakarsanız Avrupa ordularının hiç mukayese edilmeyecek kadar iyi Osmanlı. Fakat 18. asrın Barok devriminde, ben ona Barok devrim diyorum ama bu doğru bir laf değil yani ona tekabül eden devir. Şey artık mümkün değil bizim o sistemle gitmemiz. Ve onun içindir ki modernleşme çağında biz iki tane eğitim dalını çok kuvvetlendirdik. Bu doğrudan doğruya tıptır, cerrahlığa ağırlık veren tıptır. Ve onun yan dallarıdır yavaş yavaş, eczan falan veterinerlik çok önemli. Ve ardından hemen mühendislik. Çünkü artık sürat topçuluğu kesin surette bunu istiyor. Yani süvarinin iyi bakımı, atların tedavi vesairesi ve askerin anında müdahaleli yeniden savaşa kazandırılması çok önemli bir şey bu. Türkiye’de bu iki dal bunun için kuvvetlidir. Yani tıp ilimleri, veterinerlikle birlikte ve doğrudan doğruya mühendislik erken gelişen önemli dallardır. Yani başka bütün bilim dalları onun için gerisinde kalmıştır bu ikisini. Ve o anlamda da işte Türkiye’de bizim bildiğimiz Batıtepevi Üniversitesi’nin teşekkürü devam edememiştir. Ta 1930’a kadar. Çünkü İstanbul’da Arifönolu 1900’de kuruldu. Dikkat edin bakın yapısına. İçinde gene o bildiğiniz tıp vesaire var. Ama bir istimaiyat, bir edebiyat, bir metin tetkikleri, bir arkeoloji falan. Hukuk yok. Hatta arkeoloji diye bir şey var. Nerede var? Arkeoloji Müzesi’nde var. Müzeyi Huma’yı’nda. Bizim bugünkü arkeoloji müzeimizde Osman Hamdi Bey kazı yapıyor. Asistanlarını yetiştiriyor. Çok muhteşem bir kütbehanesi var. Ahmet Cevatpaşa’nın hediye ettiği tamam üç dilde, yabancı dilde kitapları içeren kazı raporlarını falan. Çok aydın bir maraş aldı Ahmet Cevatpaşa. Burada biz arkeoloji eğitimi yapıyor ama üniversitede yok o. Filolojik şey yok. Kurumsallasamaz. Yani bizdeki yapı tamamen savunmaya ve askerliğe yönelik. Bunun yüzünden moderneşiyoruz. Bu çok önemli. Bu şeyin üzerinde durmamda fayda var. Bakın nereden nereye gitti. Şimdi Britanya harcadı Türkleri yani küçük gördü başında, yanasmadı. Bizimkiler bütün o hengamede harbi istemeyen tek kuvvettir. O motto doğru değildir.

Yani Almanların peşine takılmış da, harbe girmiş de, oradan parça toplayacakmış falan. Herkes kendinin ne olduğunu biliyor. O kadar aptal da değiliz. Yani o çok açık bir şey. Bu bir yanlış mottodur bir kere ve maalesef kaynağı zannediyorum Clemence’odur. Başbakan biliyorsunuz Sevr için giden heyete yani, barış anlaşması için giden heyetin arzu ve taleplerine ve özürlerine cevabı çok açıktır. Siz barbar bir kavmsiniz. Asırlarca Avrupa’nın doğusunu elinizde tuttunuz. Aynı şekilde Ortadoğu’yu da. İdareniz altındaki milletlere hiçbir şey veremediniz. Çok tartışılır bir laf. Hiçbir şey veremediniz. Ve sonunda da yağmalamak için daha başka yerleri Almanların peşine takıldınız. Bu orada Clemence’un hiddetle, tarihçi değil, hiçbir şekilde öyle bir kaygısı yok, karşı tarafı ezmek ve kovalamak için burada gelip benim ayağıma dolaşmak planı biz yaparız, barış planı demesin. Politik bir baskılama yöntemi. Çok kötü bir baskılama, çok küstah bir tavır. Karşısındaki insanların da o küstahlığa cevap verecek ne şahsi zekaları var ne öyle bir uslup ve tutum söz konusu ne de kendilerini geliştirebilmişler o daldan ama zaten imkanları da yok. Peki nedir o halde hocam? Yani mütareke hükümeti Türkiye’de bu tabiri kullananlar vardır. Dolmabahçe ile Bebek Karakolu ile Aksaray Karakolu arasını yönetir. Ama tabi bunu kalkıp da bir esaret gibi düşünmeyin yani fukuki formun itibariyle. Bu imparatorluk Türkiye’sinin sefaretleri var dışarıda, merkezde de sefaretler var. Efendime söyleyeyim ama zaten o sefaretlerin bizimle işleri yok. Bizim sefaretlerimizin de onlarla işleri yok. Türkiye konusunda kararı doğrudan hariciye bakanları ve genel kurmaylar çiziyor zaten. İstanbul’da Britanya sefiri var ama onu arama boşuna ona High Commission’dır denir. Ordunun komutanıdır oradaki değil mi? Fransızlarınki de önyedir. Hatta İngilizlerin arkasından Fransa geldi işte Franché Depre. İstanbul’a girişi nasıl hocam? İşte o bir şeyle çizildi Süleyman Nazif’in Kara Gün makalesiyle ve Kırat üzerinde girdi diyor. Bir imparator gibi. Fatih’e benzeterek diyor. Sonra birisi daha onun tartışmasını yaptı bana kalırsa. Pek de lüzumlu bir şey değil ama lüzumlu diyelim. Hayır efendim Kırat değil, Doruat. Doruat da demiyorlar, Kır da demiyorlar. Beyazat diyorlar. Bu süvari tabirleri maalesef süvari bir kavmin çocukları için çok düşünülecek şeyler değil. Beyazattır gidiyor. Türkiye Başbakanı olan hatun Beyazat diyor. Yani böyle bir tabir dünyada görünmez. White horse’ı çeviriyor. Bunun adı Kır’dır. Doruattır. Değil mi efendime söyleyeyim? Böyle gri at, kahverengi at falan demez.

Hepsinin renkleri, özel temelleri vardır. Hepsinin renkleri, ayrı şeyi vardır. Atın tırnağı denmez. Atın şezi denmez. Denmez yani. Bunlar olmaz yani anladın mı? Çünkü bu süvari bir millet. Yani Mogollistan’da, biz bugünkü Mogollistan’da Ötüken Vadisi denen yerlerde Mogollarla iç içe yaşıyorduk. Hakikaten iç içeydi. Yani şeye gittiğiniz zaman ileride Mogollistan’a göreceksiniz. Tonu Yukuk Anıtı’nın bulunduğu bölgeyle Cengiz Han sonraları çok sonra tabii 5 asır sonra tahta çıktığı tepe, tahtının kurulduğu ve tahta çıktığı tepe bugün orada mücezi var. Vallahi buradan Gebze kadar yok bile. Yani düz olduğu için çok çabuk gidiyorsun. Ve işin garibi onun bir müddet sonrasında da artık Sibirya coğrafyası başlıyor yavaş yavaş. Kendini hissettirmeden tepeler. Şimdi burada bu insanlar yaşıyor. Bunlar aynı atları kullanıyorlar, aynı itleri kullanıyorlar, aynı otları tanıyorlar. Aynı develeri kullanıyorlar. Bu baktriya develerinden farklı develerdir. Ve bunların tabii kılıçları, silahları oldukça birbirine benziyor. Fakat benzemeyen bir şeyleri var, dilleri. Bu dil çok uzaktan akraba. Ama katiyen aynı dil değil. Yani 1,2,3,4,5’in alakası yok. Sevgi ve aşk kelimelerinin alakası yok. İker kelimeler yani değil mi? İker kelimelerinin olması lazım. Hiç olmazsa orada bir ortaklık bulunmalı. Aşk kelimeleri, sayı kelimeleri hep aynıdır. Yani git mesela taa Sırbistan’dan ücra yerinde şeyce konuş, Rusça konuş, birtakım şeyleri anlarlar insanlar. Burada öyle bir şey yok, olamaz. Bu böyle bir tuhaf bir şekilde birbirine karışmayan, Cebeli Tarık’ta birbirlerine bulaşmadan akan, ee, efendim’e söyleyeyim, Atlantik Okyanusu’yla aktiniz gibi bir şey. Karışmıyorlar. Ve huyları karışmıyor. Yani Mogol bugün de kadın konusunda falan daha toleranslı, daha böyle bizim o şey dediğimiz, namus dediğimiz şeylere pek takmayan… En önemlisi Cengiz Han mesela, oğlu Cüci. Cengiz Han’ın karısını kaçırdılar, kadın hamile geldi, Cüci doğdu. Cüci en sevgili oğlu. Yani kendisinden önce ölmemiş olsa, hatta belki asıl… Asıl hükümdar olacaktı tabii. Yani böyle bir genişlikleri var, germenlere benzeyen. Bizimkilerse maazallah adam öldürüyorlar. Ata bağlayıp parçalatıyorlar. Ata bağlayıp parçalatıyor, en ağır cezaları veriyor. Yani bu Rusman’ınları çok şey meselesi. Ona namus demeyin de ırz deyin doğrudan. Çünkü bu namus meselesi biraz… Namusla karışıyor. Evet, Yunan birisi diyor ki bu Arapça’dan geliyor. Arap onu Yunancadan almış namustan. Bir de navamus diye de çoğaltmış yani acayip şey. Namus mefhum olarak nasıl çoğalır bilmiyorum ama Arapça’da her şeyin çoğalması mümkün. Dilin kendine… Cumhur’un bir de çoğaltmasını yaptılar. Cumhur zaten pluralist tantum dediğimiz bir kelime değil mi? Evet. Onu da nasıl dopyet, plürel gibi yapıyorsun? Birisi Arap sefirlerinden biri bu yanlış diye dedikodu etmiş, matrağı almış. Kaddafi herifi attırıverdi iki günde. Onu hatırlıyoruz yani o bilinen bir olay. Şimdi bu ülkelerin içinde bir yapılanma var. Bu Türkler nedir?

Bu Türkler Çin’in komşusudur öteden beri. Sayıca Türkler, Mogollardan kalabalıktır. Her zaman kalabalıktır bugün de dün de. Şimdi bu insanlar buna rağmen Orta Asya’yı ve bilhassa Rusya’yı birlikte işgal ediyorlar. Kıpçak ve Sibir Türk kabileleri Cengizistan’ın etrafında. Büyük Mongol kabileleri ortada, headquarter anlamda, karargâhta. Böyle düşünün onu. Büyük komutanlar hepsi tabi Cengiz’in yakınları falan. Onun zamanında ve ondan sonra. Fakat bunlar ayrı. Ve o yüzden son derece yanlış bir kelime. Tatar-Mongolski, Iga diyorlar. Iga dediği yok almancası, boyunduruk. Olga Zirayeva diye bir parlak Sırp tarihçisi vardı. Allah ömür versin bilmiyorum hala yaşıyor mu sağolunu. O bir kongre dedik ki ne kadar da öküz olmaya meraklısınız dedi. İkide bir Türk boyundurur, yok Tatar-Mogol boyundurur diyorsunuz hayvanlara takılır o dedi. Yani çok kötü bir tabirdir ama kullanılıyor. Şimdi bu şeyin içerisinde mesela Tatar diye bir kabile var. Bu Mogolia’nın çok büyük bir kabilesi bugün gidin bugün de var. Ve bunu bütün kaynaklar böyle gösteriyor. Nasıl oluyor bu bizimkiler Tatar oluyor işte orada bağlı oldukları headquarter’ın adını benimsiyorlar. Tam bugünkü Türk karakteri bayılıyoruz. Yani şu Sovyet kelimesini Ruslar bizimkiler kadar kullanmadılar da onu biliyorum ben. Çok enteresan bir şey bu yani daima bir yamanma var o konuda. Ama huysuydu ona gitmiyor. Senin dediğin Timur Khan, Emir Timur diyor kendine. Niye imparator değil niye hanlar hanı, kuhan değil aynı coğrafyayı küt diye yutmuşum birader. Hayır o karizmasını Cingiz’den alacak. Onun akrabalığıyla övünüyor anası oradan geliyor diyor belli değil. O doğru tartışmalı fakat karısı oradan geliyor. Damatlık küregen o gürgen oradan gelir o kelime. Ve bu Mogolluğu bu şekilde benimsemesinin bir sonucu var tabi. Babür de aynı şeyi yaptı torunu. Hintteki insanlara Mughal diyor millet. Efendim İngiliz Emperyalizm hayır İngiliz Emperyalizmi uydurmadı. İngiliz Emperyalizmi mevcut yanlışları işine gelirse kullanır. Bir de yerhal isimleri kullanma konusunda İngiliz Emperyalizminin herhangi bir sıkıntısı var. Vardır Mughal demekten çok hoşlanır onlara ama onlar çıkartmadı bunu. Çıkaran bizimkiler Babür bile bunu söylüyor. Hindistan’ın gerçek fatihi ve büyük imparatorluğu kuran odur. Şimdi bir de tabi soyda da bir şey var Babür çok okumuş yazmış bir çocuk. O biyografisi yani vakayı yazdığı şey Babürname müthiş bir edebi eser. Yani onu herkes söylüyor zaten bu kadarı olamaz yani keyifle okunacak bir şey. Ve çok derin bir adam. Kaynağına da çok sahip Hint’te öldü yine kendini Herat’a taşıttırdı o günün şartlar altında. Soğutucu da yok nasıl yapıyorlar bilmiyorum. Oraya gömüldü defnedildi biliyorsun. Bu Herat nefis bir şeydi. Bunu bu istilal sırasında Taliban’ın kavgasıyla Sovyet birliklerinin kavgası falan derken Herat’ın o kanat denen yeraltı su tesisleri uçuruldu bilmem türbeler gitti bilmem ne oldu. Hiç kimse bunu söylemiyor herkes bamyanı söylüyor söylesinler ama buradan ne haber bundan hiç bahis yok. O canım Herat kül oldu yani felaket edildi ondan kimse bahsetmiyor. Bu işler böyle maalesef. Hala utanmadan diyorlar ki Bağdat Müzesi’ni yerli halk yağmaladı Amerikalı. Yani sonunda insaf uzmanlar dediler ki oradaki o hırsızlıkları yapabilmek için öyle aletler kullanmak lazım. Öyle usta teknisyen olmak lazım ki halkın yağmalayacağı ve yapacağı işler değil bunlar. Herifler girmişler yani son derece plan. Amerikan askerleri yapacağım çok belli kaç tanesi yargılandı. Yani şimdi bana maval okuyorsun bu Amerika çok övünür. Ben burada anti Amerikanlığım da yapmıyorum. O ahalinin çoğu kısmının büyük kısmının bu gibi işlerle alakası yoktur biliyorsun. Saf insanlardır. Hırsızlıkta yapma dereceleri kriminalite potansiyeleri Amerikalıların kim ne derse desin. Orta sınıflarının taşralarının öbür milletlerden daha düşüktür. Yani böyle bir garip Allah korkuları mı diyeyim geleneksel moral şeylerini ellerini pek sürmezler.

Bilir Amerika’ya gidip gelenler. Tabi New York’ta her bir şey olur o ayrı bir şey yani. Daha hani o omurgayı oluşturanlardan bahsediyoruz. Köşe Amerikası için çok ayrı ama burada bir yapılmış. Bu çok açık bir şey bu ve bu tedbirli. Bu memleket mesela şey yapıyor Mezopotamya Luka tausuluyo böyle Chicago’da Orient’ın istitütte. Üff Asurca Asurice yok bilmem Kaldenca bilmem ne falan topluyor böyle. Ondan sonra ordunun içinde doğru dürüst eski heyet yok. Yani General Bonaparte Hazretleri Mısır’a girerken arkasında bir ordu yürüyor botanistlerden. Arkeologlar, zoologlar, arkeologlar, şamlar fıstık gibi böyle. De quert de l’Egypt yani böyle yazıyor, çiziyor, topluyor. Koca koca albümler piyasada basılıyor. İşte Neil’in kaynağına gitmeye kalktı, gidemedi. Yani o bile gidemedi. Neil hep kaynağı bilinmeyen bir nehirde allegorik olarak yüzü kapalı adam şeklindedir ya nehirler, yumeler. Fakat bu enteresan bir şey. Bunlar nasılsa bu işi böyle yapıyorlar. Şimdi toplanmaya çalışılıyor. Sisi Bursi hadiseleri falan Mısır kaynadı Arap bahar sonbaharında. Efendime söyleyeyim birden bire birtakım herifler Kahire Müzesi’ni soymuşlar. Üç yüz küsur parça Avustralya’dan çıkıyor. Yani şu Avustralya’da ki görgüsüzlüğe bak yani sana ne yap sen ne anlarsın Mısır’dan. Mısır eserlerini senin orada teşhir etmek neyine? Sen yuttuğun insanların kültürlerini topla, teşhir et. Botanik kültürünü teşhir et. Kendi hayvancılığını teşhir et. O da enteresan bir olaydır. Yani Mısır, Avustralya nasıl kaptan Cook’tan beri sedantarize edildi falan. Kahire Müzesi’ni soymaksızın neyinize? Tabi Allah’tan bu sefer millet uyanık davrandı. Geri geldi onlar ve monte edildi müzeye tekrar. Böyle şeyler oluyor. Biz lafı böyle çok dağıtarak gidiyoruz ama tabi İngiltere’nin bu hırsı, bu intikam hırsının kendilerine göre gerekçeleri var. Müthiş bir insan kaybı oldu onlar için tarihlerinde görünmeyen. Para kaybı oldu ve otorite kaybı oldu, repüteşim gitti. Yani birinci harbin ortasında artık İngiliz halkı komutanlar için şunu söylüyor, askerler için şunu söylüyor, our lines askerler, bizim aslanlar led by donkeys, eşekler tarafından götürülüyor. Yani bu yenir yutulur bir şey değil. Gelibolu’daki çekilme, hadi orada bir takım mavalılar okudunuz, Almanlar bizi karşı bilmem ne yaptı, bu doğru değil. Yani Almanlar orada genelkurmay kuvvetidir. Belirli teknik yardımları vardır. Siperde çarpışan insanlar Alman değildir. Bu böyledir yani. Toplam zaten genelkurmay kuvveti olarak 40 kişiden bahsediyor. Yemisini de Alman subay söktürmüş, döktürmüş mayınları falan. Bunlar boş laflar. Ama şurası bir gerçek. Mısır’da yediğimiz kazık Alman Avusturya kurmayındandır. Yani bir türlü vaktinde gelemediler. Zamansız ve mevsimsiz olarak, gecikilmiş olarak Süveyş’e gedildi.

Yolda çölde askerlerimiz mahvoldular. Kum fırtınalarından kör oldular bilmem ne falan. Cemal Paşa maalesef harbin en kötü askeri. Hep tekrarlıyorum tekrarlarım. Bunlar bilinsin. Efendim 1. Artı’ya dökülüyorduk yalansız. Her köşede Türk ordusunun şeyleri vardır. Bugün tekrar temizleniyor, çıkıyor şehitlikleri. İnanılmaz zaferler vardır. Bunları bizim yazdığımız yok. İsrail genelkurmayının harp tarihçileri yazıyor. Bilmem öbürü yazıyor mesela Hayfa’yı, mesela Kudüs’ün etrafını falan. İnanmayan gitsin baksın. Mount Scopus’da hemen Kudüs’ün üstündeki tepeler, üniversitenin bulunduğu yerde, Britanya askeri mezarlığının içinde Türkleri de bulup gömdüler. Yani isimleri bazen yanlış yazıyor falan. Çünkü orada çok önemli bir savunma yapıldı. Yani Kudüs’ün Sur içi, mukaddes kısmı Noel’de teslim edildi. Çünkü dediler ki bu aynen bir ayı gibi heriftir, boğandır zaten ünvanı. Sonradan o zarifleştirilmiş. Bu bombalar burayı ve mahveder dediler. Doğrudur. Şu mukaddes mekanı artık şey yaptı, verin verdiler. Bütçiş törenler ve kutlamalar tabi Hıristiyan dünyada, kendi müttefik başkentlerimizde bile. Bunlar tabi bir harbin şeyleridir maalesef illüzyonudur. Biz zannettik ki milletler dinlerden ve şeylerden uzak pekala bir arada çarpışabilirler. Böyle bir şey olmaz. Olmuyor, maalesef olmuyor. Belki günün birinde olur. Şu anda henüz çok erken. Şimdi biz mütareke sırasında bu bakımdan tabi bir açık verdik. Bu açığı kapatmak istediler. İstedikleri gibi işgal etsinler. Bilhassa İngiltere çünkü Fransa canı yanmış İngiltere’den. Geride duruyor İtalya’da makamı geride duruyor. Yunanistan’ı kullandı. Geç savaşa girmiş taze bir kuvvet. Venizelos’un megalomanisi de buna uydu. İdeaları vardı, Megali İdiası. Anadolu’yu bağlayacak yine imparatorluğa.

Ve o zaman işte Metaksas denen akıllı bir komutan, sonraki diktatör. Yapmayın. Evet çok akıllı bir komutan. Onların genel kurmayı var demiş değil mi? Evet yani ama Musolini’yi yerden yere çarpan herif yani Okigüno’nun. Bunların demiş komutanları var, orduları var. Böyle bir her yere saldırmayın demiş. Lüzumsuz. Ne arıyorsunuz İzmir’de, ne arıyorsunuz Ege’de? Ve şimdi tetkikler yapılıyor. Bilmiyorum eğer yaparsa. Mesela Ayhan Aktar bana dedi ki ben inceliyorum bu konuyu dedi. Jurnallerine bakıyor Metaksas’ın. Çok belli ne olduğu zaten. Bu insanlar birbirlerini tanırlar, iyi askerler. Bunun bayrağı yoktur. Nasıl iyi kapitalist, kapitalisti bulur. İyi hekim, hekimi bulur. İyi filozof, filozofu bulur nerede olsa. İyi asker de askeri bulur. Çünkü bu da bir meslek ve ihtisasdır. Yani Metaksas süpersiz ki önemli bir Yunan milliyetçisidir. Çok önemlidir hem de. Karşısındaki adamlar babasının oğlu değil. Ama onların iyi koruma yoluduğunu, iyi asker olduğunu ve devletin ne olduğunu biliyor o günlerde bile. Onun için söylemiştir. Nitekim Küçük Asya bir facia oldu, çıktı. Bu önemli bir şey. Şimdi biz de Cengizhan’dan şeye kadar geldik. Bu mesela Tatarlar diyor hala. Tatarlar ve Mogollar diyor. Tatarların etrafı, yani o merkezi önemli kabilenin etrafı hep Kıpçaklarla dolu. Türklerle yani aslında. Evet. Rusya tarihinin bütün o kısmı Kıpçakların elindedir. Bak mesela Hazar Hanlığı diyor. Hazarlar bir isim, Sovyet gibi bir isim. Yani orada Kıpçaklar onlar. Bir kısmı Yahudi oldu. Tamamının Yahudi olduğu da doğru diyor. Tamamen olamaz çünkü çok zor. Hristiyanlığın da kısmen kabul edildiği, İzmin de kabul edildiği. Hayır, mesela Hristiyanlığın daha yoygun olduğu kabileler var. Evet. Kabileler var. Mesela Gagauzlar odur. Budizm bu tarafta Uygurlar arasında yaygındır.

Ve çok tuhaf Uygurlar bugün artık ortaya çıktı. Mesela ortadaki Özbeklerden daha yakın. Giderekleri Türkiye’ye, adetleri, ahlakları. Hatta varsa ahlaksızlıkları. Özür dilerim. Yani mesela çarşıda, pazarda kadına laf atıyorlar. Bu biliniyor. Bizde olduğu gibi böyle hoş şeyler var. Ama genelde çok sağlam bir kültür direniyor Çinliliğe karşı. Ve Çin orada iyi şeyler yapmıyor. Bu belli. Kimse de bunun hesabını sormaz onlara. Harita hesabını bizim gibilere sorarlar. Nüfus haritasını Çin’e sormazlar. O yüzden fevkalade uyanık olmak lazımdır. Çok uyanık olmak lazımdır. Türk’lüğün kültürü için, coğrafyası için çok önemli bir kaynaktır. Yani Atilla’nın Türk olduğunu ispata çalışmaktan evvel veya proto Türklerin on bin yıl evvel Türkçe yazdıklarını söylemeye, icad etmeye çalışmaktan evvel tabii ki Türkçe çok eski bir dildir. Yani bin yılda iki bin yılda çıkmış bir dil değildir. Çok eski bir dildir. Yapısı itibariyle çok farklıdır ve kalabalık bir kitledir. Ama şurada yani, affedersin, Türk dili ve grameri ve lugatın ilk yazıldığı yer, Divanlı Lugatı Türk bir takım eserlerin işte Hibetül Hakayk, Atabetül Hakayk değil mi? Bunların yazıldığı yer Karahanlı Devleti, İlk İslam Devleti, abidelerin olduğu yere. Nasıl oluyor bu? Türkiye bu kadar uzak kalıyor. Bu bir şovenizm değil, bir kültür merakı yani. İnsan bundan ilgilenir. Yani ben mesela Türk olmasam bile üzülürüm. Sen şimdi mesela birileri gitse de, güney İtalya’da, Sicilya’daki bir takım merkezleri tahrip etmeye kalksa, öyle mal gibi bakar mısın? Yani isyan edersin, çekin ulan elinizi oraya, medeniyet edersin. Tabii insanlığın ortak tarihi diye bakıyorum.

Bir şeydir bu yani, ben bunu anlamıyorum. Böyle bir ilgisizlik, böyle bir cahillik. Mesela diyorlar ki, Reisi Cumhurluğu zamanında şey, bu emirel bu dediğim yere gidiyor. Orada iki yerde bizim anıtlar, biri Tonu Yıkık, o nesmen iyi kurulmuş. Bir tanesi Kök Türk Anıtları, biliyorsun Bilge Kağan’la, Kültekin’inki. Bunlar iyi korunmuyor. Ve bizimkilerin restorasyonda iyiydi. Neyse, gitmiş. Şimdi Reisi Cumhur iniyor ya böyle heyetle birlikte. Ne kadar hoş bir şey, asırlarca uzak kaldık. Birileri demiş ki, ya burada bir şey yok ki, iki taş var diyor. Mısır piramitlerini arıyor herhalde. Mısır piramitleri tabii çok büyük eserler. Bugün bile iyi anlaşılmış bir mühendislik değil. Medeniyetin, beşeriyetin tarihi, hayranım. Ama ona hayranım diye buna da küçük taş mı diyeceğim birader? Step’in ortasında adam oturmuş oraya bir alfabeyle. O alfabede sokların icat ettiği bir şey bizim. Ortaya çıkmış. Bu millet bunlara böyle. Sultan Abdülmecid Han devrinde bunları topsen çözdüğü zaman yine aynı şey yapıldı. Çok geç ilgilendik. Düü Günye Çin analerinde Türklerle ilgili pasajları yayınladığı zaman gene dünyadan haberimiz yoktu. Bu bir yerde önemli. Metin incelemeden, dil ile ilgilenmeden eski tarihi bilemezsin. Çok açık bir şey. Bir virgül koyalım hocam. Bir reklam orasına gitmemiz gerekiyor. Bundan sonra bir kez daha yardımdan devam edeceğiz. Gündem Özel’de Prof. ilber Ortaylı ile birlikteyiz. Konuşuyoruz, konuşacağız. Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında genel politik durumu, siyasi durumu İngiltere özelinden anlatmaya başladık. Orada bir özet yapmaya çalışırsak, Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı’yı biz bir arada düşünüyorsak, o işin beyin takımının İngiltere olduğunu, planlayıcısının İngiltere olduğunu herhalde özet olarak söylemek gerekiyor. Hiç o kadar kolay söyleyemeyiz.

Birinci Cihan Harbi kimsenin planı değil, kimsenin de tek elinde değil. Birinci Cihan Harbi müthiş yenilgilerin savaşıdır başlangıcı itibariyle. Hiç ne İngiliz politikacısı bir şeyi planladığını söyleyebilir, ne Alman genel kurmayı bir şeyi planladığını söyleyebilir. Almanya maskara olmuştur ve daha da beter olacaktı. Yani o Hindenburg kamal edilen müthiş, Tannenberg bataklıkları zaferi var ya Rus ordusunu küt diye bitirdiler, o kayıp da edilebilirdi. Yani ordunun iki kanatı arasındaki iletişim kopukluğunu General François, von François da gördü, geçti o siperlerden, yani iki kanattan o şekilde derlenip toplandı. Böyle şeyler vardır. Tabii mesela Maham cephesine bütün o doğudan demir yol sistemi çok iyi, güzel Almanya’nın en mükemmeliydi Avrupa’nın, bugün de öyledir. Geçiyor böyle, geliyor ve takılıp kalıyor Marshall Zofren’in karşısında. Bitiyor iş Paris’e girecekken, zor girersin giremiyor. Onun için ikinci Cihan Harpide çıldırdı Almanlar. Biz Paris’e girdik diye, yani çünkü 1871’i tekrarlayamadılar bir daha o ana kadar. O kadar ki ikinci harpte bana bir Yahudi dostum anlattı. Yahu dedi kaçmışız dedi, herif Yahudi dedi, o da kaçmış, Şangaydayız dedi. Gördün mü neler yaptık diyor Almanya, yani zvanadan çıkartan olaylar bunlar. İnsanların şeyini, yapısını, bilmem Noel’de zaferle eve döneriz, daha çok beklersin sen yani. Perişanlık müthiş yeni bir girer şeydir. Mesela Rusya boğazlara hiçbir zaman giremez. Girer, işte o kadar girer. Kim gelir sana onu tamamıyla? Tabi aynı şekilde bizde var şimdi böyle sefil yorumlar. Efendim biz oradan niye savunmuşuz ki? Girmiş İngilizler zaten. İngiliz’in oraya 1918’de girişiyle, o donanmanın 1915’te girişi aynı şey mi? Yani 15’te girse bir daha zor çıkardı oradan o. Hiçbir zaman da o zaman zannetmiyorum ki bizim Paşa geldikleri gibi giderleri. Gayet rahat söylesin çünkü boş laf etmez. Ama 18’de etti çünkü gideceklerini hissetti akıllı davranırsan bilirsin. Neler yapıyordu Kemal Paşa? Kemal Paşa iyi bir asker. Geride kalsa da vız geliyor aynı şeyi yapıyor. Zaten iki tane grup var. Enver’in kendisi ve bir de Mustafa Kemal’in grupu var. Yani onun başında olduğu bir grup değil öyle bir askerler var. Bunlar bu savaşa girilmesin, Almanya’ya da girilmesin, işte geç girilsin falan gibi. Bugünkü realitenin karşısında laflar ediyorlar. Şimdi gene başladı o. Biz buna girmemiz kaçınılmazdı. Evet ama ne zaman gireceğine baktık en azından. Çok şeyler vardı 1. Cihan Harbi için böyle. Bu 1. Cihan Harbi’ne girişin bir şeysi olmuştur. Bir kere Türkiye, Türk milleti bütün şarkıda vatan savunması ve millet mefhumunun ne olduğunu tecrübeyle öğrendi. Bu insanları altüst etti, bize büyük insan kaybına sebep oldu. Münevverlerimizi harcadık ama sonunda bir vatan ortaya çıktı. Ve çok az ülkeden biridir Türkiye’de bu savunmayı, bu abideleştiren mezarlıklara şehitlikleri sahip. Yani Fransa’nın Verdun’u, Marne’ı, Efendime söyleyeyim, işte Rusya’nın Smolensk’ı, Beyaz Rusya’sı, 2. Artesi, Sivas Toplu falan, Almanya’nın yok böyle bir şeyi mesela. Ve bütün şark dünyasında da yok. Bu çok önemli bir şey değil mi Çanakkale. Ve tabii bir Kutulamara var. Yeniden keşfettik adeta ne kadar ayıp bizden evvel değerli toplu etleri Fransızlar verdiler. Çok önemli bu Britanya’nın tarihi için. Ve ondan sonra İran’daki zaferimiz var, harp içinde. Ve nihayet Bakü’ye giriş var. Bakü’ye giren ordu gönüllü ordu güya.

Öyle şey yapıldı, düzenlendi. Ve burada biz kimlerle kavga ettik biliyor musunuz? İngilizler gayet böyle ihtiyatta, sözüm oradalar. Rusya dağılmış, biz Almanlarla kavga ettik oradan. Asıl savaşlarımız kendi silahtı arkadaşlarımız güya ya. Onun için tabii bu bütün bir dünyayı ayaklandırdı. Ben hep söylüyorum, Şevket Süreyya, Aydemir’in suyu arayan adamını lütfen okusun bir kere bütün millet. O bir edebi dehadır. Çok başka türlü bakmaktadır. Orada bir şey ortaya çıkmaktadır ki, bugün bile bazı problemlerin insanların nasıl yanlış bildiğini ve yanlış mütalaa ettiğini göstermektedir. Türk milliyetçiliği budur. Bunun üzerindedir. Yani Osmanlı İmparatorluğu gibi uzun ömürlü bir devletin, altı ası geçen devletin ömrünün son 20 yılındaki savaşlar orada artık bazı şeyleri şekillendirmiştir. Bu çok geçti değildir. Bütün dünya böyledir. Bütün dünya böyledir. Yani Birinci Cihan Harbi, Cihan tarihinde insanların yaşayışında, dünyaya bakışında büyük değişiklikler yarattı sırf bizde değil her yerde. Biz de o trene uyduk yani ve yeni bir Türkiye ortaya çıkardık. Bu yeni Türkiye tabii haklı olarak eski tarihini merak eder oldu. Yani Ahmet Vefik Paşa gibi bir filoloji dehası, kaç lisanı adam ne kadar iyi biliyor Yunancadan başla, Fransızcası, Farsçası, bilmem Arapçası falan. Niye bazı konularla hiç el atmıyor? Çünkü daha o şuurda değil. O şuur ne zaman geliyor? Bundan sonra ortaya çıkıyor. Şimdi bu ortaya çıkışta bütün mühim mesele şu, Türkler aceleci davranıyoruz. Yani bir anda 2000 yıllık 2500 yıllık tarihi tespit edip bağlamanız mümkün değil. Atilla Türk dedik. Ben dedim ki ne dedik? Bunu lütfen iyi araştırın. Yani araştırmadan bazı şeyleri çok açık şekilde söyleyemezsiniz ama belli bir şey oldu. Yani Germen olmadı, Slav olmadı, Çinli olmadı, İranlı olmadı. Çok açık. Tabii ki yakın Türkliğe yani en kuvvetli hipotez bu. Fakat bunu tespit etmeniz lazım. Filolojik yöntemlerle, arkeolojik yöntemlerle. Bunu yapmadık. Bu çok önemli bir noksan. Aynı şeyi mesela bütün bu şey için de söylemek lazım. O 12. asırda, 15. asır arasında. Ve baktığın zaman görüyorsun ki İran’ı Türkler idare ediyorlar o asırlarda. Safaviler, Akkoyunlular en sonunda kaçarlar. Bu son Şahin Ailesi’ne gelene kadar hepsi Türk hanedanları bunlar.

Türkçe çok konuşulan bir dil ve ordunun dilidir her zaman. Yani subaylar oturup akşam Farsça sihir okuyorlar ama gündüz hepsi Türkçe komutlar falan. Bir komuta zinciri Türkçe üzerine kurulmuştur. Türkçe üzerine kuruluyor ve İran Türkliği ordudaydı her zaman. Yani şahs zamanında da öyleydi. Bizim tesadüfen tanıdığımız komutanlar oldu mesela. Ben çocukken albay, yarbay diye tanıdığımız bir general oldu sonunda. Türkten vazgeçilmiyor, Türkten ordularda bu çok önemli. Rusya çağrılığında da vazgeçilmedi, Sovyetler devrinde de vazgeçilmedi. Çok açık bir şey bu çünkü bunlar asker. Sık sık arşivde kayıt dururduk. Müslüman generallerden falan bilir Rus ordusundan hacca gidecek kolaylık ve izin. Çünkü Rus pasportuyla doğrudan giremeyeceği için Müslümanlığına tabi bir irade veriliyor kendisine. Böyle şeyler var. Diplomat yoktu Rusya’nın Müslüman. Valisi de yoktu. Bizde olduğu gibi yoktu yani bizde vardı Hıristiyan. O yoktu ama generalleri vardı her zaman. Peki hocam. Çok önemli. Ve tabi bu Türk konusunda mesela Atilla değil sırf Timur’un konumu. Timur Türk ama ne? Altın ordu ne? Şimdi ilk defa Kazan Tataristan’ı fark etti ki bu Tatar lafının üzerinde oynayalım. Biz Bulgar Türk’yiz dedi. Yani o çevrenin şeyine kıpçaklığa oluşuyor. Bu bir şey tarihçiliğin getirdiği bir şuur orada çok önemli bir şey bu. Peki Türk kimdir? Nedir kökeni? Türk valla köken itibariyle Türk Türk’tür çok totolojik bir cevap. Ama çok da açık ve iyice yapasın. Hayır yani şimdi büyük bir Finno-Ugric Ural-Altaik diller şemasının içindeyiz. Şimdi Avrupa’dan değiliz. Bunun bir ucunda Macarlarla Finliler var. Öbür ucunda Mantular, Mogollar, Koreliler var. Ama biz ortasındayız ve çok geniş bir coğrafyadayız. Bunun içinde bugün 3 tane ana grup vardır. Oğuzlar, İran’ı, Kafkas’ın bir kısmını, Balkanları, Kuzey Suriye, Irak’ı ve Anadolu’yu kapsar. Bir de Kıpçak grubu vardır. İşte bildiğin gibi Volga’nın üstünü, Kırım’ın yarısını, öbür yarısı Oğuz’dur o küçük kıtanın. Ve işte Üzbekistan’ı, Uygurları falan kapsar. Bir de Sibir vardır. Toplasan bir milyon eder onu konuşanlar bugün o lehçeleri. Yani fazla da değildir. Onu size söylerim. İşte Yakut, Altaylar, Çorlar falan böyle değil mi? Şeyler var, kabileler. Bunların içinde dinler var. Budizm var, Şamanizm var. Hala yaşıyor. Tabii ki Hristiyanlık var. Yani Gagauz’ları o Hristiyanlıktan kimse vazgeçirmez. Seyir Ebu’l-Laiklik aslında ona çok sarılıyorlar. Dört elle ortodoks’turlar. Yahudilik var. Yahudiliğin Karay şubesi var. Kaç bin adam olduğu hiç mühim değil. Yahudiliğin ortodoks kısmı var. Karay köy ismi. Karay. Ortodoks kısmı da var. Kırımçaklar. Onlar mesela İncil’leri kendi dillerindedir. Yani İncil demeyeyim, Tevratları. Ve çok enteresan İzak Bencivi bunlardan birine mensuptu. Yani öyle iddia ediliyor. Zaten o enstitüde onun adınadır. Yani oradaki Metinler Kudüs’te. Ne kadar adamın mensup olduğunu bilmiyorum ama geniş koleksiyon topladı. Çok açık bir şey. Şimdi bu durumda Türk milletinin yaşadığı geniş coğrafyada muhtelif dinlere mensup olduğu da açık. Ama Türkçe konuşmuştur her zaman. Ve bu Türkçenin lehçeleri birbirine yakındır. Bu kadar açık bu. Bunun üzerinde böyle kapatmamız lazım bunu. Göktürk. 8. asır diyorduk biz okurken hiç öyle değil. Gitti 2-3-5 asır daha geri. En azından Klikyalı Zamarhus Bumin Khan’a gittiği zaman Göktürklere Yuslinyan devri vardı orada. O dil, o yazı mutlaka vardı. Biraz araştırmalar ilerleyince çıkacak ortaya çünkü araştırma henüz iyi yapılmıyor. Ondan sonra tabi ki Selçukiler Türktü, Gazneliler Türktü, ordularında Türkçe konuşulurdu. Ama kançılar ya da Farsça kullandılar. Ve padişahların Farsça bilmeyenlerine bunların en başında Gazneli Mahmut gelir. Melik Tazi Gugent derler. Barbarca konuşan Melik yani anlamıyorlar dilini. Ve o da iyi Farsça bilmiyor. Hatta Feridun Sin’in takdim ettiği Şehnameyi iyi anlamadığı için az para verdiği falan gibi bir efsane gider. Şimdi bunlar önemli şeyler ama bunlar Türklerdir.

Ama şunu her zaman için söylüyorum. Böyle efendim işte idraksız Türk demiş. İşte efendim al Türkü vur turpa gene yazık oturpa demiş. İşte meşhur yazar şey şairi var, sihir vardır. Ukde Türk’e velev kane ebake öldür Türkü babanda olsa diye. Türk’e vermemiştu daha bilmem irfanı falan diye. Bütün bunlar hiçbir şey ifade etmez. Bunlar Türk ırkını da değildir. Dağda isyan eden Türkmen göçebeyi problem çıkaran köylüyü belki böyle. Yermek için gayet rahatça edepsizce yapılan şeyler. Bugün bizde bütün herkes bu lafları söyleyince bir şey olmuyor da yazın adam onu şiire dökünce kıyamet koparır. Halbuki bu imparatorluk Türk. Bunun bütün yazıtları, bütün bakançılar yazısı, bütün evrakı Türkçe. Ve neticede o hale gelmiş ki bu imparatorluk yaşadığı olaylar dolayısıyla bugünkü Türkiye’yi yaratmış. Bugünkü Türklüğün ideolojisini yaratmış. Efendim bizi Araplar zorla Müslüman yapmış. Hayır değil. Seve seve hemen Müslüman olmuşuz o da değil. Bizim kadar bu işe girişi çok uzun zaman alan adam yoktur. Ama böyle bir kanaat batıda vardır. Mesela okul ansiklopedilerinde hatalar vardır. 652’de Müslüman Türkler İran’ı fethedip Müslümanlaştırmış diye yazıyor herif. 652’de ne arar Türklerin arasında Müslüman? Yani Harvard’da doktorant sayısı kadar bir şey aranan gibi bir şey bunun için bugün. Olmayacak şeyler bunlar çok yanlış görüşler. Bu yanlış görüşlerle arada arada 700 seneyi çıkartıyorsun. Yani Osmanlılığın Türklük ile alakası yok. Bunlar hep ecnebi kadın alıyorlar Allah Allah. Arabça, Farsça ben size söyleyeyim. Osmanlı ulemasının Farsça bilgisi zaten Allah vermesin. Arapça bilgisi de o kadar parlak değil. Ya ister istemez böyle konuşuyor. Osmanlı ulemasının Arapça ile teması Farsça üzerinden gerçekleşiyor. Farsça üzerindendir fakat aynı zamanda da yani herkes çok iyi Arapça bilmez. Yani herkes Cevdet Paşa değil, herkes Ebu Suud Efendi değil. Herkes Efendime söyleyeyim Kilisli Rıfat falan gibi değil. O bölgede Arapça iyi bilinir çünkü mütercim hasım falan. Ama herkes değil çok insan Arapçayı falan kıvramaz. Hele mesela Farsça’ya düşmanlık var. Cevdet Paşa medresede yetişiyor. Farsça’ya adeta yarı kaçak öğrenmek zorunda kalıyor. Yani gizli bir ders gibi onun için o. Bunlar önemli fakat sonunda tabi eğiliyorlar. Ve her şeye rağmen şunu söyleyeyim tabi. En büyük hafız tefsirleri çok zor bir şeydir şerhleri. Bize aittir. Biz Türklere ve bizim Türkleştirdiğimiz Bosna medeniyetine vesaire ait. En büyük şey Suudi Bosnavi memnuniyetle gördüm. Adamın hafız tefsiri Farsça’ya çevrildi şimdi. Çünkü bu kadar iyisi bulunmaz. Suudi Bosnavinin hikayesini bir anlatmak gerekiyor. Türk dediğimiz kavramın aslında ne anlama geldiğini çok iyi anlatan örneklerden bir tanesi bana kalıyor. Bosna fethedildikten yaklaşık bir yüzyıl sonra mı çıkıyor? Hayır o kadar bile değil. Çok yakın. Çok yakın. Yani 60’lardaysa 50 senenin falan şeyi. 50 sene içerisinde Osmanlı’nın fethettiği bir yerde hem o dile hem o kültüre vakıf. O dili en iyi kullanan ve hafız gibi Farsça’nın en önemli şerhlerinden bir tanesine. Zor, çetin, ceviz adamını. Çok zor çünkü yani hafızı anlamak için öyle sırf İslam, sırf Arapça falan değil. Mesopotamya’ya kadar git Allah git. Bizde bunun bir örneği var bu tarz çalışan biri. Gönül Hanım çıktı da o şeye bir programlara burada. Divan edebiyatı tefsiri yaparken gördüm mesela nasıl eski Mesopotamya mitolojisini biliyor. Onu ona şey yapıyor, bağlıyorsa mecbur çünkü anlayamaz terimleri ve benzetmeleri. Aksi takdirde ama belki bu örnek takip edilmiyor. Evet. Şurası çok önemli. 6 yıllık Osmanlılık, efendime söyleyeyim bir dışişleri bakanımız bu kavramın etrafında hayal görüp saçmaladı diye gözden atılacak bir devir değil. Çok önemli bir şey. Osmanlı coğrafyasının Balkanlaşmasına ardından Ortadoğulaşmasına sebep odur. Çünkü Ortadoğu’ya Türkler hiçbir zaman Osmanlı devrinde kadar nüfuz edemediler. Irak tamam. Suriye’nin çok küçük bir kısmı tamam ama daha güneyine gidemediler. Mısır’a ve Kuzey Afrika’ya Osmanlı’dır giden. Siz bunu ne kadar geniş bir dünya açtığını bize biliyor musunuz? Eğer talih yardım etse bir de Endülüs’e girip de orayı bir müddet elde tutsaydık daha neler elde edecektik. İtalya’nın dibine geldik yani. Fatih Sultan Mehmet orada, Otranto’da bir sene kaldı çünkü öldü. Ömrü vefa etmedi. Geydikpaşa döndü. O orada kalsa neler olurdu.

Geydikpaşa’nın Fatih’in ölmesinden daha birkaç ay önce bölgedeki civardaki kalelere haber gönderip sefer hazırlığına başladı. Hayır yapıyor tabi. Şeyleri aldı. İonyadalarından aldı birkaçını biliyorsunuz. Girdi falan. Şimdi bunlar fevkalade önemli şeyler. Yani bu dünyayla batıyı batıyla Türkiye’yi bağlamak. Bu fevkalade önemli. Bunu bir yayın haline getirmek. Bu bizim için önemli. Şimdi bu bir tarih şorudur. Bakın siz benimle beraberdiniz. Biz Şiraz’da Persepolis’te harabeleri geziyoruz değil mi? Ahaman işlerleri. Orada ne gördük? Eserleri sormuyorum. Ağacın altına oturmuş zavallı öğretmenler İran’ın en fakir bölgesinden gezmiş yorulmuşlar. İçecek su bile yok. Şeylerini yorgunluklarını şarkı söyleyerek. Efendime söyleyeyim. Şeyhnameyi okuyarak gittik kendileriyle, sohbete dahil olduk. Ne kadar derin bir bilgi ne şuur. Yani aradan geçmiş 2000 sene adamlar onunla yani bu artık şakası yok ki. İran’ın en alt tabakasının okumuşu bunlar. Ne kadar bağ kuruyor ve o çocuklarını nasıl sevk etmez o heyecanlı herifler oraya. Bu böyle bir kültürün olmadığı Türkiye’de bazı şeyleri anlatmak çok zor. Her şey yüzeyden düşünüyor. Yüzeyden düşünmeyin adam orada konuşuyor. Diliyle konuşuyor şeyhnamesini. Ve size söyleyeyim o şeyhnameyi okuyan çobanlar da var dağda okuma yazma bilmediği halde ezberle. Bu bir şuurdur ben buna millet derim. O milletler size bir felaket yasarsa yasasın. Zengin olsun fakir olsun hiç fark etmez o millettir bu kadar açık. Peki şimdi hocam kitabınıza dönelim. Kitabınızda Türklerin altın çağı başlığı altında önce Timur’dan başlamışsınız. Evet çünkü bence Timur’un yarattığı bir şey var. Orada renesansı orta asyanın bizimkinden öndedir. Yani bizde renesansı tam temsil eden adam Fatih’tir. Ve orada hususi bir eğitimi vardır. Osmanlı şehzadeleri çok şey bilirler. Mesela Bayezid’te Çağataycan uzmanıdır. Öyle bir uzman bugün yok. Uygur metinlerini falan okuyacak hala. Çok kaliteli biri yani topkapıda var şeyleri, kitapları, okudukları. Fatih eski Yunanca bilir çok şeydir. Şimdi efendim bunlar büyük marsal valla. İran’da da var marsal, Memlüklar’da da var. Bunların üstünlüğü nerede? Bunlar zamanı ve zeminin silahlarını kullanıyorlar. Timur hiç yenilmeden yayıldı ama şayet o Fatih Sultan Mehmet aslına toslayan biri olsa yenilecekti. Çünkü o devirden itibaren Türkler renesans tekniklerini askerlikte tatbik eden adamlar. Bunlar ateşli silah marsalları bu Fatih, Hanuni, Yavuz falan. Bu çok önemli ve Fatih hakikaten bizdeki en büyük hükümlerdir. Bizim tarihimizde hakikaten iki dünyanın da efendisidir. İki dünyayı da bilir, doğu ve batı. Çok önemli bir figürdür. O’nun çöküşü başka bir şey. Ama aynı asırda bilim bakımından Timur’un medreseleri önemlidir. Ve takipçilerinin. Bu önemli. Mesela Babür söyledim. Mesela onların çocukları var. O da tam bir serseridir böyle gençliği, savaşlı. Ekber yani çok enteresan bir hükümdür. Okuma yazma bilmiyor ama her şeyi biliyor. Ama bu çok ilginç bir gelenek hocam. Her şeyi biliyor. Celaleddin Ekber de yani diğer Türk ve İslam dünyasının hükümdarları gibi bilim adamlarıyla sohbet medyası değil mi? Sohbetle ilgileniyor ama mesela sözlü olarak her şeyi öğrenmiş. Yani tonlarla beyti ezbere biliyor. Sohbetle almış. Şimdi bak bir şey söyleyeyim mi aslında okuma yazma bir ayrı ihtisas işidir. Yani eski çağlarda ve orta çağda herkesin onu o kadar iyi bilmesi mümkün değil. Yani bir ayrı ihtisas işiydi. Öğrenmenin tek yolu değil. Oral olarak kültürü öğrenmek mümkün. Sihirleri, söylemleri falan kapsamak mümkün. Yani ne yazdığını mesela kutsal kitaplarda mümkün. O bir saklama yöntemi. O sonra değişiyor artık bugünün dünyasında yazı dili ezbere müsait değil. Yazı dili yazı dili. Çok önemli bir şey. Peki Timur nasıl birisi? Gençliği inanılmaz maceralarla dolu. Ama orada öyle zaten. Orta Asya’da millet birbirini yer. O da onun içinde. Sonradan birleştiriyor Marshall işte. Hakikaten Atatürk’ün en büyük Marshall dediği adam o doğru. Doğru fakat o adamda bir şeyler noksan. Nedir o noksan olan? Yani o işte Türk’lük yok onda. Yok yani var, şuurunda yok. Türk fakat ona değil. Bu böyle enteresan bir yapı.

Mesela Gencevi Nizami Türk’üm diyor doğru ama Türkçe hiçbir şey yok. Türk şairi değil o zaman. Doğru yani bunları iyi tespit etmek lazım. Şimdi Selçukliler Türk değil mi? Evet Türk. Çok Türkem’de. Fakat Türk dili için o kadar yaptıkları bir şey yok. Alışkanlık İran bürokrasisinin alışkanlıklarını devam ettirip götürüyorlar. İran bürokrasisi Türk’lüğün düşmanı mı? Hayır, aşağı yani hiç öyle bir şey yok. Ispahan’ı biz ıslah ettik. Sırf Seyzafeviler devrinde değil, Selçuklular devrinde de bu böyle gitti. Yani bunun üzerinde ısrarla duruyorum. Bakınız o Ansuva dedikleri Fransızların bizatihi bir Türklük vardır. Bir de Pursua dedikleri onun şuurunda olmak söz konusudur. Şuurundaki Türklük bizim umumi tarihimizde Osmanlılıkla zirveye ulaşmıştır. Ha ta Orta Asya’nın şartlarına gidebilirsiniz yani Göktürkleri o doğrudur. Ama o devir üzerindeki bilgilerimiz tabii bugünkü kadar çok değil. Ama o devir üzerindeki bilgilerimiz tabii bugünkü kadar çok değil. Mutlaka bizim için çok önemli bütün askeri yapımız, örgütlenmemiz. Ama onu daha bilmemiz lazım. İlkçe şey yapacağız, gördüğüm kadarıyla Gerasimov’un Timuruna bakıyorsun. Evet az önce ekrana verdik. Bütün figürleri birbirine benzer. Şimdi bu Timur Han, birisi gösterse Künez Yaroslav’ı, Kiev Künezini o da buna benzer. Çünkü çok büyük bir adam yani anatomi için. Bunun hikayesini de bir anlatalım mı? Nasıl böyle bir heykel ortaya çıkıyor? Şey yaptığı için Kiev’deki araştırmaları dolayısıyla Yaroslav’ı çıkardı ya Vladimir’i falan. Çizdi, portrelerini yapabildi heykelleri. Yani kemikleri kafatası üzerinden yeniden inşa ile. Bugün tabii daha iyi yapılabilirdi bu. Tabii yani. Çünkü bugün teknoloji ve bilgi daha fazla. Anlatın yani. İşte biliyorsunuz bunlar Stalin devrinin alimleri. Bu gibi şeyleri çok övünüyorlar yani bu tip bir restorasyon, konstruksiyon vesaireyle. Abartmaların da yaşandığı bir devir. Mesela bir Grekov vardı Kiev Rusyası dönemini anlatan. Abartmalardır. Yani Kiev Rusyası’da bilmem kaç çeşit sanatlar varmış. Sopa yemedi ya da saymayı bilmiyor. O kadar kolay bir iş değil o. Onun üzerine tabii gelince bu Mogol şey yigası, boyunduru, efendime söyleyeyim mahvolduk, gittik. Bu o kadar kolay bir iş değil izah etmek bunların. Yani değil. Şimdi bir yerde şunu unutmayalım. Gelen sizden de çok şey almıştır. Siz de ondan çok şey almışsınızdır. Onlara bakmak tabii daha zor, daha büyük analiz gerektiriyor. Bütün mesele o. Şimdi Timur’un ailesi Barlaslardan. Evet, Türk’tür tabii. Türk, onu biliyoruz. Çok yeni biçimde biliyoruz. Annesi üzerinden Cengiz Han’la akrabalık kurmaya çalıştığını biliyoruz. Evet, bu ne kadar doğru değil ama karısı öyle. Mogolca biliyordu bu hanedan üyeleri. Yani böyle bir garip şey Türklerde oluyor bu. Mesela Mısır Hidiv ailesinde Arapça biliyor, Türkçe biliyor.

Türkçeyi muhafaza ediyorlar. Fransızca ve İngilizce biliyorlar. Tamam, zarf bu eksik sayılıyor. İyi bir hanedan üyesinin Farsça da bilmesi gerekiyor. Ve Almanca da bilmesi gerekiyor. Farsça ne işine yarar 1920’lerde, 30’larda bir Mısırlı hükümdarın yahut yüksek şahsiyetin. Bu tamamen bir kültürel yönelim. Şarkta var bu. Sen düşünebiliyor musun mesela Aramilerin yaşadığı, hükmettiği, Kuzey Suriye’de yahut bizim Mezopotamya, Türkiye Mezopotamya’sında, nedir o Züğürtağ filminin çevrildiği Arabder köyü, Sultantepe’dir o. Oradaki kazılarda şümerce şeyler çıktı. Nuh efsanesi, yok Kılgammış falan. Okuyor herifler. Adamlar Aramca konuşuyor yani. Aramca konuşuyor, Süryakca konuşuyor. Şey böyle yani çok enteresan bir yönelim vardır. Onun için biliyor. Yoksa ne Timur’un ordusunda, hele Babür’de öyle büyük bir Mogol sayısı var. Fakat galiba kendi iddiaları dolayısıyla, bu Cengiz Han’a bağlanma, kan bağı kurma iddiası dolayısıyla, Hint’in şeyleri de bunlara Mogol demişler. Öyle oldu anlaşılıyor. Türklerde zaten imparatorluk, yöneticilik, hanlık, kutu iki yerden geliyor. Ya Oğuz Kağan’dan gelecek ya da Cengiz Han’dan gelecek. Oğuz tamamen efsane bir karakter. Cengiz yaşıyor. O yüzden o dönem Cengiz’e at verilmesi daha anlaşılır, daha farklı yani anlaşılır bir durum. Peki Timur’un yani önceki Moğollara karşı başkaldırı, ayaklanma, gizlenme, saklanma, üç kez başarısız olma… Onlar hep oluyor küçük savaşlar. Onları geçiyorum. İlk büyük savaşı emirliğini ilan ettiği savaş, Belh Savaşı galiba değil mi? Evet bugün Afganistan’da. Onun görüntüsü de var. Zafername’den zannediyorum. Bu arada Timurlu Devleti’nin uzanmış olduğu geniş alanı görebiliyoruz. Buradaki Afganistan işte görüyorsunuz orada Belh. Mevlana’nın da doğduğu şehirdir Mevlana Hazretleri’nin. Yani ne diyorum? 2 numaralı grafikimiz, fotoğrafımızı görebilirsek arkadaşlar daha net biçimde o durumun ne oldu? İşte burası o Belh Savaşı’na ilişkin olarak gerçekleşen, daha doğrusu yapılmış olan minyatür. Peki burada bunu savaşta muzaffer olarak çıkıyor. Artık Emir Timur olarak bölgedeki diğer koalisyonlar kabilelerde kabul ediyorlar. Ondan sonra ilk seferini nereye yapıyor? İlk seferini doğrudan Suriye’ye doğru yapıyor. Ve muvaffak oluyor. Şam’a ele geçiriyor. İbn-i Haldun’la orada konuşuyor. İbn-i Haldun’un Türk tarihi bilgisine hayran oluyor.

Aynı şekilde İbn-i Haldun’un da Timur’un tarih bilgisine hayran olduğu söylüyor. Orası gerçek herif. Müthiş biliyor. Belki iltifat etti ama İbn-i Haldun’un Türk tarihi bilgisine hayran oluyor. Nereden aldı bunu? Kaynak araştırmak lazım. Mesela Yahudi tarihini de çok iyi biliyor. Nereden aldı? Yemen’deki bir Yosipon çevirisini kullandı. Arapça. Yosipon Flavius Yosefus’un yazdığı Savaşları falan. Makabiler falan. Onu okumuş. Yani hahamlar bilmiyor o zaman onu o kadar. İlgilenmiş ama Türk tarihi bilgisi müthiş. Coğrafyayı biliyor. Mutlaka İbn-i Batuta okudu adam. Yani okumaması mümkün değil. Zaten rastlaşmaları bu asrın başıdır. 15. asrın başıdır. 1402 Cenginden sonra bir katkısı Türkiye’ye İzmir’i almasın. İzmir’i dışarıda. 7 asır boyunca alınamayan İzmir. Osmanlı’nın 7 yıl uğraşıp alamadığı İzmir diye. İzmir’i aldı. Sonra döndü bu sefer Çin’e gidiyor. Bak tutarsızlık orada. Yani gözü Batı’da değil adamın. Gözü gene doğu. Çin’e girdiğin an gayya kuyusu. Erir gidersin Kubilay gibi. Tam net olmamakla birlikte Türk tarihine baktığımızda. Bir Mete Han’dan bahsedilir Çin’e sefer yaptığı. Ama efsanelerle örüldür. Bu da efsane, lejenderdir. Evet efsanelerle örüldür. Ama bir bildiğimiz Cengiz Han’dır. Diğeri de. Cengiz Han zaten bu taraftan geliyor. Fakat bu zaten Batı Asya’da. Yani bir yerde. Orta Asya’nın batısında. Ne diye gözü böyle Rusya’da Avrupa’da. Venedik Cenova’nın pırıl pırıl estiği. İtalya’da. Veya zengin Mısır’da değil de. Efendime söyleyeyim. Gidip Çin’le uğraşıyor. Bu işte bir tutarsızlıktır yani. Peki Hindistan seferi. Hindistan seferi. O herhalde Suriye’den sonra. İkinci seferi. Evet ama Hindistan’a girmek istiyor. Gazneli Mahmut da girdi. Çünkü çok zengin bir kıta. Çok çok besleyicidir. Ve bir de görürsek arkadaşlar. Timur’un takip ettiği yolu gösteriyor. Hindistan seferi sırasında. Çok ciddi bir seferden bahsediyoruz. Önemli bir işte Mareşalliğini gösterdiği yerlerden bir tanesi. Korkunç doğa şartları sıcaklık altında. Nasreddin ile. Delhi Sultanı ile savaşı var. Orada da yine muzaffer olarak çıkıyor. Ve oradan da artık gözünü. Yavaş yavaş çevirmeye başlıyor. Anadolu’ya çevirmeye başlıyor. Önce Gürcistan seferi var. Oradan sonra da. Önce Erzincan. Sonra Anadolu içerisinde. Yıldırım, Bayezid ile kovalamacası başlıyor. Çok ilginç bir hikayesi var aslında Ankara Savaşı’nın. Dinleyelim mi sizden hocam? Tabi. Yani Ankara Savaşı. Ben Timur’un İran’dan sonraki İran’a girdi. Anadolu’ya kadar pek uzanmak niyetinde mi onu bilmiyorum. Fakat buradaki beyliklere el atmak istiyor. Ve bunu yaptığı ölçüde tabi Bayezid ile savaşa düşüyor.

Gerilime düşüyor. Ve sonunda bu gerilim dolayısıyla savaşta yapıldı. Ve kazandı. Çünkü Osmanlı ordusu henüz klasik ordudur. Yani büyük silahların, ateşli silahların kullanıldığı bir devir değil. Yani siz biliyorsunuz 14’ün sonu 15’in başları. Ve yıkamadı Osmanlı’yı. Yıkamadı bak çok enteresan. Niye? Çünkü batı bizim elimizde. Yani Balkanlarda fetret devri yok. Balkanlardan imparatorluk tekrar kuruldu ve yürüdü. Zaten o döneme itibariyle baktığımızda yani Fatih’e kadar olan döneme itibariyle baktığımızda Osmanlı ağırlıklı olarak bir Avrupa Devleti. Avrupa Devleti yani Hristiyan tabanının çoğunluk olduğu yer. O mesela kitabın isminden şey yapayım. Altın çağı, aşağı yukarı Türklerin altın çağı denen bu benim naşırımızın şeyidir. Yani kronik yayınlarının, genel yayın yönetmenin bulduğu bir başlıktır. Ben bu tip başlık kullanmıyorum yani altın çağı. Mesela İspanya’nın sağlıkken ve sonra ikinci Filip’i içeren dönemine de ki bu aşağı yukarı 70 sene kadar sürer, altın çağı denmemiş. Yani İspanyollar kendileri demiyorlar buna. Bu Banasaran’ın çok enteresan bir kitabı çıktı böyle. Eee, Large Door Despain diye burada yani söylüyor bunu. Yani şeyde bile yok diyor bu resmi İspanyol literatüründe, felsefesinde, enstiklopedyalarında bile yok diyor. Niye bunu dendi? Sebep bulamıyor. Yani çocuk ölümlerinin en arttığı dönem, fakirin en arttığı dönem. Sanatlar gitmiş. Atmışlar Isabella, Seyfi Erdinat, Yahudi de atmış, Arapları da atmış. Ne tarımda doğru üretim var ne şehirde. Bankerler gitmiş. Amerika’dan gelen altınların, gümüşlerin karşılığı yok. Onun için enflasyon patlıyor. Dünya tarihinde ilk büyük enflasyon. Bu niye diyor yani, bunu soruyor adam. Bazı şeyleri var tabii İspanya’nın, diplomasisi şusu busu. Biz niye altın çağı giriyoruz? Bazı şartlar dahil. Mesela üretimimiz var. Hindistan’ın arkasından kumaş değil mi? Hindistan’ın arkasından bir takım uzun mesafe ticaretini kontrol edebilme. Yani Yavuz onun için mı sıraldı? Ne bilsin güneyden dolaşılacağını. Bir gülgene koyalım hocam müsaadenizle. Gene bir reklam arası var. O reklam arası uzunca bir ara olacak. Ders gibi geçiyor. Teneffüs diyelim o zaman. Bir soluklanma arası olsun devam edeceğiz efendim. Profesör İdilber Ortağıyla yeni kitabını konuşuyoruz. Türklerin altın çağını konuşuyoruz. Niye Türklerin altın çağı dediğini az önce reklamlardan önce bize anlatmıştı. Bir bilim insanı olarak çok böyle başlıkları sevmediğini aslında temelde vurgulayarak da. Biz onu konuşuyorken aslında Timur ve Ankara Savaşı’nı konuşmak üzereydik efendim. Niye Aksak Timur deniyor? Bir de onu anlatalım istiyorsanız. Daha önceki mücadelelerinde demiştiniz. Yaşadığı bir takım yaralanmalar sonucunda. Tabi yani birisinde artık ölümden dönüyor ve bu tabi onun aksaklığına sebep oluyor.

Topaldır kendisi. Ve bundan çok alay edilir. Bayezid de kördür mesela. O ikisi karşılıklı onu şey yapmışlar. Bunlar muharip adamlar. Muharipler ve kendilerine göre bir incelikleri var. Timur çok Müslüman geçinir. Yani bu onun içki içmesine falan mugaer değil. Orta Asya’nın hükümdarları böyle. Kapalı bir hayatta kendilerine göre dağınıklıkları var. Fakat kavminin karşısında Müslümandırlar. Yani kurallara riayet ederler. İbadetlerini gösterirler, yaparlar. Bu önemli adettir. Bu bir ahlaksızlık değil. Bu bir doğrudan doğruya konsensus populi dediği halk ile bir nevi uyuşmadır bunun. Çok önemlidir bir monarkın hayatı ve istikbali için. Zıtlaşılmaz halkla. Çok önemli. Aynı zamanda tabi Sünni bir meşrep bir yapılanma üzerinde de tanımlıyor değil mi kendisini? Evet. Yani o en önemli fasıl. Sünni yapılaşmayı bilhassa Arap ülkelerini de çok gösterdi. Yani İbn-i Haldun’la falan. Şimdi mesela Mısır’a falan girse kim bilir ne yapardı. Mesela bizim Mescidi Cuma Ispahan’da bir bölüm ilave etmiştir ona. Bu çok önemli. Zaten Nizamülmülk’ün İspahan’ı ki o kendinden evvel Sünni’di. Nizamülmülk İranlı ama Sünni. Aynı dönem bir başka okulun olduğu Mısır ise. O da Fatımilerin. O artık o devirde kalmadı galiba ama Kibir’in devrinde kalmadı. Nizamülmülk döneminde kaldı. Fatımiler aslında Mısır Fatımi şiasının kurduğu üniversitedir Eser. Yani o zamanki şey oydu. Yetiştirir ve propagandist yollar, dailer. Hatta işte Hasan Sabah’ın da o çevreden geçtiği Mizarişilik’ten ama bu sonra değişti bugün. Yani şeyden beri Memluluklardan beri Mısır’ın Sünniliği, Şafii inanç veya Malikiydir orası. Saygı görür. Yani Maliki Kadi’ül Kudatı’ydı zaten İbn-i Haldun’da. Kuzey Afrika’da Hanefilik buradan gidenlere mahsus. Şimdi şu Yıldırım Bayezid ile Timur arasındaki münasebet niye Timur Osmanlı’ya sefer düzenleme ihtiyacı hissetti? Evet yani Osmanlı’ya karşı sefer çünkü teşvik ediyorlar buradaki Türkmen beyleri. Ve ondan dolayı yani çok kolay ele geçirecek bir kutay gibi geçti de. Ve bütün bunlara rağmen bir şey gördüğü zaman da dilinin çok amansız davrandı Sivas’ta olduğu gibi. Büyük bir katliam. Yani bu dönem Osmanlı historiografisinde bir isimle anılır. Onun için çok önemli bu. Bu dönemin geçişi. Yani Osmanlı bu dönemi lekeleyerek isim yapmışlar. Anmış. Onun da üzerinde durmak lazım. Şimdi şu 7 numaralı bizim görselimiz var. Onu bir verelim ekrana. O 7 numaralı görsel de Ankara Savaşı’ndan sonra Yıldırım Bayezid ile Timur’u aynı sahnede gösteren. Hocam siz de bir bakın istiyorsanız. Bir resim. Çelebov’un çizmiş olduğu resimlerden bir tanesi. İşte bu tabii Rusların böyle çok parlak bir orta Asya şeyi var. Mesela bu daima böyle dervişler falan filan değil mi? Onların yaptığı. Şimdi burada gördüğünüz gibi yaralı ve hasta adeta bir yerde mahkum geliyor. İşte o meşhur konuşma. Dünya benim gibi toparlan, senin gibi köre kaldı. Çünkü mektupları çok hakaret Hamid. Yani Bayezid Osmanlı kançılar yasının, devlet idaresinin yetiştirebildiği bir adam değil askerliği dışında. Bu önemli. Şimdi aralarındaki o mektuplaş mı? Size mesela vereyim şimdi Emir Sultan dediğimiz orada Emine Buhari Bursa’da. Yani tabii hürmet ediyor o kutsal kişiye karşı. Fakat şey var, bir nevi bir saygı yok yani. Kurallara uymamış. Mesela Sultan Abdülmecid 16,5 yaşında çocuk, 200-200 sene sonra. Kaz asker Cevdet Efendi, Ahmet Cevdet Paşa geldi diye yanında abdest tazir ediyor. 15 vakit namazına dikkat ediyor falan gibi. Bu çok önemli bir şey yani. O devirde bile bu aranı devam ediyor Osmanlı’da. Bayezid de yok bu. Bayezid daha böyle nobran bir asker kişilikli biri. Peki aralarındaki mektuplaşmalarda hakikaten çok ciddi hakaretler var. Evet. Ardından da yani ben gene onları biraz dedikodu olarak düşünüyorum. Tarihle alakası yok diyorum ama genel yerleşmiş bir kanı Yıldırım Bayezidi Timur’un esir aldıktan sonra çok feci aşağıladığı. Hatta işte imtina ediyorum söylemeye bile ama eşini işte çıplak oynattığı falan gibi bir takım iddialar var. Onların hepsi çok doğrulanmış şeyler değil. Yani o adilik o pek yapılacak bir şey değil. Onu daha ziyade göçebelerin çok kanlılarına ait bir şey. Mesela bütün steplerde bir adet vardı böyle. Düşmanının kafatasıyla şarap içmek. Hatta bunu çok enteresan Bayan Han yani Peçeneklerin başbuğu Yaroslav’ın kafatasından şarap içti. Kim bu? Yani bunun şeyse ama bu devirde artık böyle şey bu hükümler katında pek olacak şey değil. Peki Osmanlı’nın asıl devlet teşkilatı Rumeli’deydi. Anadolu’daydı Rumeli’deydi Rumeli’de devam etti.

Ve bir müddet sonra tekrar restore edildi. Çok çabuk restorasyon geldi. Fetret devrimiz kısa sürmüştür. Esasında o anlamda baktığımızda Şehzadeler arasındaki taht mücadelesi dışında o taht mücadelesinde ilk bölümü dışında çok uzun bir fetret döneminden bahsetmek pek mümkün değil herhalde. Çünkü o fetret dönemi aynı zamanda Osmanlı’nın yeniden yapılanmasının da anahtarı haline geliyor. Öyle değil mi? Yeni bir devlet mekanizması kurulmaya başlanıyor Ankara savaşı ile birlikte. Evet onun yani yeniden kurulması çok önemli. Bu gelişme dolayısıyla da işte biliyorsunuz 2. Murat’ı imparatorluğunun kurucusu derler. Fatih’e giriş. Ama dikkat edin 2. Murat ve Fatih devri vesikaları sırf ve kaynağımiler değil. Kançılar ya belgeleri de çok azdır. Çok azdır. Bunlar kısmen de neşredildi mesela 3 hoca Edebiyat Fakültesi’nden. Emecen, İpsiroğlu ve Şeyh galiba birde. Üçüncüsü bizim şeydir gelir aklıma şimdi. Bunlar mesela işte bir Kadeh Sicilini falan. Tahrir defteri değil 2. Murat devrine ait Tahrir defterini Arnavutluk’tur. Halil Hoca neşretti o Balkan tarihi için bir süper bir buluş yani. Arnavutluk tarihi için de ayrıca özelde inanılmaz milli kimliğin ortaya çıkmasına izin veriyor. Arnavutluk ve bütün Balkanlar gösteriyor noktaları. Çünkü öyle şeylerini yayınlamazlardı. Peki Fatih dönemine geldiğimizde yani o arayı biraz hızlı geçelim diye kitaptaki birkaç kısma atlıyorum. Fatih’i hakikaten Osmanlı döneminin en büyük Sultanı, en büyük Padişah olarak görüyorsunuz. Bir imparator olarak görüyorsunuz. Evet hem idari bakımdan hem imparatorluğu milletleriyle olan ilişkileri dahi. Mesela Ermeni ruhani reisi Katogikos’tur. Ervan’da oturur yani Ervan’ın yanında Eşmiyazim vardır yakın bir semtte orada. Bugün de öyledir. Bu İstanbul’da patriarka vücuda getiriyor. Bu çok önemli. Ve diyor ki Ermeni milletini siz idare edersiniz, sorumlu sizsiniz. Katogikos ruhani liderimizdir olabilir ama vergisini size verir diyor. Ben size sorarım bunu diyor. Bu bir şey tabii böyle bir odaklandırma bunu. Mesela Roma’ya karşı Ortodoks Kilisesi’ni kuvvetlendirerek yeniden iktis etme. Bütün büyük kavga oydu Bizans’ın son zamanında. Böyle şeyler var. ve protokol bakımdan patriyeye büyük saygı gösterilmesi. Bizans’ta bile nasip olmayacak bir yetki var. Bu böyle bir devirdir. Peki Fatih’in aldığı İstanbul ne durumdaydı? Yani o iki buçuk gündür, üç gündür de… Vallahi 1204 faciasını geçirmiş. Hangi faciayı? 1204. 4. Hatt-ı Şef. Tabii onu çok… Aslında o Haçlı Seferi doğrudan İstanbul’a yapılmış bir Haçlı Seferi gibi bir bakım. Evet maalesef şaptırılmıştır ben enlik tarafından. 70 yıl kadar neredeyse latin işgalinde kalıyor. 70 yıl değilse de çok da efsane var. Enrico Dandolo’nun Ayasofya’ya gömüldüğü falan gibi. Kim gidip arayacak onu? Yani böyle şeyler var çok önemli ama… Buraya Katolisizm girdi ve kaldı. Kalabildiği kadar kalıcı oldu. Fatih’in Ortodoksluğa bu kadar önem veriyor olmasının temel nedenlerinden bir tanesi de aslında o 4. Haçlı Seferi’nde. Yani Katoliklik ile Ortodoksluk arasında çok büyük bir düşmanlık… En azından halklar arasında, inananlar arasında yok gibi. Fakat sonrasında işler birden değişmeye başlıyor öyle değil mi hocam? Evet yani orada büyük bir problem var. Ortodoksluğaya kuvvet verilmesi lazım. Sadece ruhani değil idari yetkiler veriliyor. Sansür makamıdır, mali makamdır, okullar üzerinde ve yayın üzerinde sansür vardır. Hıristiyanlığın işleri üzerinde sansür vardır. Mesela Protestan şeyine, propaganda’ya karşı müthiş yetkileri vardı yani Patri katıldı. Ve aynı zamanda da Patri’nin üzerinde Bizans İmparatorunun denetim yetkilerini de kendi aldı. Bunu tanıdılar. Eğer Roma’yı alsaydı. Katolisizm’i de aynı şekilde saklardı hiç onda şüphesi olmasın kimsenin. Böyle internasyonel bakışa sahip bir isimden bahsediyoruz. Peki İstanbul’un nüfusu da çok ciddi şekilde azalmış durumda. Çok azaldı işte nüfus getiriyor mesela Bursa Ermenilerini getiriyor. 3 aşamalı değil mi hocam? Adaların Rumlarını getiriyor, Karaman’ın ahalisini getiriyor. Karaman ahalisinden hoşlanmaz İstanbul ve Bursa. Niye? Çok isyan çıkartırlar, hız çıkarırlar. Bir kısmı Türkmenler’dir dağdakiler. Onları bulup bulup getirip yerleştiriyor. Dekolonize oluyor oradan. Burada da rekolonize ediyor. Yani serreta sedantarizasyona gidiyor ki bir yaşam biçimi doğsun diye. Şöyle bir şey anlatılır hocam. Sizin de çalışmalarınız da var. İlk önce Anadolu’dan Türkleri getirmek istiyor ağırlıklı olarak İstanbul’a. Evet ama o tek başına kalacak. Bursa ahalisi mesela gelmiyor İstanbul’a bir bakıyor yıkıntılar içerisinde. Oysa Bursa o dönem İstanbul’un en mamur kentlerinden bir tanesi. Osmanlı’nın değil mi? Zengin Bursa çok. Dolayısıyla ikinci adımda Ermeniler, üçüncü adımda da Yahudileri yerleştiriyorlar.

O Yahudiler Fatih’ten sonrasıdır. Mevcut Bizans Yahudilerini bırakıyor, Roma-Niyot denen takımı. Fakat İspanya’dan göç biraz daha geç başlıyor. O ikinci Bayezid’tir. Yani hani bizde ikinci Bayezid’de çok sofra falan filan diye. Her şey hiçbir müdürlerle alakası yok. Bambaşka politikaların falan Adana. Peki Fatih Suzan Mehmet’in işte papanın yazmış olduğu o mektup bir damlasıyla, bir parça suyla… Akvapauki. Yani vaftiz ederim senin ama bu mektup yok ortada. İdda var. Hayır idda değil. Bunu maalesef spekülasyonu ve gösterisi çok seven Babinger ortaya attı. Böyle bir mektup yazdı ikinci Pius Fatih’e. Akvapaukis yani Hristiyan o, alem senin sana veririz. Bu yok böyle bir mektup bizde. Bizde yok. Ama Vatikan’da var ve müsvedde olarak var. Şimdi Sırsura öldü. Tabii Vincenzo Poggi, Pater Vincenzo Poggi benim dostumdu yani. Muhterem adamdı. Tabii Hristiyan bağlanzlığına sahip diğer bir din adamı olarak Türkler hakkında falan yani hiçbir şekilde ısırmadan girmez konulara ama sakin bir adamdı. Ve bu konuyu araştırdı. Bu bir müsveddedir. Müsveddedir, tasarımdır. Müsvedde de saklanır, tasarımdır ama. Ve kimse de bunu yayınlamamış. Herhalde Pater Poggi buldu diye. O buldu değil, başkası da buldu daha evvel. Babingen’den evvel görenler de vardır. Müsvedde’ye kimse böyle şişirerek yazmaz. Bilim ahlakına aykırı bir şey. Bu bir reklamcılıktır ve çok yanılttı bu insanları. Ve Fatih’in Hristiyan olduğu dahi imdia edildi. Evet Hristiyan oldu dediler, yok bilmem ne dediler. Vah vah vah keşke bilmem ne olsaydı dediler. Buna ömrünü veren adamlar var ya, böyle yani batılıyız falan diyor mesela, ömrünü veriyor. Ne olacak yani? Yok neticede bu yok, bu ulaşmamış bir mektup. Yani kıza aşk mektubu gelmemiş ki onun üzerine orada o hayal kursun, bununla evleneyim. Böyle işler yapayım diye. Hayır yok yani. Ve Papa Pius maalesef Haçlı Seferi projeleri içinde en talihsizidir. Gitti Ancona’da bekledi bekledi kimse gelmedi orda. Seferi orda da üldü. Enteresan bir papadır. İlk müzeyi kuran odur, dünyadaki beleş müzeleridir Vatikan müzeleri. Ve bu devam etmiştir bu anane, Vatikan müzelerinin zenginliğini onlara borçluyuz. Ve bakmıştır, klasik dünyayla da ilgilenir yani o da vardır. Beleş müze kurma yani British Museum’lu Urfa’lar değil daha evvel Vatikan’dır. Peki Fatih’in net olarak kafasında Roma imparatoru olmak hatta net var değil mi? Tabii o Roma imparatoru zaten. Kaderi Rum. Tabi İtalya’yı da alırsa mesele hiç kalmayacak artık orda fakat Katolikliğin karşısında nasıl yapacak da onu bilemiyoruz.

Çünkü Frederiki kadar bu Kadeh Roma German imparatoru ve daha evvel Charlemagne bir üstünlük var kilise karşısında biz bakarız biz şey yaparız bir saygı da var Bizans gibi değil var. İşte ama tacı mesela Charlemagne onun elinden giydi Roma’ya gidip böyle bir şey yok. Roma’ya gidiyor taç giymeye çok büyük saygı kiliseye. Halbuki Napolyon ne yaptı papayı çağırttı kafaya tacı oturttu. Kendi de elinden alıp kafasına kendi giydi yani onun elinden giymemiş oluyor. Her şey çok simgesel. Laik imparator Fransızların imparatoru Fransan değil Fransızların imparatoru Belçikalıların kralı. O da öyledir Leopold. Şimdi şeye baktığınız zaman bu bir yapıdır. Bizimki acaba ne yapacaktı Bizans’taki uslubu mu uygulayacaktı papanın karşısında. Papa böyle yaparsa kaçar mıydı? Daha evvel bir Avignon modeli var iki papalı biri gitti Roma’dan biliyorsunuz. Bunlar papalık tarihin ilginç safhaları. Ama şunu biliyoruz ki en azından Fatih İtalya seferine hazırlanıyorken coğrafya, tarih, din ve efsaneler dahi çalışmış. Vallahi onun o zaman değil hep çalışmış o hep çalışmış. Ama o konuda müthiş bir bilgisi var. İşte çok kullanılmaktan tahrip olan bir Ptolemaios coğrafyası Batlanca. Yunancası mı? Yunancası. Yunancası evet Yunancası. Çok tamir ihtiyacı vardı. Baskı istedik. Benim selefim olan Doktor Filiz Çaman bunu yapmaya kalktı. Para yoktu. Celal’e rica etmiş ki gelip ilgileniyorsun bakıyorsun şunu hadi sen tamir ettiriver demiş. O da evet dedi ve ettirdi. Ettirdi. Şimdi bu basılıyor çıkacak yakında. Ve o Yunanca Atlas, Atlas minori çok çok önemli bir kitap. Kullanıldı böyle şeyler İlyadalar falan hepsi var. Yani onun için. Truva’yı mesela çok iyi bildiği. Ha? Ha? Öyle şeyleri çok merak ediyor. Şimdi Fatih’in Hristiyanlığı demişken o konuyla alakalı olarak annesinden dolayı da bir şey kurulur. Şimdi Binti Abdullah. Anneşe Huma Hatun İskendiye roğlu deniyor. Bilinen o. Ester. Yalnız yok Ester falan yok. Bizim şeyde hareme nedense Yahudi girmiyor. Niye girmiyor biliyor musun? Niye girmediğini. Hayır hocam. Çünkü şehir uşağı gözü açıktır. Yani kadın erkek kız çocuğu erkek çocuğu şehir uşağıdır. Yine bu Ester ve Sez de Babinger’in katkısıdır. Onu hatırlatalım. Evet. Bunlar Ester Kira’dan bahsediyor. O da sefsane. Böyle ifsane istiyorsanız bak daha güzelini bizim şey yaptı. Aaron namaz. O biliyorsunuz Ester Kira’dan bahsediyor. Dona Grazia için bir roman yazdı. Şimdi bu Naksos dükü olan şey için yazacak onun yeğeni ve şeysi olan. Evet. Iıı biliyorsunuz ikinci serim onu Naksos dükü tayin etti. Yani düşünebiliyor musun? Bir Müslüman imparator bir halife feudal hierarşik yapıda yok. Şalman Avrupası gibi değil. Koca Naksos adasına bu taraftaki Kiklat adalarının şeyi oraya Dona Grazia’nın damadı ve aynı zamanda da dayısı olan bir nevi böyle çok yakın akraba evlilikleri vardır. O esans sırasında hem Hristiyanlar hem Yahudiler arasında bilmiyorlar. Nefsinleri bozduğunu bunu yahut bilseler de aldırış etmiyorlar. Kanun olarak çıkmamız.

Gazi Nasi değil mi adı çocuğun? Evet. Onu tayin etti. Bir şey düşünebiliyor musun sen? Halife yani şey sultan bir Yahudi dükü tayin ediyor Naksos’a Hristiyanların başına. Ve orası çünkü çok hoş bir ada yani bereketli ve bir karfur yani mülakiyet noktası, telaki noktası dedikleri bir yer. Bunlar oldu. Bunlar yazılıyor. Romancının ölçüsü içinde fantazi de var orada. Ama bunları tarih diye yazamazsın, roman diye yazamazsın. Kimdir Fatih’in annesi o zaman hocam? Ben mi? Fatih’in annesi kimdir o zaman daha net biçimde ifade edelim. Fatih’in annesi Huma Hatun denebilmiyor. Tabii Mara Hatun var o anneli, babanın ikinci eşine de anne derler ve hürmet ederler. Ve Mara kendi dönmek istedi döndü Sırbistan’a. Daha o zaman biliyorsunuz Fatih Beyirat’ı almaya çalıştı alamadı. Macarların elindeydi. Semandire’deydi. Semandire bizleri Semadirevo. Yani surlarıyla ayaktadır. Semadirek adası Semandire, Semadire o ada başka Semadirek var. Ha değil, değil pardon, pardon. O başka ada, o Ege’deki, Kuzey Ege’deki Yunan adası Samutraki. Ona biz de gene Semadirek diyoruz. Fakat Semandire dediğimiz şehir, Semadirevo o Yunan şeydedir, Sırbistan’dadır. Çok da iyi korunmuştur. Dört duvar olduğu gibi durur. Orası Sırpların başkenti idi. Maalesef Belgrad Macaristan’ın elindeydi. Macaristan çok büyük bir krallıktı. Kudretli bir krallıktı ve en öne sansa adım atmıştı. Bir gece içinde kaldırıldı. Çok ciddi bir askeri güç aynı zamanda. E tabi merkezi ordu falan kurdular ama işte o da zaten orada karışıklık yarattı. Vergiler, isyanlar çıktı. Masraflar altında biraz çöküşü de sağlayan şey oldu. Peki hocam yavaş yavaş artık son dakikalara doğru geliyoruz. Yani aslında Yavuz ve Kaun’un da konuşulması gereken çok önemli isimler. Özellikle Yavuz’un seferleri, doğu seferleri çok önemli. Onları inşallah başka bir programda konuşuruz ama Fatih’le ilgili bir iki nokta daha var. Onları ben size sorayım. Mesela Fatih Sultan Mehmed’in işte hristiyanlık meselesini konuştuk. Sorulması gereken şeylerden bir tanesi de bu entelektüel merakının nereden geldiği. Daha değil. Enli yarımda gençler çok iyi eğitiliyorlar. Ve öyle padişahın özel oda, özel hoca, şehzadenin yok öyle şey. Herkes Ender’in gulamlarıyla birlikte okurlar. Yani çok dikkat edilir ona. Ve o özel saray okuldur. Orada insanlar hem okur hem iş görürler. Ve böyle şeyler de okunur. Yunanca mühim. 15. asırda, 14. te mühim. Çünkü ahalinin içi tonla rum dolu. O dil yazılacak, okunacak, kaşası yapılacak. Çok önemli. Başka diller de öğrenilir. İkinci bayezit, Çağatay uzmanı mesela. Fatih biliyor bu dilin. Çok açık. Bildiğini de ne kendi söylenir ne bizim Türk bakaynı üstler. Rumlar ve İtalyanlar yazıyor mesela değil mi? Delangosy gibi. Frito Volos gibi. Hatta hayranlıkla bahsediyorlar. Tabii tabii. Dolayısıyla aldıkları eğitimin temeli Enderun’dan geliyor. Evet. Pekala Fatih’in önemli adımlarından bir tanesi de devleti imparatorluk yapması dedik. Bunu mesela kurumlar ihdas ederek yapıyor ilk defa. Evet. Divanı Humayun. Divanı Humayun var. Divanı Has. Hayır, Divanı Humayun’da Padişah açıkça başkanlık ediyor. Bu çekiliyor geriye. Kafes sistemine. Kafes sistemine ama onun derecesi. Başlatan, kapatan, gelip hesap soran falan. Yani kanunamesiyle diyor ki karın taşını katledebilir zaten ediyorlar. Ve zaten sırf Türk arkanları değil herkes ediyor. Herkes ediyor yani. Belirli bir döneme kadar cemiyet hayatta oturana, kurumlar sabitleşene, hukuk ve rahset hukuku oturana kadar maalesef Avrupa tarihi böyle kardeş falan cinayetleriyle doldurur Bizans’ta tabi. Peki kullanmış olduğu unvanlar Fatih Sultan Mehmet. Evet. Şimdi Kayseri Rum. Hakan-ı Türk ve Halife-i Müslüman. Yani hilafetin gelmesi palavra yok öyle bir şey. Onu sormak için özür dilerim. Her yönetici halifedir. Emevi halifesi de öyledir, Bağdat halifesi de öyledir, Fatih de öyledir, 2. Bayezid de öyledir. Bunlar halifedir. Yönetiyor çünkü. Halife yönetici demektir. Nasıl geleceği ne olacağı falan tarif edilmez. Ne hadiste ne Kuran’ın kendinde. Çünkü İslamiyet böyle dünyevi işlerle kendini yıpratacak bir din değil. Yani nasıl olacağı belli yani. Meziyetleri yöneticinin başka şeyler tarif edilmiş. Yasaklar da başka şeyler tarif edilmiş. Onun için bunu bilmek de fayda var diyorum. Hilafetin devri diye bir şey yok. Bu yalan ne zaman uyduruluyor? 1774’te Kraliçeği, Çariciği 2. Katerina. Alman prensesidir aslında. Efendim diyor, biz Osmanlı Hristiyanların protektör olacağız diyor. Durum vaziyeti müsait bana. Kadın yaptığını yapmış. Peki diyorlar ama biz de karşılayalım. Siz de karşılayın, siz de bizim Müslümanların protektör olun diyor. O kullanılamadı. Kullanıldığı zaman da oldu. Yani 2. Abdülhamid kullanmıştır mesela. Ama bu bir şeydir, yapıdır. Yani şimdi bu yapı çıkmış.

Çıktıktan sonra bizimkiler propagandasını yapıyor bunun. Aman ne güzel diye. Mesela Murat Dosson değil mi? İsveç sefir oldu. Bir Osmanlı ermineşsidir, dragomandır. Bunu yuttu bu şey yani. Ve yazdı böyle, hilafet zaten Yavuz Sultan Selim getirdi falan diye. Öyle bir şey yok. Bu emaneti mukaddesi geldi, gelir. O başka. Yavuz Sultan Selim de zaten seferin ardından, Mısır seferinin ardından, Mekke ve Medine’nin de fethedilmesinin ardından İlhak’ından sonra diyelim. Evet, İlhak diyelim tamam. Oturmadı oralarda, oturmaz geri döner. Kullandığı unvan? Hiçbir şey yok, sadece şey… Haremeyn’i… Haremeyn’in, Hadimül Haremeyn kustodiyan şiptir, ecnebiycesi. Yani oranın hakimi değil. Hizmetkârı? Hizmetkârı, kustodiye anlamında. Onu çok isterler, o çünkü büyük yetki veriyor. Zaten… Çok önemli yetki veriyor. Yani Yavuz’un asıl o anlamda farkını oluşturan da Mekke ve Medine’nin ilhakından sonra kullanmış olduğu iki şerefli… Tabiri kustodiyan şip yani bu tam tabiriyle. Mesela nasıl Fransizken tarikatı veya bir başkası Kudüs için aynı şeyi iddia ediyor ise de kendi orada yok, bizimki orada var. Evet. Peki, şimdi bir reklam vaktine geliyoruz. Ondan sonra da veda edeceğiz izleyicilerimize ama biz burada hocamın kitabında sadece temel iki, üç noktayı konuşabildik. O iki, üç noktadan bir tanesi Türk kavramının ne olduğu, nereden geldiği tarihi. Türk tarihinin önemli mareşallerinden, önemli komutanlarından Emir Timur ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bence de en muhteşem şahsiyeti Fatih Sultan Mehmet Han’ın hikayesini konuştuk. Ama bu kitaba baktığınızda sevgili izleyiciler, göreceğiniz çok daha ilginç başlıklar da var. Onları da kısacık ben sizlere hemen bir hatırlatayım kapatmadan önce. Örneğin Altın Orda Devleti, Cengiz Han İmparatorluğu’nun mirasçılarından ama bir Müslüman Türk Devletinden bahsediyoruz. Kırım Hanlığı ki üst üste defalarca orada Kırım Hanlığı’nın Mogollardan geldiği bile ne kadar belli değil ama öyle deniyor. Mavi kanlı Mogol diyoruz, mavi Mogol. Tabii ki tamamen Müslümanlaşma ve Türkleşme Han sülalesinde. Çünkü direyler öyle olduklarını dairselerdi. Yani Müslümanlık tamam, Türk edebiyatında şiir yazmak tamam, divan şiiri, divan musikisi tamam, bestekarlar, tarih yazma tamam. Tamamıyla Osmanlı taklidi bir şey. Avrupalılar bilhassa Amerikalılar mesela Dr. Kinnon valla ben Kırım Hanlığını pek sevmiyorum. Çok Akdeniz dediydi. Osmanlı için de öyle. Bir kısmı Türkolog, doğa Avrupa tarihine uğraşanlar bilhassa Osmanlı ile falan pek uğraşmazlar. O böyle bir Akdeniz imparatorluğu Roma geleneği içinde. Halılar şeyi severler, böyle çuvaşların menşehi, Bulgar Hanlığı, işte Kazan Hanlığı, oradaki kavgalar, bu uzak Şaybaniler, Özbekistan’da Üzbekler, Türkler, Timurlar falan, mesela Delhi’de o kadar incir Emezonlar. Bunlara bayılıyorlar. Yani demek ki öyle bir yapı da var değil mi? Evet, tabii. Peki, işlem vakti geldi. Kısa bir reklam ara serin, ardından veda edeceğiz. Şimdi artık gündem özelini tamamlıyoruz. Gelenek haline geldi. Konuklarımıza soruyoruz kitap önerilerini. İlber hocamıza da sorduk. Zaten program içerisinde bir tanesinden bahsetmişti. Şevket Süreyya Aydemir’in Suyu Arayan Adamı. Ve Enver Paşa ile ilgili olarak da hem Murat Bardakçı’nın hazırlamış olduğu bir hatıra kitabı var. Hem de yine Şevket Süreyya Aydemir’in aynı seri içerisinde, Tek Adam, İkinci Adam ve Enver Paşa serisi içerisindeki Enver Paşa kitabını öneriyor hocamız. Onu da sizlere hatırlatmış olalım. Böylelikle tamamladık gündem özelini bugünlük. Hepinize iyi sabahlar diliyoruz efendim. Hoşça kalın. Hoşça kalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir