"Enter"a basıp içeriğe geçin

12 Eylül 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

12 Eylül 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=1-rqH9-Ucj8.

Rasûlullah, sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, latîf, mübârek, pâk rûh-i tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın sâdât-ı kirâm hazarâtına,
cümle geçmişlerimizin şehitlerimizin rûh-i şerîflerine, dinimizin, vatanımızın, milletimizin, bütün İslâm dünyasının selâmetine, bu hafızlık müessisinin rahmet ve şifa olarak kıyamete kadar müessislerimizin devam etmesini yazdığınız arasıyla, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs, Allah’ımız selâlesiyle… Muhterem kardeşlerimiz! Cenâb-ı Hak inşâallah hafızlarımızı, gelecek hafızlarımızı inşâallah,
Cenâb-ı Hak dinimize, vatanımıza, milletimize, bütün İslâm dünyasına rahmet ve şifa eylesin. Cenâb-ı Hak, zira bûnü ve zulmüle kurûh ânimâhi ve şifâni ve rahmeti nûmûni buyuruyor. Okunan Saffât Sûresi’nde Cenâb-ı Hak burada çok büyük bir fedakârlığı bildiriyor. İbrahim aleyhisselâm’ın fedakârlığı, İsmail aleyhisselâm’ın fedakârlığı bildiriyor. Âyet şu şekilde, Hazret-i İbrahim aleyhisselâm duâ etti.
Duâsı, «–Yâ Rabbi dedi, bana sâlihlerden bir evlât nasîbet dedi.» Cenâb-ı Hak buyuruyor, «–O zaman biz ona Halîm, Hilîm sahibi bir oğul ile müjdeledik.» Daha beri İbrahim aleyhisselâm da vâd etmişti. O kadarca Cenâb-ı Hakk’a muhabbeti vardı ki, evlâtla çok muhabbetli. Fakat muhabbet, bütün muhabbetin üstüne çıkacak. İbrahim aleyhisselâm oğlunu kurban edecek.
Âyet-i kemî devamıyla İsmail, babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa geldiğinde, maşâruf, dokuz, on yaşları arasında, İbrahim aleyhisselâm ona şöyle dedi, «–Yavrucuğum, rüyada seni kurban ettiğimi görüyorum. Bir düşün ne dersin?» O da Hilîm sahibi bir evlât. O da cevabını şöyle dedi, «–Babacığım, en rûn olduğun şeyi yap. İnşâallah beni sabredelerden bulursun.»» Oğul, o kurban makamını yürüyerek devam ettiler. Şeytan gelip tasallut etti, şeytanı bertaraf ettiler. En nihâyet, her ikisi teslim olup İbrahim oğlu İsmail’i alnını üzerinde yatırınca, Cenâb-ı Hak «–Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz muhsinleri böyle mükâfafatlandırırız. Bu gerçekten çok acı ve çok zor bir imtihandır.» diye seslendik.
Biz onlara bedel olarak kurban verdik. Hem kurban, büyük bir fedakârlığı hatırlatacak. Geride gelecek alanlarınızı ona iyi bir nam bıraktık. İşte İbrahim aleyhisselâm’ın namı devam ediyor. Teyyattan sonra İbrahim aleyhisselâm’a da salât ediyoruz. Cenâb-ı Hak İbrahim’e selâm dedik, tebrik ediyor. Biz muhsinleri İslâm’sa böyle mükâfafatlandırırız. Çünkü o bizim muhsin kullarımızdandır.
Ondan sonra Rahman Sûresi okundu maalûk. Orada Cenâb-ı Hak Rahman, merhameti sonsuz. Allah Kur’ân’ı öğretti. Halakal insan, insanı yarattı. Kur’ân’la yaşayacak, Kur’ân’la huzur bulacak, Kur’ân’la rûhâneleştirecek, Kur’ân’la Cennet’e girecek bir hâl kazanacak. Alem-i Hülbeyan, hikmetler, sırlar, o insanı Cenâb-ı Hak lûtfetecek. Ondan sonra azamet tecellîleri, Güneş’in ayın bir hesapla olduğunu, ağaçların, yıldızların secde ettiğini… Cenâb-ı Hak büyük bir ölçü koyuyor semâbatta, bir mîzan koyuyor. İnsanı dönüyor, sen bu ölçüyü bozma buyuruyor. Şu kâinatta irâhî bir nizamla kalp bir âhenk hâline gelecek, rûh tekâmül edecek. Cenâb-ı Hak’la bir dostluk meydana gelecek. لَاَحَفُونَ عَلَيْهُمْ وَلَاَهُمْ يَحْسَنُونَ O zor günlerde okullar mahzun olmayacaklar, huzurlu olacaklar, sevecekler. Muhterem kardeşlerimiz! Her bayramın bir hakîkati vardır. Ramazan bayramı, takvâ ile Cenâb-ı Hak’la yaklaşma hâli, bir dostluk hâli. Bu dostluk, takvâ ile kıyamete kadar devam edecek.
Son nefes, elhamdülillâh! وَلَا تَمُونَتُوا لِللَّا وَاَنْتُوا مُسْلِمُونَ Müslüman olarak can verilecek. İkinci bayram, Kurban Bayramı. Bu da fedakârlık. İsmail ash-salâmın, İbrahim ash-salâm, bütün peygamberlerin fedakârlığı. Daha ötesine Rasûlullah Efendimiz’in fedakârlığı. Cenâb-ı Hak’la yaklaşma ve vesîle bu da dostluk. Demek ki bu iki dostluğun getirdiği şehâdetnâme devam edecek.
Mü’min ilâhî bitmeyen bir şehâdeten râil olacak. İbrahim aleyhisselâm, candan, maldan ve evlâdından fedakârlık gösterdi. Halil oldu, tesvimiyet ve tevekkülün zirvesi oldu. Mal da Allâh’ın, can da Allâh’ın, evlât da Allâh’ın. Bu idrak içinde yaşadı ve zor, ağır bir imtihan geçirdi. Ancak İbrahim aleyhisselâm, bu mânî bir terfiîler. İlâhî ikramlar karşısında daima bir mahcubiyet içindeydi. İlâhî azamet tecâliye, ilâhî kudret akışları açıldı kendisine. Yükseldiği ufuklar, onu aziyetini derinden derine talîm etti. İbrahim aleyhisselâmın dilinden şu sözler dökülecek.
Velhâfet-i Hüsnü’nü gömü gibi olsun! Yâ Rabbi! İnsanların diledikleri gibi mahcub etme! Ünlü azîm bir peygamber olan İbrahim aleyhisselâm, mahşer gününde küçük düşmekten, rezil olmaktan endişe ediyor. İlâhî bir muhafazaya sığınıyordu. Zira Cenâb-ı Hak, refine olmuş, berrak, kendine dost olmuş gönülleri Cennet’e davet ediyor.
Mütehakîb âyet-i kerîme, bu âyeti beyan ediyor. O gün ne mal ne evlât fayda verecek. اِلَّا مَنْ اَطَالَّٰى بِقَالْمِينْ سَلِيمٍ O gün refine olmuş, tertemiz bir kalp. Rasûlullah Efendimiz doğduğu zaman tertemiz doğuyor. İbadetlerle, tâhatlerle, kulluklarla o kalp tertemiz hâle gelecek. Refine olacak. Hoş geldin Cenâb-ı Hak dost olacak. Cenâb-ı Hak kalbi selîm ile kulunu dostluğa, Cennet’e davet ediyor.
Can, mal ve evlât, insanın gönülleri taht kuran üç hususiyettir. Üç tane taht vardır herkesin gönlünde. Can bir tahtır, can çok kıymetlidir. Mal bir tahtır, malı kıymetlidir. Evlât bir tahtır, kendini devam eden bir parçasıdır. Fakat üçünü de İbrahim aleyhisselâm, Allah yolunda fedâ ediyor.
Bunları Allah yolunda fedâ etmedikçe, demek ki mahşer gününde tam bir selâmet olamaz. Âyet-i kerîme-i muktezâsınca. Canın fedâisi, beden gücü, emek ve kuvvetinin Allah yolunda sarf edilmesidir. İcâbıyla şâhidete koşmaktır. Zaman zaman zulmün tahküm ettiği demlerde, hak dostları dinden taviz vermemek için Allah yolunda âdeta, ölümü istiğfâf ederek can verdiler. Celâatların kanlı kılıçlarından korkmadılar. Herhangi bir dünya endişesi duymadan Allah yolunda fedâ-i câin ettiler. Malın fedâsı, mülkü Allah bir emanet olarak veriyor. Bir mülkte dünyaya gelmedik. Mülk, mülk riyâzat hâlinde yaşayıp, arta kalanını Allah yolunda infak etmiştir.
Cenâb-ı Hak kulûl-alf diyor, fazlasını ver diyor. Demek ki bir riyâzat hâliyle, fazlasını infak edilecek. Bu da dostun büyük bir nişânesi olacak. Üçüncüsü, evlâdın fedâsı. Çocuklara, Allah’ın emrine teslim olmuş bir şekilde, Allah Teâlâ’nın emrettiği her hususta evlâtlarımızı yetiştirmek.
Ne dedi İsmail aleyhisselâm? “-Babacım de emrunu yap, beni sabredenlerden bulacaksın.” diyecek bir kıvamda evlâtlarımızı yetiştirebilmek. Bunu hep tarihte görüyoruz. Yani evlâtlara İslâm karakter, İslâm şahsiyetini miras bırakabilmektir. Bu âhid-i kerîmede, اِلَّا مَنَتَ اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِقْمٍ اِمَمَمْ مَعْطُورِيَ حَزَّدْتَرِى
Bu âyetin tefsirinde buyuruyor ki, öyle anlaşılıyor ki o gün onlar, o kıyamet günü, Rabbleri temiz bir kalp ile gelecek. اِلَّا مَنَتَ اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِقْمٍ Mallarını itaat yolunda hayır işlerinde harcayarak gelecekler. Evlâtlarını edepli, güzel huylu ve sâlih olarak yetiştirmiş onları hâlinde, onlar mal ve evlâtlarına kendilerine fayda verecek şekilde evlâtlarını etebilmek.
Hazret-i İsmail de, babasının bu teslîmiyetinde babasına yardımcı oldu. Allah’ın emrine boyun eğdi, teslim oldu, fedakârlık yaşadı. İşte İsmail’e sen bu fedakârlık neslinde peygamber oldu. Babasıyla Kâbe’yi inşa etmek şerifini kazandı.
Sulbünden kâinatın fahri ebedîsi, Sallâllâhü aleyhi ve sellem Efendimiz, cihâna teşrif etti. Bunlar Cenâb-ı Hakk’ın fedakârlar, gayrı gösterdiği ikramlardır, mükâfatlandır. Bugün de en büyük zaruret, evlâtlarla fedakârlık etmek, yani evlâtlarla Allah yolunda yetiştirmek.
Onları İslâm karakteri, İslâm çağrıcısını miras bırakabilmektir. Kurban bayramı hakîkati de budur. Yoksa bir et bayramı, bir kebap şenli zannedilmemelidir. Mevlânâ Hazretleri, ne güzel bir îkaz var, keçinin gölgesini kurban etme diyor. Yani işin hakîkati ne in diyor.
Takılma diyor. Yani kurbanın hakîkati fedakârlıktır. Evlâdı Allah yolunda yetiştirmek, fedakârlıktır. Malı Allah yolunda infak edebilmek, fedakârlıktır. Canı, yani zamanımız, emeğimizin gayretlerimizi Allah yolunda istihdâm edebilmelidir. Sahâbî efendimiz evlâtlarımızla evlâtlarımız ile birlikte bir ahlak var.
Yani zamanımız, emeğimizin, gayretlerimiz Allah yolunda istihdâm edebilmemizdir. Sahâbî Efendimiz evlâtlarını İslâm yolunda Allah yolunda yetiştirdi. Abbas Efendimiz amcası yedi tane evlâdı vardı. Bir medenide kaldı, altısını bütün dünyaya seferber etti. Allah’ın verdiği bu İslâm nîmetini, îmân nîmetini bedelini ödeyebilmek. Cenâb-ı Hak zelâ, سُنْ مِلَثُ أَلْيَهِمْ عَنِينَ نَعِيمٍ O gün verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.
Evlât veriyor Cenâb-ı Hak, muhabbet veriyor, evlâdı ile imtihan ediyor. Mal veriyor, malıyla imtihan ediyor. Can veriyor, canıyla imtihan ediyor. Başka birçok her şeye imtihan hâlindeyiz. Bu imtihan son nefese kadar gelecek, son nefese bu imtihan bitecek. Artık kabirde, kıyamette bir imtihan yok. Hazret-i Ömer –radıyallâhu anh- hilâfet esnasında şöyle bir temennîde bulundu.
Her nefes bu son seferleriyle tahmin ediyorum. Hayatta olursam dedi, inşâallah halkın içinde bir sene daha gezeceğim. Biliyorum ki insanların bana ulaşamayan ihtiyaçları var. Valiler o ihtiyaçları bana bildirmiyor. Kendilerine bana ulaşmıyorlar, ulaşamıyorlar. Şam’a gideceğim, iki ay orada Şam’da kalacağım. Sonra Cezile’ye gidip, orada iki ay. Mısır’a gidip orada iki ay. Bahreyn’e gidip orada iki ay.
Küfe’ye gidip orada iki ay. Basra’ya gidip iki ay orada kalacağım. Vallahi o sene de güzel bir sene olacak. Yani canın Allâh’a adandığı bir sene olmuş olacak. Esrâb-ı kirâm, insanların bulunduğu her yere hizmete gayrette, tebliğe ve irşâda koştu. Muhabbet oldukça fedakârlık artar. Global dünyamızın zulümleri, hücum ve târuzları karşısında bugün en mühim vazife,
İslâm’ın hizmetleri, gönül vermek, omuz vermek, revaç vermektir. Bugün baktığımız zaman, dünya piyasasında ahlak dibe vurdu. Ahlâksızlık sokaklara taştı. Ticari hayata faiz girdi, başka haramlar da girdi, o da dibe vurdu. Aile sarsıldı. Evlâtlar, internet ve televizyon menfi programlarının modaları, adlı cilt reklamlarının modları,
hizmetlerinin pençelerine düştü. Maalesef âhiret unutulmaya çalışılıyor. Yani aynı bu asr-ı saâdetlerine verip zâliye-i devri, bugün tekrar dünya sâhnesine geldi. O zaman da aynı, Ali Nebî’yle Azîm, Büyük Haber derler, âhiret haberini unutturmaya çalıştırır. Nasıl nefsânî hayatı rahat yaşayalım diye, bugün de aynı durumda. Onun için bugün İslâm yaşandıkça, onlar ne? İslâm fobi diyor, İslâm korku diyor. İslâm saâdetiyette, rûhâniyette, huzur hâledir. Demek ki kalb-i selîmin bir bahsettiğimizde, اِلَّا مَنْ اَطَالَّٰبِ قَلْبٍ سَلِيمٍ Dünyâla, âhirette karşı karşıya geldiği zaman, âhiret tercih etmektir. Bugün evlâtlarımıza bu hazine ne kadar kazandırabiliyoruz? Bunu hepimizin düşünmesi lâzım. Üniversite imtihanlarını da görüyoruz. Evlâtlar imtihanlı olurken, anne-babalar mekteb kapılarında bekleşiyorlar, bir nöbet tutuyorlar.
Bu mantılar bizi düşündürmeli. Dünya mesleği, dünya mektebi içinde bu kadar dertlenen anne-babalar, evlâtlarına âhiret istikbali için, ebedî âlem için ne kadar dertleniyorlar? Daima şu unutuluyor, esas âhiretin esas hayatın âhiret hayatı olduğunu. Efendimiz onun için Allah’ım, لَا أَيْشَ اِلَّا أَيْشُ الْاَهِرَ buyuruyor. Daima bir âhireti öne getirmek, esas hayatın âhiret hayatı olduğumuz için. Esas kültür, İslâm kültürüdür. Bu cihan insan için hazırlandı, cin için hazırlandı. Ve bu dershanenin dersi de, bunu Allah’a kul olabilmek, liyâfın, Cenâb-ı Hakk’ı katletenebilmek. En büyük tahsil bu. Efendimiz’e, Cenâb-ı Hak miğraşta sordu, «–Ey Habîbim dedi, sana ne ikram edeyim dedi, seni neyle taltif edeyim dedi, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem, Ya Rabbi dedi, beni sana kul olmakla taltif et.» dedi. İşte şehadet dedi, Veşed’e, Enne Muhammeden Abduhu. Baştan kulluk geliyor, Abduhu ve Rasûluhu, Rasûluhu kulluğun üzerinde bina edilen ilâhî bir gayret, elhamdülillâh. Tahrikânat Efendimiz daima insan yetiştirme derdindeydi. Bugün en mühim yatırım, insanın yatırımdır. Sallâllâhu aleyhi ve sellem, en zor zamanlar da Mekke’de Dâvr-ül Erkâm’ı kurdu. Oradan Kur’ân tebliğ ediliyordu, inen âyetler.
Medîne’de Eshâb-ı Suffayı kurdu. Zira hicretin bir gayesi de orada İslam yaşanacak, din yaşanacak, ahkâm âyetlenecek ve din, İslam bütün karakteriyle, bütün muhtavâsıyla hayata geçilecek. Eshâb-ı Suffada yetiştiren talebeler, insanın hidâyeti için dünyanın dört bir tarafına sefer edildi. İrşad ve hidayet vesîleleriyle de.
Bizim de vazifem budur. Müslümanlardan mesûlüz, bütün Müslümanlar zimmettidir ve irşad bekleyerek irşad edebilmek. Hâdisatın akışından, İslâm’ın istikbalinden de mesûlüz. Onun için İslâm’ın akışından nasıl esâb-ı kirâm mesûl oldu? Çilek gitti, Semerkant’ta gitti, insanların her yere gitti, Afrika’ya girdi, Keyrevan’a girdi. Bugün keyfiyette insan yetiştirmek, farz-ı ayın hâline geldi. Burada bugün 16 hâfız evlâdımızın icâzet merâsimi icra alınıyor. Bu genç evlâtlarımız, aşk ile Kur’ân’a başladıkça besmeli çektiler, Kur’ân’ın kelime ezberlediler. Ne mutlu onlara, ne mutlu anne-babalarına… Tabi bunlar inşâallah Kur’ân’ı yaşayacaklar, yaşatacaklar, tebliğ edecekler, hayatlarını bu hususta bezle edecekler, cömertçe, Allah yolunda gayret edecekler.
Cenâb-ı Hak inşâallah cümlesine bir canlı Kur’ân olarak, Kur’ân’ın bir tefsiri olarak yetişmelerini Cenâb-ı Hakk’a nasîle ederler. İnşâallah bu başlandaki sarıklar tertemiz kalacak, eğrilmeyecek, bükülmeyecek, yamulmayacak, hiç bozulmayacak, batıl karşısında daima dik duracak. Burada hâfız evlâtlarımız yetişiyor.
İmam-ı Metin okulu ve lisezisiyle beraber Kur’ân-ı Sûnet muhtibasında yetişiyorlar inşâallah. İl hocaların dirâsetiyle ve riyâsetiyle yetişiyorlar. Böylece burada okuyan gençler, okulda, yurtta beraber bulunuyorlar. Takvâlı bir çevrede cemaatle namaz kılıyorlar. Mânevî sohbetler, rûhânet içinde yetişiyorlar. Sadece hâfız olmak da değil, Kur’ân’ı yaşamak, yaşatmak için tatlı ve hâfız. Sadece hâfız olmak da değil, Kur’ân’ı yaşamak, yaşatmak için tahsil görüyorlar. İnsanın şahsiyetten iki tane âmil vardır, en mühim. Onun için rızık gıda, helâl lokma ile gıdalanırsak, Allah sâlih bir insan olmaya vesile kılıyor. Gıda çok mühim. Haram lokma ile beslenirse harama meyli artıyor. Onun için en mühimi, bu yavrular haramın helâlin ne olduğunu, gıdanın nasıl yeneceğini iyi biliyorlar.
Helâl gıdalar, rûha güç verir. Yanlış gıdalar da nefsânîye teprim verir Allah korusun. İkincisi, beraber bulunduğu insan… Bu da Cenâb-ı Hak, köyüne mağaz sâdıkın buyruluyor. Beraber bulunduğu insan, çevres sâlih ise takvâ, rûhânetle temâyül meydana getiriyorsa, sâlih olurlar, tersi olsa Allah korusun, fâsık olurlar. Onun için bu müessesem çok mühim.
Bir anne-babaya, bu müessesemiz büyük bir nîmet, büyük bir zenginlik. Nasıl bir fizikte okuduğumuzda atom parçalandığı zaman ortaya radyo-süson çıkar ise, kalpten çıkan enerji de aynen bunun gibidir. Tıpkı bir gözle görülmeyen müsbet şoğalar, ışınları olduğu gibi, alfabet, agama, morutis vs. İnsana büyük zarar veren menfî şoğalar da vardır, müsbet şoğalar da vardır.
Arkadaş ve gıdanın mânevî tesir de bu misallerini anlamak mümkündür. Zira Efendimiz biliyor, bu Ebreyne’nin kahrolduğu yerden çok hızlı olarak geçtiler. Samut Kavri’nin kahrolduğu yerde, oradan da, aman burada su almayın, burada Allah’ın azap kamçısı indi diye îkaz ettiler. Yaptığınız hamurları, suları develere verin buyurdular.
Rasûlullah Efendimiz Kur’ân’ı ve Hâfız’ı da çok severdi. Biz de Hâfız ve Kur’ân-ı Kerîm’i ne kadar sevebiliyorsak, o kadar Allah’ı ve Rasûlullah’ı seviyoruz ölçü. Bu da bize bir imtihan. Aman evlâdım şu olsun, bu olsun, şu olan gerek yok. Biz daima âhiret mektebinin içinde dünya mektebini alacağız. Kur’ân müessesesini desteklemek, yaşatmak, kaliteli, keyfiyeti insan yetiştirmesine hizmet etmek,
vicdânî ve dînî mes’ûliyetimiz hepimizin. Hem de kendimize kabir ve kıyamet selâmeti için bir vesîle olur inşâallah. Bu minval üzerin içeren bir nesil de ancak Allah’tan korkar. Sâdîdler ve sâdıklarla beraber olur. Ve câne’lerle mürtakil imama takvarda toplumda rehber olurlar. İnşâallah! Evlâtlarımızı göndereceğimiz müesseselere çok iyi seçmemiz lâzım.
Rasûlullah Efendimiz, Abdullah bin Ömer radıyallâhu anh şöyle buyuruyor, nasıl bir seçeceğiz yavrularını okutacağımız müesseselerde? Efendimiz buyuruyor, ey diyor, Ömer’in oğlu diyor, dinine iyi sarıl diyor, dinine iyi sarıl diyor, defallar diyor. Zira o senin hem etindir hem karındır. Dinini kimden öğrendiğine iyi dikkat et.
Din-i ilimleri ve hükümleri, istikamet ehli âlemlerden öğren. Sağa sola meydanlardan, nefsânî hayatına mağlup olanlardan, onlardan uzakta durdur.” buyuruyor. Ben maziyeye döneceğim. Kendi, o gençimizin çallarını devrine dönüyorum. Geçmişte Kur’ân hor görüldü. Kur’ân kursu, imam-ı ittar hor görüldü. Biz ilk imam-ı ittirbî talebiyiz. Bu bir îman zâfiyydi o zaman.
Bir mü’minin Kur’ân’ı en aziz, en kıymetli varlığı bilecek, O’na sahip çıkacak. Allâh’ı seven Kur’ân’ı sever, Rasûlullah’ı seven Kur’ân’ı sever, Kur’ân’la amel eder, hayatının bütün muhtavâsında eksik Kur’ân-ı Kerîm’i yaşar ve yaşatır. O’na Kur’ân’ı sahip çıkmayanlardan, Allah Rasûlü kıyamete şikâyetçi olacak. Furkan Sûresi 30. âyette Cenâb-ı Hak buyuruyor,
Kıyametten bir manzara, peygamber der ki, «Ey Rabbim! Kavmimin bu Kur’ân’ı büsbüsün terk ettiler.» Zaten terk edince de Allah korusun, rahmet alıyor, bereket alıyor, her şey gidiyor. Bakın, mazide bir Osmanlı Devleti var bizim dedelerimiz. O devlete başlarken Kur’ân-ı Kerîm’e tâzimle başladı. Dünyada devam eden 620 seneye kadar, o devletin başlarında, dünyada devam eden 620 seneye ikinci bir devlet yok dünyada. Yavuz Sultan Selim’in bu mukaddes emâatlerini getirmesi, orada 40 hâfızın devamlı okutulması devam edildi. Rûhânî zirveleşti. Harita, bugün de 30.000’li 24 milyon kilometre karaya çıktı. Ne zaman rûhânî plandan, tempilinden dönülmeye başladı, nefsânâ o zaman yavaş yavaş azalmaya başladı.
Bugün inşâallah, sizlerle, gençliğimize verilen emeklerle inşâallah, Cenâb-ı Hak tekrar eski hâlimize, Cenâb-ı Hak tekrar devam ettirir inşâallah. Nasıl bir hayatımız olacak? Eshâb-ı kirâm nasıl bir hayatı vardı? Güzel bir tarif var burada. Gölgenin gövdeye sadakati gibi. Gölge bir taraftan gider, gövde bir taraftan gitmez. Gölgeden gövde ayrılmaz.
İşte eshâb-ı kirâmın hâli bu şekildeydi. Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in her hâline büyük bir vejt, istîrak, huşûre bir tâbî hâl değildi. Cenâb-ı Hak da aynısını istiyor. Allah Rasûlü’nün tâbî olmamızı, Allah’a tâbî olmamız, o zaman Cenâb-ı Hak sizi mağfiret eder, buyuruyor. Onun için Cenâb-ı Hak Kur’ân ile âbâd eder. Ondan uzaklaşınca da maalesef büyük bir zararlar olur. Cenâb-ı Hak, اِيَّا كَنْ عَبْلِذَا وَاِيَّا كَنْ اِسْتَعِيمَ buyuruyor.
Biz ne kadar kullukta, samimiyetini toplu hâlde icra ederse kulluğumuzu, o kadar Cenâb-ı Hak rahmetini tecellî ettiriyor. Bakın burada, bulunduğumuz Bursa’da, Sultan Murad yatıyor. Babası ona dedi ki, Orhan Gazi, oğlum dedi, Murad dedi, İslam dedi, iki kıtaya sığmaz dedi, sen onu bütün dünyaya taşıracaksın. Allah’ın rahmetini bütün dünyaya taşıracaksın dedi. Kalktı, ta buradan bin kilometre ölecek, Kosova’ya kadar gitti. Orada dua etti. Yâ Rabbi dedi, bugün bir îd, bugün bir bayram olsun dedi. Bayramda daima kurban var, bu bayramın dedi, bu îdinde kurbanla ben olayım yâ Rabbi dedi. Oldu. İşte bugün Kosova’da ezanlar devam ediyor, secdeler devam ediyor. O ihlâs, orada sadıkayı câri olarak devam ediyor. Bitmez, tükenmez bir nîmet. Allah yolunda fedâ-i cârin edebilmek. Yetişmiş insan, en büyük ihtiyacımız, istikbâde neye ihtiyacımız var?
Neye ihtiyacımız var? Dîn’i telkin eden, müsterşelik irşad eden, yani irşad bekleyen irşad eden bir insana ihtiyaç var. Toplumları âbâd eden, berbâd eden insandır. Hep bunu Kur’ân-ı Kerîm’de, peygamber kısalını görüyoruz. İnsanın ihya olması, bu müessizede bu gaye için kurulmuştur. İnsanın ihyası için kuruldu. Dînin âbâd olması için kuruldu. Buradan mezun olacak bir imam. Sadece câmide kalmayacak, mahalleye de irşad edecek. Toplumu da irşad edecek, mihrapları hakkıyla dolduracak. Zira mihraplar, Rasûlullah Efendimiz’in mevkii. Burada mezun olan delikanlılar öğretmen olacak. Kalplere hitâb edecek. Yani genç kalpleri huzur ve rûhâniyete kavuşturacak. Onları İslâm kültürünü öğretecek. Kürsülerin hakkını verecek inşâallah. Hangi meslekte bir doktor olursa, o doktoru ibadet veycid yapacak. Bir hukukçu olursa, bir hukuk, adâlet-i hakkı hukû tevzîri, bir cellet olmayacak. Rasûlullah Efendimiz’in en çok üzülüşünde durduğu buydu. Mekke’de o en zor zamanlarda, en tahammül fersâ, zor zamanın şartlarında altında dair peygamber davr-ı erkâmı kurdu. Kur’ân’ın bir tahsil merkeziydi. Orada talebeler yetişiyordu. O talebeler 13 sene bir îman heyecanı için yetiştiler. Bir tâviz vermediler. Mallarını verdiler, canlarını verdiler, bir tâviz vermediler İslâm’da. Cenâb-ı Hak âyette de İslâm’a ilk giren muhâcirler, Cenâb-ı Hak Mekke’lileri öne alıyor, onlar gibi olmamızı arzu ediyor. Ondan sonra Medîne-i Münevvere’ye, Esâb-ı Sufâyı kurdu. Orada ney nice müstesna İslam tevzii yetişti, onlar dünyaya yayıldılar.
Abdullah, bilmiyoruz, çobandı. Deve yahut o koyun çobanıydı. Bedir’de Ebu Cehil’in üstüne çıktı, kısa boyluydu. Hançer çıkardı, onu hançerleyecek. Ebu Cehil dedi ki, sen dedi, bir çobansın dedi. Hiç yoksa benim mevkimde birisi çıksın beni hançerlesin dedi. Sen benim dengim değilsin dedi. Sen oraya in, emsâlim çıksın dedi.
Bu deve çobanı olan İbn-i Mes’ûd Efendimiz’in rahleyi tedrisinde öyle bir hâl oldu ki, öyle bir mânevî hâller, boğazımızdan geçen lokmanların zikrin duyuyorduk dedi. Efendimiz’in vefâdından sonra Hazret-i Ali Radıyâna beraber Kûfî’ye gitti. Kûfî mektebini kurdu. Dünyanın en büyük hukukçusu, Ebu Hanim Hazretleri, o mektebin talebesi oldu. Nedir bu? İhlâs, İslam, İslam’ın hâli?
Yani İslam öyle bir kültür ki, bu kültür 23 sene tamamlandı. Efendimiz yine aynı, Efendimiz’i tatbik etti. Efendimiz’e göre, ashâb-ı kirâm sevinerek, bec ile aynı şekilde bir tatbikat. Efendimiz mesela yemezdi, yedirirdi, ikram ederdi. İkram etmekten büyük lezzet alırdı. Aynı şekilde sahibi, mesela yer muktebi bir bardak su, üç tane şehidin ortasında gezdi.
Üçü birbirinden ikram ederken, susuz, 50 derece çölün içinde, ancak kelimeyi tevhidle zor getiriyorlardı. Üçü birbirine ikram ederek bir bakrası ortada kaldı, üçü de şehid oldu. Hep Efendimiz’i, bir gölgenin, bir gövdeyi, bir sadâkade gibi ashâb-ı kirâm takip hâlindeydi. Sümmele’s-i ünne’ye, yömeyizin, anin’le, verdiğiniz nîmetlerle sorulacaksınız.” buyuruyor Cenâb-ı Hak. İşte bu, İslâm nîmeti bedeli olarak ashâb-ı kirâm, rûhânî hayatını inkişâf ettirdi. Kalp hayatını inkişâf ettirdi. Elâb-ı zât-ı mü’min kulûb. Kalp devamlı Cenâb-ı Hak’la beraber oldu. Bunun bedelini ödemeyen bir şey oldu. Sâdât-ı mü’min kulûb. Kalp devamlı Cenâb-ı Hak’la beraber oldu. Bunun bedelini ödemek için Çin’e gitti. Semerkand’da gitti, Keyrevan’a gitti. İslâm’ın tebdüzeyinde nerede bir insan var, oraya sefer etti, o lukûn yaşadı, yaşattı. Yani 120.000 sahâbi, 30.000’e gelmeyen 150.000 sahâbi, Mekke, Medine Kalp’in mevcut, 20.000 sahâbi yok. Demek ki yüz küsür bütün dünyayı da aldı.
İşte en büyük zenginlik de bu. En büyük servet de bu. İnşâallah bu Kur’ân gibi yetişen, mevzûn olan yavrum, İslâm’ın ve Kur’ân’ın yaşayacak da yaşayacak inşâallah. Şükürler olsun ki bu kadar imam etmeler açıldı, ilâhiyatlar açıldı. Lâkin bu mecliselerin hakkını verecek. Orada İslâm’ın Kur’ân-ı Sünnet üzerine, Ehl-i Sünnet vel cemaat üzerine en güzel yaşayacak, anlatacak muallimlere, hocalara ihtiyaç var. Mîhrapları, kürsüleri hakkıyla dolduracak, takvâlı, ilm-i nâfî sahibi, canlı Kur’ân olacak kocaları çok ihtiyacımız var. Evlâtlarına en merhamet anne-babalar, onların yalnızca dünyevî isteklerinde değil, ebedî istikbâlilerinde kurtarabilmenin derdinde olan anne-babalardır. Zira yavrular, Allah’ın bize birer emanetidir. Ona biraz cennet yolcusu olarak yetiştirebilmek, bizde ise en büyük mesuliyettir.
Şöyle buyruluyor, eyi iman edenler, kendinizi ve ailenizi yakıta insanlığına taştan olan ateşten koruyun. Onun başında acımasız, güçlü, Allâh’ın emirlerini buyurduğuna karşı gelmeyen emirlerini yapan melekler vardır. En feci ayrılık. Dünyada bir insan annesi ölür, babası olur, evlâdı ölür vs. Bu bir hüsrandır. Bunu daima acı hissedilir.
Fakat en mühim acı, bu kıyamete hissedilecek. Cennetlikleri, Selâmın kavli’i emmî Rabb’ir-Rahîm. Siz buyurun Cennet’e, Cennetlikleri’nin büyük merasiminde.
Orada en yakın akraba eğer yanlış yoldaysa, orada memtah da yöme yöne mücrimi, mücrimi de bu tarz cehennem yolu edecekler. Öyle bir facia ki orada, mesela bir Nuh aleyhisselâm, üç oğluyla beraber cennet yolcusu olacak, bir oğlu da cehennem yolcusu olacak.
Yani en hazin ayrılışı, en acıklı firkat, bu ayrılış olacak. Bu sebeple hayattayken gözümüzün önünde ayırmadığımız, Cenâb-ı Hak bizlere bu emanete olan yavrularımızı dinî tahsil alabilmeniz için çok ehemmiyet göstermek mecburiyetindeyiz ki Allah bu kıyamet göre hazin bir ayrılığa düşâr olmayalım.
Takvâlı bir aile, takvâlı bir toplum inşa etmek vazifemizdir. Zira Cenâb-ı Hak ve câlinlerle müttakil imâm’a takvâda önder olacak bir nesil bizden arzu ediyor. Kendimizi neyle kıyas edeceğiz? Topluma göre değil. Cenâb-ı Hak bize, önüne geçen ilk muhacirler, yani dinî İslam dinine girmeyen ilk mekkeliler, Ensar, Medineliler, onlara güzel tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan râzı olmuştur. Onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. Allah onları içinden ebedî kalacaktır, zeminden ırmaklar akan cennetlerine hazırlanacak, işte bu büyük kurtuluştur. Demek ki biz kendimizi daima başımızda bir haddise var. İslam’la dünyalı âhiret karşı karşıya geldi. Mekke’li Müslümanları düşüneceğiz. Canımızı malımızı nasıl Allah yolunda serf edeceğiz? Medineli Ensâr’ı düşüneceğiz. Ölçüyü oradan alacağız. Cenâb-ı Hak bizden bunu istiyor. Ve bu mektebin dersi bu. Rasûlullah Efendimiz buyuruyor, İslam diyor, şu bir garip olarak başladı. Kimler vardı? Garipler, yatımlar, kimsizler, kodamanlar vs. el-İsrûm’ur yoktu. Onlarla başladı. Rasûlullah Efendimiz onların hiçbiri hazine, bir şeyi dağıtmadı. Ne verdi onlara? Gönüllerine îmânı yerleştirdi. İmân, her şey dünyanın gözünden düştü. O îmanın hiçbir şeyini değiştirmediler.
Velhâsıl İslâm’ın istikbâli, gece değil gündüzdür. Sürük değil parlaktır İslâm’ın istikbâli. Ara sıra basan gece zulmetleri, onu dinlenip tekrar uyandırmak içindir. Bugün modern bir câhiliye devrindeyiz. Yeni İslâm, inşâallah yeni baştan ihya olacak. Roma’da Feth-i Oğul, yani Avrupa’dan bir İslâm ile şerif edilince Rasûlullah Efendimiz müjdeliye.
Şerif edilince Rasûlullah Efendimiz müjdeliye. Sadece Kur’ân-ı Kerîm’de çok îkazlar var. Bu îkazlarda,
اَلَيْتَنَا يَعْلَيْتَنَا بَطْنَا قَلْدُ لِلْيَهِمْ كَشْكَلَرْ كَشْكَلَرْ كَشْكَلَرْ Bu keşkeleri düşmemek için hayatımızda çok dikkat etmek durumundayız. Yine bu zaman için sanki tulumuzdaki ne mutlu o garip mü’minlere ki insanların benden sonra bozdukları sünnetim İsta’yı ederler. Bugün sünnetir farzar gidiyor.
Yine, ümmetimin fesâduvuru döneminde sünnetime sarılan, onu ihya eden kişiye sevâ verilir.” buyuruyor. Bugün Rasûlullah Efendimiz’in sünneti değil, mâlum farzlar gitti. Haramlar çiğneniyor. Nesil derdi, dini tahsil eden haber sekeri de, selda akan, kütükler gibi nerede boğulacağı belli değil, o şeride akıp gidiyor. Bugün bir yangın var. Bu maddî yangınlardan ne kadar korkuyoruz? Esas yangınlar, mânevî yangınlar.
Bugün mânevî yangınlar karşısında, atıl kalmak, tembel kalmak, bi gâne kalmak, gaflete düşmek feci bir akıbet. Her müslümanın ailesinden mes’ûldür, toplumdan mes’ûldür, bütün insanlıktan ve hâdisatın akışından mes’ûldür. Bu yangınlardan insan kurtarmak da hepimizin vazifesidir. Bunlar ahir zaman yangınlarıdır. Bir yerde bir yangın varsa, orada insanla yanıyorsa, onun karşısında çay, kahve içilmez.
Bu bir müminin rûhuna yakışmaz. Kardeşin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir buyur Efendimiz. Meselâ bir misal, bir annenin en fârik vasfı, evlâdına süt vermektir. Fakat bir yangın hesabı, yok evlâdıma süt vereyim, devam edeyim derse, evlâdı da yanar, kendisi de yanar o yangının içinde. Ahir zamanda dîne büyük hizmet verecek fedakâr müslümanları. Cahilliğinin asr-ı saâdînî döşem içinde hizmete geçen hesaba benzeten, onlara kıyaslayan bir başka hadîs-i şerîfte söylenir. Ümmetin bir yağmura benzer, önü mü sonu mu hayırlıdır bilinmez. Yani bugün de hayırlı bir ümmet olmanın gayret içinde olmalı. Yine Rasûlullah Efendimiz kıyamet alâmetlerine, fiten hadislerine bahsediyor. Bunların birinde şu var, o fiten hadisleri için bir cemaat bulunacak. Onlar aydekîce takvâ üzerine yaşayacak. Yani başımız sorumlu yağmurdan. Demek ki bizler bu bereketli yağmurların bir rahmet damlası olabilmesi için bugün ne kadar bir gayret göstereceğiz. Peygamber Efendimiz ne kadar hayırlı, merhumet, ümmeti bir rahmet ümmeti olacağız. Hâlimizde iyice rahmet-i ümmet manzarası sergiliyor. Rasûlullah Efendimiz, özledim buyurduğu her zaman, ahir zaman kardeşleri olabilme idâline yaşar bir istikâvet.
Yaşar bir istikâvetimiz var mı? Kadim câhiliye vardı, bugün de o modern câhiliye içindeyiz. Bugün de aynı o zaman gibi ahlâk dibe vurdu. Nâmus-i iffet dibe vurdu. Ticaret, fâiz vs. birtakım kabne fâişler, onlar dibe vurdu. Evlât yetiştirme orada ihmal ediliyor.
Bugün aynı bir modern, bir câhiliye, küresel güçler birçok memlekete işgal ediyor. İnsanı esir aldığı gibi toprağında esir alıyor. O memleketi bir mâtem ülkesi hâline çeviriyor. Bu devirde bir modern, bir câhiliye değil de nedir? Hakkın, hukukun çinlendiği, tükendiği bir devir. İnsanlığın insanlığı unuttuğu bir devir, câhiliye devri.
Mazlumların gözlerine boğulduğu bir devir. Küçük İslam âlemi baştan sona kadar mâtem ülkesi oldu. Suriye’de başta olmak üzere. Vicdanın kurulduğu insanın duygusuzlaştığı bir zulüm harmanı içindeyiz. Şeytanın rehber olduğu şer ve kötülük dönemindeyiz. Zulmün, ahlâksızlığı ve edepsizliği her tarafı cehennem alevleri yıpsardığı bir zamandayız.
Geçmişteki Cenâb-ı Hak kavmiye birisi, Âd kavmi, Semûd kavmi, Lût kavmi, Keldâni kavmi vs. Bu nasıl bir azap kancısı incir? Rasûlullah’ın bir duâsı var. Yâ Rabbi! Diyor, benim ümmetime topdan bir batış olmasın. Bugün topdan bir batış olmuyor. Onun için biz bugün bir yangına, bir su taşıma, yangını södürme gayreti içinde olacağız. Tabi bugün gayretler, eski gayretleri göre daha fazla olacak. Bir pınar başında su vermek güzel bir şey, ikram. Fakat çöldeki yanan bir insana bir bardak su götürmek çok daha başka. Eskiden geniş büyük aileler vardı. Bugün dediğim gibi çekirdek aile yoktu. Bu sebeple çocuğun güzel ahlâk ile terbiyesinde, sâlâ annenin, sâlih babanın yanında sırayla dedenin, nenenin, akrabalarının çok mühim vazifeleri olurdu. Yani bir çocuk her tarafından güzel ahlâklı umayası, insanların nezâatine yetişerek tabiî şekilde terbiye edilmiş olurdu.
Gün görmüş ağzı doğalı dedelerden ilim ve irfan, İslâm nezâket, zerafet, edebîle, kemâl bu minyelerden adâb ve erkân öğrenilirdi. Mahalle, sokak, çarşı bile İslâm’ın adâbı yaşayan büyüklerin bulunduğu birer mektep gibiydi. Birer dergâh gibiydi. Böylece evlâtlar her yönden gelen müspet terkinden bereketli ve sağlam bir şahsiyet ve karakter kazırıyorlardı. Bugün ise bunlar git gede kalbi oldu. Yolun beter hâlindeyiz.
Evlâtlar televizyon, internet, reklam ve modaların eline düştü. Mâsıl modern hayatın dayattığı yapı, bugün evlâtları o güzel terbiyeden mahrum bıraktı. Dedebeliler ayrı bir evde. Anne-babalar, maaşet, terbiye, iş hayatında koşturmacısında. Yalnız kalan sokaklarının şahsiyet ve karakterlerini, okula seküler eğitimi sistemi ve arkadaş çevresi… Evde sokakta televizyon, internetle şekilleniyorlar. Bu sebeple evlâtlarında da gâfil insanları özenme ve taklit başlıyor.
Birtakım ahlâksızlar, edepsizler, kahrolan kavimlerin huylarına benzemem başlıyor. Toplumun cam kırıkları dolduğu bir devirdeyiz. Cemet bir sahra hastanesi hâlinde. Bu sebeple evlâtları bu toplumu irşâda koşmak, Kur’ân-ı Kerîm’imize hizmet vermek, her mü’min farzı aynı hâline geldi. Demi bahsettim, يَا لَيْتَنَا يَا لَيْتَنَا Orada âyetlerde Cenâb-ı Hak buyuruyor,
Ah! Biz de keşke Allâh’a itaat etseydik, Peygamber’e itaat etseydik. Ahsap 66. âyet. Keşke o Peygamberlerle bir yol tutsaydık, Furkan Sûresi 22. âyet. Keşke dünyaya aldım asaydık da bu hayatım yani âhireti miyim bir şeyler gönderseydim, Tecrîr 24. âyet. Yazık bana keşke falanca yani batıl yolcusuna dost edinmeseydim. Velhâsıl böyle keşkeler, keşkeler, يَا لَيْتَنَا يَا لَيْتَنَا’lar devam ediyor. Efendimiz’in en büyük sevinci, arkasından bir nesil yetiştirmekte. Bu vazifelerin ihmâli ise Cenâb-ı Hakk’ın gazabına ve Allah Rasûlü’nün Efendimiz’in hüznüden bir sebepiyet verebilir. Mâlumdur Efendimiz’in yedi evlâtından altısını kendi sahtan kaybetti, elleri redefletti onları. En çok üzüldüğü hâdise kendi evlâtlarının vefatı olmadı. Dikkat edin oraya. Kendi evlâtın vefatı olmadığını, Bir-i Mûnî hadisesini Eshâb-ı Sufya’dan indireceğim. 70 hâfıda puzu kuruldu, 69 şehit edildi. Bu hâlî saldırı kararı Rasûlullah Efendimiz’in gözleri dolu dolu yaş aktı. Bir ay, lâyen katiye kesinlikle bu pusukların bedbahtları beddua etti. Çünkü bunlar Kur’ân’a yapılan bir tecâvüzdü. Efendimiz’in şahsı nefesli zulüm hakaretle karşı beddua etmezdi. Târifte taşlarında beddua etmedi, Uhud’da dişi kılıklarında beddua etmedi. Fakat Kur’ân talepine yapılan zulmün karşısından gönlü dilhûn oldu.
Beddua etti. Tabi bunun mukâbili olarak Rasûlullah Efendimiz’in en büyük sevinci de, vesîirler yetiştirmesiydi. Âişe Vâlidemiz rivâyeti diyor, Efendimiz’in Dâvûd-ül Bekâ’ya intikâ edildiği en son gün, son gün. Son günden bir manzara Âişe Vâlidemiz’e bildiriyor. Babam diyor, Ebû Bekir Radıyallâhu anh, Mihrab’a geçti diyor. Rasûlullah Efendimiz, perde nakitlerinden takip etti diyor. Babam selâm verdi, cemaatler selâm verdi.
Şöyle bir ashâb-ı kirâm cemaatine bak. Öyle güzel bir tebessüm etti ki diyor. Ben böyle bir tebessümü hiçbir zaman görmedim.” buyuruyor. İnşâallah Rabbimiz de, bu evlâtları yetiştirmemiz de, anne-babalar vs. yarın inşâallah Rasûlullah Efendimiz’e böyle bir tebessüm de bulunur inşâallah. Kıyam o zor günde. Cenâb-ı Hak en mühim bizden hayırlı bir nesil yetiştirmeyi.
رَبَّنَا هَبْلَنَا مِنْ اَزْوَا جِنَا وَذُرِّيَاتِنَا قُرَّةَ عَيُنَ وَجَانَا الْمُتَّقِنِ اِمَامًا Takvâ sahibi bir nesil yetiştirmeyi. Anne-babaların takvâ sahibi olması, evlâtların takvâ sahibi olması ve takvâda önden olacak bir nesil olabilmek,
Cenâb-ı Hak cümlemize ihsan, ikram eylesin inşâallah.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir