17 Ekim 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=-_0WCbXQ4H4.
Rasûlullah, Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in Hazret-i Atîk’i mübârek pâk rûh-u tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kirâm hazarâtına, cümlemizin geçmişlerimizin, şehidlerin rûh-u şerîflerinin, içinde bulunan bu, Rabbî’yle velayine,
bütün ümmet-i Muhammed için rahmet, bereket, tecellîleriyle müzeyyen olması niyaz duâsıyla, bir Fâtiha, şerîf, üç ilâs… Muhterem kardeşlerimiz! Rasûlullah Efendimiz’e ümmet olmanın sevinç, meclis ve huzurunu gönülden duyabilmek, en büyük bir nîmeti.
Bu dünya hayatı, bir kulluk imtihanı. Niyâbud’un, Niyâruf’un buyruluyor. Allah’ı kalpte tanıyabilmek, Cenâb-ı Hakk’a bir kul olabilmek. Bu cihan bir dershane olarak hazırlandı, bir âhiret dershanesi. Bu dershanenin de dersi, Cenâb-ı Hakk’ın kul olabilmek ve Cenâb-ı Hakk’ı kalpte tanıyabilmek.
Yani zihindeki bilgilerin kalple bir âhenk teşkil etmesi, kalpte hazmedilmesi. Şunu unutmamak lâzım ki, bugün Rasûlullah Efendimiz’i yakından tanıyabilirsek, yani amellerimizle yakından tanıyabiliriz. O da bizi mahşerde tanır, havuz kenarında bizi kabul eder. Gönlümüz, onu görecek kıvamda olursa, O da bize nazar eder.
Onu duyar, dinlersek, Emr-i İlâh ile taattâ olursak, O da bizi ihsanlarıyla âbâd eder, şefhâtiyle nâil eyler. Cenâb-ı Hakk’ın insandaki bir mucizesi, yerler ve ülküde onun gibi muhteşem bir ahlâk âbidesine şahit olmadı. Cenâb-ı Hak ona, «Habîbim» buyuruyor. Cenâb-ı Hak buyuruyor, «Allâh’ın size olan nîmetlerini saymakla sayamazsınız. En büyük nîmet, îmân nîmeti. Ebedî hayatımız bu îmanla kâin. Sayamazsınız.» buyuruyor. Cenâb-ı Hak bize Kur’ân-ı Kerîm ile, Rasûlullah Efendimiz’le, kâinattaki zerreden kürreye ne varsa, hepsinin bir kevnî âyetler olarak bir îkaz hâlinde bize. Cenâb-ı Hak, «Summe lezzûne yövmezîn aninne yîm.» O gün verdiğimiz nîmetlerden sulacaksın. İnsan, kendisine ihsan edilen bütün nîmetlerden hesaba şekilecek.
Kimlere kadar? Peygamberlere kadar. Peygamberler de tebliğden.» Cenâb-ı Hak âyette, «…Biz peygamber gönderdiğimiz toplumları da, gönderdiğimiz peygamberleri de hesaba çekeceğiz.» buyuruyor. Şöyle çok ibretli, insanlar Âdem aleyhisselâm’a gidecekler. Âdem aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm’a hava edecek. Ben kendi derdimle, İbrahim aleyhisselâm, Musâ aleyhisselâm,
Musâ aleyhisselâm’a, en son Rasûlullah Efendimiz gelecekler. Rasûlullah Efendimiz bir hamdla, değişik bir hamd şekiline Cenâb-ı Hakk’ın o anda ilâm edecek. O şekilde secde-i kerîfine dua edecek. Cenâb-ı Hak’tan bir şefaat izni alacak. Rabbimiz’in büyük bir lûtfu. İlk âyet, اِقْرَ بِاسْمُ رَبِّكَ الَّذِيهَ خَلَقَ başlıyor.
Yâtan, Rabbinin adıyla oku. Bütün zerreden, kürreye, yerden, semâya kadar kitap yazılsa, Cenâb-ı Hakk’ın şu kâinattaki ilâhî hikmetler, ilâhî sırlar, kevnî âyetler, kudret akışları, ilâhî azamet tecellîleri yazmak da bitmez. Bu ne okur? Kalp okur bunu. İlk okunacak, اِقْرَ بِاسْمُ رَبِّكَ الَّذِيهَ خَلَقَ,
Rasûlullah Efendimiz’i okuyabilmek. İşte onu okumak ki, o zamanki câhiliye insanım, hatta yarı vahşi insan diyelim, nasıl bir dünyada eşi benzeri olmayan bir faziletler medeniyeti inşa etti. Hatta İmam Karâfî vardır. İslâm Hukukunu metrologisinin meşhur sîmâlarından diyor ki, Rasûlullah’ın hiçbir mucizesi olmasaydı. O nasıl o câhiliye insanlar, kız çocuğunun diri diri göme vs. bütün minfî hâllerle bulunan o kavimdeki insanlar, nasıl zirve insanlar oldu, ahlâkta faziletti. Onun en büyük mucizesi o. Bizler için de geçerli o. Muaz radıyallâhu anh Efendimiz Yemen’e gönderdi. Muaz dedi, Yemen’de tebliğ edecekti, irşâd etti.
Fakat döndüğün zaman Yemen’den dedi, tahmin edelim ki ben vefat etmiş olacağım dedi. Umurur ki dedi, şurada kabrim olacak dedi, kabrimi ziyaret edersin dedi. Muaz ağlamaya başladı. Ağlama Muaz dedi, ağlama dedi. Yani en yakınlar hangi zaman, hangi mekânda olurlar olsun, müttakîlerle takvâ sahipleri,
buyurdu. Yine bir gün Efendimiz Yemen tarafına şöyle döndü, ben buradan gelen nefes-i rahmânî duyuyorum, buyurdu. Allah bize takvâ hayatını nasip etsin, müttakî olarak nasip etsin ki, bizden de bir nefes-i rahmânî Efendimiz’e bir katribe ulaşsın inşâallah. Velhâsıl اِقْرَبِ اسْمِ رَبَّكَ الَّذِي خَلَقَ
İlk âyet, inan ilk âyet, Rabbine adıyla okuyan, en mühim Rasûlullah Efendimiz’i okuyabilmek, O’nun ahlâkıyla ahlâklanmak, o şekilde Cenâb-ı Hakk’ın mümtazî bir kulu olabilmek. İnsanın başından zor günler geçecek. Dünyadakiler belki hiç kalır. Ölüm ânı olacak, kabir hayatı olacak, diriliş olacak, kıyametin zorlukları olacak. Fakat Cenâb-ı Hak, O kendisiyle dost olanlar için, müttakîler için, onlar o gün korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir, buyuruyor Cenâb-ı Hak dost olanlar. Efendimiz’in müjdesi bu. Yani demek ki hangi zaman, hangi mekânda olur soğuk su? Bugün elhamdülillah bir İslâm toplumundayız.
İslâm’ı yaşamamak için hiçbir mânî yok. Cenâb-ı Hak cümlemiz müttakî eyler. Tabi bu takvâda zor. Hayatımızın bütün muhtevâsında Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye olacak. İşyerimiz öyle olacak, evimiz öyle olacak, evlât yetiştiremez öyle olacak. Cenâb-ı Hak oku diyor, Rabb’in diyor, kerem sahibidir, ikram sahibidir,
hep Cenâb-ı Hakk’ın ikramıyla, lûtfuyla müssâraksın. En büyük Rasûlullah Efendimiz’in ümmet olmanı. Biz kendimiz seçmedik. Cenâb-ı Hak lütfetti 124 bin bir sürü peygamber asıl. Yani bu lûtfuna da çok büyük teşekkür îcâb ediyor. Teşekkür nasıl olacak? Bir gölgenin gövde olan sadakade gibi Rasûlullah Efendimiz’e,
her hâlde hallenebilmenin gayret içinde olabilecek. Cenâb-ı Hak yine Âl-i İmrân 164. âyette, لَقَدْ مَنْ نَ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ buyuruyor. Allah, mü’minlere büyük bir lûtfta bulunmuştur. Yine içinde bulunduğumuz bu Rab’ü’l-Evvel ayına gelelim. Efendimiz’in amcası Ebû Leheb vardı.
Bu Tebiyyat-i Yedâ Sûresi’nin indi. Kâfir, Allah ve Rasûlullah düşmanı, Efendimiz’in amcası. Bu Ebû Leheb, Süveybe geliyor câriyesi. Bugün diyor, yeğenin meydana geldi diyor. Muhammed meydana geldi diyor. O da sırf akraba asrâbiyetiyle seviniyor.
O zaman akrabanın çoğalması, bir gurur-kibir meselesiydi onlar için, câhiliye insanı için. Süveybe diyor, hadi sen hürsün diyor. Abbas da hadînanın kardeşi Ebû Leheb’i ölümünden bir sene sonra görüyor, rüyada görüyor. Çok kötü bir hâlde görüyor, fecî bir hâlde görüyor.
Sana nasıl muamele ediliyor Ebû Leheb dedi. Ebû Leheb dedi, çok kötü bir durumdayım, bir azâbın içindeyim dedi. Yalnız dedi, Muhammed’in doğduğuna sevinerek Süveybe’yi âzâd ettiğim için pazartesi günleri azâbın hafifletiliyor. O gün başparmağımla, işaret parmağım arasında şu küçük dilimler, bu azâbın içindeyim dedi.
Süveybe’yi âzâd ettiğim için pazartesi günleri azâbın hafifletiliyor. O gün başparmağımla, işaret parmağım arasında şu küçük dilimden çıkan su ile serinlemekteyim, cevabını verdi. Kırat âlimi, hadîs âlimi, meşhur İbn-i Cezeri, bu kısada hareketle ediyor ki, Kur’ân’da zemmi olunan, Kur’ân’da lanetlenen, eller kurusun delilen,
İbn-i Cezeri için bir âyet indi, Ebu-l-Hep için. Cehennemde azap veren Ebu-l-Hep gibi bir kâfire, Peygamber Efendimiz’in doğduğu gece sırf akraba asebiyetiyle seviniyor, ona böyle bir lûtuf ikram ediliyor. Demek ki bir mü’min de Allah’tan nâil olacağı mükâfat düşünerek,
Rabbimiz’in geniş ihsanlarının naim cennetlerine kavuşmuş olacak, ihya ederse. Yine bu rivâyete, İmam Kastelâni Hazretleri diyor ki, Ehl-i İslâm mü’minler diyor, Allah Rasûlü’nün doğduğu bu Rabûl-Evvel ayını, eğer ihya ederlerse, ziyafetler verip cömertlik gösterirlerse, nasıl dünya bir işte bile bir anne oğlu askerden gelir, ziyafetler verir.
Ya bir şey muvaffak bir ziyafetler gelir. Bugün de Rasûlullah Efendimiz’in sevinciyle, onun ümmetimizin sevinciyle ziyafetler verirse, o cömertlik gösterirse, muhtaçlara yardımlarda bulunursa, sevinç ısrar ederek hayırları artırırsa, mevlidler okunur, Efendimiz’in Sünnete ihtilâh gösterirse, bu aydan çok istifade eder, buyuruyor.
Yine İmam Kastelâni diyor ki, böyle yapanlar, o yıl belâlardan kurtuldu ve ne dilekte var, yeni getirde tecrübe edilmiştir. Velhâsıl bu bir lûtuf ayındayız. Cenâb-ı Hak bu lûtuf ayını ihya etmeyen cümlemize nasip eylesin. Ve bilhassa bol bol Kur’ân-ı Kerîm okumak, irşad bekleyerek irşad etmek. Velhâsıl evlâtlarımızın çok ihtinâ göstermek. Yani Allah Rasûlü’nün ümmet olması, sevinçlerini yaşayalım.
Bu nimetin şükrünü edâb-ı elime gayrında olalım, inşâallah. Yine buyruluyor Efendimiz’in ümmet olmanın sevinci. Yani ne kadar sevindilerse, bunun bir delili var mı nedir? Bütün dünyanın çile ve sıkıntılar, unuttuğumuz derecede demek ki bu bir göstergi oluyor Efendimiz’i sevmemiz. Hattâ bir misal veriliyor. Trilyonlar bulunan bir kimse, yolda giderken beş kuruş düşürse dönüp bakar mı ona trilyonların yanında?
İşte âhiret hayatı. Efendimiz’le beraber bir trilyonlar, dünyevî hayat onun yanında bir beş kuruş bile değil. Yani başımıza bir ufak tefek bir sıkıntı geldiği zaman, Allah’a kul, Rasûlullah Efendimiz’e ümmet olmanın bizim için en büyük, muhteşem zenginlik, en büyük saadet, bahtiyarlık olduğunu düşünüp sabredelim ki, çileler bizim için son derece bir hafif gelsin buyruluyor.
Esâb-ı kirâmın içinde fakirler vardı, zenginler vardı, hastalar vardı, dertler vardı, mahrumlar vardı, kimsiler vardı, esirler vardı. Fakat hepsi Rasûlullah Efendimiz’in etrafında pervânî olmanın huzur içindelerdi. Efendimiz’in genel rûhâniyetle bir huzur hâli yaşıyorlardı. Meselâ bir misal verelim, Uhud’da Ensâr’dan Süleybe Hatun,
Uhud’un arasında beş yakını kaybetti, şehid oldu. İki oğlu, babası, kocası, karı şehid oldu. Fakat bu arada hiç aldırış etmeli. Allah Rasûlü’sün, sağma, ondan haber verin dedi. Sağ dedi, yok gösterin olmaz dedi. Gösterdiler, Efendimiz’e eteğini öptü, yâ Rasûlullah, eğer seni kaybetmiş olsaydık, dünyada beni hiçbir şey teselli edemezdi buyruluyor. Bunun gibi binlerce misal asıl saadette. Yani Efendimiz’le, Efendimiz’in fânî olabilmek… Meselâ bir Afrâ hatun vardı, o üç oğlu vardı. Bedir’de iki şehid oldu. Keşke dedi, üçüncü oğlum da dedi, şehid olsaydı dedi, ben de şehid anası olarak kalksaydım dedi.
Hep Allâh’ın muhabbeti, Rasûlullah’ın muhabbeti, bütün muhabbetleri geçti. Bütün dünyanın muhabbeti, bir çakırtaşı gibi kaldı. Yani ashâb-ı kirâm, Rasûlullah’la beraber olmanın mânevî lezzeti içinde yaşadı. Bütün gayrette, esas hayatın, âhiret hayatı, gâye neydi bu dünyada âhirette yaşamak? Efendimiz’le âhirette beraber olabilmek. Bu sebeple Efendimiz’den gelen en büyük müjde onlar için,
اَلْمَرْ وَمَعَ مَنْ اَحَبَّةٍ, ki sevgiyle beraberdir. Evlâtlarımızla, âhirette beraber olmak istiyorsak, emek vermekle icap ediyor. Cenâb-ı Hak Meryem Vâlidemiz’i bildiriyor. Bunun annesi Hanne Hatun’du. Bu Hanne Hatun’un derdiye hamileyken evlâdını Allah yolunda diştirmekte.
Beyt-i Makdisi adada. O zaman erkek çocuğu adanırdı. Fakat bu kızı da, «–Yâ Rabbi dedi, benim yavrum olduğu zaman onu Beyt-i Makdisi’ne ben adıyorum.» dedi. Fakat kız çıktı, Meryem Vâlidemiz’i adadı. Ona da Zekiriyyat aleyhisselâm vekâlet etti ona.
Hatta öyle bir sâlâh olarak yetişiyordu ki, Zekiriyyat da dedi ki, «–Gelip gittiğim zaman orada meyveler görüyordum.» diyor. Yazın kış meyveleri, kışın yaz meyveleri. Meryem, bu nereden diyordum? Allah’tandır diyordum. Velhâsıl evlâtlarımızı sebebîle ne kadar bir Allah yolunda diştirebilsek, bu Hanne Hatun gibi evlâtın derdinde olup, evlâtın derdinde olup, evlâtın derdinde olup,
bu Hanne Hatun gibi evlâtın derdinde olursak, evlâtımız da dünyada da rahmet olur, âhirette de rahmet olur. Anne-Babanın sanatı evlâtlarıdır. Mühim evlâtın derdinde olmalıdır bir anne-baba. En merhametli ebeveyn, anne-baba, evlâtının âhiret derdine düşen anne-babadır. İşte bu, daima Hazret-i Meryem’in annesinin bu evlât hassâsiyetini düşünmek îcâb eder.
Lokman, aleyhisselâmın evlâdına nasihatleri de Kur’ân-ı Kerîm’de bu mümâlde, Lokman Sûresi’nde. Ömer bin Abdülaziz’e sorulur, evlâtlar ne bıraktı, mal vardı, mülk vardı vs. O da Arraf Sûresi’nde 190 ayet. Nisâ Sûresi’nin 5. âyetleri okuyor. Evlâdım benim yolumdaysa diyor, Allah benim evlâdımın Allah’ın vasiyeti hâlindedir diyor. Yok diyor, benim yolumda değilse diyor, yine diyor, âyet-i kerîmede onu verecek zaten bir şey yok diyor.
Ahmed bin Hanbel diyor, ben diyor, dokuz yaşındaydım diyor, annem beni hâfız yaptı diyor. Sabahları diyor, bağda çok soğuk olurdu diyor. Bana sıcak su üstüyle bana abdest aldırırdı. Beni tâ câminin kafasına kadar götürürdü. Bende ne var dedi, annemim mahsûlü. İmâm-ı Mâlik Hazretleri, babam bana bir hadis ezberletirdi, bir hediye verirdi.
Ben artık öyle bir hâlde geldim, hediye almasam bile, babam vermesi bile, bir hadis-i serif ezberlemeli rûhâniyet içinde olmaya başladım diyor. Yani muhabbet çok mühim. Muhabbetin nakşedilmesi, evlâdı âdâ taşa işlenen nakışlar gibi kalıcı olur. Çocuk bunu unutmaz. Bugün yüreği merhametle çarpan.
Şefkat sahibi, sâlih anne ve sâlih anne babalarının en vazifesi, evlâtlarını Kur’ân ve Sünnet’e ittibâ hâlinde yetiştirmektedir. Onları İslâm karakterine, şahsiyetine miras bırakmaktır. Yavruların gönüllerini Allah Rasûlü’nün muhabbetiyle doldurmaktır. Bugün küresel güçler, evlâtlarımızdan televizyon, internet, birtakım modalar vs. bizlerden koparmak için binbir kılığa giriyor. Dayatmalar başlıyor. İnternet, televizyon ve modalar sayesinde gönüllerde zehirlenmeye çalışıyorlar. Bunu asla fırsat vermeyelim. Hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor, çocukların üç hüznü de yetişen. Birincisi, Rasûlullah’ın sevgisi. Zaten onun sevgisi olursa, daima şu şuurda olacak, Allah Rasûlü benim yanımda olsam benim bu hâlimi tebessüm eder mi dedi. Yoksa üzülür müydi?
Çocuğun rûhunu bunu aşılamak zarûrî. İkincisi, ehl-i beyt sevgisi. Rasûlullah’ın soruları yiyenler, ehl-i beyt kimdir diyorlar. Ehl-i beyt benim soyumdan gelen bir de müttakîlerdir. Ne kadar müttakî, müttakî varsa, onlar da benim ehl-i beytimdir buyuruyor. Takvâ sahipleri. Üçüncüsünde Kur’ân-ı Kerîm kıraati. Ciddi bir Allâh’ı seviyorsak, Rasûlullah’ın sevgisi, ehl-i beyt sevgisi.
Rasûlullah’ı seviyorsak, bir test, ciddi bir Kur’ân’ın kursundan geçirmemiz zarûrî. Aksi hâlde yarın evlâdımız, bize dâvâcı olacak. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’i düzgün okuyabilmek. Çünkü yanlış okuyacak mânâ değişir.
Bu bakımdan evlâdlarımızı, bu Rasûlullah Efendimiz’i sevmenin, Cenâb-ı Hakk’ı sevmenin alâmeti, ne kadar ona bir Kur’ân-ı Kerîm üzerinde bir îtinâ gösteriyoruz. Bir harf değişimiyle mânâ değişir. Yine bir aile hayatı, bugün zedelemek isteyen aile hayatı.
Zedelemek isteyen aile hayatı. Aile hayatına mikrop seçiliyor. Cenâb-ı Hak ilk peygamber, Hazret-i Âdem’le Hazret-i Avvâ arasında ilk bir aile kuruldu Cennet’te. Birçok peygamber, secdeleri halinde aynı ailelerde devam etti. Aile mes’ûliyet esasını getirir. Bugün aileler mes’ûliyet esasını kaldırmak istiyorlar, rahat yaşayalım istiyorlar.
Beyi hanımına, hanımı beyine zimmetlidir. Evlâdı anne-babaya emânettir. Evlâdı anne-babasına ihsân-ı emretti. Sıla-i Rahîm ile beraber geniş ve güçlü aile içinde İslâm’ın değerlerini yaşattı. Küresel güçler, bugün çok dikkat etmezler, bizim bir âhiret mes’ûliyetimiz. Küresel güçler bugün aileyi çökertmeye çalışıyor. Çünkü aile mukaddes bir yuva olursa, dışarıdan gelen her türlü menfî hücuma karşı mânevî bir kale hükmünde olacak. O zaman câhiliyeye döndürmeye çalışan şer güçler hedefine ulaşamaz. Fakat o aile kalesi düşerse, beşerî adeta diğer mahlûkâtın surlerine döner. Çobansız bir sürü nasıl dağılır, kaybolursa, hangi girdap topu olacağı, hangi kurda yem olacağı meçhûlse,
aile kaldırılsa toplumda da durumu aynı bu şekilde olur. Hiçbir mes’ûliyet, mahremiyet, ayıp ve günah tanımayan bir insan tipi meydana gelir. Ailemizi ve neslileri korumaz m mecburuz. Bunun için bunu evveliyetle, tekrar tekrar, eğer kendimize bunu tekrar, ben Allah Rasûlü’nü seviyoruz, Cenâb-ı Hakk’ı seviyoruz, evlâdımı ne kadar bir Kur’ân terbiyesinden geçiriyorum.
Efendimiz buyuruyor, burası çok mühim. İnsin ve cinnin isyankarları hariç, bütün mahlûka benim Allah’ın Rasûlü olduğumu bilir, buyuruyor. Yani isyankarlar bilmez. Allah’tan uzak olanlar bilmez. Efendimiz buyuruyor, Uğut da biz severiz, biz Uğut’u severiz, buyururdu. Demek ki bizim gördüğümüz bir taş yerine Uğut, ne gibi onda bir tecellâ var ki Efendimiz seviyor, Efendimiz onu seviyor. Hattâ bir gün Efendimiz, Ebû Bekir, radıyallâhu anh, Ömer radıyallâhu anh, Osman’a Uğut’a çıktılar. Uğut sallandı. Efendimiz, Uğut dedi, sakin ol dedi. Üzerinde bir sığdı, iki şehit var, buyurdu. Ebû Bekir Efendimiz vefat ettikten sonra Ömer Efendimiz, Osman Efendimiz şehit olacaktığını anladılar ve hakikaten şehit oldular. Yine Hazret-i Ali’nin hakkında diyor, biz diyor, Rasûlullah Efendimiz’in Mekke’de beraber dolaşırken,
birçok taşların, «Esselâmu aleyküm! Yâ Rasûlâllah!» deyileni ben duyardım.» buyuruyor. Yani taş tanıyor, nebâtat tanıyor. Hurma kütüğü, hadîs-i şerîf… Efendimiz, baştan cemaat azdı. Bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe okurdu. Sonra cemaat artınca mihrap yapıldı. Mihraptan çıkınca hurma kütüğü yalnız kaldı. Efendimiz’in dayanması da mahrum kaldı. Bütün sahâbî topluluğu diyor. Bir kişi üç kişi değil, yüzlerce kişi kütük ağladı diyor. Kimi dedi, sanki bir hayvanca uğraşan, sanki bir demenin inlemesi gibiydi diyor. Efendimiz iniyor onu, sıvazlıyor, sakinleştiriyor. Yine Efendimiz uyurken bir kişi geldi, Muhammed kalk dedi. Şimdi benim emrini seni kim kurtaracak dedi. Elinde kılıcı vardı. Efendimiz Allah buyurdu. Müşriklerinden kılıç tak diye düştü yere. Muhammed dedi. Bana dedi, ispat edecek bir şey göster dedi. Şu ağaç gelsin, sana selâm versin dedi. Efendimiz ağacı işaret etti. Ağaç, kökünden sürülsürlüğe geldi, eğildi.
Selâmü aleyküm yâ Rasûlâllah dedi. Dedi ki şey, uzat ayağını öpeyim, sen peygambersin dedi. Yok dedi Efendimiz. İnsanın insana secde etmesi haramdır dedi. Ben de senin gibi insanım dedi. Velhâsıl işte nebâtat tanıyordu, kütük tanıyordu, ağaç tanıyordu. Hayvanat tanıyordu. Sahibinden zulüm gören bir deve ağlayarak geldi. Efendimiz sahibini çağırdı. “-Niçin buna?” dedi zulme. “-Bak aç bırakıyormuşsun, çok yükük yiyor musun?” dedi. “-Yâ Rabbi bunun şehrinden sorulacak.” dedi. Meşhur-i Şifâ-i Şerîf dedi. Efendimiz’in zâhirini, bâtını anlatan bir kitap vardır. Kâzı İyas Hazretleri’nin. O, orada kasbâ, isim Rasûlullah Efendimiz’in bir devesi vardı. Efendimiz o deve ile yolculuk ederdi. Rasûlullah Efendimiz’in vâfâtıyla diyor eserde. Deve diyor, yemez içmez oldu diyor, çölleri düştü ve o şekilde açlıktan öldü diyor, hasretinde diyor. Velhâsıl Cenâb-ı Hakk’a, وَمَا اَرْسَنَّاكَ اِلَّا رَحْمَنَةً لِلّٰهِمْ
Bütün âlemlere rahmet, insana rahmet, hayvanata rahmet, cemâdâta rahmet, bir mü’min de rahmet insan olması arzu ediliyor. Bunun için hayatımızın her safhada Sünnet-i Seniyyeye ittibâ çok mühim. Yine Abdullah bin De’lîm Hazretleri, Sünnet-i Aşk ile bağlı ehemmiyetini şöyle ifade eder. Fakat bu, ibadette, muâmelâta, muâşerette, edepte, ademte, hâsıl etkilerinde, hâsıl etkilerinde, hâsıl etkilerinde,
ibadette, muâmelâta, muâşerette, edepte, ahlâkte, her şeyde… Bana ulaştığına göre dinin yok olup gitmesinin başlangıcı, Sünnet’in terk edilmesi olacaktır. Hallat’ın lif lif çözülüp nihayet kopması gibi, din de Sünnet’lerin terk edilmesiyle ortadan kalkar.” buyuruyor. Eğer Efendimiz’i seviyorsak, hayatımızın her safhasında Sünnet dikkat etmekiz lâzım. Efendimiz bizim iş yerimize gelse tebessüm eder mi? Evimize gelse tebessüm eder mi? Evlâtlarımızın hâlinin göre tebessüm eder mi? Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor, Efendimiz, Üsvî-i Hâşen’in örnek, mucize Efendimiz. Efendimiz bütün karakterlere bir örnektir. Zengin’e, fakire, garibe, yalnızlığa, kimsesizse, mazluma, açığa, tok’a, hepsi örnektir.
Onun için bir kimse dese ki, benim başımdan şu hâdise geçti. Bunun bir misali yok mu? Aslı saatte onun bir misali vardır. Ve kurtulma çaresi de vardır. Velhâsıl bir mü’minin eğer gönlünde Efendimiz’in güzel ahlâkından hissedarlık varsa, bir mü’minin Efendimiz’in güzel ahlâkından hissedarlık varsa gönlünde, şuna dikkat et mesela, bende var mı yok mu? Gönlü ilâhî muhabbette seviye kat eder.
Dünya, âhiret geldi mi daima âhiret tercih eder. Merhamet ve şefkati artar. Hizmet için gayret içinde olur. Hizmet için sahibi daha Çin’e girdi, Semerkant’ta gitti, dünyanın öbür tarafına gitti, yamyalanın içine girdi, ona hidayete getirmek için. Diyarbakır’ın tevâzu ve nezâketi aslâ elden bırakmaz. Cömert ve ihsan sahibi olur. Hak ve adâletten ayrılmaz. İhsan eden en yakın olsun. Saygı ve hurmetle kusur etmez.
Kanât ehli olur, kanaatle zenginleşir, kanaatle huzur bulur. El-Emin’e sâdık olur, karakter ve şahit sahibi olur. Efendimiz’e tâ cahili devrinden beri, bazen Muhammed geldi demezlerdi, el-Emin geldi, el-Sâdık geldi, içimizde en doğru insan geldi derlerdi. Daima hüznü zan besler. Çünkü velâ tecessüsü buyuruyor Cenâb-ı Hak. Tecessüsü bulunmayın buyuruyor.
Yaptığı her işi ihlâs ile yapar. Sabrı elden bırakmaz. Çünkü sabırı daima, insan daima bir imtihan hâlindedir. وَتَوَاصَبْ بِالْحَقْ وَتَوَاصَبْ بِالصَّبْ وَتَوَاصَبْ بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَبْ بِالْمَرْحَمِ buyruluyor. Edep, en mühim edep ve hayâ üzerine yaşar. Konuşmasında edep olacak. Ağzından yanlış bir kelime çıkmayacak. Hele bir galiz bir söz hiç çıkmayacak. Bir nezâketle konuşacak.
Cenâb-ı Hak kavlen meyûsûrâ, kavlen leyinâ. Cenâb-ı Hak nasıl konuşacağımızı bize Kur’ân-ı Kerîm’i terk ediyor. Rasûlullah Efendimiz’in konuşması, bizim miskin en güzel misal. Mü’min de konuşması öyle olacak. Kaba saba bir mü’min konuşması istenmiyor. Onun için Cenâb-ı Hak yine buyuruyor, en bet ses diyor, merkeplerin sesidir diyor. Diğer taraftan, Efendimiz’le beraberliği temin ettiğimiz nispetle, enayi eten kurtuluruz.
Benlikten kurtuluruz. Rasûlullah hiç ben yok. Daima sen ya Rabbi, sen ya Rabbi. Bir kul da ben yaptım, beni ettim, ben yok o. O bir gurur alâmeti, kibir alâmeti. Cenâb-ı Hak kul daima, Cenâb-ı Hak, hamd-ı elhamdülillâh ya Rabbi diyecek, şükür ya Rabbi diyecek. Kimseye hazlık etmez, bir karıncaya bile haksızlık etmez. Biz, istihâmetleri ağaç altında bir yemek yediler, devam ettiler, torbada bir karınca gördüler, bir karınca gördüler.
Devam ettiler, torbada bir karınca gördüler. Ben bunu vatan cüda ettim bu hayvanın dedi. Bana bu canı veren Allah, bu karıncaya da veren Allah, döndü, yemek yedi ağacın altına, o karıncayı bıraktı. Bu nedir? Hâlık-ı nazar ile mahlûkâta bakış, kilime, intikam beslemez. Affedecek ki, Allâh’ın affına mazhar olacak. Ne buyuruyor Cenâb-ı Hak? Siz Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz biliyor.
İstiyorsak biz de affedeceğiz. Hiçbir müslümanla aramızda bir brûdet olmayacak. Allah için affedeceğiz ki Allah da bizi affetsin. Hırs, tamah, fitne, gurur, kibir, yalan, cimrilik, bir mü’min, lukâtında bulunmayacak. Gıybet bulunmayacak. Kul hakkı kıyamete kalıyor. Sebaplarını alacak gıybet etmeye kimsenin. Tecessüsle bulunmayacak, ata aramayacak. Bardağın boş tarafı değil, bardağın dolu tarafını görecek. Merhamet ve şefkat yoksulluğundan kendisini koruyacak. Bütün kötü vazifelardan temizlenecek. Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatları o kalpte tecellî edecek. O şekilde Cenâb-ı Hakk’a yakınlık meydana gelecek. Yakınlık meydana geldikçe muhabbet artacak. Muhabbet artacak, o kalpte hikmetler tecellî edecek. İşte Yunus’u Yunus’u yapan, Mevlânâ Mevlânâ yapan, Allah dostu ile Allah dostu yapan budur.
En lâzım Rasûl’la beraber olmak, yani O’na sadâkati ittibâ edebilmek, bir gölgenin bedeni olan sadâkati gibi aynen. İşte ashâb-ı kirâm bu şekildeydi. Öyle bir lezzet geldi ki bütün dünya lezzetleri kenarda kaldı. Onun için tek şey, ben dedi, acaba Allah ile kıyamete beraber olabilecek miyim dedi. Bu endişe başladı. Yani hayatta aldığımız her kararı, alacağımız her mühim adımı, önce Allah ve Rasûlü acaba bundan mümkünse,
bundan memnun olur mu diye o endişeye taşımamız icap ediyor. Zira bizim için en büyük gönül servetimiz. Allah’ın adına tanımamış olsaydık, her şeye ne kıymeti vardı? Zira bu dünyadaki ömrümüz tânîliğe mahkum. Ne kadar onu da bilir miyiz? Yarın diyenler helâk oldu. Kimsenin yarından haberi yok. Fakat Rasûl’u tanıyıp, onu can-ı gören tabi olunanın gediği huzur ve sâdîci sonsuz. Zira Cenâb-ı Hakk’a, مِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٌ عَزِيمٍ En yüksek ahlâk üzerinde. Hangi âhlet? Allah’ın ahlâkı. Rasûlullah’ın ahlâkı, Allah’ın ahlâkı. Allah’ın bizden istediği ahlâk. Efendimiz buyuruyor, çok merhametli, çok şerîf. Efendimiz buyuruyor, hayatımız sizin için hayırlıdır. Benimle konuşursunuz sâlimle. İlâ ise ilâhî emirleri Allah’ın hükümlerine bildiririm. Vefâtım da sizin hacıllıdır.
Amellerin bana arz edilir. Güzel bir amel gördüğümde Allah’a hamd ederim. Demek ki bizim güzel amellerimizi Cenâb-ı Hak Rasûlullah Efendimiz’e arz ediyor. Hamd ederim diyor. Ümmeti olmakla hamd et. Çünkü râvuf ve rahmeti çok merhametli, çok şefkatli. Kötü bir şey gördüğümde de sizin için Allah’a istiğfâ edelim buyuruyor. Yani böyle bir Cenâb-ı Hak, böyle bir peygamber ümmet kıldı bize. Bu kıyamet zor gün. Peygamberlerin bile hesaba çekeceği gün.
Cenâb-ı Hak, Ar-Rafs’ın 6. âyetinde elbette kendilerini peygamber gönderen toplumları da gönderdiğimiz peygamberleri de hesaba çekeceği gün. Peygamberleri tebliğden hesaba çekilecek. Onun Efendimiz’in veda hutbesinde duymayan var mı, etmeyen var mı diye üç sefer sordu. O elle kaldığı yâ Rabbi, şahit ol dedi. O kıyamet günü, peygamberin zor günü, Hazret-i Âdem’e gidecekler.
Âdem aleyhisselâm, ben kendim derdim var diye, Nuh aleyhisselâm’ı gönderecek. Nuh aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm’ı gönderecek. İbrahim ile Musa aleyhisselâm, Musa aleyhisselâm, İsa aleyhisselâm’ı gönderecek. İsa’yla Rasûlullah Efendimiz’i götürecek. Evvel Engin rahmeti dolayı arşın altına gelip secdeye kapanarak ümmeti için, insanlık için orada dua edecek, mü’minler için. Bir kısmı tabi Cenâb-ı Hak kabul edecek, onu Cennet’e nâil eder. Bir kısmı da
mücrim, Efendimiz’in ümmeti, onlar da Cehennem’de yanacaklar. Fakat Cehennem’den de yine Rasûlullah Efendimiz’in şefaatî ile çıkacaklar. Cenâb-ı Hak ne kadar râvûf ve rahîm. Yine Cenâb-ı Hak, peygamberi Efendimiz’i ne kadar çok seviyor. Bir Kadir gecesinde hiçbir peygamber de yok, bin aydan daha hayırlı. 80. sünnetin ayında bir gece. Mirâce yarın Efendimiz çıktı. Bunun Efendimiz’in Cenâb-ı Hak’ın indindeki yerini düşünelim. Cenâb-ı Hak buyuruyor, Nisâ Sûresi’nin 80. aydır, مَنْ يُدِيُ الرَّسُولِ فَقَى اَتَى اللّٰهِ Allah Rasûlü’ne itaat, Allâh’a itaattir. Demek ki her hâlimizi Rasûlullah Efendimiz’le mîzan etme durumundayız. Yine Efendimiz’in fârik basıflarından. Efendimiz seferi önden yürürdü, bir cesaret verirdi. Dün işte arkadan yürürdü. Kimler muhtaç, teselli muhtaç, onları teselli ederdi. Efendimiz bir gün buyuruyor, ne kadar bir merhamet. Mîras, terekeye aittir buyurdu. Fakat borçlu varsa, yetim varsa bana aittir. Onların telâfî etmek, onlara ihsan etmektir, bana aittir buyurdu. Bir hizmetteydi. Bu rafza yapınca taş taşıyordu. Sahâbe-i Yâbî, biz taşırız yâ Rasûlullah’a, siz zahmet etmeyince, yok ben de Allâh’ın rahmetine muhtacım.” buyurdu. Mü’minin de boş kalmasını istemez de, sorar da bugün bir yetim başı okşadınız mı, aç insan doyurdunuz mu, bir hastayız ziyaret buldunuz mu, bir cenâb-ı teşhînde bulundunuz mu, irşad bekleyen bir kimseye irşad ettiniz mi, namaz da çok mühim. Efendimiz’in namaz üzerinde durur mu, namaz da çok mühim. Bir anne-baba namaz üzerinde çok duracak. Ufak yaşta evlâd namazı alıştıracak. Sonra kılar, yok sonra kılmıyor sonra. Benim kalbim temizdir diyor, o nasıl kalp bilmiyoruz. O şekilde kendini teselli ediyor. Cenâb-ı Hak, îmân-i etik demekle kurtulacaklarını mı zannediyorlar buyuruyor. Cenâb-ı Hak amelân-ı sâlâhı istiyor. En mühim evlâtlar, bir Kur’ân tezini geçirmek.
Namazı alıştırmak, cömertliğe merhamet alıştırmak. Cennete girenler, Müddesir Sûresi’nde, Cehenneme girenlere sesleniyorlar. Sizler niye cehennemliksiniz diyorlar. Ne yaptınız ki cehennemlik oldunuz diyorlar. Onlar diyorlar ki, biz namaz kılanlardan değildik diyorlar. Hem kendimiz için, hem akrabalar, hem evlâtlarımız için, hem de evlâtlarımız için,
hem de namaz kılanlardan değildik diyorlar. Onun için küçük yaşta alıştırmazsak gitti o, bitti. İkincisi, açları doyurmazlardır, biz merhametsizdik diyorlar. Yani kendimizi düşünürüz diyorlar. Üçüncüsü, gaflete dalanlarla beraberdik diyorlar. Modalar vs. der, şunlar bunlar. Ahireti de umursamazdık diyorlar. İnkâr edenlerden olduk diyorlar. Bugün de ölüm geldi, çattı diyorlar.
Fetih Sûresinin son âyetinde Cenâb-ı Hak orada kimler Allah Rasûlü’nün yanında, kimler değil. Birincisi, Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür diye başlıyor Allah’ın Rasûlü’nün. Demek ki Rasûlullah Efendimiz’in bize olan Cenâb-ı Hakk’ın lûtfeti, bu nimeti iyi düşünmemiz lâzım. Bütün nîmetlerimiz, bütün nîmetlerimiz, bütün nîmetlerimiz, bütün nîmetlerimiz,
bütün dünya bizim olsa, okyanuslar, altın gömücük bizim olsa, ne kadar ömrünüz var, ne kadar bizimle olacak. Fakat Efendimiz’e ebedî bir hayatın saâdehte gelecek. En büyük lûtfu Cenâb-ı Hakk’ın Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. İkincisi, küffara karşı çok şedittir. Yani İslâm’dan bir tâbiz vermez, kılık, kıyafet vs. şu bu. Onlara bir müslüman benzemeyecek.
Görüyoruz, maalesef saçta benzer, reklamlarda, dükkan tabalalarında vs. Çocukların tişörtlerine bakıyoruz, yabancı ve kirli kelimeler var çok, o da farkında değil. Hazret-i Ömer Radıyallâhu anh orduyu Dağıstan’a gönderiyor, Azerbaycan’a görürken, bakın sakın dedi, onların giyişçileri gibi giymeyeceksiniz dedi. Şahsiyetini koruyacaksınız. Onların yedikleri yemekleri heves etmeyeceksiniz dedi. Cenâb-ı Hak âyette, kim Kur’ân ile Allâh’a davet ederse, amel-i sâlih işleriyle,
amel-i sâlih işlerse, ben müslümanlardanım diye İslâm kararlarına, İslâm şahsiyetine temsil ederse, onun sözü en doğru sözüdür.” buyuruyor. Yani birinci şart, bu akîde bu. Burada ne var? Îman kayar Allah korusun, onlara benzemekle. Efendimiz, küffarın ateşiyle aydınlanmayın buyuruyor. Bu çok mühim. Fâtiha’nın oğlu ikinci beyazıt, yeni baştan İstanbul’u imar ediyordu.
O zaman bu İtalyan meşhur ressam, Leonardo da Devinci mektup yazdı. Ben dedi, câmileri, yolları, mektep, mektep, hepsini dedi, şeyini ben çizeyim dedi. Dünyaca meşhur bir mîmar. Hattâ bazı kişiler heves etti. Fâtiha’nın oğlu, beyazıt, ikinci beyazıt, yok dedi. Eğer o gelirse de Hristiyan mîmâriyi buraya koyar dedi. Ondan sonra bu mîmâriye heves artar dedi. Biz de burada kendi mîmârimizi inşa edeceğiz. Arkadan silanlar geldi.
En güzel bir elhamdülillah, sanır esirleri meydana geldi. Hâlâ o eserler taklit etmekle, o câmiler vs. gönlünü bir huzur veriyor. Onun için birinci şart, küffâra karşı benzememek. Hukuk var. Hukuktan hukuka dikkat edecek. Bir gayrimüslim bir hukukuna dikkat edecek. İslâm’ı temsil edilecek. Meselâ Rasûlullah Efendimiz Bedir’den dönerken,
bir gün eve kılıç kılıca gelen esirler vardı. Medîne’ye giderken zaman zaman develerinden indiler, esirleri develerine bindirdiler. Onlar ne oldu? Bu din ne güzel bir dindir dediler. Velhâsıl her şeyden bir İslâm’ı temsil edelim. Onun için küffâra karşı şedît. Fakat biz İslâm’ı temsil etmeye mecburuz. Ondan da rûhamâ geliyor. Mü’min kendi arasında merhametli olacak.
Her mü’min, kendinden daha aşağı bir mü’min, ona cimmetli. Toplumun ne kadar kendine, kendinin hâlinde yardıma muhtaç. Velhâsıl bugün, Allâh’ın kelamını öğrenmeye muhtaç vs. onlara karşı merhametli olmak. Müslümanın derdiyle dertlenebilmek, infak etmek. Bollukta ve darlıkta verirler âyetinde. Bu bir merhamet hâdisesi. Varlıkta olanlar, birtakım vakıflarda bulundular. Fakirler dedi ki, aman biz bu işin, bu infakın dışında kalmayalım. Yarım hurmayla bile olsa. Allah’tan kavuşalım dediler. Bir kısmı gidip hamallık yaptı. Bir kısmı dağlayıp da odun kesti, Medîne çarşısında sattı, Rasûlullah’ı önüne koydu. Velhâsıl nedir bu hep Cenâb-ı Hakk’ın sıfatından, Rasûlullah’ın hâlinden ibret alır.
Evvel zaman zaman çok zengin olurdu. Ganimetler gelirdi beşte bir. Evvel zaman zaman onların Müslümanların derdini sarf etmeden huzur bulamazdı. Onların derdini derman olmakla Efendimiz’e huzur bulurdu. Onları yedirmekle Efendimiz’i doyardı. Fakirlere misalde, mesela bu Hendek kalbinde falan iki tane taş bağladı midesine. Davet edilir Câbir tarafından, yalnız gitmez. Yine cemaat toplayıp gitti.
Onlar benden daha aç dedi. İlk defa onları doyurdu. Âyet, yine Efendimiz’in yanında bulunanlar, Sen onları rükû ederken, secde ederken görürsün.” buyuruyor Cenâb-ı Hak. Demek ki bir mü’min yüzünden rükûsuz secdeye bir huzur hâli olacak. Bu nasıl bir huzur, nasıl bir namaz olacak ki huzur hâli olacak? Mü’minler felâh buldu, onlardaki namazı huşû ile kılarlar. Huşû nedir? Zihni bilgilerin kalben hazmedilmesi.
Zâhirle bâtının bir âhenk teşkil etmesi. Bu şekilde kalpte bir muhabbet olacak. Muhabbetin necdesinde kalpte bir hikmet meydana gelecek. Bir huzurda olduğunun büyük bir hâli içinde olacak. Ondan sonra Allah Celle-i Câhâ ne isterler onlar? Efendimiz’le beraber olanlar? Mâ’um, mü’min, serbest, şubû, vesâret, şubû mu? Değil. Allah rızâsında olurlar.
Fazilet isterler. Fazilet neyse Allah Rasûlü’nün hayatı. Fazilet ve Allah rızâsını isterler. Demek ki her mü’min kendi hâlini kıyaslayacak, benim hâlim, Allah’ın hâline benziyor mu bu durumda? Aile hayatım, iş hayatım, evlât desi, vesâret, vesâret… Ben Allah rızâsında mıyım? Çünkü onlar fazilet ve Allah rızâsını isterler.
Ondan sonra böyle bir karaktere gelen bir mü’minde, min eserruf sucud, onlarda secde âlâmeti olur. Tevrattaki misal böyle Kur’ân-ı Kerîm’de. İncil’deki misal de, orada Cenâb-ı Hak bir teşbih bildiriyor. Bahçıvan bir tohumu eker, tohum filiz verir, gövde olur, gövde kalınlaşır.
Bu misal, yani müslümanlara tarakki etmesi. Bu küffarı öfkelendirir. Baştan küffar, müslümanlarla alay etti, hakaret etti, sonra zulmetti. Niye? Küffar, öfkelendi İslâm’ın yayılmasıyla. Bugün de aynı. İslâm fobi diyor. Çünkü niye fobi diyor? Diğer dinlerdeki olan nefs-i şerîfleri,
arzular var vs. var, hiçbirinde ciddi bir ukubat yok. Fobi demiyor onlara. Birinci Cihân Arb’inde, ikinci Cihân Arb’inde yüz milyon insan öldürdüler. Bunu fobi demiyorlar. Japon yolda iki şehir kömür ettiler, fobi demiyorlar. Afrika’dan köle olarak insanları taşıdılar, kürek mahkumu olarak, gık diyen okyanuslar ortalığına attılar. Fobi demiyor. Bugün Filistin’de müslümanlar kendi memleketlerinden kovalıyor, katlediliyor, fobi demiyor. Akdeniz’de bir kabir hâlini, bir mezar hâline getirirler, fobi demiyor. Niye? Kendilerine göre çok rahat hayat yaşayacaklar, hiçbir engel olmayacak, hiçbir mânevî duygu olmayacak, bir âhiret inancı olmayacak, Allah korkusu olmayacak.
Bu nerede var? İslâm’da var. Onun için bir âile sistemi de istemiyorlar. Onun için biz ne yapacağız mukâbil? Biz de eğer gaflette kalırsak, bu bizim için büyük bir felâket. Bugün tabi Efendimiz’in ahlâkına saymak ile bitiremeyiz.
Âciziz. Efendimiz’i tanımakta da biz çok âciziz. Fakat tabi bu, ne kadar bu yolda gayret edersek, sünnet seneye sarılırsak, inşâallah Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla bu beraberliği, Cennet’e beraberliği elde ederiz.
Bugünkü olan durumumuz çok mühim. Çünkü burası bugün Türkiye Büyükbirliği İslâm’ın son karakolu. Eğer biz bu karakolu eğer muhafaza edebilirsek, neyle muhafaza edeceğiz? صرعة اللذِينَ اَنْ عَمْتَ عَلَيْهِمْ وَاَيْلِ مَعْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا تَّعَالَى صرعة مُستَكِّمْ رَزُولَ اَفَمْ يَنْزِنْ دِيْهِمْ بِلْمَقْلَةً
Peygamberler, sıddıklar, sâlihler, şehidler, sâlih olanın izinde olmakla, İslâm düşmanlarından uzaklaşmakla, en mühim, yâ Rabbi diyoruz, herfâzı, ancak Sana kulluk yaparız. Ancak Senden yardım bekleriz. Ne kadar bir kulluk yapabilirsek, o kadar Cenâb-ı Hakk’a yardım eder. Bugün virüs diyorlar, virüs gâdikleriyle, gitmedi diyorlar. Zâhirî sebebi bakıyorlar. Şu tedâbü, bu tedâbü bitmedi diyorlar. Yangınlar oluyor dünyanın her tarafında. Yanardağ füskürüyor. Bir tarafta kıtlık oluyor. Bir tarafta enflasyon oluyor, hayat pahalı oluyor. Bunların zâhirine bakılıyor. Batınında ne var? Demek ki, اِيَّا كَنَا اَبْبِدُ وَاِيَّا كَنَا سْتَعِينَ Allah’a kulluğumuzda, birtakım problemler var. Öyle olduğu için, اِيَّا كَنَا اَبْبِدُ وَاِيَّا كَنَا سْتَعِينَ Allah’a kulluğumuzda birtakım problemler var. Öyle olduğu için, اِيَّا كَنَا سْتَعِينَ Allah’ın yardımı, ona göre geliyor. Bu, kıyamet alâmetlerinin arttığı bir devirdeyiz. Burada Rasûlullah Efendimiz buyuruyor ki, ümmetimden daima Hak üzere gâlib ve zâhir bir tâife,
yani hem bâtında hem zâhir bir tâife, takvâ sahibi bir grup, hiç eksik olmayacak. Onlara muhalifleri de, İslam düzeyinde zarar vermeyecek. Demek ki bu grubun içine girmek neyle gireceğiz? Takvâ ile gireceğiz. Yine diğer bir hadîs-i şerîfte, bu ümmet, Allâh’ın emri ve kazâsız zuhur edip, yani kıyamet zuhur edinceye kadar emri-i ilâhî tabî olma hususunda hep sabit kalem olarak duracaklardır bir grup. Kendilerine muhalefedenlerin, İslam düzenine bir zarar vermeyecek. Bilhassa bu zaman için o zaman. Bilhassa evlâtlarımızı immâhâfaz edeceğiz. Televizyonda, internette, modallarda bunların bir takım, bir kısım yanlış propagandalarından evlâtları korumaya cahit edeceğiz. Onun için tek sığınak-barınak, dünyada da Rasûlullah Efendimiz. Ahirette de, dünyada ne kadar ona sığınak-barınak olarak alırsak, ahirette de onunla o kadar beraber olacağız inşâallah. Bir de bir tarihten misal verirsek biz. Bizim tarihte en büyük devlet, Osmanlı devleti. 6 asır, 20 sene devam etti. Dünyada öyle bir devlet yok. Kur’ân-ı Kerîm ile başladı. Osman-ı Kerîm’in Kur’ân-ı Kerîm’in ihtiramıyla başladı.
Allah’ın kelamına saygı, Allah’ın kâhiliyeti hürmet, devleti âbâd etti, ihlâ etti. Edeb-i Ali Hazretleri’nin olan telkinleriyle, tedris hâtiyle devam etti. Yavuz Sultan Selim’in mukaddes emanetleriyle gelip yine tazimle. Hattâ o kadar ki Medîne’den gelen mektupları, hiçbir Osmanlı parça oturarak dinlemedi. Daima tahta kalkar, ayakta olarak dinlerdi.
Öfü başına koyardı, sonra ayakta dinlerdi. Hattâ Abdülaciz, bir hasta yatağında iki kişi kovunup ayak kaldırırlardı, o şekilde dinlerdi. Demek ki burada hep bunlar nedir? Baktığımız zaman, Rasûlullah Efendimiz’e olan muhabbet. Cenâb-ı Hak inşaallah gönlümüzü, Rasûlullah Efendimiz’in muhabbetiyle müzeyineyle inşaallah. Hem bizi hem de inşaallah yavrularımızı. Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri’nin güzel bir mısra vardı. Orada Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri diyor ki, Şu dem ki, mülkü dünyadan, yani dünyanın mülkünden Muhammed Mustafa’ya gitti. Sevindi âhiret, âhiret ehl-i sevindi. Fakat ama bu dünyadan da Safa gitti.
İşte ashâb-ı kirâm nasıl, Efendimiz’e bir Safa buldu. Biz de inşaallah yine benim ümmetimin başı da hayırdır, sonu da hayırdır buyuruyor Efendimiz. İnşaallah sonu da hayır olan, ümmetten inşaallah Efendimiz’in ümmetinden olmayı Cenâb-ı Hak nasîb eder inşaallah. Ben onları havz kenarında, onlar benim kardeşimdir buyuruyor Efendimiz. Ben onları havz kenarında karşılayacağım buyuruyor. Cenâb-ı Hak buraya buyuruyor, evvela yine inşaallah. Bütün havzlarımızın başına kadar,
Cenâb-ı Hak buraya buyuruyor evvela yine inşaallah. Bütün hayatımızın her safhasına, her anı teşmil etmek, Gönlümüzün daima Rasûlullah’a beraber olması, daima hallerimizi, onu hâliyle bir test edebilmemizi, Gönlümüzün ona olan muhabbetle dolması, hissediyle beraber olup beraber olabilmeyi,
Cenâb-ı Hak cümlemizi ihsân ile ikram eylesin. Duâmızın kabûlü niyazıyla Lillâhi Teâle’l-Fâtiha…
İlk Yorumu Siz Yapın