"Enter"a basıp içeriğe geçin

22 Ağustos 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

22 Ağustos 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=Xhw4mjaw09c.

Rasûlullah, Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, latîf, mübârek, pâk, rûh-i tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in ashâb-ı kirâmına, enbiyâ-i zâmin, sâdât-ı kirâm hazarâtına, şehidlerimizin cümle geçmişlerin rûh-i şerîflerine, dinimizin, vatanımızın, milletimizin, bütün İslam dünyasının selâmetine, şerîlerin şerîden muhafazısına, 1444 senemizin ümmet-i mâminin rahmet-i bereket olmasına niyazıyla.
Bir Fâtiha şerîf, üç İhlâs’sı. Allahümme salli ve sellem… Aleyhi ve sellem… Âmin. Bismillâhü ve Rahmânîn. Muhterem kardeşlerimiz, bir de ilk başta hicri yılbaşınımızı tebrik ediyoruz.
1444 yılına girdik. Yani hicretten bu tarafa, kamerî olarak. 1444 sene geçti. Cenâb-ı Hak inşâallah bu senemiz de, Cenâb-ı Hak bütün kusurlarımıza rağmen, mağfiret, hayır, bereket ve rahmet vesilesi olur inşâallah. Unutmayalım, bir câhiliye devri olur. Peygamberlerin geldiği devir, câhiliye devridir. Yani câhiliye devri nedir? İnsanlığın, insanlığa veda ettiği bir devirdir.
Bu devir, câhiliye devri denir. Cenâb-ı Hak, peygamber gönderir. O peygamber, onları tabiri câhiliye devri kuyudan zirvelere doğru çıkarır ve bu fazîletler medeniyeti inşâ eder. Tabi bugün de, yeri geldikçe bahsetmek için bugün de bir modern bir câhiliyeye girdik. Cahiliye devri’nin vasıfları var bugün de. En başta bir câhiliye devri, âhirette istemediler.
Bir de âhirette istemediler. Nebîl-i Azîm’deler, büyük haber geldi dediler, aman dediler. Bir de bu dünyanın bir istediğimiz gibi yaşayamayacağız dediler. Bugün de aynı şekilde. Bugün de dünya maalesef bir câhiliye devrine girdi. Âhiret unutuldu. Birçok günahlar had safhaya geldi. Cenâb-ı Hak azabından muhafaza buyursun. Âmin.
Cahiliye devri nedir? Ruhî çöküntülerin yaşandığı, kalp âlemlerin virâneye döndüğü bir devirdir. Gönül pınarlarının merhamet sizden kurulduğu bir devirdir. Vicdanların zulümle karardığı bir devirdir. İnsanlığın dizginlerini şeytanlara kaptırdığı bir devirdir. İnsanlığa veda edilen katran misal, simsiyah bir devirdir. Cahili devri böyleydi.
Bugün de aşağı yukarı emsâl olarak alırsak hemen o duruma geldi. Yani küresel güçlerin yaptıkları, bugün en beteri insanların duygularıyla oynanıyor. Televizyon, internet vs. mausul körpeleri, mausul vicdanları o duyguları çıkartıyor, kendi idâllerine koyuyor maalesef. Yani nefsânî bir hayat terkîn ediyor. Dolayısıyla hicret, câhiliye karanlığından kurtulup nurlu huzurlu bir faziletler medeniyeti inşa eden, asrı saâdet toplumuna bir yürüyüşün adıdır. Sahâbî, ashâb-ı kirâm, Allah ve Rasûl’ün için dini yaşayabilmek uğruna. Çünkü dünya bir mektep, başka mektep yok. Yani kabir bir mekteb olmuyor. Orada hesap kitap başlıyor. Kıyamet öyle. Mektep olarak Cenâb-ı Hak dünyayı inşa etti.
Son inşâkı kadar devam ediyor. Ondan sonra infilâk edecek, kıyamet kopacak, yeni baştan bir düzen başlayacak. Sahâbî, Allah ve Rasûl’ün dini yaşayabilmek için malını, mülkünü geride bırakıp hicret etmesi gibi, günümüzde her mü’min Allah’ın yasakladığı şeyleri terk ederek şerden hayra, bâtıldan hakka, dünyadan, âhirete hicret etmek şuuruyla yaşaması icap eder. Bugün en mühim hicret, Allah ve Rasûl’ün rızâ, muhabbet ve dostlarla hicrettir. Esas hicret, günahlardan, mâsiyetlerden uzaklaşıp ameli sâlihlerle hicrettir. Bu da çok mühim. Rasûlullah Efendimiz Fâtıma Vâlidemiz çok severdi kızını. Fâtıma dedi, babanın peygamber olduğuna güvenme dedi. Bol ameli sâlih işle dedi. Eğer de ameli sâlih işleyemezsen dedi, ben dedi, seni kurtaramam buyurdu. Bilhassa günümüzde modern câhiliye gafletlerinden Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem ve
onların güzeli esrâbını takvâ hayatına hicret etmemiz, doğruydur. 258 yerde Kur’ân-ı Kerîm’de takvâ geçer. Takvâ nedir? Nefsânî arzuları bertaraf etme, rûhânî istîdatları inkişâf ettirme. وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَعَ كُنتُمْ Nereye gitsinler Allah Celle-i Cevâbesinde beraberdir. Bunun kalpte idrak ve şuur hâline gelebilmesi. Rabbimiz cümlemize bu şuur ve idrak içinde bir ömür yaşamayı nasip eylesin inşâallah.
Fecir Sûresi okundu. Sohbetin de Fecir Sûresi üzerine olacak. Rabbimiz bu sûre vel fecri, yani canlıların uyandığı zamanı yemin ederek başlıyor. Cenâb-ı Hak hepimize bir ömür takviminden bir yaprak verir. Sabahleyin kalktığımız zaman, ben bu günü nasıl dolduracağım? Kaç yaprak olduğunu bilmiyorum ömürde takvimde. Bunun bir, müslüman bunun bir muhasebesi içinde olacak. Diğer tefsirlerde vel fecri, bazı günlere, gecelere Cenâb-ı Hak ayrı bir husûsiyet verir. Bu, Arifet sabahına vel fecri, çok ecirli bir sabah, Kurban Bayramı’nın sabahına, Muharrem ayının birinci günün sabahına vel fecri olarak tefsirlerde geçer. Fakat her zaman vel fecri, Cenâb-ı Hakk’a uyandığımız zaman, demek ki bugün dünyadayız, çok kimse uyanamadı. Allah bize hayat safhasından bir sayfa daha ikram etti. Ben bu günü nasıl geçireceğim? Ne kadar Allah rızasında olacağım? Hiç kimse bu ömür takviminde kaç yaprak kaldığını bilmiyor. Yani ömür senedinin son günü meçhul herkes için. Sıfır yaştan ihtiyar yaşa kadar herkes bir meçhulün içinde. Yani dünyaya gelen bir ölüm mahkumu olarak geliyor, bir imtihan ders hânesinden geçecek. Rabbimiz cümlemize lûtfettiği bir ömrü bereketli geçirmeye, Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşmayı… Öyle bir takvâ sahibi olacağız ki başımızdan çoğu hâdiseler geçecek, ölüm hâdise geçecek.
Kabir hayatı var, ayrı bir dünya, kıyamet ayrı bir dünya. Bu dünyada dost olanlar takvâlar. Cenâb-ı Hak, لَا هَوْفٌ عَلَيْهُمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ Onlar korkmayacaklar da üzülmeyeceklerdir buyuruyor. Demek ki bizi çok zor günler bekliyor. Zor günlerde Cenâb-ı Hak dostluğunu, dostluğunun ikramında bulunacak. Cenâb-ı Hak’la dost olmayı, Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin.
Velhâsıl her günümüzde hamd, şükür ve zikirle Rabbimize yakınlık elde etmeye gayret etmek lâzım. Bu da tazim ile emir-i l-lâh, Allâh’ın bütün emirlerine dikkat etmek, şefkat alâ halk-ı l-lâh, Allâh’ın bütün mahlûkâtına müşrik olabilmek. Her günümüz, muhtacın ihtiyacını gidermek sûretiyle ilâhî rızâya nâil olacağımız bir kazanç günü olmasına gayret etmek, inşâallah.
Her günümüz, mahsûn yürekleri huzura kavuşturabileceğimiz, böylece Allah ve Rasûlullah’ın hoşnut olabileceği bir gün olmasına gayret edilecek. Yine en mü’min, kardeşinin elinden tutan kimsedir. Gerçek mü’min, kardeşinin elinden tutan kimsedir. Kendisinin zimmetli olduğunu bilen kimsedir. Rabbimiz vel’asrı buyuruyor, zamanına yemin ediyor.
Zamanımıza dikkat çekiyor. Çünkü zaman çok mühim. Zaman, âle saâdînin âil olmanın en kıymetli bir sermayesi. Bir şeyi alırken borç alırsın, vs. borç verirsen, fakat zaman ne borç alabilirsin, ne borç verebilirsin. Dün geçti, dosyalar gitti. O dosyayı değiştirmeye imkân yok. Yani geride kaç günümüz var, o da meçhul. Dolayısıyla en kötü israf, zaman israfıdır. Fâtır Sûresi 37. âyette Cenâb-ı Hak öbür taraftan bir manzara bildirir. Cehennemdekiler der ki, «–Yâ Rabbi!» derler. Bizi çıkar, bu kötü amellerimizi iyiye çevirelim. Cenâb-ı Hak iki şeyi sorar. «–Size dünyada düşünce kadar bir zaman vermedik mi? Niye dünyaya geldik? Tahrîmimiz biz mi belirledik? Gidişimiz biz mi belirledik? Kimin mülkünde yaşıyoruz? Kimin verdiği rızıklarla merzûk olsun?
Düşünecek kadar bir zaman vermedik mi?»» Her şey âmâde. Cenâb-ı Hak, göklerde ve yerlerine varsa âmâde kadar düşünün bir toplum için buyuruyor. Verdiğimiz nîmetleri sayamazsın, buyuruyor. Cenâb-ı Hak, «–Düşünecek kadar bir zaman vermedik mi?» buyuruyor. İkinci, bir peygamber gelmedi mi? Bir irşadcı gelmedi mi? İkisi de oldu yâ Rabbi diye. O zaman azâbat adam buyuracak. Velhâsıl her ânımız çok kıymetli. İki nîmet vardır Efendimiz buyuruyor. İnsanların çoğu bu nîmetle kulunlu,
alınanlıkla aldanmıştır. Biri sıhhat, biri boş vakit. Bir dişimiz ağrıdığı zaman ufacık bir sinirin bile ne kadar uyuduğumuzu sarsıdır, bir düşünelim. Bir de boş vakit. Bir de kul, en çok boş vaktine üzüldüğü zaman ne zaman olacak? Yine âyette, münafıkın suresinde, ölüm ânı gelir de hepimizin başından geçecek. Yâ Rabbi! Biraz, biraz ömrünüzü uzatsan da sadaka versem, sadaka Allah için sâhbetinden her şey, sâlihlerden olsam demeden evvel infak edin.” buyuruyor Cenâb-ı Hak. Yine oraya Efendimiz burada buyuruyor ki, sâlihler de bir pişmanlıkla ölecek. Keşke daha öteye gitseydik. Çünkü kabirde kazanmak yok, bitti. Son nefese kadar ne elde etmişsek odur.
Efendim, mâlum, çok rivâyet eden bir hadîs-i şerîf, beş şeye gelmeden beş şeye üzerine galimet bilin, zenginlik bilin. İhtiyarlığınız gelmedi, hemen gençliğiniz için. İhtiyarlıkta… وَمَنْ اَمَّرُونَ اَكْسُوا فِي الْحَلْقَ فَلَا يَعْقَلُونَ Güç, kuvvetini kaybediyor vücut. Onun için gençlik, ilkbahar. En zinde zaman. İlkbaharın verdiği nîmetleri sonbaharda verilmez. İnsan ömrü de öyle.
İkincisi, hastalandığınız evvel, saatinizin kıymeti. Ancak sen hastalandığınız zaman saatinin kıymeti anlıyor. Fakirlikten evvel, zenginliğine. Tabi zenginlik de çok zor. Allah yolunda o zenginliği Allah sana niye verdi? Onun idrâki içinde olacak. Meşguliyetten evvel, boş vakitlerinizi, en çok insanın haiflanacağı son nefeslerden boş vakitler olacak. Ölümümüzden evvel hayatımızın da kıymeti.
Onun için hâsibu kablen tuhâsibu buyuruyor. Mûtu kablen temûtu buyuruyor. Ölmeden evvel nefsânî arzulardan vazgeçemez. Zaten ölümüne vazgeçeceksin istedik istemez. Rasûlullah Efendimiz hiç boş vakit istemezdi bir mühimde. Daima öbür tarafı sermaye ile gidecek. Onun için sık sık sorarak, bugün bir yeşim başı okşadınız mı? Bugün bir aç doyurdunuz mu? Bir hasta ziyaretine bulundunuz mu? Bir cihan teşhînde bulundunuz mu? Bir muhtacı, îman muhtacını irşâd ettiniz mi? Evlâtlarımıza ne kadar bir dînî terbiye, İslâmî ahlâk veriyoruz? Ne kadar numûne olabiliyoruz? Allah rızası, hoşluluğunu kazanabilmek, amellerimizi elhamdülillah süslemek ve güzel bir temsil edebilmek. Hazret-i Ömer, radıyallâhu anh buyuruyor ki, siz diyor, tebliğinizi diyor, susarak da yapın tebliğinizi diyor.
Yâ Halife diyor, nasıl susarak tebliğ edecek? Güzel ahlâkınızla. Rasûlullah Efendimiz’e, sallâllâhu aleyhi ve sellem, en çok bizi yaklaştıran, O’nun ahlâkı ile mütahallî olabilmek. O zaman, اَلْمَرْ وُمَعَمَنَ اَحَبَّكِ سَوْدِهِ لَبَرَابَرْدِهِ buyruluyor. Velhâsıl bütün hayatımız, farkında değiliz. Ömrümüzde neler geçti, neler gitti, bilmiyoruz. Hepsini unuttuk gitti. Onun için Cenâb-ı Hak buyuruyor, hatırlatıyor, اِقْرَا كِتَابَكَ, kitap okuyoruz. Ekranlar önümüze gelecek. Nasıl bugün basit bilgisayar var. İlâhî kompültürler önümüze gelecek. كَفَٓا بِنَفْسِكَ الْيَوَمَ عَلَيْكَ حَس۪يبًا Kitabını oku, bugün sahne hesapsız sorucu olarak, Nefsin kâfidir, yeter denilecek. Gözler konuşacak. Allah bu gözü neye verdi? Bu gözler neyi seyretti? İlâhî azameti mi? Nefsânî vitrinleri mi? Kulaklarla da birbirine bir şey söylemeyecek.
İlâhî azameti mi? Nefsânî vitrinleri mi? Kulaklar konuşacak. Hangi nâmelere bu kulaklar? Sohbet, ezan, Kur’ân-ı Kerîm mi? Yoksa boş maâlâ yani şeylere mi? Deriler konuşacak. Bu vücut, bu adımlar nerede sarf oldu? يَوْمِنْ تُعَدِّلُوا صَحْبَهُ الْعَبْهَا بِعَنِ الْرَبَّكَ اَوْحَالَحَ Yeryüzünde, üzerinde, içlerinden, nereden hatırlayacak? Şurada namaz kıldı. Şehidî etti. Burası konuşacak. Yahu birine çelme taktı, zulmetti. Bütün manzalar önümüze gelecek. Velhâsıl bütün hayat, hazırlık. Hazırlık içinde olabilmek. Onun için Cenâb-ı Hak buyuruyor, فَاِذَا فَرَوْتِ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَرْغَبْ Boş kaldığın zaman, hemen Allâh’a yönel bir hayra koş. Boş vakit, en büyük kayıplardan bir zaman israf oluyor.
Velhâsıl, اَنَّ الْلَهُ مُورِدٍ وَاَنَّ الْلَهُ مُورِدٍ وَاَنَّ الْلَهُ مُورِدٍ Onlar ki boş bayrağı hazırladılar, yüz çevirler buyuruyor. Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor, اَيْ اِيمَانَ اَنَّ اللّٰهْ تَنْقُرْكُونَ يَعْرَنَا نَا اَحْزَلَدْهُنَا بَاكْثُونَ Ölüm ânına yarın, kıyamet yarın. İsterse on bin sene olsun kıyamet, yine yarın buyruluyor. Yarın en kısa zaman.
Bir ömür hürüt, bitmeyen bir zaman başlıyor. Bitmeyen bir ömür başlayacak. Efendimiz bir gün ey muhabbetlidir, Allah’a yemin ederim ki ben seni gerçekten seviyorum. Sen her namazın sonunda Allah’ım eyyinne alâ zikrek ve zikrek ve hüsnü ibadet et. Allah’ım seni zikretmek, Allah’ı unutmamak, sana şükretmek, her nîmetin, göz, kulak vs. bütün nîmetlere şükretmek.
Şükretmek nasıl? İcâbına göre kullanmak, Allâh’ın emriyle ilgili kullanmak ve sana güzel kulluk etmekle. İbadet, muâmelât, muâşeret. Bana yardım et yâ Rabbi! Duâzını hiç bırakmamı tavsiye ederim. Demek ki bu Efendimiz’in duası, Allah’ım eyyinne alâ zikrek ve şükrek ve hüsnü ibadet et. Bu duayı Efendimiz ümmetine tavsiye ediyor. Tabi bu tavsiyenin içine girebilmek.
Velhâsıl, وَلِيَالِنَ عَشْءٍ Ondan sonra, 10 geceye and olsun buyuruyor. Bu 10 gece nedir? Cenâb-ı Hak bazı geceleri diğer gecelerden farklı. O geceler, ümmet daha çok gayret etsin, mâsiyetleri, günahları affolsun, Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etsin. Bu 10 geceye and olsun buyuruyor. Nedir bu 10 gece? Zilhiccin ilk 10 gecesi. Başka muharremin 10 gecesi. Ramazanın son 10 gece kadirini bulunduğu, 10 geceye çok demek, ihtinâ etmeli ki, bir kazanç mevsimini, bu kazanç mevsiminde gâfil kalmamak. Efendimiz daima geceleri ihya ederdi. Seferde dahî bu teheccüd namazını aksatmamıştır. Az önce Âişe Vâlidemiz’e, gece nasıl ihya ettiğini bir misal şöyle naklediyor. Rasûlullah, sallâllâhu aleyhi ve sellem, bir gece yarıma geldi. Efendimiz nezâket. Bana dedi, «–Yâ Âişe! İzin verirsen geceyi Rabbime ibadetle geçireyim tamamen dedi. Âişe Vâlidemiz buyurdu ki, «–Vallâhî seninle beraber olmayı ben her şeyden çok severim. Ancak senin sevdiğine şeyi ben daha çok severim. Buyur yâ Rasûlâllah!»» Efendimiz kalktı, güzelce abdest aldı, namaza durdu, ağlıyordu.
Ağladı ki elbisesi mübârek sakalları, hatta secde ettiği yeri bile ıslattı. O hâldeyken Bilâl radiyallâhu anh’ın geldiği sabah izanını okumayı. Efendimiz ağladığında gönlünü şeklî değişti Efendimiz’e. «–Yâ Rasûlâllah! Allah Teâlâ senin geçmiş gelecek bütün günahlarını bağışlayacaklardır. Niçin bu kadar ağlıyorsun?» diye sordu. Rasûlullah Efendimiz, «–Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı?
Vallahi bu gece bana öyle âyetler indi ki, o âyetleri okuyup da tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun.»» Bu âyetler, Âl-i İmrân’ın 190-191. âyetleri. Burada Cenâb-ı Hak bizi bir tefekkür edivere davet ediyor ilk başta. Her şey tefekkür, abes yok. Şöyle âyetleri, şubesini, göklerin yerinin yaratılışında, geceyle gün birbiri arzuların gelişinde, aklı selîm sahipler için Allâh’ın azametini gösteren kesin deliller vardır. Hiçbir aksama var mı ay ve güneş takdim teklifi geliş-gidişinde? Hiçbir ârıza var mı? Güneş ârıza yapıyor mu? Ayrıza yapıyor mu? Nasıl ilâhî bir kudret akışı… Demek ki gece olurken, gündüz olur, sabah olurken, devamlı hep bu ilâhî azameti düşünebilmek. Bu tefekkür içinde olabilmek. Devam eden âyet, onlar ayakta dururlarken, otururlarken, yanlarında yedikleri zaman her an Allâh’ı zikreder. Yani hayatın her seferinde her safhasında Cenâb-ı Hakk’ı unutmayacak. İmtihanımız bu. Zaten unutmadığı zaman da günah işleyemez. Ondan sonra bunlar otururken, ayakta, yanlar üzerindeyken her an Allâh’ı zikrederler. Bu zikrederken de nasıl Allah Allah demekle beraber, göklerin yerinin yaratılışının derinden derine tefekkür ederler. Nasıl gök bir sonsuzluk, trilyonlarca yıldız, hiçbir ârıza yok. Yeryüzünde baktığında toprak devamlı, milyarlarca insanı, hayvanı, nebâtaatı, hepsini besliyor. Hepsi ayrı ayrı sofralar kuruluyor. Göklerin yerinden hakkında derin derin tefekkür ederler. Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratma.” derler. Hep bize ibret, ilâhî kudret, ilâhî azamet manzarası. Seni tesbih ederiz, bizi Cehennem azarbından korur derler. Yani Rasûlullah Efendimiz böyle bir şuur içinde mü’minini istiyor.
Ondan sonra, وَالشَّفِ وَالْوَتْ، çifte ve teke and olsun. Cenâb-ı Hak tek Zât’ın hakîkati bilinmez, ilâhî bir meçhul. Bütün yaratıkları ise çift ve benzer özellikleri sahibi olarak halketti. Her şeyi çift yaratıcı. Nebâtaat da çift, hayvanat da çift. Melekler birbirine yakın. Tek olan yanı Cenâb-ı Hak, Kullu ve Allâh’a ve Ehâd. Nasıl ilâhî bir azamet, nasıl ilâhî bir kudret.
Ve leyle-i izâyes, her şeye karanlığı örttüğü geceye and olsun. Demek ki burada da bir tefekkür, geceye girerken düşünmek. Gecenin de bir ölüm tatbikadadır. Uyuyorsun, uyuduğun zaman nerede olduğunu bilmiyorsun. Birtakım yerlerde müsbet ve mü’min dolaşıyorsun. Sabahleyin uyanıyorsun. Demek ki bâsi bâdelme ölümden sonra… Cenâb-ı Hak bir, onun bir misalini veriyor. Rasûlullah Efendimiz çok misaller veriyor. Bir kişi geliyor, diyor ki, «–Yâ Rasûlâllah!» diyor. Bana bir dirilmekten misal versene buyuruyor. Efendimiz diyor, «–Bugün sen diyor, sonbaharda yaprakların, ağaçların kuruduğu benim içimden geçtin mi?» diyor. Sonra oradan diyor, «–Baharda geçtin mi?» diyor. Yemyeşî olmuş, her şeyi imbâd etmiş. İşte diyor, hayat bu, ölüm, ölümden sonra diriliş bu. Geceye girerken daha bir mü’min muhâsebe hâlinde olacak. Bugün ben Allah için ne yaptım?» Cenâb-ı Hak son nefese, kaf süresinde bize bir îkaz var. Hepimizin başından gidecek bu îkaz.
Cenâb-ı Hakk’ın ölüm serhuzunu gerçekten gelir de, «–İşte ey insan! Bu senin öteden biri kaçtığın şeydir ölüm! Nereye kaçacaksın?» Ondan sonra nasıl yaşarsan o şekilde ölürsünüz. Ebu Hesem’e vefat eden bir insanın yanına gidiyor. Ona bir devamlı kelimeyi tevhid ediyor, adam duymuyor hiç. Önüne sanki para kesi var sayıyor böyle. O şekilde öldü diyor.
Efendim buyrun, nasıl yaşarsanız o şekilde vefat ederseniz o şekilde haşrolursunuz. Demek ki îmân-ı kâmilin üzerine yaşamak. İnşâallah îmân-ı kâmilin üzerine vefat etmek, onunla bitmeyen sonun bir hayatın başlaması. هَلْفِيذَا لِكَ كَسْمِ الْلِذِلِ اِجْرِ Bunlarda akıl sahipleri elbette birer yemin değerini çok Cenâb-ı Hak misaller veriyor. Burada bu misalleri Cenâb-ı Hak veriyor. Demek ki insanın felâketi, zulükten ittiği şey var. ظَلُو مَنْ جَهُوِلَا
İnsan çok zâlim. Kendine zâlim ama en başta. Başından geçik şeyleri düşünmüyor. Bir hazırlık yapmıyor ona. Niçin dünyaya geldi? Kimin mülkünde? Geliş niye, gidiş niye farkında değil. ظَلُو مَنْ كَنْدِنَا ظُلْمِ ۪دِيهُوْلَا Niye dünyaya geldiğini bilmiyor. İlâhî azameti bilmiyor. Kırıntı bilgiler öğrendi belki. Kırıntı bilgilerde ihtisas yaptı. O kırıntı bilgileri kim verdi? Belki bu kırıntı bilgilerde bir basamak olmuyor mârifatullâha. Demek ki ظَلُو مَنْ جَهُوِلَا İnsan çok zâlimdir. Yani tekrar edelim, çok zâlimdir. İstikbâle yani ebedî hayatı âmâ olmuştur. Ve başına gelecek âkıbetten bir haber yaşar. Çok câhildir, aklı ve kalbi dumura uğramıştır. Niçin dünyaya geldi? Kimin mülkünde? Geliş, gidiş niye farkında değil. Hâlbuki bu ömür ebedeyiz diyor, yanında bir an belâ. Cenâb-ı Hak, اِلَّا عَشِيَةً لَوْدُحَٓاءَ buyuruyor. Kıyâmetten dünyaya bakıyor, sanki bir akşamın loş karanlığı, sabahın hemen bir günün doğuş vakti. Ondan sonra Cenâb-ı Hak azap kamçısı indirip birkaç kavimden bahsediyor burada. Bunlar hangi kavimden? Bu hususta yoğunlaşmamız lazım. Görmedin mi diyor. Rabbin ne yaptı diyor. At kavmini ne yaptı diyor. Direkler üzerinde binaları olan,
o ülkeleri benzeri yaratılmanın İrem şehri olan, o vâdîde kayaları yontulan Semûd kavmini, yani Sâlihâdenin kavmini. Kazıklar, çadırlar, ordular, sahipleri, Firavun’a ne yaptı diyor. Demek ki bu At kavmini, Semûd kavmini, Firavun’a ne yaptı? Ahireti inkâr ettiler. Bizden güçlü kim var dediler? Kibre şey yaptılar. Zayıfları, köleleri uzun mu ettiler? Hatta köle yarışına girdiler.
Ta köleleri binanın tepesinden çıkardığı yere attılar, kim daha iyi patlatır dediler. Aynı bizde gıda bol olduğu hâlde bir avcılığa merak edenler gibi. Tabi bu âyetlerinde Mekke halkını korkuturlar ve bizleri de bugün de kardeşler devir, global güçler, aynı At kavmini, Semûd kavmini, Firavun kavmini tekrar getirdi. Lût kavmini getirdi.
Yani bu insanlar, maalesef insanlık sahesinde tekrar geldi. Görüyoruz bugün, bu global güçler ne yapıyor? Nerede bir zayıf bir toprak var, burası benim diyor. Öldürüyor, şey yapıyor, botlarını parçalıyor vs. vs.
Beteri mi, beteri, daha beteri? Ana-babanın hükmü de kalktı. Çorukların duygusunda zehir sıçıyor, internet, televizyon vs. O çocuğun temiz aldığı anne-babanın niyetleri tamamen değiştiriyor. Ve bu, kahrolan kavimlere benzetiyor. Bugün de işte ancak bu, Cenâb-ı Hak bunu misal veriyor ki, demek ki dünya yine bu bir câhiliye devrine girdi.
Câhiliye devrine girdi. Câhiliye devri, yine insanlığın insanı kaybettiği devir. Efendimiz buyuruyor, ben ikindi vakti peygamberiyim diyor. Yani dünyanın kulu şundan veya âdemenin şundan beri ikindi vakti nedir? Hemen arkadan kerahat vakti gelir, arkadan güneş batar. Demek ki fiten hadislerinin, yani kıyamet hadislerinin meydana geldiği bir devirdeyiz. Bu devirde kendini muhafaza eden, takvâ sahibi olan, evlâdını Allah yolunda yetiştiren insan ne mutlu.
Cenâb-ı Hak ona gardan, hasene koyuyor, güzel bir borç Cenâb-ı Hak. Büyük bir mükâfat vereceğini bildiriyor. Cenâb-ı Hak bu âyette o azgın kavimlere, nitekim onların her birini günah sebebiyle cezalandırdık bu eski kavimlere. Bugün aynı kavimler geldi ama Efendimiz’in bir duâsı var. Yâ Rabbi diyor, benim ümmetimi diyor, toptan olarak mahvetme yâ Rabbi diyor. Bugün îkazlar geliyor, virüsler geliyor, geçiyor, yangınlar geliyor, kuraklıklar geliyor, enflasyon geliyor.
Zannediyor, bunlar hepsi kendi kendine değil. Demek ki, اِيَّا كَنَ عَبْبُدُ وَاِيَّا كَنَ سْتَعِينَ Ne kadar Allah’a kulluğu kaybettik ki, bunlar îkaz-ı ilâhî. Tek çare ne? Takvâya sarılmak. Âyet-i kerîme’nin Ankeb-i Sûresi, nitekim onların her birini günah sebebiyle cezalandırdık. Kimin üzerine taşlar savunan rüzgârlar gönderdik. At kavmi öyle oldu. Kimine korkunç bir ses yakaladı. Sefud kavmi öyle oldu.
Kimini yerin dibine geçirdik. Kimin de suda boğduk. Firavun kavmi. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlara kendilerini zulmediyorlar. Vallahi Allah’ı unutanlar bugün en çok kendilerini zulmediyor. Ve bugün de maalesef o helâkı düşer olan insanların hâli var. İşte Efendimiz’in duâsıyla bugün hayat devam ediyor, batmıyor. Onun için kendimizi nasıl koruyacağız, evlâtlarımızı nasıl yetiştireceğiz, onlara nasıl bir Kur’ân terbiyesinden geçeceğiz. Cenâb-ı Hak tecerdeden lentebur buyuruyor.
En hayırlı bir ticaret, âhiret ticareti. Üç şey, yetmiş günlerden Allah’ın Kur’ân’ı tilâbet ederler. Destek verirler, öğrenirler, öğretirler. O müesseseleri hizmet ederler. Namazdan ikâme ederler, Allâh’ın verdiği nîmetleri Allah yolunda açık ve gizli Allah’a infak ederler. Ticaret enlendirilen tebur, umudur ki bundan kurtuluşturur. İşte At ve Sefud kavmi varlıkta şımarladılar. Bugün aynı şımarık devam ediyor. İstiraflar devam ediyor.
Bizden güçlü kim var dediler? Büyük bir gösteriş bugün de var. Rüzgâr ve ses ile ilâk oldular. Firavun tanrılık iddiası buna da çok kadar ahmaklaştı. Kızıl denizde boğulurken işten geçti. Fakat kıymeti yok. Öbürü tarih manzaraya açılıyor. Gerçekten İsrâla’nın inandığı tanrılardan başka tanrı olma, ben de îmân ettim dedi. Ben müslümanlardım dedi ama bitti. Çünkü artık o bir şuhud âlemine geldi. Lütf-i kavmi, ahlâksızlığın, alçaklığın denâiyetini düştü.
Bugün beterin beterine geldi. Lütf-i kavmi dedi, biz bu kadar kalabalığız dedi. Sen mi doğrulsun Lütf, biz mi doğruyuz dediler. Temizsin, aramadan çık git dediler. Bizi rahatsız etme dediler. Yani gönülleri o kadar kirlenmişti, o kadar iğrenç hâle gelmişti ki temiz insanlardan rahatsızlık duyuyorlardı. İşte bugün de aynı. Eşcinsellik vs. benzeri. Şahı Ba’alâs’ın selâmı kavmî ticaretlerinde sahtekârlaştı.
Hepsi azap düşâldü. Faiz, faiz-i mürekkef vs. gabn-i faiş, kandırma vs. Velhâsıl saymakta bitiremeyiz. Maalesef o kahre uğrayan insanın gönlümüzü de artmaya başladı. Ahlâksızlık… Var mı? Dibe vurdu. Zayıflığın hakkını yemek, var mı? Var. Allâh’ın haram kıldığı bir ticaret var mı? Var. Nefsini put hâlde getirenlere,
benim diyenler, gurur-kibir var. Âile hayatında yaşayan çöküntüler var mı? Boşanmalar vs. şu bu. Bizi câhiliye diyerekten hatırlatan gönlümüzde vâkâlar, faiz, rüşvet, iffetsizlik vs. Bu faiz de çok beter. Cenâb-ı Hak Allah ve Rasûlü’yle harp etmek olarak bildiriyor. Ya îman gider, ya mal gider. Malın gitmesi daha iyi. Fakat bâtıldaki insan, onu bir kazanç zanneder gider. Velhâsıl Cenâb-ı Hak Rasûlü’nün Sûresi’nde de, Allah bir kâme verdiğini, o kayıp kendini bozup değiştirmeceyi değiştirmez, buyuruyor. Bakın en mes’ûd devreler, Hülefâ-i Râşîn’den Ömer bin Abdâlâziz’in devreler, en düzgün üç asrı, Osmanlı’nın üç asrı, en muhteşem huzur veren senelerdi. Efendimiz şöyle buyuruyor, iyiliğe emretmek, kötülükten vazgeçirmek. Yani her mü’min vazifesi bu. İlk başta çocuklarından başlayacak bunu. Efendimiz buyuruyor, Nefsimin kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki, ya mâruf-u emreder, Allah’ın emirlerini bildirir ve onları Allah’ın yasak edip haramlardan men ederseniz veya Allah katından umîvî belâ göndermesi yakındır. O zaman duâınızı kabul edemeziz, buyruluyor. Zeynep bin Cahit var. O şöyle naklid ediyor. Peygamber Efendimiz’e, «–Ey Allâh’ın Rasûlü! İçimizde sâlihler olduğu hâlde biz helâk olur muyuz?» diye soruyor. Efendimiz fısfıcır günahlar çoğaldığı vakit evet. Fakat tabi helâk olur ama deprem olur vs. olur, şey olur. Onlar kendilerini kurtarır sâlih oldukları için. Fakat onların da başına o şey gelir, musibet gelir. Yine burada Mevlânâ’nın güzel bir şeyi var. Buyuruyor ki, «–Allah, Allah’a yemin ederim ki diyor Mevlânâ, kötü yılan, yani zehirli kötü yılan, kötü dosttan iyidir.
Kötü yılan senin canını alır. Fakat kötü dost, insanı cehennem yolcusu eder. İnsan konuşmasa bile kötü arkadaştan huy kapar. Gönül gizlice onun ahlâkını alır benimse. Kötü ahlâkını kendisine ahlâk edinir. Doğruluktan nasîb olmayan, sermenle bulunmayan arkadaş, seni sermenle alır gider.» İşte bugünkü mahalleler, bu televizyon, internette menfî durumlarından,
yavrularımızı muhafaza etmek. Ondan sonra âyet devam ediyor. İnsan bir imtihanın içinde olduğunu, mal da imtihanın içinde olduğunu. Mal, Allâh’a âyet. Diğer mahlûkatta mal, meselâ biriktirme yok. Yanında da insanda var. İnsan, Cenâb-ı Hakk’a imtihanı için veriyor. «…Mallarıyla canların canını satın aldılar.» buyuruyor. Mal ve can, bir âhiret sermayesi.
Âyet-i kerîme, bu rûbel fecr-i 15. âyette. İnsan var ya, buyuruyor Cenâb-ı Hak, Rabb’i kendini imtihan edip de ikramda bulunur. Bol nîmet verilir, Rabb’im bana ikram vaktidir. Esasında şudur. Yani Cenâb-ı Hak mal veriyor, mal da imtihan ediyor. Mal sen helâlden mi kazandın? Kazandın, mal bir hakkı, ibadet, kul hakkı var mı? Bir de mal senin değil, bu malı sen nasıl kullandın? Kendini israf mı ettin? Pintilik mi ettin? Yahut israfa mı gittin? İsraf nedir? Aşağılık duygusunu bastırma hareketi. Şimdi mal Allah’ın, senin değil ki. Pintiliği de Cenâb-ı Hak kendine biriktiriyor. Allah’a sığınacağın yerde malına sığınıyor. Onun için bu da malın bir musibeti. Bu da insan, Cenâb-ı Hak mal vermişse, zenginlik vermişse, bunu ne şekilde haracak, iyi bilmesi lâzım. Zengin bir müslümanın vazifesi nedir o zaman? Sahibi ol-Selâbet’i Allah’ın bir emâneti imtihanı olarak görecek. Zira mülk Allâh’a âyettir. Kul, sâdîdî bir veznedardır, bir tasarrufçuyla. Lâkin bu tasarruftan da mesûldür. Riyâzat hâlinde yaşayacak. Rasûlullah Efendimiz bir riyâzat hâlinde yaşanıyor. İhtiyat fazlasında Allah’ın hâlde infak edecek. Cenâb-ı Hak yine âyette, Bakara 210. âyette,
Bakara 210. âyette, Rasûlullah’ın hayır hasenatını sorarlar, sana ne harcayacaklarını sorarlar. Diyor ki ihtiyac fazlasını. Demek ki ihtiyacını alacaksın, ihtiyac fazlasını infak et. Fabrikan olacak, vesâire olacak, işletmenin olacak. Bunları Allah rızası için dürüstçe çalıştıracaksın. Allah yolunda onları hizmete yönlendireceksin. İslâf olmayacak. Cenâb-ı Hakk’a infak edeceksin. Çünkü Cenâb-ı Hak cömert, cömert kullarını seviyor. Yani Allah’ın verdiği bir şey, imkân yine Allah’ın zararını veriyor.
Meselâ dinin zayıfları bugün nerede? Kur’ân kurslarına emek vermek. Çünkü orada Allah’ın kitabı, ezber, Allah’ın kitabı öğretiliyor. Diğer kitaplar nasıl okuttuluyor, nasıl imtihan ediyor, bu isyat, Allah’ın kitabı. Allah’ı ne kadar ben seviyorum, ne kadar Allah’ın kitabına düşkünsün, ne kadar Allah’ın kitabındakilerine hayat tarzı edinmişsen kendine. İmametik hukukları, bilhassa proje imametik hukukları.
Dînî müesseselere daha çok ravaç verme zamanıdır. Bugün yangından insan kurtarmak vazifemiz. Yani internetin, Bağdat Telefonu programından bir insanı alıyor, yangına götürüyor. İnsanların farkında değil. Onun için bugün en mühim vazifesi, yangından insan kurtarmak. Hem kendimizi kurtarmak, hem de evlâdımızı kurtarmak. Yani kendini zimmetli kardeşlerine sahip içirmek iddia vazifemiz.
O yoksul, fakir, garip, dinden uzak dini bilmiyor. Onları kurslarımızda vs. imâm bilerek okutmak vazifemiz. Bir mü’minin en mühim vasfı da, buyruluyor, verirken sevinecek. Ganimetler gelirdi, dağıtılırken Ayşe Vâlidemiz evde hiçbir şey bırakmazdı diyor, verirken, sevinerek verirdi diyor. Bütün de ihtiyaçlarını bir tarafa bırakırdı diyor. Müslümanların ihtiyaçlarını temin etmekle diyor, büyük huzur bulurdu.
O şekilde doyardı, huzur bulurdu buyuruyor. Onun için en mühim bir mü’min, eğer parası ne kadar helâl, bunu verirken sevinebiliyor mu? Sadece şuraya dikkat etmek lâzım. Bizim cebimizdeki paraya, bizim hâkimiyetimiz yok. Paranın hâkimiyeti var. Yani hâkimiyet, kulda değil, paradadır. Paranın nasıl kazanılmışsa oraya doğru akar.
İnsan bir malının ne kadar helâl olduğunu görmek isterse, malının nereye aktığını seyretmeli. Rasûlullah Efendimiz daima yaşama zevkini bir tarafa bırakmak, yaşatma aşkına gönül vermişti. İnsanları hidâyete kavuşturmak. Huzurdu, dünya gibi arzusu bir tarafa bırakmıştı Efendimiz. İnsanlara ne öğretti? İnsanlara daima bir huzur hâlini, bir tebessüm ettirmeyi öğretti. Mahsûn gönülleri sevindirmeyi öğretti.
Bir kişiyi dahi dahi sevg edilmenin sevdasıyla yaşamayı öğretti. Aşları doyurmanın lezzetiyle lezzetlenmeyi öğretti. Eshab-ı kirâm da aynı bu şekilde. İşte yer mukarbinde o güneşin altında, çölde yaralanmış vefat etmek üzere olan üç kişiye bir bakra su geldi, son nefesleri ikram ederek üçü de vefat etti. Yani kendisi muhtaç olduğu hâlde kendisi diğer muhtaçların ihtiyarını telâf etmek için.
Nitekim zenginler için Cenâb-ı Hak ne buyuruyor Süleyman –aleyhisselâm-‘a? نِمَّنْ عَبْدُ يُحْيَدُونَ O ne güzel bir kuldur Süleyman –aleyhisselâm- için. Hiç kendini diye sarayda yaşardı, fakat dâimâ infak etmekte büyük bir lezzet bulurdu. Buhârî hadîs-i efendimiz’e. Bu dünya malı tatlı ve çekicidir. Kim onu tok gözük bir şekilde alırsa, o mal bereketlenir. Bu Allah’ın nîmetidir, Allah’ın verdiği bir nîmettir. Tokyu alıp onu infak ederse o mal bereketlenir.
Kim de onu aç gözükle ihtirase kapılırsa, onun bereketi kaybolur gider. Hırslı insanları yiyip içip bir türlü doymayan obur kimseler gibidir buyuruyor Efendimiz. Onun tam altında, 16. câzada zıttığını, onu imtihan ettiğini, rızkını arattığında, yani az rızık verdiğimizde, fakir olduğunda, Rabb’imin birini önemsemediler, ona verdin bana vermedinler. Bu da bir, belki öbür tarafta, az verdiğine şükredecek, iyi ki yâ Rabbi, bana vermedinler.
Allah’a bir, bana az verdinler. Ben de kavrun gibi yoldan çıkmadım diyecek. Bir mü’min ya şükür makamında olacak, ya da sabır makamında olacak. Fakir bir mü’min sabır ve hâle rızâ içinde. Efendimiz buyurdu bir gün, bir dirhem dedi, yüz bin dirhemi geçti dedi. Sahib dedi, yâ Rasûlâllah dedi, nasıl bir dirhem yüz bin dirhemi geçti? O bir dirhem veren yoklukta verdi. Yarım hurma verdi. Öbür de bollukta verdi. Onun için bir dirhem yüz bin dirhemi geçti. Yani Cenâb-ı Hak en fakir bir insanın vermek suresini merhametten nasîb almasını istiyor. Velhâsıl gerçek saâdet nerede? Gerçek saâdet, hayatın meccazillerini olduğu gibi kabul etmek. Kader icabı. Kaderin ne olduğunu bilmiyorlar. Belki arkasında ne hayır var, ne şey var bilmiyoruz. Onun için hâdise olduğu gibi kabul etmek. Meşakkatlerine tahammül etmek dünyanın. Bu da imtihandır.
İstihâna gayret etmek, her mü’min vazifesidir. Her şeyin güzel tarafına yürüp âlemle Rabbine teslim olmak mümkündür. Lokman-ı Hekim diyor ki, Yavrucuğum diyor, gönlünü kederlere, hüzünlerle meşgul etme. Aç gözlükten sakın, takdirine râzı ol. Allah sana ve eline kanaat et ki hayatın güzeldesin, gönlün sururda olsun, hayatın zevk alabilesin. Yani mahrumiyetliler, hatâ ve isyanları mazotet kılmamak lâzım.
Eyvah,aleyhisselâm vardı. Cenâb-ı Hak ona misal veriyor. Mal gitti, evlât gitti, hastalık geldi, hepsi gitti. Daima bir sabır, şükür hâlindeydi. Cenâb-ı Hak, Nîmel Abduyû. O diyor, Eyüp ne güzel bir kuldu. Zenginlikte Süleyman,aleyhisselâm ve Nîmel Abduyû. Onu güzel bir kuldu. Kalbine kasa yapmadı. Eyüp,aleyhisselâm ve Nîmel Abduyû. Onu güzel bir kuldu. Demek ki kul ne ahvalde olursa olsun. Efendimiz’de bunların zenginlik vardı, fakirlik vardı, şükür vardı, sabır vardı, metânet vardı.
Cenâb-ı Hak buyuruyor, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayır olabilir, ne sevdiğiniz şeyde hakkında şer olabilir. Allah bile sizi bilemezsiniz. İşte Kâvr’un başından çok fakirdi. Zenginlik onu Cehennem yolcusu yaptı. Ben dedi, Musâ’nın da tavır koydu, hazineye beraber yerin dibine gömüldü. Sâlibe vardı, mescüd kuşuydu. Malı ona ihtiyacı vardı, ona da ilâhî rahmet uzaklaştırdı. Efendimiz’in arkasına namaz kılardı. Hemen namazı kılıp giderdi.
Efendimiz dedi, acelen ne dedi? Niye dedi, tespihat çekmeden gidiyorsun dedi. O dedi, yâ Rasûlâllah! Bir örtüm var dedi. Ya burada namaz kılıyorum, gidip hanıma vereceğim, hanımla kılacak dedi. Efendimiz güzel dedi. İsrar etti. Yâ Rasûlâllah! Ne olacaksın, bana çok Allah mal versin de, dua et. Ben burada kalemde tezbeatimi çekeyim, oturayım filân dedi. Öyle bir israr etti ki, Rasûlullah Efendimiz dedi ki, bak dedi, sâlibe dedi, şükre dedi, şükür dedi, bileceğim bir mal, şükredemeyeceğim bir maldan hayırlıdır dedi. Hâline şükret dedi. Yine israr etti. Yâ Rasûlâllah! Dua et, çok zenginlik versin. Sâlibe dedi, benim hâlimizden misal değil mi dedi. Yine o şey yaptı, Allah ona çok zenginlik verdi. An geldi, zevketini vermemeye başladı. Vefat ederken çok bir hüzünle öldü. Bana Rasûlâllah demişti ki, şükredebileceğin az bir mal, şükredebileceğin çok maldan hayırlı demişti.
Ondan sonra gelen âyet, hayır diyor Cenâb-ı Hak. Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yokluğu yedirmeyen birbirini teşvik etmiyorsunuz. Haram, helâl demeden miras yiyorsunuz. Ahret havâdislerini Cenâb-ı Hak veriyor. Yeryüzü parça parça döküldüğünde, Rabbim emri geldiğinde, merkez saf saf dizildiği zaman, kıyametin hâllerini Cenâb-ı Hak bildirmeye başlıyor. Burada Hazret-i Osman radiyallâhu anh’ın da zikredeyim ben. Gerçek mü’min altı içerisinde korku içindedir buyuruyor. Gerçek mü’min bu korku içinde. Ben yaptım, kazandım, cennete gireceğim değil. Altı korku için… Birincisi, îmânını kaybetme korkusu. Bağrı’nın bin Bağrı’yı kaybetti. Kârı’nı kaybetti. Onun için âyet, Rabbimiz bizleri hidayete erdiden sonra kalplerimizi eğitme.
İkincisi, kıyamet-i kerîfle rüsvâcik şeyleri melekler tarafından yazılması korkusu. Unutulmuş bir şey ortaya çıkacak. Onun Cenâb-ı Hakk’ın Settar sıfatına sığınabilmek. Üçüncüsü, amelleri şeytan aleyhinten alaması boşa çıkartması korkusu. Çalışıyor, riyâ yapıyor, amel boşa çıkıyor. Müessesesi yapıyor, ismini koyuyor, onun şöhretiyle ben şunu yaptım diyor, yaptığı amelleri boşa götürüyor. Dördüncüsü, ölüm melekleri ezrâli gaflet içindeyken ansın yakalamak olursu. O bir internetin içerisinde bakarken yahut bir ekranın bir şeyine bakarken bir ölüm anının gelmesi, son nefesi. Ne kadar fâciâ böyle. Demek ki mü’min hep bunun korkusuz için, ondan uzaklaşacak. Cenâb-ı Hak sana yakın ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et. Beşinci, dünya ile mâruh olup âhiretten gâfil kalma.
Çocuğu fazla meşgul etmekten, Allah tezgit-i yiğidî ile meşgul olmak, çocuğu aman şu, kolyeye gitsin, bilmem neye gitsin, şeye gitsin. Yok bak bugün maşâla bu yiğit hâfızlar. Elhamdülillah, inşâallah hayatları da Kur’ân üzerine geçer. Ne mutlu onların, babaların annelerinde ne mutlu. Sonra o gün Cehennem getirilir buyuruyor Cenâb-ı Hak. İnsan yaptıklarını bire bire hatırlar. Fakat bu atamın ne faydası var? Geldi geçti, bitti bir faydası var. Yani insanın titizlikle o şeye gösterilecek bütün amelleri. Ve men yapmanız miskaale, zerre hayran yara, ve men yapmanız miskaale, zerre şerren yara. Zerre hayranı, zerre şerler gösterecek. Bu kul haklarını nasıl görülecek hadîslerde şöyle bir… Kimin üzerine din kardeşinin ırzı, nâmusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa, altın ve gömüşün bulunmayacağı, yani bedelini ödemeyen kıyamet günü gelmediğine ve o kimseyle helâlleş. Mesela gıybet ettin, dedikodu ettin, helâlleşmeden onun günahını alacaksın sen. Bitti, kendi sevabını vereceksin ona. Onun için Efendimiz buyuruyor ki, dünyada rezil olmak beterdir, fakat âhirette rezil olmak da beterim beteredir. Yani böylece en mühim, sevapların heba olması. Hatta Hasan Basrî Hazretleri diyor, dedikoduyu çok seviyorsan diyor, dinini kurtaramıyorsan diyor, bâire annenin babanı gıybet et ki diyor, dedikodu etse, sevaplarının annen babana geçsin diyor, yabancıya gitmesin diyor. En feci şey, çocuğuna İslâmî terbiye vermeyen, ona uydum kalabalığa, diye sokakların insaflarına bırakan anne-babalardan da âhirette o evlâtlar hakkını alacak. Yâ Rabbi! Evet, ben bu durumda düştüm ama annem-babam bana gerekli bir şey söylemiştir.
Dünyayı öne sürdü, âhireti unutturdu, âhirette fazla ehemmiyet vermedi. Anne-baba hakkı ne kadar mühimse, evlâtların, anne-babanın yüzünden hakları da o kadar büyük. Onun için anne-babalar, evlâtlar bir emanettir. Ya onlara sadaka-i câriye olacak, ecir olacak dünyadaki duaları yaptıklar amellerle, anne-babanın verdiği emek kadar veyahut da Allah korusun, bir felâket olacak. Ondan sonra âyette,
İşte o zaman insan, keşke bu hayatım için bir şey yapıp gönderseydim, diyecek. Pişmanlık ama ne fayda geldi, geçti, bitti. O gün artık Allah’ın vereceği azâbı kimseye bertaraf edin, buyruluyor. Yine Cenâb-ı Hak, müze’mil süreliyle pek inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyadlar için o günden kendini nasıl koruyacaksınız? O kadar demek bir korkusuz bir gün ki, ufak çocuklarının şimdi siyah suçları,
böyle ak saçlı ihtiyalara dönecek o gün. Rasûlullah Efendimiz buyuruyor, kimin endişesi âhiret olursa, benim âhiretim nasıl olacak? Allah zenginliği onun kalbine koyar. İşleri dağınıkla kurtarır, dünya ona boyun errek gelir. Her kimsenin endişesi dünya olursa, Allah fakirliği onun gözüne koyar. Bitmez ihtirası, kendini derbeder eder, dünyada kendini ancak takdir ederek kadar alır. Âmîn-i tün-nâsîbe çalışmıştır boşuna. Ondan sonra gelen âyet, bir cennet müjdesi. Ey Rabbine itaat eden, itminanı eden nefis, nefs-i mutmainne. Yani Allah ne verdiyse hepsi Allah yolunda, evlâdı Allah yolunda. İşini çalışacak, ezecek Allah yolunda. Her şey Allah yolunda. Daima ben, ben Allah rızası için ne yaptım? Daima bu duyguda içinde olacak. Râdiye değişen, medcezir için Allah’tan râzı olacak. Cenâb-ı Hakk’a sâlih kullarıma katıl ve cennetime geri buyruluyor. Yani Rasûlullah Efendimiz rahmetenle âleminde. Bir mü’min de rahmet insanı olacak. Yerde Allah’ın temsilcisi ve dînin şahidi olacak. Cenâb-ı Hak buyuruyor, Bakara 143. âyetinde, bizi ılımlı bir ümmet olarak, hayır-rahmi bir ümmet olarak,
istidahta bir ümmet olarak yarattık. Siz yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz, Peygamber de kıyamet içinde şahit olsun. Yani her mü’min, ben İslâm’ın şahidiyim, ben İslâm’ı temsil edebiliyor muyum? İslâm’ı yaşıyorum, yaşatabiliyor muyum? Bunun derdinde olacak. Nefsânî arzulara bir mü’min, rahmet insanı bertaraf edip, rûhânî istidaatlarını inkişaf ettirme gayretinde olacak.
Kibir, enâniyet, dedikodu, iftirâ, yalan, israf, cimriyek, bütün hasetler, rahmet insanında yoktur. Bundan zerresi varsa, o rahmet insanı değildir. Bu kötü durdurup, ateşten kaçar gibi kaçacak. Bunların yerine cömertlik, merhamet, şefkat, tekrar ediyorum, rahmet insanı ne olacak? En başta cömertlik olacak. Eshâb-ı kirâmın cömertliği gibi. Merhamet olacak. Eshâb-ı kirâmın cömertliği gibi.
Şefkat olacak, hizmet olacak, tevâzu olacak, nezâket, sabır, edep, ayağa bakar gibi, vaziyetlerle kul-müzeyen hâle gelecek. Daha nasıl olacak rahmet? Çoraklaşmış gönüller, bir yağmur mesela rahmet olabilmenin gayretinde olacak. Bütün mü’min kalpleri kendini zimmetli olabilecek. Gönlü bir dergâh hâlinde olacak. Bütün insanın neşesini, hüznünü onun gönlünde olacak.
Değişen şartlarda muhazirî dengeyi bozmayacak. Daima Allah rızâsız içinde olacak. Hamd-i şükür hâlinde olacak. Ölümü hiçbir zaman unutmayacak. Daima Yahsûl-i âhiret bir endişe içinde olacak, ölüm endişesi içinde olacak. Kat-eflâmen zekâ, kat-eflâmen dezekâ, iç âlemini teskî etmenin bir gayreti içinde olacak. Velhâsıl bu muhtelif, bu rahmet insanları, bu rahmet insanları, bu rahmet insanları, bu rahmet insanları,
Velhâsıl bu muhtelif, bu rahmet insanları, vasıfları, Efendimiz’in hayatı, ashâb-ı kirâmın hayatı, bir rahmet insana bir misal. Zâhirî fazlalar var. Namaz, oruç, zekât, hac vs. Bunun yanında bâtınî fazlalar var. Bu da en fazla güzel ahlak geliyor. Bu, zâhirî ibadetler birer vitamin. Bunun karşısında da güzel ahlak, tefekkür, merhamet, cömertlik, adâlet, hukuk. Anne-baba hukuku, eşler hukuku, komşu hakkı, din kalpli hukuku, malikate hukuku, hak-şinâsılık, tevâzı, el-emîn, es-sâdık olabilmek, ihlâs, edep, aya, sabır, bunlar da farzlar. Bu farzlarda îfâ edilecek. Zâhirî günahlar, kumar, içki, zinâ, silikat vs. Bunun da bâtınî günahlar, gurur, kibir, haset, öfke, riyâ, cimrilik, israf, teçhüssüz, yalan, gıybet… Velhâsıl bunlardan da kaçınılacak. Bu yüzden bir mü’min, bir rahmet insanı olacak.
Velhâsıl bugün bazı şeyleri hatırlatmak daha fayda var. Bu düğünlere dikkat edilecek. Bu kadın-erkek-karıcık düğünün mesâbinde bu ihtilâdlar, Rasûlullah Efendimiz’in pek arzuları olmuyor burada. Onunla erkekler ayrı, kadınlar ayrı olacak. Bir Kur’ân-ı Kerîm okunacak, sohbet edilecek. Fakirler, garipler çağrılacak. Onların duaları hani düğünlerimiz öyle olacak. Mîrâs hukukuna dikkat edilecek. Eğer bir hukuk çiğnenirse, çiğneyene bir haram para girmiş olacak, ona dikkat edilecek.
Çocuklarımız bir emanettir. Onların esas tahsili, Allah ve Rasûlullah’ın sunetini doğru tanımalarıdır. Allah ve Rasûlullah’ın istikâmı gitmelidir. Kur’ân, sünnet, fıkıh, edep, ahlâk tahsildir. Yani ebedî istikbâlini kurtarmaya vesîle olacak. Çocuklarımız, küçük yaştan itibaren uykusuz giyim, kuşam, adı çıkanlıktan korumamız lâzım. Aksi takım, o işin triâkisi olduktan sonra vazgeçermeyiz. Cenâb-ı Hak buyuruyor, çocuktur diyor, gerişikler giydiriliyor. Sonra çocuk triâkisi oldu, bir daha o giyişi değiştirmiyor. Kur’ân kurslarımız, yaygın eğitimlerimiz, yurtlarımız, diğer hizmet mühsillerimiz son derece mühimdir. Yani mühim tahsil, İslâm’ın tahsildir. İstikbâlimiz, Es’âmeb’in bu tahsiliyle bağlıdır. Allah’ı ne kadar seviyor, Celle, Cehâb’ı, Rasûlullah’ı ne kadar seviyor olsak, demek ki bu tahsile emmiyet vermeniz, bu da bizim için bir ölçüdür. Fâiz, muâmelât, vesâb’e uzak durmamız lâzım. Kazancımızda bir haram karıştırmamız lâzım. Zenginlik, lüküs, israfa düşmemek lâzım ki bunlar haramdır, şeytanın arkadaşlarıdır, buyuruyor Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede. Seherleri ihya etmeliyiz. Çünkü seherler, Cenâb-ı Hak vel-Mustâfîn ile bir eser buyuruyor. Seherlerde tevbe kapılarını açıyor. Sohbetler mühimdir, sohbetlerde bir enerjiyi paylaşmaktır, rûhânî bir enerjiyi. Dört duvarızda bir kitap okuma değildir. Sohbetler mühimdir, kardeşlerimiz Allah için beraber olmaktır.
Velhâsıl Allah cümlemizi inşâallah sırâtı müstakîm üzere eyler, hidâyet üzere eyler inşâallah. Evlâtlarımızı da o şekilde eyler ki inşâallah âhirette beraber olalım. Gelin bu yavrularımıza. Ne mutlu bunlar anne-babalarını. Anne-babalarını en bahî tebrik ederiz. Bu anne-babalar evlâtlarını Allâh’a adadılar. İnşâallah kendileri bunun fazîletini, ikramını görecekler. Bu evlâtlar onlara sadaka-i câriye olacak.
Bunların amellerinden anne-babanın bunlara verdiği gayret kadar ecir alacaklar inşâallah. İlk hâfız Cebrâîl’de. Efendimiz Uğut Harbinde şehit verildiği zaman, kimler daha çok Kur’ân-ı Kerîm okuyor, biliyor, yaşıyor, yaşatıyor, onları daha evvel kabre indirdi. Bir sefere giderken de hangileri Kur’ân hâfızıysa, sancakları ona taşıdılar. Çünkü zira Kur’ân-ı Kerîm, وَالنَّذُّ الْمِنَ الْقُرْانِ مَعَيْفِ وَالشَّفَانِ وَالرَّحْمَةِ وَاللَّهُمْ مِنْ اَنْ مِنْ عَلَيْهُمْ Kur’ân-ı Kerîm, şifâ ve rahmettir. Memlekette de şifâ ve rahmettir. Biz burada ne kadar Kastamonu da buna bir gayret verirsek, Kastamonu için burada okunan Kur’ân-ı Kerîm, şifâ ve rahmet olur. Dünyada 620 sene gelen ikinci bir devlet yok Osmanlığın dışında.
Osmanlığın ilk başlığı Kur’ân-ı Kerîm’in hürmet tazimine başladı. Yavuz Sultan, senin mukaddesi emanetleri getirmesi, onlara bir tazim ile 40 hafız, yalnız 40. hafız olarak devam edildi. Velhâsıl Kur’ân-ı Kerîm’in rahmetinden istifade etmemiz inşâallah. İnşâallah yavrularımız yarın mihrapları dolduracaklar. Yarın imam-ı mektub okularında öğretmen olacaklar. İslâm’ı tebliğ edecekler. Anne-babalara tebrik ediyoruz.
Böyle anne-babalar ömürlük bir teşekküre lâyık. Bu yavrularımız da inşâallah ehl-i Kur’ân olacak. Pâtır Sûresi’ne yine, biz Kur’ân’ı vâris kıldık Cenâb-ı Hak. Yani miras olarak verdik Kur’ân-ı Kerîm’i. İnsanlar en büyük Cenâb-ı Hakk’ın mirası. Bu üç kategoride. Birincisi Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmiş, müslüman okumuş biraz, biraz bilmiş. Fakat tatbikat yok. Bu, nefsine zulmedenler buyuruyor.
Ve Cenâb-ı Hak Cuma sonunda beni İsrâil âlimine bildiriyor. Onlar nefsine zulmedenler. Okuyor, biliyor. Fakat kalpte yok, tatbik yok, tatbikat yok. İkincisi, muktesitler, ortada gidenler. Üçüncüsü hayrattı öne geçenler. İslâm’ı yaşayıp yaşatanlar, Kur’ân’ı yaşayıp, Sünnet-i Seniyyeyi yaşayıp yaşatanlar. İnşâallah bu yavrularımız yaşayıp yaşatanlar olacak. Kendilerini Cenâb-ı Hak, zamanın şerrinde muhafaza eylesin. Ümmet-i Muhammed, dînimiz, vatanımız, milletimiz, bu yavruların elinden, dilinden, gönlünden müstefid olur inşâallah. Tebrik ediyoruz. Herhalde kız hafızlarımız da var. Onlar da bir rahmettir. Onlar da hayırlı, bereketli bir anne olacaklardır. Allah cümlemizi inşâallah, dînimizi, îmânımızı, vatanımızı, milletimizi şerrinin şerrinde muhafaza buyursun inşâallah.
Kıyamet gününde inşâallah Rasûlullah Efendimiz’in civarında, O’na lâyık bir ümmet olarak, O’nun civarında O’na el-Merrumân, ehabbi ki sevdiğiyle beraberdir. Ne kadar Efendimiz’i sevdik, ne kadar O’nun şerrini tatbik ettik, ne kadar bir muhabbetli bir islâmı yaşadık, Efendimiz’in kıyameti o zor günde yanında olacağız inşâallah. Cenâb-ı Hak’tan bir müjdesi, öyle yaşanan, لَاَحَفُونَ عَلَيْهُمْ وَلَاكُمْ يَحْشَنُونَ Onlar korkmayacaklar, üzülmeyeceklerdir buyuruyor.
Lillâhi Teâle’l-Fâtiha!..

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir