22. Bölüm | Psikologların Psikoloğu: Dostoyevski (Yeraltından Notlar)
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=p98WdwEXzTU.
1931 yılında doğdum. 1937 yılında annem öldü. 1944 yılında Dostoyevski’yi okudum. O gün bugün huzurum yoktur. Biografim bu kadar. Merhaba. İkinci Adam yayınlarının sunduğu yer altından notlar başlıyor. Cemal Süreyya ne tatlı adam değil mi? Genelde kalemini sevdiğim yazarların kendisini pek sevmem. Ama biografisini bu şekilde anlatan bir adam nasıl sevilmez ki? Şu hayatta herkes birini suçluyor. Marx zenginleri suçluyordu. Rent fakirleri. Freud’a göre her şeyin sorumlusu annesiydi. Bevoir’a göre babası. Nietzsche, İsa’yla bozmuştu kafayı. Chopinard, kadınlarla. Dostoyevski ise bir başkasını değil kendini suçluyordu. Varoluşçuları tam da bu yüzden seviyorum. Kendilerine karşı acımasızca dürüst oldukları ve eylemlerinden başkalarını değil kendilerini sorumlu tuttukları için. Peki Dostoyevski’yi duymayan yoktur. Ama onu gerçekten tanıyor muyuz? Ya da aslında kaç kişi kitaplarını alıp onu gerçekten okumuştur? Birkaç sene önce yazarları konuk aldığım bir kitap programı yapıyordum. Ercan abi geldiğinde şöyle söylemişti.
Dostoyevski okumadan ya da ne bileyim cinlilere okumadan geçip gitmek bu dünyadan insanın kendi yaşamına haksızlıktır yani. Freud psikolojik analiz kurucusuydu. Ama gittiğim her yerde benden önce oraya gitmiş bir şair buldum demişti. Dolayısıyla yazarlar bilinç dışının yer altı dünyasına doktorlardan, hukukçulardan ya da psikopatlardan daha derin bir şekilde sokunmuştu. Ve Stefan Zweig Dostoyevski için psikologların psikoloğu tanımını yapmıştı. Neden mi? Mesela Stanford hapishanesi deneyini hatırlayalım. Sıradan insanları gardiyan ve mahkum diye ikiye ayırıp sahte bir hapishaneye yerleştirmişlerdi. Peki sonra ne olmuştu? Gardiyanlar kendilerini role fazla kaptırarak baya böyle sadist, puşt insanlara dönüşmüştü. Peki yıllar önce Dostoyevski ne demişti?
Dünyanın en gereksiz, işe yaramaz adamını alıp bir gişe memuru yapın. Kendini önemli biri zannedip hemen sizi aşağı görecektir. Başka bir deneye bakalım. İnsan sence en çok yalanı kime söyler? Manitasına mı? Annesine mi? Arkadaşlarına mı? Hayır kendisine. Psikologlar bunu 1959’da yaptığı bilinçsel uyumsuzluk deneyinde fark etmişti.
Çıkan sonuca göre insanların kendi zihnini manipüle ettiği, apaçık ortada olan bir gerçeği bile kendi çıkarına göre yorumlayıp değiştirebildiği anlaşılmıştı. Peki bu deneyden tam 79 sene önce Dostoyevski Karamazov kardeşlerde ne yazmıştı? Önemli olan insanın kendine yalan söylememesi. Kendine yalan söyleyip söylediği yalana inanan kimse kendi içindeki ve çevresindeki gerçekleri tanımamaya, bunun sonucu olarak da kendisine ve çevresindekilere saygı duymamaya başlar. Kendine yalan söyleyen kimse herkesten çabuk daha gücenebilir. Peki bu psikologların psikologu çok mu normaldi? Cık, kesinlikle değil. Zaten kendisi söylemiş benim kişiliğim her zaman karamsar, hastalıklı ve heyecanlı olmuştur diye. Kumar bağımlılığı vardı mesela ama ne bağımlılık?
Okuduğumuz çoğu kitabını kumar borçlarını kapatabilmek için yazmıştı. Freud onun bu bağımlılığını patolojik bir tutku krizi olarak yorumlamış ve Dostoyevski’nin sürekli kumar oynayarak aslında kendisini cezalandırdığını iddia etmişti. Yani oynadığı kumarda zevk değil de güçlü bir yıkım üçgüdüsü vardı. Ama dışa dönük değil, içe dönük bir şekilde. Mazoşistçe. Çünkü adam hep bir suçluluk duygusu hissetmiş.
Freud’a göre Dostoyevski de ödüp kompleksi vardı. Yani özetin özeti olarak annesini babasından kıskanıyordu ve suratsız otoriter babasıyla sürekli bir iktidar mücadelesi içindeydi. Zaten eylemlerimizin tek bir nedeni olmaz genelde. Bende mesela öfke bozukluğu vardı biraz. Ki en çok öfkeyi her zaman kendime duymuşumdur. Tavsiye üzerine spora başladım. Artık ne zaman kafam atsa gidip makinelerle dövüşüyor. Ağırlık indirip kaldırıyorum. Eve döndüğümde o kadar yorgun oluyorum ki artık bir şeylere kızmaya mecalim kalmıyor. Spor işin bahanesi yani. Dostoyevski, Sara hastasıydı ve sık sık epilepsi nöbetleri geçiriyordu. Hayatındaki en önemli dönüm noktası ise son anda idam edilmekten kurtulmasıydı. 1849’da devlet aleyhine propaganda yapmaktan tutuklanmış ve 8 ay boyunca sorgulandıktan sonra idama mahkum edilmişti.
Hapiste aylarca öleceği günü bekledikten sonra gözleri bağlanarak infaz alanına götürülmüştü. Ancak ölüm fermanı okunduktan sonra tam kuruşuna dizilecekken çarın idam kararını geri çektiği haberi gelmişti. Ardından 4 yıl kürek mahkumluğuna ve 6 yıl zorunlu askerlik cezasına çarptırıldı. Ve tabi bu 10 senenin ardından en iyi kitaplarını yazmaya başladı. Yer altından notlar, suç ve ceza, karamazov kardeşler ya da kumarbaz gibi en iyi kitaplarını bu tuhaf ve korkunç dönemden sonra yazmıştı. Peki suç ve cezadaki Raskolnikov bir katil olmasına rağmen neden dünyada en çok okunan ve en çok sevilen roman karakteridir? Çünkü Dostoyevski yargılama değil, anlama çabası içindedir. İyi ya da kötü diye ayrımlar yoktur onda.
Çünkü herkes iyi olduğu kadar biraz kötüdür, kötü olduğu kadar da biraz iyidir işte. Belki de bu yüzden kitaplarındaki karakterler sürprizlerle dolu ve belirsizdir. Bir an coşku duyarken ardından hüzünlenebilir ya da sıkılabilirler. Çünkü insandaki tutkular çeşitli ve sınırsızdır. Bir şey ister ve elde edemezse üzülür. Ya da elde ederse hemen başka bir şey daha ister. Doğaldır yani onun karakterleri. Doğal ve gerçektir. Tıpkı bizim gibi.
En nihayetinde çoğumuz iki duygu arasında sıkışmış insanlar değil miyiz? Bir yaşadığımız hayat var, bir de arzu ettiğimiz. Ve bu ikisi arasındaki mesafe ne kadar açılırsa o kadar mutsuz oluyoruz. Sonra bu sıkışmışlığın acısını da kendimizden ve çevremizden çıkartıyoruz. Ne diyeyim, ne mutlu kendi kendisiyle mutlu mesut yaşayan insanlara. Ben pek beceremedim bu işi.
Dostoyevski’nin hastalıklarla, hapisle ve yoksullukla geçen yaşamı 59 yılın ardından sona erdi. Dünyaca tanınması 20. yüzyılda oldu. Çünkü kitapları İngilizce’ye epey geç çevrildi. Ben onu edebiyatın karanlık kâhini ya da dehâsı olarak tanımlıyorum. Eğer kitaplığında herhangi bir kitabı yoksa hemen edinmeni, varsa da açıp tekrar okumanı öneririm. Bölümün kitap önerileri gelsin. Onlara da bir bakalım. Çok iyi kitaplar var aralarında. Mesela Epiktetos’un kendisinin efendisi olmayan hiç kimse özgür değildir. Kitaba mutlaka okunmalı. Epiktetos, köle olarak doğduğu hayatı filozof olarak teslim etmiş bir adam. Anlam arayanlar için iyi bir yol gösterici olacaktır. Hem de taa 2000 yıl öncesinden. Vazgeçebilmek kitabı da baya iyi.
Basen vazgeçebilmeyi özgürlük olarak nitelendiriyorum. Ve önemli sorularla karşılaştım bu kitapta. Öyle çok ağır bir dili de yok. Adam derdini gayet sade, anlaşılabilir bir şekilde anlatmış. Okumakta fayda var. Şimdi bir de şöyle bir güzellik var. Bu kitapları destekdükkan.com üzerinden %40 indirimli olarak alabiliyorsun. Linkini açıklamaya bırakacağım. Biraz karıştır siteyi. Hatta başka ne kitaplar varmış onlara da bir göz at. Bölümü bitirmeden önce senin kitap tavsiyelerini de almak istiyorum. Hatta istiyorum ki YouTube’un en uzun, en kalabalık kitap ve yazar listesini yapalım. Bir tane de olsa, 10 tane de olsa en sevdiğin yazarları ve kitaplarını yorum olarak yaz olur mu? Böylece muhtemelen hiçbir zaman, hiçbir yerde karşılaşmayacak insanlar arasında telepatik bir iletişim ağı da kurmuş oluruz. Evet, ikinci adam yayınlardın sunduğu yer altından notlar bitti.
Yasemin Mori burada birazdan şahane bir şiir okuyacak sana.
Tadını çıkart.
Kar yağacak diyorlar. Pişirde geçiyormuş bunlar. İyi misin? Kar yağacak diyorlar. Saçlarına diyorum buraya kadar uzatsan. Kar yağacak diyorlar. İyi bak göğe. Sıkı tut. Bırakma. Kar yağacak diyorlar. Yasin evdeyim kendimi yakıyorum.
Fatih Akça.
İlk Yorumu Siz Yapın