"Enter"a basıp içeriğe geçin

24 Ekim 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

24 Ekim 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=gzdrqfphMX8.

Muhterem Kardeşlerimiz! Bu mübârek Rab’ı’nı, dinimize, vatanımıza, milletimize, bütün İslâm âlemin için rahmet, meraket ve hayırlı vesîle olmasını Rabbimizden niyaz ederiz.
Bu vesîleyle üç ihlâd, bir Fâtiha, suhbetime başlayalım bereket olarak inşâallah. Allah’ım esen bilsin, Allah’a sığınbın, Allah’a sığınbın… Oğlu Seyyidülkevvî’nin Muhammed Mustafa’yı ayağa salavât. Oğlu Rasûl-i Sakale’nin Muhammed Mustafa’yı ayağa salavât. Oğlu İmam-ı Haram’in Muhammed Mustafa’yı ayağa salavât. Oğlu Ceddülhasene’nin Muhammed Mustafa’yı ayağa salavât.
Muhterem Kardeşlerimiz! Rabb’ı’l-Evvel ayımız mübârek olsun! Âmân! Sülâhâ, bu ayın ilk gününden son gününe kadar bir kandil günü olarak, kandil geceleri olarak talak geçmişlerdir. Velâdet kandiliğini idrâk etmek, her şeyde önce Fâri-i Kâinat Efendimiz’e ümmet olmanın sevinci, vecd ve huzuru gönülde duyabilmektir.
Unutmalıyız ki bugün Rasûlullah Efendimiz’i yakından tanıyabilirsek, yarın maşârede O da bizleri yakından tanır. Havs-ı kerîmede bizleri kabul eder. O’nu bugün gönlümüz, O’nu görecek olursa, o kıvamda olursa O da bize nazar kılar. Zira Rasûlullah Efendimiz buyuruyor, ben diyor, kabrimde bile ümmet ümmetiye buyuracağım. Güzel amelleriniz gelir, menfî amellerinize dua ederim buyuruyor.
Biz O’nu duyarsak ve dinlersek, O da bizi ihsanlarıyla âbâd eder. Bu cihan, onun gibi müstesna bir gönle hiçbir zaman görmedi. Yer ve gökler, onun gibi muhteşem bir ahlâk ağa bize şahit olmadı. Hayvanlar bile Rasûlullah Efendimiz’e hasret duydu. Efendimiz’in devesi Kasvâ, Rasûlullah Efendimiz’in vefatından sonra kendi çölleri attı. Zayıfladı ve o şokulda öldü. Efendimiz’in hasretiydi. Mühim olan rûhî beraberlik yanında zaman ve mekân ne olursa olsun, Rasûlullah Efendimiz’in müttakî olarak yakın olabilmek. Rasûlullah Efendimiz muazı Yemen’e gönderirken, muaz dedi, sen döneceksin dedi. Fakat ben vefat etmiş olacağım dedi. Umurge şurada kabre olacağım dedi. O zaman kabrimi ziyaret edersin dedi. Muaz ağlamaya başladı.
Ağlamamaz ağlama dedi. Bana en yakınlar hangi zaman, hangi mekânda olursa olsun, en çok müttakî olanlardı buyurdu. Cenâb-ı Hak cümlemize takvâ sahibi olmayı nasîb eylesin. Yine bu mânevî beraberlik, bu tâ kıyamete kadar câri.
Sallâllâhü aleyhi ve sellem Yemen’e döndü. Ben buradan gelen nefesi Rahmânî’yi duyuyorum buyurdu. Yani bu nefesi Rahmânî’den bize de Cenâb-ı Hak kırıntılar nasîb eylesin inşâallah. Cenâb-ı Hak yine buyuruyor, biz ılımlı ümmet olarak sizi halkettik, hayır-hah ümmet olarak halkettik.
Yeryüzünde sizler Allah’ın şahitlerisiniz, Allah’ın dinini yaşarsınız, yaşatırsınız. Peygamber de şahit olsun buyuruyor. Yine Efendimiz vesîle. Cenâb-ı Hak buyuruyor, Allah’ın size olan nîmetlerimi saymaya kalkarsanız sayamazsınız. Yine gâfil insanlar için de, Enbiyâ Sûresi’nin ilk âyetlerinde, insanlar hesaba çekilecekleri gün yaklaştı.
İsterse bin sene olsun, on bin sene olsun, kıyamet sonsuz bir devir. Yövmül hurut bitmeyen bir gün başlayacak. Hâl böyleyken onlar gaflı içinde yüzüyorlar. Peygamberlerden irşad görüyor. Kevnî âyetlerden irşad var, peygamberlerden irşad var. Hak ve hakîkate âmâ olarak yaşayanlar, Rasûlullah Efendimiz’i tanıyamayanlar…
İnsan, kendisine ihsan eden bütün nîmetlerden Cenâb-ı Hak soracağını bildiriyor. سُمَّ لِسُؤَلِينَ يَوْمِيذٍ عَنِ النَّعِيمِ Lâkâ, o gün dünyada yararlandığınız nîmetlerine elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz. Hamdolsun, insan olarak yaratıldık. İman nîmetiyle perverde olduk. Allah’ın Kelâb’ı Kur’ân-ı Kerîm’e muhatap olduk.
Âlemle rahmet olan, gönderilen Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem meccâna hiçbir bedel ödemeden ümmet olmak ile şeref bulduk. Mü’minlere en büyük lûtuf, Cenâb-ı Hak, لَقَدْ مَنْ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ buyuruyor. Allah, mü’minleri büyük bir lütufta bulunmuştur. Ne ile? 124.000 peygamber içinde Rasûlullah Efendimiz’e ümmet olmakla, bütün peygamberin daha ötesinde.
Cenâb-ı Hak’ka yaratılan en yakın insan. Efendimiz’in amcası Ebu Leheb, maalûm hakkında suhru indi, tebbet yedâ indi. Abbas, radıyallâhu anh, kardeşi rüyasında görüyor. Vefâdından bir sene sonra görüyor. Ebu Leheb, nasılsın diyor. Müthiş bir azâbın içindeyim diyor. Sadece pazartesi günleri diyor.
Baş parmağımla, şehâdet parmağı arasında bir delikten su çıkıyor, o gün ferahlıyorum diyor. O gün diyor, sırf bir akraba asabiyeti dolayısıyla köle âzâd ediyor. Cenâb-ı Hak pazartesi gününü parmak arasından su veriyor. İmam Cezâri, meşhur Kırât âlimi, hadis âlimi, buyuruyor ki, Kur’ân’da zemmî hakkında Allah’ın elleri kurduğu, lânet ettiği kişi hakkında bir âyet nâzil etti, bir sûre nâzil etti. Ebu Leheb, Cenâb-ı Hakk’ın düşmanıydı, Rasûlullah Efendimiz’in düşmanıydı. Fakat sırf akrabalık vesilesiyle bir köle âzâd ettiği için Cenâb-ı Hak ona bir lûtuf da bulundu. O azâbın içinde, pazartesi geceleri bir su ihsan ediyor. Bir kimse de, Peygamber Efendimiz’in mevlidî ile sevinip Rasûlullah Efendimiz’e ümmet olduk. Bunun sevinci içinde. En büyük lûtuf çünkü.
Bir lûtf, aleyhisselâm’a ümmet olabilirdik. O berbat kaviminin içinde bulunabilirdik. Bu bakımdan kul, bâhide çok sevinecek, hediyeler verecek, Cenâb-ı Hak şükredecek, teşekkür edecek. Elbette böyle bir mü’min, kerîm olan Allah’tan nâil ile mükâfat, Rabb’in geniş ihsanlarıyla, naim cennetlere kavuşmasına vesîle olacaktır inşâallah. Yine bu hadîsi rivâyet eden, şerh eden İmâm Kastelânî Hazretleri şöyle buyuruyor. Ehl-i İslâm, mü’minler, Rasûlullah Efendimiz’in doğduğu ayı ihya etmekle, bu rabûl-i evvelâni ihya etmekle, bu hususta ihsanlarda bulunmak, muhtaçlara yemekler vermek, fakirlere her türlü gariplere yardımda bulunmak, sevinç ishal ederek hayırları arttırmak.
En büyük sevim çünkü. Ebedî hayata geleceğiz. Yeni Mevlî-i Şerîf okumaya iltinâ göstererek, bereketine istifade edebilmek, böyle yapanların o yıl belâlardan kurtulduğu ve ne dilekler var yerine geldiği tecrübe edilmiştir diyor Kastelânî Hazretleri, Buhârî-i Şârekî.
Bizler de inşâallah bu mübârek ayın rûhâniyeten istifade edebilmek için bir iyilik yarışına girelim inşâallah. Sadakalar, fakir fukaraya ikramlar, hediyeler, civarımızın içarıdaki kimsesiz mahzun gönülleri el uzatmak, Allah Rasûlü’nün doğduğu vayda bol bol Kur’ân-ı Kerîm okumak, evlâtlarımızı bilhassa ehl-i Kur’ân olarak iliştirmek, müsterşede irşad, yani irşad beklenerek irşad etmek, çok isâbet olur inşâallah. Rasûlullah Efendimiz’in hayatını evlâtlarımıza kuruncuk olarak değil de, bir fazîletler olarak öğretmek, onu sevdirmek ve insanlara doğru bir şirket tanıtmak için bu vesîleleri fırsat ittihaz etmek en isâbetli bir ay olmuş olur. Allah Rasûlü’nün ümmet olmanın sevincini yaşayalım ve bu nümmetin şükrünü edâ edebilmek gayretinde olalım inşâallah. Bugün bilhassa bu liberal, materyalist bir dünya, anne-babayı ifsada doğru sevk ediyor. Buralarda bizler inşâallah Rasûlullah Efendimiz’in örnek hayatından, örnek aile hayatından bir ibret alalım.
Efendimiz’in aile hayatı nasıldı? Hiçbir baba evlâdına Fâtıma Vâlidemiz gibi sevgili olamaz. Hiçbir kız yavrusu babasına, Efendimiz’e olan Fâtıma Vâlidemiz’e muhabbeti gibi olamaz. Hiçbir zevce, zevcine o muhabbette olamaz. Hiçbir zevcine o muhabbette olamaz. Demek ki Rasûlullah Efendimiz’in hayatına nazar edelim.
Rasûlullah Efendimiz’in aile hâline ne vardı? Rıza vardı, Allah rızası vardı, ruhâniyet vardı, fazîletler vardı. İnşâallah Cenâb-ı Hak aileye saldırılara karşı gülümüzde, inşâallah kendimiz o şekilde bir aile hayata… Bu da Sünnet-i Seniyye’nin bugün hemen hemen bir farz ayın hâline geldiği bir zamandayız. Cenâb-ı Hak cümlemize nasip eyler inşâallah.
Efendimiz’e ümmet olmak öyle bir sevinçtir ki, bize bütün dünyayı çile ve sıkıntıları unutturmalıdır. İşte sahâbî bütün çileleri unuttu. “-Canım malım sana fedâ olsun yâ Rasûlallah!” dedi. İnsanlı bir âbide gördü, fazîletli bir âbide gördü. Bir huzur buldu dünyada. Zengin de fakirde cümlesi… Şöyle bir misal verelim. Trilyonlara olan bir kimse, yolda giderken beş kuruş düşse,
dönüp bakar mı? İşte bütün dünyevî olan sıkıntılar, Rasûlullah Efendimiz’e ümmet olmanın karşısında bundan bir farkı yok. Çünkü ebedî hayat, bitmeyen bir hayat, bir imtihan dünyası içindeyiz. Sonra nefesten sonra devam edecek. Yani velhâsıl tekrarlarsa, bize başımıza dünyevî bir sıkıntı veya musibet geldiği zaman, Allah’a kul, Rasûlullah Efendimiz’e ümmet olmanın bizim için en muhteşem zenginlik, en muhteşem saâdet ve bahtikârlık olduğunu düşünüp sabredebilmeliyiz. Çileler bizim için son derece, o zaman hafif geldi. İşte ashâb-ı kirâm’a çileler son derece bir hafif geldi. Mekke Devrinde her türlü alay ettiler, hakaret ettiler, zulmettiler, mallarını gasp ettiler. Fakat gönlündeki îmanla ashâb-ı kirâm’a gayet hafif geldi. Yani Efendimiz’in ashâbına fakir vardı.
Hastası vardı, dertlisi vardı, mahrumlar ve kimsesizler vardı. Fakat hepsi Rasûlullah Efendimiz’in etrafında pervânî olmanın huzuru içindeydi. Meselâ sayesinin misallerinden biri, Ensar’dan Sümeyra Hatun’un Uğut Harbi’nde beş şâhâdet haberi aldı. İki oğlu, babası, kocası, kardeşi şehid oldu. Ona dediler ki o mübârek hanımın böyle böyle denince,
hiç aldırış etmedi. Sadece ona bir şey oldu mu, Rasûlullah’a bir şey oldu mu sordu. Sahâbîye hamd olsun dedi. Ona hiçbir şey olmadı. O seninle alışveriş ettiğin gibi hayattadır dedi. Sümeyra Hatun, onu görmeden görmeyip huzur bulmayacak. Bana Allah Rasûlü’nü gösteririz dedi. Görsen de derhal gidip elbisesini ucundan tuttu. Anan baban sana fedâ olsun ey Allah’ın Rasûlü! Sen sahubinden sonra gayrı hiçbir şey aldırmam dedi.
Sahâbî Rasûlullah’ın beraber onun mânevî lezzeti içinde yaşadı. O en büyük lezzeti duydu. Bütün gayrı, esas hayatı olan âhirette onunla beraber olmaktı. Bu sebeple en çok üzerinde durdukları müjde, Peygamber Efendimiz’in el-Mer’u mâmen ehabbi, ki sevdiğiyle beraberdir. Hadi şerîfte… Bu velâyet kandili, anne-babalar içinde mühim bir şeydir.
Kandillerde evlâtlarına hediyeler almak, o güne mâsum ikramlarda bulunmak. Evlâtlarımızın yaşadığı mûhitteki emir sultan, hacı bayram velî diğer zatları ziyaret ettirmek. Onların hâllerine, ahvâllerine, nasıl Allah dostu olduğu yavrularını izah etmek. Yavruların temiz, mâsum kalplerine mânevî heyecan ve muhabbeti verebilmek.
Yani bu küçük yaşta, bu muhabbetlerin nak edilmesi hâlâ taşa işleyen lakişler gibi kalıcı olur. Bugün yüreği şefkatle çarpan merhamet sahibi, sâlih ve sâlih anne-babaların en mühim vazifesi, evlâtlarını Kur’ân ve Sünnet’e ittibâ hâlinde yetiştirmektir. Ki âhirette de beraber olsunlar. Onlara İslâm karakter, İslâm şahsiyeti miras bırakmaktır. Yavrularımızın gönülleri, Allah Rasûlü’nün muhabbetiyle doldurmalıdır. Bugün küresel güçler, evlâtlarımız bizden koparmak için bir kılığa giriyor. İnternet, televizyon ve modalar sayesinde gönülleri zehirlemeye çalışıyorlar.
Bunlara fırsat vermemek bir anne-babaların en mühim vazifesi. Efendimiz buyuruyor ki, çocukların üç usta yetiştirelim. Birinci, peygamber sevgisi. Zaten Efendimiz’i ne kadar seviyette, o kadar ittibâ olur. İkincisi, ehl-i beyt sevgisi. Ehl-i beyt kimdir? Bir, Rasûlullah Efendimiz’in soyundan gelenler.
İkincisi, bütün müttakîler, takvâ sahipleri benim ehl-i beytimdir dedi. Yani bütün ehlullah, evliyallâh, onlar da ehl-i beyt olmuş oluyor. Ve Kur’ân kiraate, Kur’ân-ı Kerîm Allah’ın kitabıdır. Ne kadar Cenâb-ı Hak’ı seviyoruz, ne kadar Rasûlullah Efendimiz’i seviyoruz,
ne kadar yavrularımız bir Kur’ân tahsilinden geçiriyoruz. Efendimiz’in en çok meşgul olduğu, ashâb-ı sufet alemeleri idi. Onlar Kur’ân-ı Kerîm kiraate. Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîflerinde yetiştirirdi. Onları bütün İslâm dünyasına tebliğ etmek için seferber ederdi.
Rabb-ı Leverye’nin bu şûre ihyâsı, Peygamberimizin olan yakınlığımızın en bâdî bir nişânesidir. Yine bir aile hayatına geleceğim. Bugün maalesef bu aile hayatı birtakım sapkılılar tarafından bırakılmaktadır. İnsanlık, aileyle başlamıştır. Cenâb-ı Hak Hazret-i Âdem, Hazret-i Havâ’dan ilâhî, Hazret-i Şerîf’in ailesiyle başlamıştır.
Cenâb-ı Hak Hazret-i Âdem, Hazret-i Havâ’dan itibaren insanı aile içinde yetiştirirdi. Birçok peygamber secereler hâlinde aynı aileden devam eder. Aile mesuliyet esası getirir. Beyi hanımına, hanımı beyine zimmettidir. Evlâdı anne-babaya Cenâb-ı Hak emanet etti. Evlâda anne-babanın ihsânını emretti. Sılayı Rahîm ile beraber büyük, geniş, güçlü bir aile içinde İslâmî değerleri yaşattı. Peygamberi ben de ilk inananlar Hazret-i Hatice ve evlâdı Yenid-i Azât’la Zeyd ve yeğeni Ali radiyallan, yani o Efendimiz’in bir ailesi oldu. Yine en yeni arkadaş Hazret-i Ebû Bekir radiyallan oldu. İlk tebliğ yakan akrabası ilbâh başladı. İlk defa Ebû Kubes Dağı’nda kendi akrabasını topladılar, onları tebliğ etti. Küresel güçler bugün aileyi çökertmeye çalışıyor.
Çünkü aile mukaddes bir yuva olursa, dışarıdan gelen her türlü hücuma karşı mânevî bir kale hükmünde olur. Cahilliğe döndürmeyi arzu eden şer güçler, hedefine ulaşamaz. Fakat o kalede düşerse, aile kalede düşerse, beşiret âdeta diğer mahlûkâta döner. Hiçbir mesuliyet, mahrûmiyet, ayıp, günah tanımayan bir insan tibi meydana gelir. Ailemizi, nesillerimizi korumaya mecburuz. Rasûlullah Efendimiz buyuruyor, «İnsin ve cinnin dışında bütün mahlûkat, Allâh’ın Rasûlü olduğumu bilir ve tanır beni.» Fakat cemâdet tanıyordu, Uhud tanıyordu. Üç gün Uhud dedi, Uhud sallandı, sakin ol, Uhud dedi. Üzerinde bir peygamber, iki şehid, bir sıddık var buyurdu.
Yine Hazret-i Ali radıyallâhu anh, Rasûlullah Efendimiz’in birlikte Mekke’deydi. Beraberce Mekke’nin bazı yerlerine gittik, dağların ve ağaçların arkasından geçiyorduk. Peygamber Efendimiz karşısında bütün dağlar ve ağaçlar, «Esselâmu aleyküm! Yâ Rasûlâllah!» diyordu, onu ben duydum diyor. Yine nebâtat tanıyordu. Efendimiz kurma kütürün üzerinde sohbet ediyordu. Cemaat karşısında kâfi gelmedi, minber yapıldı. Minber’e çıkınca hurma kütüğü ağladı. Büyük bir kalabalık, bir kişi on kişi değil, yüzlerce bir kalabalık bunu duydu. Hatta bir kısım kişiler dediler ki sanki bir çocuğun ağlaması gibiydi. Bir kısım dediler, bir deve yavrusunun ağlaması gibiydi mesleğe göre. Rasûlullah Efendimiz indi, onu okşadı, hurma kütüğünü gömdü.
İşte Mevlânâ diyor ki burada, «–Sende diyor, bu kütük kadar muhabbet var mı?» diyor, kendini bir mîzân et. Yine Efendimiz bir gün uyuyordu. Bir müşrik geldi, uyurken «–Seni benim elimden kim kurtaracak?» dedi. Efendimiz «–Allah!» buyurdu. Allah deyince müşrikin kılıcı elinden düştü. Muhammed dedi, «–Sen dedi, eğer peygamber sen dedi, şu ağacı çağır gelsin ağaç, sana selâm versin dedi. Efendimiz işareti ağaç, köküyle geldi, eğildi. «–Esselâm aleykî yâ Rasûlâllah!» dedi.» Adam dedi ki, Muhammed dedi, «–Ben sana îmân ediyorum.» dedi. Müsaade dedi, «–Ayaklarını öfküme ayırsa iyidir.
Efendimiz dedi, «–Yok dedi, kulun Allah’tan başlarında secde etmesi haramdır.» buyurdu.» Velhâsıl nebâdat tanıyordu, hayvanat tanıyordu. Bir deve zulüm görenlerine ağlayarak Efendimiz’in huzuruna geldi. Efendimiz ona sahabeni çağırdı. «–Sahabinize niye bakmadan hesabını vereceksin yâ Rabbi!» buyurdu.
Sohbet başında bahsettiğim gibi, kazı, iğazı, şifâ, şifâ, şifâ, efendi devesi, kasvâ, efendi vefâdından sonra ölünceye kadar hiçbir şey yiyip içmedi, rivâyet ediliyor. Yani bir deve de, raktı, bir muhabbet. Demek ki yakından tanınca, ashâb-ı kirâmda bunu çok görüyoruz. Cenâb-ı Hak «ve mâ el-Selâniyye lâ rahmeten lâ alemin» buyurdu. Bir mü’min de rahmet insanı olacak. Rahmet insanı olmayınca Rasûlullah Efendimiz’in huzurunda,
bir gölgenin gövdeyi olan sadakati gibi olacak. Yine Âyet-i Kerîme buyuruyor, «…Andolsun Rasûlullah’a izin Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar…» Allah’a çok çok zikredenlerin güzel bir örnek. Burada üç şart Cenâb-ı Hak biliyor âyette. Birincisi, Allah’a kavuşmayı umanlar. Demek ki ifa ederken her işimiz, ben Allah rızasında mıyım?
Mü’min bu şuurda olacak. Mes’îinde, ev hayâda evlât yetiştirmesinde. İkincisi, âhirete kavuşmayı umanlar. Zerreden, küreye her şeyin hesabını vereceği idrâk içinde olacak. Üçüncüsü de Allah’a çok çok zikreden, her gördüğü şeyleri Cenâb-ı Hakk’a hatırlayacak. «Aman yâ Rabbi!» diyecek. «Abes yok kâinatta.»
Kalbe göre her şeyde binbir türlü hikmet. Kâinat, ilâhî azamet tecellîleri, ilâhî kudret akışları, ilâhî nakışlarla dolu. Fakat kalbe olan insan için. Onun için Allah’a çok çok zikreden, her zikredikleri Cenâb-ı Hakk’a azamet-i ilâhiyesini hatırlatacak.
«Aman yâ Rabbi!» diye. «E buyurun Cenâb-ı Hak, onlar ayaktayken, otururken yandıları üzerinde Allah’a zikrederler. Göklerine ve yerin yanında derinden tefekkür ederler. «Yâ Rabbi! Sen Sûpansın, bizi Cehennem’e adabına koru!» derler.» Cenâb-ı Hak böyle bir gönül istiyor bizden. Zikir, tefekkürle beraber bir zikir olacak. Bir mü’min, Efendimiz’in güzel ahlâkından geliyor.
Oldukça, gönlü ilâhî muhabbette seviye kat eder, kendimizi mizan etme bakımından. Merhamet şefkati artar, hizmet için gayret sarf eder. Tevâzu ve nezâketi asla elden bırakmaz. Cömert ve ihsan sahibi olur. Hak ve adâletten bahşedilir.
Daima aday, hakkı tevzî eden olur. Saygı ve hürmetle kusur etmez. Kanaat ehli olur, kanaatle zenginleşir. El-Emin es-Sâdık olarak şahsiyet ve karakter sahibi olur. Daima hüsnü zan içinde olur.
Yaptığı her işi ihlâs ile yapar. Sabrı elden bırakmaz. Edep ve hayâ üzerine yaşar. Affedecek, ona ayrılmaz bir vasfı olur. Diğer taraftan, bir mü’min Efendimiz’le aynıleştiği ölçüde, bir mü’min Efendimiz’le aynıleştiği ölçüde,
bir mü’min Efendimiz’le aynıleştiği ölçüde, enâniyetten, benlikten kurtulur. Asla kimseye, mahlûkâta, hayvanatı bile haksızlık etmez, zulmetmez. Kimseye kin ve intikam beslemez. Hırs, tamah, fitne, gurur, kibir, yana, mecmün lukatında bulunmaz.
Gıybet etmez tecessüsünde bulunmaz. Merhamet ve şefkat yoksulluğu vs. gibi kötü vazifelerden gönül âlemini temizler. Ve o kalpte de Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatları tecellî eder. Bu, Mevlid kandilinin, ihya etmenin en güzel şekli, ömrünüz boyunca Rasûlullah Efendimiz’le kalben beraber olabilmektir. Ona sadâkatle itibar edebilmektir.
Bir gölgenin bedeni olan sadâkati gibi. Sahâbî Çin’e gitti, Semerkand’tan gitti, insan olduğu her yere gitti. Niye gitti? سُمَّ لَصُولُونَ يَوْمِذِينَ عَنِينَ عَيْمِينَ اللّٰهَمْ Allah’ın verdiği bu îman nîmetini tevzi etmek için gitti, hidâyetleri vesîle olmak için gitti. Ve bu enerjiyi nereden aldı? Sînesini Rasûlullah Efendimiz’e taşıyabilmekle aldı. Onun muhabbetinden aldı.
Daima sahâbî şunu düşündü. Rasûlullah Efendimiz şimdi benim yanımda olsa, benim hâlime tebessüm eder miyim? Yoksa mübârek yüreğe mahsun olur mu? Çünkü Rasûlullah Efendimiz, benim annenin, babanın şefkatinden ümmeten daha müşvik. Rasûlullah Efendimiz’in en büyük gönül servetimiz olmalı. Bütün dünya nimetleri bizim olsa, fakat Allah Rasûlü’nün tanımamış olsaydık, bu ne kıymet olurdu?
Zira bu dünyadaki ömrümüz de, dünya da fâneliğe marşkın. Dünyanın da ne kadar ömrü kaldığını bilmiyoruz. Fakat Rasûlullah Efendimiz tanıyıp, ona can-ı gülden tâbî olmanın geçtiği huzur ve saadet ise sonsuz bir saadet. Efendimiz’in güzel ahlâkı en zirve numûnîse, وَإِنَّكَ لَا اَلٰى خُلُكُنَ عَز۪يمٍ buyuruyor. En güzel bir ahlâk üzerinde. Bu ahlâk kimin ahlâkı? Cenâb-ı Hakk’ın ahlâkı.
Cenâb-ı Hak Rasûlullah Efendimiz’e öyle bir ahlâk verdi ve bu ahlâkı Rasûlullah Efendimiz, bir tevzî hâlinde bütün cihana, gönlümüze ferahlık vermesi arzusuyla, bu velâdet kandilî sohbetlerimizde Rasûlullah Efendimiz’den bizden, bizde intikâ eden yüksek ahlâk ümûlerinden bazı misaller vermeyi arzu ediyorum. Efendimiz ümmetine çok düşkündü. Çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok güzel bir ahlâk verdi.
Efendimiz çok düşkündü. Tövbe suyunuz buyruluyor. Andalus, size kendinden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramak ona çok ağır gelir. Anne’nin, babanın merhameti daha fazla. O sefer çok düşkündür. Mü’minler karşısında çok râhimdir, çok rahîmdir. Çok merhametlidir ve çok şefkatlidir. Fakat Efendimiz buyuruyor ki, sakın diyor, günah işleyerek de diyor, benim yüzümde kıyamet gününe kara çıkartmayın buyuruyor. Yine Efendimiz buyuruyor ki, hayatım senin için hayırlıdır. Benimle konuşursunuz. Size ilâhî vahiy hükümleri bildiririm. Vefâtım da senin için hayırlıdır. Ameliniz bana arz olur. Güzel bir amel, gördüğümüzde Allâh’a hamdederim. Kötü bir şey gördüğümüzde de senin için Allâh’a istiğfar ederim. Yani düşünebiliyor muyuz? Yani Rasûlullah Efendimiz bize ne kadar yakın, bizim yakınlığımız ne kadar?
Yine câbir şöyle anlatıyor Efendimiz’in husûsiyetlerinden biri. Yolcu kesâsında bilhassa sefer dönüşlerinde arkadan yürürdü. Giderken önden giderdi, kahve öndeydi, dönüşte arkasındaydı. Yürümekle güçlük çeken zayıflar yardımcı olur. Onun terkisini bindirir, kendilerine dua ederdi. Diğer taraftan Efendimiz şöyle buyuruyor, kıyamet günü Rabbimin huzuruna çıkmak üzere izin isterim.
O zor gün. Avruz-i Sen Kamterîr’e ben zannederim. Sert ve belâlı gün, musibetli gün. Rabbimden izin isterim, izin verirler, o vakit bana şu anda bilmediğim birtakım hamd sözleri ihlâmedeler. Bu hamd sözleriyle Rabbim’i hamd ederim, O’na secde ederim, O’na istediler, bana ey Muhammed! Başını kaldır, söyle, söylediğin dinlenecek, istediğini verilecek, şefaatte bulun, şefaatte kabul edeceklerim. Fakat diğer bir şey dedi, bazı mücrimleri. Onlar cehenneme hak edenlere, onlar cehenneme girecek, sonunda yine Rasûlullah Efendimiz’in şefaatiyle cehennemden çıkacaklar. Efendimiz yetimlerin hamîsiydi. Damay yetimlerin hamîsi olmuştur. Kendisi hayatta gözlerini bir yetim olarak Efendimiz’e açtı. Onun şu ifadelerinden en yüksek bir fazilet numarasıdır. Ben her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim. Dolayısıyla bir kimse ölürken mal bırakırsa, o mal kendi yakınlarına âittir.
İrâsı. Fakat borç ve yetimler bırakırsa, o borç bana âittir. Yetimlere bakmak da benim vazifemdir. Yani nasıl bir yürek? Bir yürek, bir dergâh hâlinde bir mahşer kaynıyor sanki. Efendimiz zamanla şöyle buyurdu, «Ey ümmetim! Bir boşluk zaman olmasını istemezdim. Bugün bir yetim başı okşadınız mı?
Bugün bir aç doyurdunuz mu? Bugün bir hasta ziyaretinde bulundunuz mu? Bugün bir cenâb-ı çeşinde bulundunuz mu?»» «Feyza feravut efendisi sabbe ilâhe rabbika fargab» Cenâb-ı Hakk’a boş kaldığın zaman, diğer bir hayırlı işe yönel, Cenâb-ı Hakk’a yönel buyuruyor. Yani böylece din kaliteli derp, orta ve tesellî kaynağı olmaya Efendimiz teşvik ediyordu. Ümmetinin hizmetten gafil kalmamasına, zamanını boşa geçirmesini Rasûlullah’ın hiç istemiyordu. Enes, radıyallâhu anh diyor, «Vefât edin Rasûlullah’ın ben yanındaydım. Biz üç defa namaz sunusunda Allah’tan korkun.» dedik. Demek ki namaz sunusunda evlâtlarımı ne kadar ufak yaşta alıştırıyoruz. Sonra büyüyünce kılar derse, kılmıyor sonra. İkincisi, emriniz altında insanlığın hakkında Allah’tan korkun. İki zayıf hakkında korkun.
Velhâsıl toplumda garipler, kimsizler, yalnızlar, onlar hakkında da korkmamız lâzım. Onlar da bize emânet.» Yine Efendimiz tekrar, «Namaz, namaz, namaz Allah’tan korkun. Namaz, namaz…» Üç sefer tekrarladı. Zira Efendimiz’in bu fazîletleriyle ömrümüzü ne kadar hallendirebilirsek, o kadar inşaallah,
bu velâdet kandiline ömrümüze teşmil etmiş oluruz. Yani zira Efendimiz’i hatırlamayı belli zamanlara hasret edip, hayatımızın diğer tarafından onu bir kenara unutursak, bu Efendimiz muhabbetimizin samimi olmadığını gösterir. Efendimiz’i camide, omrede, kutlu doğum programlarında sohbet hatırlayıp da evimizde, işimizde, evlâtlarımızı yetiştirmekte, mektebimizde, çarşıda, padakada unutursak, onun bağladığımızda problem var demektir. Efendimiz’den numûn ederler, sonsuz numûn ederler. Efendimiz, Bedir Hazretleri’nin muzafferiyetini haktan bilip, daima şükür hâlinde oldu. Demek ki kul daima bir şükür hâlinde olacak. Uğut da sabrıyla ümmet-i numûn oldu. Yine Uğut da bir mağlubiyet gibi oldu.
Demek ki insanın başından bazı zor günler geçecek. Âyette buyruluyor, eğer siz Uğut’la bir acıya uğradınızsa, Bedir de o kavimde benzer bir acıyı tatmıştı. O günlerinde biz insanı döndürürüz, dururuz. Zafer bazen bir toplama, bazen öteki toplama nasip ederiz. Tâ ki Allah’a îmân edenler ortaya çıkartsın, arkında şahitler denirsen Allah zârinini sevmezsin. Hendekte açtık ve fakirler karşılık sabât ve rızâsı Efendimiz’in. Hudebiyede firâseti, Hayber sonra Cömertlik ve İnfakta zirvesi, Huneyn’de metaneti, Mekkefe’den tevâzû ve affediciliği, Tebük’te şefaati sergilendi. Lâzım, hayatımızın bütün safhalarında Üstbü’ye hasenem, hemçisatisiz bir örnek şahsiyet olarak güzel bir şefaat ile, müstesnâ misallerini sergidi. Hazırlardaki talebelerin fazîleti, onu bizzat yaşayarak terbiyesi netice cenneti, o fiili kıstası oldu. Meselâ Efendimiz kardeşliği yaşadı ve yaşattı. Efendimiz’in mübarek hâlinde ganimetler, hediyeler gelirdi. Fakat Efendimiz’in eline geçeni dağıtmadan rahat edemezdi. Âdeta doyurmanın hazzıyla doyardı. Âişe Bâdî buyuruyor, Rasûlullah’ın aile hayatı, Medîne’ye geldiğinden günden vefatlıyken üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karnı doyurmadı. Deliselik doyabilirdik. Fakat Rasûlullah kendinden ferahket ederdi. Yani mü’min kardeşini kendinden tercih ederek îsâr ederdi. Yine Hendek’te, câbir, Efendimiz açlıktan, milliyetin çökmüş olarak bir vaziyette gördü. Evde ailesi bir miktar yemek pişirtirdi. Sonra Efendimiz’in hâletine davet etti. Fakat Efendimiz’in bu daveti tek başına icabet etmedi. Bütün hesabını topladı, o şekilde gitti. Baştan onlara dağıttı, en son kendisi aldı. Yani evvela hesabını ikram etti, onları güzelce doyurdu, sonra gönül huzurla kendi açlığını giderdi. Aynı sahâbîde aynı hâlde yaşıyordu. Yermuk harbinde bir bakraç suyu, üç şeyin ortasına kaldı. Hepsi sıcak kumlar üzerinde bir yudum suyu hasret iken, o suyu önce kardeşine ikram etmenin hazzıyla şâdiyet şerbetini içtiler. Efendimiz sah Efendimiz sahâbette, cömertlikte örnekti. Efendimiz yaşama zevkini bir kenara bırakıp, yaşatma sevdasına gönül vermişti. Yani sahâbî bir gölgelin sahâbînin o ittibâsı gibi Efendimiz’i takip ederdi. O, yoksul bir sahâbîye ikram eden bir koyunbaşı, komşu benden daha aç dedi, yedi komşuya döndü, tekrar ilk verdi, kimseye geldi. Zira işlerine en aç olan oydu. İlk ikram eden de oydu. Efendimiz da bir merhamet talim ediyordu. Düşünelim bunu.
Evet. Littekîm savaş dönüşünde, Bedir Harbi’nde, harp esirleri Medîne’ye götürürken zaman zaman develerinden sahâbî indi, kendilerine kılıç çeken esirleri,
yedirin, içirin, içirin buyurdu. Bugünkü durumlar nasıl? Nasıl bir küresel güçler, bir memleket gelip gasp ediyor? İnsanı öldürüyor, insanların müşkûd durumunda kalıyor, botlarını patlatıyor. Bir de Efendimiz’in insanlığa bakış tarzı. Yine Efendimiz’in infak ve îsar talim buyurdu. Yani infak, Allah için verebilmek. Lâ nitaram bi’r-ra’d tâ tünfûn fûn mûnâ tübûn. Sevdiğini vermedikçe Allah’a yaklaşamazsınız.” buyuruyor. İlâhî emir geri, ganimetleri beşte bir Efendimiz’e aitti. Ganimetler. Efendimiz bunları ümmetine tevzî etmeden rahat edemezdi. Evinde yine bir sudan, hurmadan başka bir şey kalmazdı. Bu âyetler indiği zaman, infak âyetleri sahâbî de ne varsa getiriyordu. Ebu Tâlzâ 600 hurma bahçesini getirdi. Diğer hiçbir şey olmayan, çünkü bağırlıkta ve yoklukta verirler âyet-i kerîmede. Yoklukta da dakillerle gidip Medîne Çadırı’nda hamallık yaptı. Dağlar içinde odunlar kesti. Onu Medîne Çadırı’ndan Allah Rasûlü önüne koydu. Cenâb-ı Hakk’ın bu merhamet, şefkat, cömertlikten hisse alacak. Bu çok mühim. Efendimiz bir gün buyurdu ki, bir dirhem yüz bin dirmeni geçti. Sabiha’nız, burası olur. Bir dirhem veren kendinden koparıp verdi. Yüz bin dirhem veren bollukta verdi. Velhâsıl demek ki Cenâb-ı Hakk için mühim olan fedakârlık. Talebe yetiştirmekte örnek de istikbâle mâhduf. Allah’ın dinini temsil edecek, tebliğ edecek talebe yetiştirmek. Ebu Tâlzâ diyor ki, bir gün Rasûlullah Efendimiz’in ayakta durmuş, Esrâb-ı Sufya’yı Kur’ân talim ederken gördüm. O Rasûlullah’ın sudu açlıktan iki bükrüm olan birini doğrultmak için karnına taş bağlamıştı. Bir taraftan Kur’ân’ı tebliğ ediyordu. Sabır ve hâle rıza üzerine yaşadı. Hayatı boyunca sayısız cefâlara katlandı. Nice çile çemberlerinden geçti. Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere maruz kaldı dedi. Yedi evlâdın ağzısının vefatına şahit oldu. Tarihte hakaret gördü, taşlandı.
İlk Müslüman çektikten ızdırap ve cefâlarla yüreği dağlandı. Uğut’la sevgili amcası Hazret-i Hamzîb, Hazret-i Musâb’ı, başta 70 tane güzde sahâbî size şehid oldu. Bir mağabeyine, Râciv hâkalında bin bir emekli etkisiyle en kıymetli Kur’ân muayenemi tuzağa düşürüp şehid edildi. Fakat çektiği bu cileler hiçbiri Allah Rasûlü’nün metânetini, kalbî muhâzelelerini bozmadı.
Daima vat vâsab bissavr, vat vâsab bissavr, vat vâsab bismarhamme. Bu minvâl üzerine hayâte devam ediyordu. O bütün bunları bir orgulluk ve rıza hâliyle karşıladı. Rabbinin rızası olan hiçbir fâni çileye aldanmadı. Gönlün nice aldığına dağlanmasına rağmen gül yüzünden tebessüm hiç eksik olmadı. Onu hiç kimse, hiçbir zaman asık bir yüzde, abus bir yüzde, çatık kaşta, abus bir şehre ile görmedi. Hak Teâlâ beraber huzûru için daima tebessüm hâlinde bulundu. Her hâl-i kar, İslâm’ın güllerinin yüzünden aksetti. Herhangi bir net veya bir zafer ulaştığında, etrafındaki Mekke’ye girerken bilhassa,
ashâb-ı kirâmın belindeki enlânet gelmesin diye, Allahümme lâ âişe illâ âişe-l-âhirâ buyuruyor. Esas hayata, âhiret hayattır. Çileler, hende karbinde acaba Allah’ın yardımı gelmeyecek miyle ashâb-ı kirâmın üzerine birtakım mesvelle düştüğü zaman, ye lâ âişe illâ âişe-l-âhirâ, esas hayata, âhiret hayattır buyuruyor. Affetmeyi öğretti. Meselâ Mekke feyzi tam bir kısas zamanıydı. Fihdden sonra ne yapacaksın, meraklı bekleyen Mekke halkına, ey Kuleş Toplu! Şimdi benim sizin hakkımda ne yapacağımı sanırsın diye sordu. Kuleşler derler ki, biz seninle hayır ve iyilik yapacağını umarım hayır yapacaksın derler. Efendimiz buyurdu, ben Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi, tabi bu hiçbir başa kalkma, ayıplama yok buyurdu. Hepsi o kadar sevindiler ki, senin peygamberi tasdik edip, sen çok mübârek bir kardeşsin derler.
Dolayısıyla, ben Allah’ı Rasûlü’nü seviyorum demek ki iş bitmiyor. Bu sebebin hâl ve davranışlarımıza, Allah yolunda gayretlerimize, ibadet ve ahlâ hakkımıza, bilhassa evimize, işimize, çocuklarımızın terbiyesine aksetmesi lâzım. Dilimizde ben Allah’ı seviyorum, Allah’ı sevmiyorum derken, evlâdımızı Kur’ân tahsilinden mahrum bırakıyorsak,
onları bir sene içinde Kur’ân kursundan geçiremiyorsak, Sünnet-i Seniyye’nin istikânsı, bir mânevî terbiyeyi geçiremiyorsak, ben Allah’ı seviyorum, Rasûlullah’ı seviyorum. Bunda samimiyet aranabilir mi? İşimizde ve ticaret hâlimizde, halam, haram, hasret gösteremiyoruz. Fâizli sokçuları haksız kadence meylediyorsak, kul hakkına giriyorsak, bütün bunlar Allah ve Rasûlullah’ın olan muhabbetteki samimiyetimizi şu felâle getirmez mi?
Örnek almak gereken ashâb-ı kirâm sözde değil, özde sahâbîdi. İmanlarını aç da yaşatmak sözünde ispat ettiler. Bu orada hiçbir fedakârla kaçınmadan, yeter ki Allah Rasûlü’nü sevsin, bizden râzı olsun dediler. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de muhacirler, Mekkeliler zulme katlanan, Ensar canlı malını bezledenler. Bize örnek bir Cenâb-ı Hak resîr olarak takdim ediyor. Mekkeliler Medîne’de.
Onlara güzel tabi olan İhsan sahibi olmamı telkin ediyor. Yani kendimizi toplumdan değil de, ashâb-ı kirâmdan misal almamızı Rabbimiz arzu ediyor. Meselâ bir misal, bu Uhud Harbi’nden sonra Efendimiz Hamur’a eskide kadar, düşmanı kovalayın dedi. İki kişi, biri ağır yaralı, biri hafif yaralı. İki dediler ki, evet biz mağruzuz ama dediler, Allah’a arzuları kovalayın dedi düşmana.
Sen dedi hafif yaralı, ağır yaralı, sen dedi sırtıma bin dedi. Beraber dedi, zaman zaman gidelim, dinlelim, Hamur’a eskide kadar gidelim dediler. Allah Rasûlü’nün buyurduğu bu nîmetten müstefid olalım dediler. Velhâsıl, urdu mağrulağızın dediği gibi, muhabbetin kantarı fedakârlıktır. Allah Rasûlü’nü gerçekten seviyorsak, kıyamet gününde O’nun civarında kalmak istiyorsak, bugün O’nun yolunda fedakârca gayret gösteriyorsak, sevgimizi ispat etmiş oluruz. Zira Efendimiz’i kişi sevdiğiyle beraberdir. İşte ashâb-ı kirâm, Rasûlullah’ı yakından tanıdı. Büyük bir haz duydu. Zihniğinden aldığı bilgiler kalben hazmetti.
Bir muhabbet meydana geldi. Muhabbetin bir âdâb, Allah Rasûlü’nün hâlini halleme meydana geldi. Büyük bir lezzet meydana geldi. Bu lezzetler, dünyevî lezzetleri bertaraf etti. Çakıl taşına çevirdi. Öyle bir oldu ki Rasûlullah Efendimiz’le beraber olmak, onlara en büyük bir zevk ve lezzet hâline geldi.
Sahâbeye hep şunu şey yaptı, acaba ben kıyamette Allah Rasûlü’yle beraber olabilecek miyim? Bu endişeyi taşıdı. Yani daima bunu tefekkür edeceğiz. Müslümanların sevinciyle ne kadar mes’ûruz, ümmetinin ızdırabıyla ne kadar mahzun oluyoruz, elimizden geldiği kadar ne kadar bir yardım içindeyiz. Hiçbir şeyimiz yoksa imkânımız, Cenâb-ı Hak kavm ile meydana gelip, bir şey yaparız. Hiçbir şeyimiz yoksa imkânımız, Cenâb-ı Hak kavm ile meysûrâ, hiç yoksa onun gönlüne sevinç verici birkaç söz söyle, tesellî et.” buyuruyor. Efendimiz’e izinden yürümek, fazilet dolu bir ömür sürmeyi vesîle, bir de huzûra vesîledir. Onun izinden yürümek, canlı bir Kur’ân olabilme sırrını ermektir. Gözün ve zihinin okuduğu değil, kalbin okuduğu bir ilim ve tahsil. Bu da en muhteşem tahsildir.
İkram, Bismillâh, Rabb-i Kerîm, Halak, Yaradan Rabb’inin adıyla oku. En mühim, Allah Rasûlü’nün yakından tanıyabilmek, Allah Rasûlü’nü okuyabilmek, O’nun hâlini hallenebilmek, yaşadığı şekilde yaşamaya gayret edebilmek. Yani sahâbî zihni bilgileri kalben hazmetti. Muhabbet de arttıkça bu bir sevda hâline geldi. İşte Yunus’u Yunus yapan bu sevdadır.
Mevlânâ’yı Mevlânâ yapan, mesnevî tehlif ettiren bu sevdadır. Hüdâyî Hazretlerine kaldığı kuzat tahtını bırakıp, bir ridayete, bir irşad beklenerek hidayete kendisini hasretmese böyle bir sevdadır. Hattâ Hazret-i Mevlânâ bu sevdayı öyle bir izah eder ki, Rûhumda yanan aşk ateşiyle ölümle bile sönmeyeceğini bir beytinde şöyle zikreder, ”Vefâtımdan sonra benim kabrim aç, içimin ateş seviyeyle kefenimden nasıl duman yükseldiğini gör.” Yani burada neye göre muhabbetin aşk hâline gelmesi. İşte evliyâullah’taki durum bu. Muhabbet, aşk hâline geliyor. ”…Benim ümmetin bereketi bir yağmur gibidir buyurdu. Başımın sorumu hayırla bilinmez buyurdu.”
İslâm’a karşı olan tecavüzler karşısında sahâbî direndi. Malıyayla her şeyle direndi. Bugün de aynı demek ki, ”Başımın sorumu hayırdır, bilinmez.” buyruluyor. Bugün bir mü’min, ebedî kurtuluşun sırf kendi istikâmetini düzgün oluşur, yeterli görmeyecek. ”Ben iyiyim, burada güzel hayatta, namaz, oruç vs. değil.” Bunu yeterli görmeyecek. Kendisinin devrin akışından mesûl, çevresindeki insanları kendisinin zimmetle bilecek.
Karşı açtığı yanlışlıkla, bilhassa haksızlıkları eliyle dili bertaraf etmeye çalışacak. İmkânı ölsün, tebliğde bulunmanın bir îman mesûliyeti olduğunu idrâki içinde olacak. Tebliğ, Rabbimizin bize yüklediği mukaddes bir emanet. On bir yerde tebliğ geçiyor. Bugün bu farz-ı ayin hâline geldi. Bir sahâbîden bir misal, bir misal Efendimiz, amcası Hazret-i Abbas, radıyallâhu anh. Bunun herhâlde yedi tane evlâdı vardı. Biri Tâif’te, öbürü Medîne’de, diğeri Suriye’de, diğeri Afrika’ya, Tunus civarında, Kusem-i Semerkant’ta, Kesir-i Kızıl denizlerinde, yemin bu metfûdur. Yani hepsi dünyaya dağılmış. Bu, Allâh’ın yeryüzünde şahidi olmasının bir heyecanı içinde yaşamıştır. Meselâ yine hanımlardan da, Hansa Hatun, bu hanım şâhireydi, çok hassasdı.
Kadis-i Yerbîn’de dört oğlu şehid oldu. Öyle bir îman heyecanı vardı ki, Ya Rabbi de, inşâallah dedi, ben dört şehid anası olarak kıyamet gününe kalkacağım dedi. Afrâ Hatun vardı. Bedir’de üç oğlu vardı. Bedir’de iki oğlu şehid oldu. Keşke de üçüncü oğlum da şehid olsaydı dedi. Ammar vs. bir deve bir ayağa, bir deve bir ayağa bağlandı. Uhud da Sümeyra Hatun vs. Bunlar da saymakla bitiremiyoruz. Esâb-ı kirâm da kendisini Allah yolunda adayan hanım annelerimizdi. Toplumda insanlara takvâ önderliği yapacak örnek, müslümanlara her devirde ihtiyaç var. Günümüzde bu ihtiyaç has safhada. Fakat o örnek insanların gökten inmesini bekleyemeyiz. Bunun için evvela kendimizi örnek bir müslüman olarak gayret etmeyip evlâtlarımız da o yöntemde, evlâtlarımız da o şekilde yetiştirmeye mecburuz. Aksade evlâtlarımız da bize kıyamet günü davâcı olacak. Hazret-i Ömer, radıyallâhu anh, insanları istâh etmesi için önce kendinizi istâh edin buyuruyor. En mühim yetişmiş insan mirası bırakılmak. Bir misal Efendimiz’den. Efendimiz’in vefatine yakında. Mihraba gidecek kadar gücü kuvveti yoktu. Bir baygın hâliydi. Biraz uyanır gibi oldu.
Eshabın namazını kıldı mı dedi. Yok dediler, Efendimiz sizi bekliyor, siz gelmeden namaza başlamak istemiyor. Ayağa kaldırınca böyle kovası dökündü, fakat çöktü, geldiği hâli yoktu. İkinci sefer aynı oldu. Üçüncü sefer aynı oldu. Eshabın namazını kıldırınca yok, Efendimiz sizi bekliyorlar. Deyince yine bir kovası üsteledi, ayağa kaldırdılar. Bir kovada amcası Abbas gelir, radıyallâhu anh. Diğer kovada üç adım, üç adım sahâbî koluna girerek Mihraba kadar götürdü.
Orada Efendimiz’i kıldıracak gücü yoktu. Ebû Bekir’e işaret etti. Ömer hadînâ dedi ki, Ebû Bekir dedi, bu çok zor bir iş bana dedi. Ben de nasıl Allah Rasûlü’nün namazını kıldırırabilirim dedi. Geçsen kıldır, ne olursun dedi. Ömer hadînâ dedi ki, ya dedi Allah Rasûlü sana işaret etti dedi. Efendimiz işte Ebû Bekir evvel namazını kıldırdı, Efendimiz’e ittibâ etti. Nasıl bir muhabbet.
Yine Ayşe Vâlidemiz, Efendimiz’in son günüydü, vefat günüydü. Artık o zaman Mihraba kadar yürüyecek gücü de kalmamıştı. Yine babam Ebû Bekir diyor, imâmeate geçti diyor, namazı kıldırdı diyor. Rasûlullah diyor, perdenin arasından seyretti diyor. Çok muzdarifti diyor. Fakat öyle güzel bir tebessüm etti ki, arkasından güzel bir nesil bırakmak.
Allah cümlemize, arkamızdan bir hayırlı bir nesil bırakmayı Rabbimiz nasîb eylesin inşâallah. Tabi Efendimiz’in yani mahlûkâta da ayrı bir şefkati vardı. Çünkü bu mahlûkatta insan için yaratıldı. Diğer galaksilerde yok bu hayvanlar. Demek ki el-Musâfir, el-Bâri sıfatın tecellîleri. Rasûlullah Efendimiz bu hayvanlara olan muâmelâtları da çok îkaz etti.
Hatta sütü bir tam şey yapmayın, yavrusuna kalsın dedi. Sütünü sakin tınakla da kesin buyurdu. Hayvanın meyvesine batmasın buyurdu. Hayvanlar üzerinde sohbet etmeyin dedi, yere oturun dedi, hayvanları yormayın dedi. Velhâsıl Rasûlullah Efendimiz, hayatın her safhasında bir nûmine. Hiç kimse diyemez ki, benim başımdan şöyle bir hâdise geçti, bunun benzeri Allah Rasûlü’nün başından geçmeyin diyemez. Efendimiz’in fazîletlerini saymakla bitiremeyiz.
Yani bu 23 sene, Üsve-i Hâsene Rasûlullah Efendimiz’in mübârik hayatı. Okunan kısaca Fetih Sûresi’nin 29. âyeti okundu. Burada Cenâb-ı Hak, Muhammed, Allâh’ın Rasûlü’dür. Demek ki Allah Rasûlü’nün hüviyetini iyi idrâk etmemiz lâzım. Cenâb-ı Hak nasıl bize örnek bir nûmine lûtfetti, ikram etti. Ondan sonra ilk başta, birinci şart, küffâra karşı şedîd.
Yani İslâmdan tâviz vermeyecek, îmandan tâviz vermeyecek, benzemeyecek. Gayr-i mâdubî, âleyhim ve raddâlin, dalâlettekilere benzemeyecek. Daima İslâm şahidiyeti, İslâm karakterini koruyacak. Ömer radıyallâhu anh, Dağıstan’a İslâm askerine seferi gönderirken, «Aman onların giysileri gibi giymeyin dedi. Onların yediği gibi yemeyin dedi. Gayrimize hukukuna dikkat edecek. Fakat zihni beraber yiyin dedi. Gayrimize hukukuna dikkat edecek. Fakat zihni beraberlik, kalbî beraberlik olmayacak.» Olursa ne olur? Îman zayıflar. Ondan sonra rûhamâ buyuruyor, merhamet. Yürümüyünün fârik vasıtası merhamet olacak. Durumuna göre merhamet. Ondan sonra rükû ederler, secde eder. Yürümüyünün rükûsü, secdesi ayrı bir güzellik olacak. Bir huzur verecek. Sonra Cenâb-ı Hak’tan ne isterler? Fazîlet isterler, Allah rızâsını isterler.
Demek ki dünyada dualarımız ne olacak? «Yâ Rabbi! İstirimizi kendi rızâsına tehlif eyle! Rızân istikâmetine eyle!» diye gönül bu dualarla da olacak. Onun min eseri sucud buyruluyor. Bir secde alâmeti, bir rûhâniyet olur. Ondan sonraki Tevrat’la İncîl’de de, «Burada bir hizmet, bir bahçıvan, bir tohum mekâhı filiz olur, kalınlaşır.
Bu ne yapar? Küffârı öfkelendirir.» İşte bugün ne diyorlar? İslâm fobi diyorlar. Hâbî İslâm bir saâdettir, huzurdur, rahmettir, berekettir. Bütün mahlûkâta berekettir. Bu amelde bulunanlar için Cenâb-ı Hak büyük mükâfat olduğunu bildiriyor. Velhâsıl Rasûlullah Efendimiz’e benzeyebilmek. Diğer olarak ikinci de Hucurât Sûresi’nden kardeşimiz okudu. Oradan dört âyet okudu. Orada da Cenâb-ı Hak «Ey îmânî! Allah velhâsıl önüne geçmeyin!» buyurdu. Bir kişi kurban bayram namazından evvel kesti, baştan kesti dedi. Bir kişi güneş doğarken namaz kıldı. Ahret dedi ki «–Niye namaz kılıyorsun?» dedi. «–Kerat vakit değil mi?» dedi. O da dedi ki «–Allah’ı seyredemek suç mu?» dedi. Suç değil ama Rasûlullah Efendimiz’e itibar etmek suçtur. Yani bir kimse nasıl üç saat evvelden orijine başlasa, üç dakika evvel bozsa olmaz. Otuz yüz otuz yüz otuz cespiyatta kırk kırk kırk çekse, elli elli çeker olmaz. Efendimiz 33 buyuruyor. Yani velhâsıl hayatımızı Rasûlullah Efendimiz’in her hâliyle mîzân edilmek. Onun için Cenâb-ı Hak «Ey îmânî! Allah velhâsıl önüne geçmeyin! Allah’tan itikâya korkun!» Allah işten de bilendirir.
Zihnimizden geçene, dahi Cenâb-ı Hak vâkıf, şah tarafından daha yakın. وَهُمَ مَعْكُمْ اَيْنَ مَعْكُمْ Nereye gitseniz sizinle beraber, zamanda mekândan müzehennem. Yaratan Cenâb-ı Hak yarattığını yandırıyor gayet tabi. Onun kudreti. Ondan sonra âyet çok daha mühim. «–Ey îmânî!» derli, seslediğiniz Peygamberin sesini üstüne yükseltmeyi, sahâbî kendi arasında.
İncelikle konuşuyordu ama Rasûlullah Efendimiz’in huzurunda çok çok daha öteki bir, daha îtinâlı konuşmayı terk ediyor. Yani Cenâb-ı Hak Rasûlullah Efendimiz’i nasıl seviyor? Onun kendine konuştuğu gibi konuşmayın, buyuruyor. Gelecek güzel, kendine konuştuğunuz gibi nezâkî etmiş konuşursanız, ameliyatınızı boşa çıkar diyor. Namaz, oruç vs. hepsi diyor kaybolur diyor. Demek ki Rasûlullah Efendimiz, gönlümüzün her şeyi olacak.
Hatta farkında olmadan ameliyatınızı boşa çıkarıyor diyor. Demek ki Rasûlullah Efendimiz anılırken vs. çok çok îtinâli tümümüz lazım. Onun için bizim öfte, Efendimiz geçtiğimiz zaman, el kalbe gider. Yine ondan sonra Allah’ın huzurunda sesini kısanlar, yani Cenâb-ı Hak Rasûlullah Efendimiz’i hürmetle, tazimle bulunanlar, bunlar tatvâ ile imtihan olan kimselerdir buyuruyor.
Onlar mafya ile büyük bir mükâfat vardır. Vecdadımız da o kadar vardı ki, mesela hiçbir Osmanlı pâdeşârı, medyeni müminevveden mektup gelip de, onu oturarak tahtına dinlediği yoktur. Ayağa kalkardı, ayakta dinlerdi. Hatta Abdülaziz Han hasta olduğu hâlde iki kişi koluna girerdi, ayağa kaldırardı, ayakta dinlerdi. Bunlar Rasûlullah Efendimiz’in komşusundan gelen mektuplardır derlerdi. Sürre alayı Medîne’ye gittiği zaman, Medîne’ye girmeden bir yerde beklerler, rüyaya yatarlar, istihare yaparlar. En yalnız Rasûlullah Efendimiz’in davet geldiği zaman, Salavatlarla Medîne’ye münevvere girerlerdi. Bu ecdad, çok itinâ gösterdi Rasûlullah Efendimiz’e. Meselâ birinci Ahmet Han, o zaman zeytinyağlı kandiller yanardı, olmaz dedi.
Nasıl dedi Rasûlullah Efendimiz? O zaman zeytinyağlı kandil olur mu dedi. Ben buradan gül yağ göndereceğim, buradan gül yağla kandiller yansın.” buyurdu. Bunlar Rasûlullah’ı yakından tanımanın canlı misalleri. Ondan sonra bir kavim gelmişti. Onlarda odalar arkasından, Muhammed, çık çık, seni görüşeceğiz dediler. Orada Cenâb-ı Hak buyuruyor, Rasûlullah Efendimiz sana, odaların arkasından bağıran çoğu aklı ermez kimselerdi. Bu tabi büyük bir gaflet. Mâlesi bazı şeylerde kariyer yapanlarda, hazret-i kerîmede kullanmayacaksın, Salavat kullanmayacaksın. Peygamberimi kullanmayacaksın, Peygamber diyeceksin. İşte aynı giriyor işte, onlar aklı ermez. İsterse tomar tomar elinde diploması olsun, kariyeri olsun. Biz bu cihanı, budun, liyârufun, Allah’a kul olmak, Allah’a yakından tanıyabiliriz.
Allah’ı tanıyabilmenin, Allah’a kul olabilmenin, örnek Rasûlullah Efendimiz, bir gölgenin gövdeliğe, sadakate kadar bir ömrümüz olması. Velhâsıl Cenâb-ı Hak, inşâallah bu velâdet kandiline bütün ayları teşmil etmemiz. Rasûlullah Efendimiz’in muhabbetiyle kendimizin, evlâtlarımızın, yavrularımızın gönlünü dolu olarak yaşamamız. Son nefesimizin de en güzel olmasıdır.
Ve kıyametde, o zor günde, اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ كِيْسَوْدِهِ لَبَرَامَنَ Rasûlullah Efendimiz’i, her şeyimizden çok seveceğiz. Onun civarında olacağız inşâallah. Rasûlullah Efendimiz’in, ben Yemen’den nefesi Rahmânî’ni duyuyorum. İnşâallah bizden de bu nefesi Rahmânî kırıntıları gider inşâallah Efendimiz’e.
Bu duâ, bu niyaz ile Lillâhi Teâle’l-Fâtiha!..

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir