"Enter"a basıp içeriğe geçin

28. Bölüm | Para, Aşk, Cinsellik ve Vicdan (Yeraltından Notlar)

28. Bölüm | Para, Aşk, Cinsellik ve Vicdan (Yeraltından Notlar)

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=0NOc08ZrP88.

O zaman ikinci adam yayınlarının ısındığı yer altından notlar başlasın. Bir önceki bölümde Sokrates üstünden felsefeye dalmıştık. Bu bölüm ise daha çok psikolojiye odaklı olacak çünkü para, cinsellik, nefret ya da vicdan gibi kavramları sorgulayasınlar. Önce para dediğimiz şeye bakalım. Para bu dünyadaki en affaki nesnelerden biri. Mesela elmas neden bu kadar pahalıdır? Ya da evlilik teklifleri neden tek taş yüzüklerle yapılır? Biraz kurcalayalım. 1870’te İngilizler Güney Afrika’da devasa elmas yatakları bulur ve hızla elmas çıkartmaya başlar. Ancak kısa sürede her yer taşlarla dolup taşınca elmasın piyasa değeri düşer. Sonra bu elmasları çıkartıp satan şirketler bir dakika der. Bu böyle olmaz. Elması bir ihtiyaç haline getirmeli ve hem pahalı bir fiyata hem de herkese satmalıyız. Tamam da nasıl? Kendisi altı üstü bir taş sonuçta.
Derken bu büyük şirketler psikologlarla ve reklamcılarla anlaşır. Psikologlar elması aşk gibi mühim bir duyguyla özdeşleştirmeye karar verir ve reklamcılar acayip bir kampanyaya başlar. Para ile tutulmuş köse yazarları elması öven yazılar yazar. Dönemin ünlü modacıları katıldığı radyo programlarında elmasın kadınlar arasında yeni trend olduğundan söz eder. Ya da filmlerde erkekler kadınlara pırlanta yüzükler alarak aşkını ilan etmeye başlar.
Yani milyonlarca dolar bu sübliminal reklamlar için harcanır. Bu konuda şarkılar bile bestelenir ve en nihayetinde elmas satışları patlar. Reklamcılar sonsuzluk kavramından yürümüş. Diamonds are forever. Aşkımız da öyle. Al o zaman sana pahalı bir tek taş. Eric Hasbaum diye soyadını asla okuyamadığım bir yazar var. Sermaye çağı kitabında geleneğin icadı kavramından bahseder. Evlilik zaten toplumun kutsal attı ettiği bir kurum. Bir de üstüne elmasla kurulan bu sahte duygusal bağ ortaya çıkınca yeni bir gelenek icat edilmiş oluyor. Tuhaf değil mi? Oysa ki her şey aslında birkaç kapitalistin salt kendi çıkarları için dizayn ettiği bir ikna operasyonundan ibaret. Bu arada elmas uğruna verilen savaşlar da mühim bir konu. Ama bu benim alanıma girmediği için Kandı Elmas filmini önerip diğer başlığa geçeceğim. Sevgiyi tartışalım biraz. Nedir sevgi? Kime, neden duyulur?
Bana öyle geliyor ki bize benzeyen insanları seviyoruz ama bizden farklı insanlara aşık oluyoruz. Zaten başkalarından ne istiyoruz? Bizde olmayan şeyi. Yani sevgi emektir, paylaşmaktır belki ama aşk Müslüm babanın da dediği gibi bir dengesizlik işi. Yok mudur hepimizin bazen yanına kaçıp koynuna uzanmak istediği birisi. Bazen tam tersini bizi aslında hiç anlamayan insanlarla olmamız gibi. Herkes er ya da geç bir gün mutlaka kendisini dengeleyecek ve tamamlayacak bir şeyle yüzleşecektir.
Bunu aşk mı sağlar, iş mi yoksa birinin ölümü mü bilemeyiz. Ancak ilişkilerdeki farklılıkların mesela bir araya gelen siyah ve beyazın kendi içinde bir denge yarattığını düşünüyorum. Cinsellik peki? İki insanı birleştirir mi yoksa ayırır mı? Esther Perl diye bir psikoterapist var diyor ki erotik yakınlık insanı hem kendini buldurur hem de kendini kaybettirir. Schopenhauer esrime yani kendinden geçme hali der bunu ve yaşamdaki özün bu olduğunu söyler. Çünkü ona göre yeni orgazm olmuş bir insan ölüme daha yakın ve hazırdır. Hatta boşalmanın yarattığı o huzur dolu boşluğu yaşlı bilgelerin sakinliğine benzetir. Her şey bir anda daha açık, net ve berrak bir hale geldiği için. Dolayısıyla aslında cinsellik bile kişisel bir deneyimdir. Bunu bir başkasıyla paylaşıyor olsak da aslında iki taraf da kendi farklı deneyimlerini yaşar. Anlattıklarımın takibini yapabiliyor musun bilmiyorum ama
tüm bu söylediklerim zihin egzersizi için. İlla tüm kavramları ters yüz edelim demiyorum ama bir sözcüğün başka hangi anlamlara gelebileceğini görmemiz lazım. Şefkat mesela, merhamet nedir bunlar? Merhamet göstermenin içinde bir kibir, bir büyüklenme var sanki. O kadar iyi bir insandır ki karıncayı bile incitmez derler mesela. Oysa o cümledeki bile çoktan incitmiştir karıncayı. Şahsen bana kimsenin merhamet göstermesini istemem. Çünkü ben bir kurban değilim ve kimse de kahraman değil.
Zaten bu kahramanlık takıntısı da çelişkili bir konu. Çünkü insanlığı kurtarma arzusunun altında insanlığa hükmetme arzusu yatıyor olabilir aslında. Bir şeyin hukuka uygun olması onun mutlaka adil olacağı anlamına gelmez. Ya da en iyi eğitimi almak ve bilgili olmak bizi zeki biri yapmaz. Bilgisayarlarda her türlü bilgi var mesela ama pek de zeki oldukları söylenemez. Öfke gayet normal bir duygu ama nefret nedir?
Bence bir insan neyden nefret ediyorsa biraz da odur aslında. Utanç duymak nedir peki? Kulağa olumsuz gibi gelen bu cümle bence çok kıymetli. İgmar Bergman diye İsveçli bir yönetmen var. Soruyorlar. Gidişat kötü, dünya nasıl kurtulacak diye. Utanç diyor Bergman. Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir. Ve elbette vicdan. Bizim en büyük sınavımız onunla. Sıkça söylediğim bir şey var. Özgürlük vicdanının rahat olmasıdır.
Bir insan ister dünyayı geziyor olsun, ister dört duvar arasında hapsedilmiş olsun. Vicdanı rahatsa her yerde özgürdür. Ancak vicdanı rahat değilse her yerde tutsaktır. Storytel’den bu bölüm için seçtiğim kitap Teoman’dan Fasa Fiso. Öyle çok edebi bir kitap değil ama bir insanın öz eleştirde bulunup günah çıkartması bence çok kıymetli bir şey. Teoman kitap boyunca bunu yapıyor. E haliyle kızıyorsun da ona.
Ama en nihayetinde kitap bitince anlıyorsun da. Hakaret, küfür, pisliğin tekiyim. Evimi istiyorum o anda, yalnız olmak istiyorum. Otelde uyumak istemiyorum, kendi banyomda duş almak istiyorum. Üçlü koltuğumda yayılmak istiyorum. Mini barı değil kendi buzdolabımı istiyorum. Yapamayacağım. Bu müzik işini uzun yıllar yapamayacağım diyorum.
Bölümün diğer kitap önerilerine bakalım. Hepsini Sabahattin Ali’ye ayırdım. Bunun iki nedeni var. İlki, bugüne dek ona gereken özeni göstermemiş olma. İkincisi ise tüm eserlerinin Hay kitap tarafından set halinde basılmış olması. Bu sekizli seti açıklamaya koyacağım kitap yurdur linkinden yüzde elli indirimli olarak alabilirsin. O zaman bu bölümün sorusu şu olsun. Bir anda tüm dünyaya bir şey söyleme fırsatın olsaydı ne derdin? Bu bölüm için Rilke’den bir şiir seçtim. Şairin onu terk eden sevgilisine yazdığı sade ve incelikli bir şiir bu. Can Bonomo ses verdi. Öncesinde de ufak bir muhabbetimiz oldu. İkinci Adam yayınlarını sunduğu yer altından notlar bitti.
Şimdi son bölümde sorduğum soru şuydu insanları hayatlarında en son neyi fark ettiğini sordum. Bu her şey olabilir. Kendine dair bir şey, dünyaya dair bir şey, evrene dair bir şey. En son fark ettiğin şey neydi? En son fark ettiğim şey kendi çalışma disiplinimle alakalı. Daha doğrusu işleyişimle alakalı bir şeydi. İnsanları memnun edecek şeyleri tahayyül etmeye çalışmak yerine kendimi memnun edecek şeyleri yapmayı denediğimde daha mutlu oluyorum.
Bu bence bu zamana kadar kendime verdiğimde de en güzel tavsiyelerden bir tanesi. Bu dediğim gibi bir çalışma prensibi. Bir takım şeylere ayak uydurmaya çalışırken bir takım şeylerin yine taklidini yapmaya çalışmak ve aslında özümüzde olmayan bir şeyi kendimize yaftalamak çok can acıtıcı ve kırıcı bir hal alıyor bir yerden sonra. Ama tamamen irademizin istediği kendi istediğimiz şeyleri yaptığımız zaman mutlu oluyoruz ve bu yaptığımız şeylerin insanlar tarafından nasıl algılanılacağı ve
nasıl bir iz bırakacağı ikinci planda olmalı. Bilmiyorum bile neredesin şimdi ve kiminle. Eğer bir başka şair olsaydı böylesine üzdüğün onarırdı acısını parayla ve ünle. Fakat sevinç vermiyor bana hiçbir çınıltı senin sevgili adının çınıltısından başka. Atmayacağım bir boşluğa kendimi, zehir içmeyeceğim ve dayayıp şaka manamluyu çekmeyeceğim tetiği. Hiçbir bıçağın ağzı senin bakışların kadar kesemez beni. Yarın unutacaksın seni taşlandırdığımı ve yakıp tükettiğimi çiçeklenmiş bir ruhu aşkla. Ve uçarı günlerin fırtınalı karnavalı, dağıtacak kitaplarımın sayfalarını, sözlerimin kurumuş yaprakları mı durduracak seni çırpınan soluğuyla.
Bırak hiç değilse son bir sevgi dalgası seriyim beni bırakıp giden adımlarının altına gelir.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir