"Enter"a basıp içeriğe geçin

29 Ağustos 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

29 Ağustos 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=vAOtSbnTEq4.

Rasûlullah, sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, natîb, mübârek, pâk rûh-i tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i zâhmetin, sâdât-ı kirâm hazarâtının, dînimizin, vatanımızın, bütün İslâm’ın, dünyanın selâmetine, şerrilerin şerlerinden muhafazasına,
bu niyaz, bu duâ ile bir Fâtiha-i Şerîf, üç İhlâs, Allah’ın meselâsı… اَلرَّحْمَنَا رَحْمَنَا اَلرَّكُمْ مِتَّينَ يَا يَعِنَا بِلْيَا يَسْتَعِنَةُنَا صَلَى اللّٰهُ اَلْمَنَا Muhterem kardeşlerimiz, sohbetimizin mevzû Vel-Fecrî Sûresi. Vel-Fecrî, yani canların uyandığı zamanı anda olsun diyor. Bu çok mühim bir şey. Bu şekilde takvîmden bir yaprak başlıyor, ömür takvîminden.
Yine bu meyanda, yine Cenâb-ı Hak bazı zamanlara, bazı mekânlara ayrı bir hususiyet veriyor. Bu Vel-Fecrî’nin Ar-Ref’e gününün sabahı, Kurban Bayramı’nın sabahı, Muharrem ayının sabahı, Cuma günlerinin sabahı, bunların Cenâb-ı Hakk’a ayrı bir hususiyet vermiş oluyor. Fakat her zaman için bu Vel-Fecrî’ye sabahın kaktığımız zaman,
yâ Rabbi bize bu hayat takvîminden bugün bir gün daha verdi. Ben bu günü nasıl dolduracağım? Hiç kimse ömür takvîminden kaç yaprak kaldığını bilmez. Bir Hak dostu onu söylüyor. Yarın diyenler helâf oldu buyuruyor. Yani yarın var mısın, yok musun? Hepimizin başından gelecek bir hâdise. Yani her günümüz hamd, şükür ve zikirle Rabbimiz’e yakınlık adanacağımız bir gün olur inşâallah cümlemiz.
Yine her günümüz, muhtacın ihtiyaçlarını gidermek sözüyle Allah rızâsını nâil olacağımız bir kazanç günü olur inşâallah. Tabi bu en mühim vazifemiz de bugün bilhassa bu irşad beklendirerek irşad edebilmek. Onun hidâyetlerine vesîle olmak, onların amel-i sâlih sahibi olmasına gayret etmemizdir. Yine her günümüz Vel-Fecrî, mahzun günüleri huzura kavuşturabileceğimiz gün olmalı.
Allah ve Rasûlullah’ın hoşnut edeceğimiz bir gün olmalı bilmeli. Mümîn kimdir? Mümîn, kardeşini elinden tutan kimsedir. Mümîn kardeşinin kendi zimmetli olduğunu bilen kimsedir. Cenâb-ı Hak, وَالْعَصْرِيَ بُعِلَى زَمَانَا يَمِينَةَ ediyor. Zamanı dikkatimizi çekiyor. Çünkü zaman çok mühim. Zaman, âhirete saâdetine nâil olabilmek için en kıymetli bir sermaye.
Bu zamanın kıymeti de dünyada son nefese kadar. Kabirde, kıyamette kazanma kaybetme yok. Geçen zamanı geriye almak mümkün değil. Kirâmen, kâtimen yazdığı dosyalar, kıyamet dosyasına gidiyor. O günkü her günümüzü orada Cenâb-ı Hak bize seyrettirecek. Cenâb-ı Hak, ömrünü israf edenler için. Fâtır Sûresi’nde 37. âyetleri bir misal veriyor. O mücrimler diyecek ki, Rabbimiz bir çıkar, çıkar bu cehennemden. Önce yaptığımız işlerin, yine şimdi güzel işler yapalım. Ameli, sâliha işlerimizi feryat edecekler. Cenâb-ı Hak iki tane soru soruyor. Birinci soru, size dünyada düşünecek kadar bir zaman vermedik mi? Niçin dünyaya geldin? Kimin mülkünde yaşıyorsun? Kimin verdiği rızıkla merzuksun?
Geliş niye, gidiş niye? Cenâb-ı Hak bunun bir idrak hâlinde olmamızı istiyor. Tabii kalp varsa. Birinci sorusu bu Cenâb-ı Hakk’ın. Size dünyada düşünecek kadar bir zaman vermedik mi? Her şeyi düşünüyoruz nefsimize ait. Geliş niye, gidiş niye? Bu akış nereye? İkincisi de, bir uyarıcı, bir peygamber gelmedi mi? Evet yâ Rabbi, ikisi de oldu o zaman Cenâb-ı Hak. Şimdi tadın azâbı, zâlemlerin yardımcısı yoktur buyuruyor.
İki nîmet vardır ki buyuruyor Efendimiz, insanların çoğu bu nîmetleri kullanmakta aldanmışlardır. Birinci sıhhat, elden gittikten sonra ortaya çıkıyor. Bir de boş vakit, en çok kıyamette de üzülücü, hatta sâlihlerin bir üzülücü. Keşke daha öteye gitseydik diye boş vakit. Buyurun, meşhur bir hadîs-i şerîf var bu hâle.
Beş şey gelmeden, beş şeyi ganimet bilin. İhtiyarınızdan evvel, elden, koldan, ayak düşmeden evvel, ganimet bilmek. Yani ihtiyarlıktan evvel, bu âcizlikten evvel, gençliği kıymet bilmek. Hastalıktan evvel saâdetimizi, fakirlikten evvel imkânlarımızı, meşgul zamanlarımızdan evvel boş vakitlerimizi, en mühim ölümden evvel hayatımızı.
Kıyametten dünyaya bakış tarzımız ne kadar? Sanki bir akşamın loş vakti, sabahın çok kısa bir seher vakti gibi. Buyuruyor Cenâb-ı Hak. Onun için Rasûlullah Efendimiz, boş vakit geçirmemi istemiyor. Dedikodu değil, nemîmi değil, lâb-ı hareketleri değil. Boş vaktimizi geçirmemizi dahi istemiyor. Bugün bir yetim başı okşadınız mı? Bugün bir yetim başı okşadınız mı? Bugün bir aç doyurdunuz mu? Bugün bir hasta ziyade bulundunuz mu? Bugün bir cenâb-ı teşhînde bulundunuz mu? Bir hidâyetleri vesîle oldunuz mu? Bir müslüman kardeşinin elinden tuttun mu? Bu çok mühim bir şey. Bir gün Rasûlullah Efendimiz sabah namazını kıldırdı. Arkadan döndü cemaate. Bugün dedi, oruçlu var mı dedi. Nâfile oruç bu.
Ebû Bekir Efendimiz, evet yâ Rasûlâllah, devam ediyorum dedi. Ömer radıyallâhu anh değilim dedi. Çünkü nâfile oruç. İkincisi, iştimâî soru soruyor Efendimiz. Bugün bir hasta ziyaretinde bulundunuz mu? Ömer radıyallâhu anh diyor, yâ Rasûlâllah, daha gün aydınlanmadı. Daha bir hastaya gidecek vakit yok. Ebû Bekir Efendimiz, evet yâ Rasûlâllah, ravzaya gelirken namaza,
Abdurrahman ibn-i Âf’ın hasta olduğunu duydum, ziyaret ettim, şifâ edelim, oradan geldim. Üçüncü soruyu soruyor, bu da iştimâî soru. Bugün bir aç doyurdunuz mu? Yine Ömer radıyallâhu anh yine hafif bir itiraz hâlinde, yâ Rasûlâllah, daha gün ayırmadı. Bir aç bulacaksınız, zaman da olmadı. Namazdan sonra bakarız inşâallah dedi. Ebû Bekir Efendimiz, yok dedi. Ben dedi, ravzaya gelirken dedi, bir aç insanı bulacaklar dedi.
Oğlumun elinde arpa ekmeği vardı, onu yiyordu. Oğlumun elinden aldım, o fakire verdim. Rasûlullah Efendimiz, Ebû Bekir, sen cennetteksin dedi. Ömer radıyallâhu anh, eyvah vah vah dedi. Yok dedi, Ömer dedi, Allah sana rahmet et. Fakat dedi, Ebû Bekir daima önde buyurdu. Yani burada Rasûlullah Efendimiz niye bunu soruyor böyle gün doğma denizden evvel? Demek ki, vel fecri her sabah bir hazırlanmaması var.
Demek ki vel fecri her sabah bir hazırlanmamız lâzım ki, bugün ben neler yapacağım? Rasûlullah Efendimiz arzu ettiği bir hayat tarzı olacak mı? En müjde Allah rızası ve hoşluğunu kazanır. Güzel amellerle gülümüzü süsleyebilmek. Yaşadığımızın hayatının tekrar telâfisi yok. Lâkin hesabı var.
Her an bir kaset dolduruyoruz. Basit bir kompütür gibi dünyada. Esas o ilâhî kompütürler. Bu kaset kıyamet gününe açılacak. Ikra kitâbek, kitabın oku, geçen geçtikçe hayatın oku. كَفَٓا بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا Bugün sana hesap sorucu olan nefsin kâfidir. İnsan kendi kendine şahit olacak. Gözler konuşacak burada. Yanında dil konuşuyor. Göz dil olacak, kulak dil olacak, deliler dil olacak.
Yeryüzü dil olacak, mekânlar dil olacak. Hepsi konuşacaklar. Âyet-i kerîme-i cehennem bak. فِيذَا فَرَحُوَتَ فَنْصَبْ وَيْلَا رَبِّكَ فَرَغَبْ Buyuruyor. Boş kaldığın zaman hemen başka bir işe koyul ve yalnız Rabbine göre. Ramaz kıldın. İkinci namaza kadar ticaretle yaparsın, her şeyi yaparsın ama kalbinde Cenâb-ı Hak olacak. Hak-hukuk olacak.
Daima âhirete faydalı işlerle hemhâl olmalı. Kurtuluşu erenler için Cenâb-ı Hak buyuruyor. Onlar ki boş ve yaralı şeylerden yüz çevirirler. Zaman çok kıymetli. Yine Rabbimiz buyuruyor, ey îmân! Allah’tan korkun, herkes yarına ne hazırladığına baksın. Yarına. İstihdede daha kıyamete on bin sene olsun. Fakat bir sonsuzluk yolcusuyuz biz, ebediyet yolcusuyuz. Allah’tan korkun, çünkü Allah yaptığınızda haberdardır.
Yarına hazırlananlar, bugünden yapmak lâzım. Bu hazırlığı teyir edenler, yarın pişmanlık yaşayabilirler son nefesten sonra. Bu hakîkaten bir hak dostu, onun için yarın yaparım diyenler helâk oldu. Bir defa Efendimiz Muaz’ın elini tuttu. Muaz’ı çok severdi. Ey Muaz dedi, Allah’a yemin ederim ki ben seni gerçekten seviyorum.
Her namaz sonunda Allah’ıma înne âlâ zikrike. Ve şükrüke ve hüsnü ibadet edik. Allah’ım seni zikretmek. Tabi bu lafız da böyle. Yani günü hiç unutmamak. Sana şükretmek. Her hâlimde bir şükür hâlinde, bir alta bakacağız şükür hâlinde. En mühim şükür, îmânımız. En mühim şükür, Allah Rasûlü’nün ümmet olmamız. Ve bunların bir karşılığını verebilmek, sonra güzelce kulluk etmek de. Yani amelen sâliha.
Sâliha amelleri içmekte, yâ Rabbi bana yardım et. Bu duâya hiç bırakmamını tavsiye ediyorum. Allah’ıma înne âlâ zikrike ve şükrüke ve hüsnü ibadet edik. Ondan sonra Velî âle-i n-Aşş, on geceye andolsun buyuruyor. Cenâb-ı Hak bazı gecelere ayrı bir husûfiyet veriyor. Hep Cenâb-ı Hak kulunun cennete girmesi, bol ecirlerle huzûruna gelmesi için, ikramlarda bulunuyor.
Velî âle-i n-Aşş, on geceye andolsun. Bu zilletin ilk on gecesi, Muharrem’in on gecesi, Ramazan’ın son on gecesi, Kadir Gecesi içinde olduğunun on gece… Bilhassa bu zilletin ilk on günüysen Efendimiz çok ayrı. Başka günlerinde hiçbirinde, şu günlerde işlenecek sâliha ameller, Allah kadar daha sevimli hiçbir amel olmaz.” diyor. Lâkin diyor, cihat daha üstünde değil mi? Yâ Rasûlullah diyor sahâbî.
Onun için Rasûlullah diyor ki, evet, Allah yolunda yapılacak cihat da ancak malını ve canını riske ederek şehid olup dönmeyen kimsenin cihâdı gibi buyuruyor. O bundan müstesnâdır buyuruyor. Efendimiz geceleri daima ihya ederdi. Seferde de aksatmazdı. Âişe Vâlidemiz, geceleri nasıl ihya ettiğini bir misal şöyle anlatıyor.
Bir gecesini anlatıyor. Tabi her gecesi ayrı ayrı bir güzellik, ayrı bir rûhâniyet. Âişe Vâlidemiz diyor, Rasûlullah benim yanıma geldi. Nasıl bir kibarlık, nezâket, incelik… Yâ Âişe! İzin versen geceyi Rabbime ibadetle geçireyim. Yalnız Rabbimle beraber olayım. Ben dedim ki, vallâhi, seninle beraber olmayı çok severim. Ancak seni de birbirine vermeyeyim.
Vallâhi, seninle beraber olmayı çok severim. Ancak seni sevindiren şeyi daha çok severim. Yâ Rasûlullah! Buyur nasıl arzu edersin, geceyi öyle geçirin.” Sonra kalktı, Rasûlullah güzelce abdest aldı. Namaz kıldı, ağlıyordu. O kadar ağladı ki elbisesini mübârek sakalları, hattâ secde yerine ıslatacak duruma geldi. O hâldeyken Bilâl, radıyallâhu anh, sabah namazına geldi ezanı çağırmaya.
Efendimiz ağlarken gördü ve perişan durumda gördü. Yâ Rasûlullah! Allah Teâne’yle senin geçmiş gelecek bütün günahlarını affetti. Niçin böyle ağlıyorsunuz? Niçin hâliniz böyle? Rasûlullah Efendimiz buyurdu ki, «…Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım. Vallâhi, bu gece bana öyle âyetler nazildi ki, onları okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenler, yazıklar olsun.» dedi. Bu âyet, Âl-i İmrân’ın 190-191. âyetleri. Cenâb-ı Hak bir tefekküre davet ediyor âyetlerde. Yani demek ki tefekkür, yani ayağı, güneşe, geceye, vukuata boş boş bakmamak lâzım. Âyet-i kerîme şöyle, şüphesiz ki göklerin yerinin yaratılışında nasıl bir azamet tecellîsi.
Geceyle gücün birbirine ardı gelir. Şimdi aklı selîm sahipliği için, Allâh’ın varlığını, birliğini gösten kesin diller vardır. Demek ki kul bir tefekkür hâlinde olması Rasûlullah Efendimiz’e. Tabi Rasûlullah Efendimiz’den ümmetine tebliğ. Sonra nasıl olacak dün günümüz? Onlar ayaktayken, otururken, yanlar üzerindeyken her an Allâh’ı zikrederler. Ticaret yaparlar vs. hamla, işleri yaparlar ama kalp, Allah’la beraber olacak.
Nasıl olacak bu zikir kalbi olarak? Göklerin ve yerin yaratılışının derinden derine tefekkür ederler. Bu semanın sonsuzluğu, şu kâinat, şu cihan, insan, bütün mahlûkat, göklerin yerinden derinden tefekkür ederler. Rabbim Sen bu gökleri, yerleri, bu kadar insanları, bu kadar mahlûkat, denizleri, kararı da her yerde boş yere yaratmadın. Seni tesbih edip biz cehennem azabından koru. Bilâl diyor, işte bu âyet indi, bu âyet beni perişan etti.
Yani bu âyette şu mûniye girebilmek, eşeyebilmek. Ondan sonra da diyor, çifte ve teke anda olsun. Cenâb-ı Hak tek, muhalif edilmeli’l-havâdis. Kuluvallâh’a ehad, o bir. Bütün ne varsa hepsi çift olarak, birbirine benzer olarak Cenâb-ı Hak halketti. Her şeyi karanlığı örttüğü an, geceye anda olsun. Yani bir mânâda yine bir tefekkür hâlinde olacak. Gece bir mânâdır, ölüme giriş, sanki uyku ve ölüm tatbikatı. Geceye girerken bir muhasebe edeceğiz. Bugün gülüm ne kadar, nasıl geçti benim? Bugün ben Allah için ne yaptım? Daima âyetleri düşüneceğiz. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, Kaf Sûresi’nde, ölüm serhoşluğu gerçekten gelir de, İşte ey insan, bu sene öteden beri kaçtığın şeydir ölüm. Nereye kaçacaksın? Rebîb-i Haysem vardır. Bir keresinde can çekişen birisinin yanına gitti. O da, لَا إِلٰهِ لِللّٰهِ deyip terk ediyor, diyordu. Adam da sanki bir elinde para kesesi var, onu sayıyordu, sayar gibi. Hiç kelime etmiyor, duymuyordu. Öyle gitti diyor. Yani nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz, öyle haşrolursunuz. Bunlar akıl sahiplenirken elbet biraz yemin değerindedir.
Cenâb-ı Hak bu bildirildiği şeylere dikkatli olmamız, derinleşmemizi arzu ediyor. İnsan, اِنَّهُ وَكَانَ ظُلُومَ جَهُولًا İnsan mâkı çok zâlim. Niye zâlim? Kendine zâlim. Âhireti unutuyor. Dünyanın müddetine kadar, âhiretin müddetine kadar. İnsan, nefsi hayatına uymaktan kendini zulmediyor.
Cehûlâ, insan çok câhil. Cenâb-ı Hakk’ın her şeyi azamet-i ilâzisi tecellîsi. Abes yok kâinatta. Onun farkında değil. فِيزَكُ حُقُوَكِمْ مِعَوْكُوَ وَسَاَيْرُونَ Bunların fâili kim? Kim bu ilmi gönderdi? O kırıntı ilmi. Yani insan çok câhildir, akıl ve kalbi dumura uğramıştır. Niçin dünyaya geldi? Kimi mümkün değil yaşıyor. Geliş-gidişleri farkında değil.
Halbuki bu ömür ebediyet yurduyana bir an bile değil. اِللّٰهَ اَيْشَيْةً اَفْضَرُونَ Hâ! Ondan sonra âyet, kahrolan kavimleri bildiriyor. Câhiliye kavimleri bildiriyor. Allah’tan uzak yaşanan toplumlara cahiliye devri, cahiliye toplumu denir. Yani bugün dünyada bir modern cahiliye geldi. İşin zâhirine bakıyor, bâtını gözükmüyor.
Virüs deniyor, kim gönderdi? Kuraklık deniyor, kim gönderdi? Seller deniyor, kim gönderiyor? Enflasyon deniyor. Nasıl bir bereketlilik, niçin bu bereketlilik? Düşünülmüyor. Cenâb-ı Hak, اِيَّا كَنَ اَمْبُدُوَ وَاِيَّا كَنَ سَيْءٍّ buyuruyor. Ne kadar biz Cenâb-ı Hak’ın topluluğu olduğu ibadet-i kulluk yaparsak, Allah’tan o kadar yardım gelir. Erse tersine yardım kesilir.
Maalesef bir de kahre uğrayan kavimler, gülümüzde artmaya başlıyor. Ahlâksızlık, zayıfın hakkını yemek, Allah’ın haram kıldığı bir ticaret, nefislerin put hâline gelmesi, aile hayatında çöküntüler, yıkıntılar, iffetin dibe vurması… Yani bize cahiliye devriyle hatırlatan gülümüzdeki vâkalar. Ticârî hayat, fâiz, rüşvet, iffetsizlik vs.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak yine buyuruyor, Allah bir kavme verdiğinde o kavimlerini bozup değiştirmece değiştirilmek, bugün de bizim yapacağımız kardeşlerimizle bol istiğfar etmek, seherleri iyi değerlendirmek, namazlarımızın mümkünsece cemaatle kılmak, Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmektir, bol sadakalar vermek, fakirlerin, gariplerin dualarını alabilmek. Yani her müslüman, hâdisatın akışından dünya ve hâdiseye sahip olup, yani her müslüman, hâdisatın akışından, dünyanın gidişinden kendisini mes’ûl hissetmeli. Yani toplumdaki biçarelerden, hidâyet mahrumlarından ve onları İslâmî hakîkate tebliğ etmek vazifesinden kendini mes’ûl hissetmeli. Cenâb-ı Hak buyuruyor, mü’minler için, sâlih insanlar için. Siz insanların iyiliği için, insanların hayrı için en hayırlı bir ünmesini, iyiliği emreder, kötülükten men edersiniz. Bu, on bir yerde geçiyor. Yine bu, çok ibretli bir hadîs-i şerîf. Nefsin kudreti elinde olan zât-ı hâl, Allâh’a yemin ederim ki, ya mağrufu emreder ve mülkerden neh edersiniz veya Allâh’ın katında umûmî belâ göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olsanız, duânız kabul edilmez, buyruluyor. Mevlânâ’nın güzel bir ifadesi var. Allâh’a yemin ederim ki diyor, Mevlânâ, kötü yılan, kötü dosttan iyidir. Kötü yılan, insanın canını alır, zehirler. Fakat kötü dost, insanı ebedî ateşe atar, yakar, yandırır. İnsan konuşmasa bile, kötü arkadaşına huy kapar. Gönül gizlice onun ahlâkını alır, benimser, kötü ahlâkını kendine ahlâk edinir. Doğruluktan nasîb-i olmayan, sermayesi bulunmayan arkadaş, senin sermayeni de alır gider. Ondan sonra gelen âyet, Cenâb-ı Hak buyuruyor, insan var ya diyor, insanın iş dünyasını bildiriyor. Bu hangi ilâh? Gâfil insanın iş dünyasını. Rabb’i kendisine imtihan edip de ikramda bulundu. Mal, servet, çoluk, çocuk vs. dünyevî şeyler verdiği zaman, Rabb’im bana ikram etti der. Hâlbuki bu bir imtihan meselesidir. Bu nasıl kullanacak? Yukarı giden Rabb’ime her an gözetlemedir, ifadesine bağlı.
Yani Allah Teâlâ kullarının hâllerini gözetler. وَهُوَ مَا كُمْ اَيْنَا مَا كُمْ Nereye gitseniz, Cenâb-ı Hakk’ın da beraber iyi ve kötü ameliyatı verirken, insan onlara bunları hiç önemsemet, insan o gâfildir. Gâfil insanın gözünü diktiği tek husus, dünye hayatı ve dünyadaki olan nefsânî lezzetlerdir. Cenâb-ı Hak buyuruyor, de ki, Rabb’imin kullarına dilediğine bol rızık verir, dilediğine kısak, ekşisi de imtihandır. Siz ne hayra ne harcarsanız, Allah onu bilir. Bugün Cenâb-ı Hak varlık verdi, imkân verdi, bir müslümanın vazifesi nedir? Bu nimete karşı durumu nedir? Sahip olduğu servet, Allâh’ın bir emâneti ve imtihanı olarak görecek. Zira mülk, el mülkü Lillâh, mülk Allâh’ındır. Mülk, komünizmde toplamındır, liberal sistemde, fertlerindir.
Fakat İslâm’da ne toplamındır, ne fertlerindir, el mülkü Lillâh, mülkü Allâh’ındır. Kul sadece bir veznedar, bir tasarrufcu. Lakin bu tasarruflarında mes’ûl, hesap verecek. Riyâzat içinde yaşayacak. Süleyman Lissâ, Efendimiz’in hâli gibi, ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infak edecek. Cenâb-ı Hak, kul-ul af buyuruyor. Fabrikası olacak, şey olay, iş olacak, çalışacak, Allah yolunda sarf edecek.
Fakat riyâzat hâlinde olacak, fazlasını verecek. En mühim, varlığın iki tane düşmanı var. Biri israf, biri pintilik. İstraf, aşırı derecede kendini harcamak. Cimrilik ise haddinden fazla kendini biriktirmektir. İkisi de benzerlik ve hodgâmlıktır. Rabbimiz bu şekilde bir kulluğu reddediyor. Âyet-i kerîmede şöyle bir eli boynuna bağlamış gibi cimri olma, büsbüznü açıp israfa da kaçma.
Okula harcadığı ne israf eden ne cimrik eden, ikisi de orta bir yol tutarlar. Allâh’ın emrettiği gibi, sırahtı mustakîm üzerine riyâzat hâlinde israfsız bir yol tutarlar. Allah’ın verdiği bütün imkânı yine Allah yolunda sarf etmek. Bilhassa dinin zayıfladığı bir zamanda Kur’ân kursları, imam etikler, dini mü’minisleri daha fazla ravaş vermek zorurlidir. Malı Allah’ı nasafederken de arzı endam hâlinde değil, yani bir gösteriş hâlinde melek hâlinde değil, arzı hâl hâlinde, büyük bir tevâzu hâlinde. Cenâb-ı Hak, ibadet-i râhman, yâruzlarımızın tevâzu olarak dolaşırlar bu diyor. Cenâb-ı Hakk’a teşekkür edâsı içinde verecekler. Yâ Rabbi Sen nasip ettin, sana şükürler olsun. Verirken sevinecek. Hep biz büyüklerimizden gördük, daima verirlerken tebessümle sevinerek verirlerdi. Bir müslüman kendini, karadeniz zimmetli olduğunun idrâki içinde olacak. Günümüz küresel güçler, görüyoruz küresel güçleri. Dîni duyguları zayıflatmak zorunda insanları kendi öz vatanlarında esir alıyor. Kendi topraklardan hizmetçi ediyor, vatanlarını terk etmeye mecbur ediyor. Yahu da onun botlarını patlatarak bir kabristanı çeviriyor Akdeniz.
Onun daha beteri, beterinden beteri, televizyon, internet, bazı programları dolusu ile, o temiz duygularını alıyor, İslâm’ın duygularını alıyor, kendi duygularını oraya akıtıyor. Evlât, babaya, anaya yabancı olmaya başlıyor. غَيْرِ مَعْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَتَّ عَلَيْهِمْ Dalâlettekilerin yolunda meylediyor. Velhâsıl mü’min verirken sevinecek Rasûlullah Efendimiz’i verirken sevinerek verir.
Âişe Vâlidemiz’e ganimetler gelir dedi. Onu dağıtmadan diyor, Allah Rasûlü bir huzur bulamazdı diyor. Onu dağıtmakla, onları doyurmakla, onları sevindirmekle, muhtar da sevindirmekle Efendimiz sevinirdi buyuruyor. Onu sevindirmekle Efendimiz doyardı buyuruyor. O sevinç Efendimiz’i doyururdu diyor. İki sebeple mü’min sevinecek. Bu alış, bu veriş inşâallah onun rızâsına kavuşur.
Velhâsıl sevinecek, bu Allah Rasûlü’nden kavuşur ve vesîle olacak. Ayrıca sevinerek verebilmek, işin takvâsının bir göstergesidir. Malından çok Allah’ı seviyor demektir. Sevdiklerinden vermedikçe Allah’a yaklaşamazsın buyuruyor. Bir reva asıl olamazsın buyuruyor. Şunu da daima diyor, para bir röntgendir. Para daima geldiği yere akar.
Yani bir kişinin malı, hayırla onu sahip ediliyorsa, onun malının helâliğini gösterir. Vatsatsa vatsattığını gösterir. Eğer gitmiyorsa, onu la-yan-fa kazandırır, durumunu gösterir. Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, bu arada çok mühim kardeşler, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül vermişti. Yaşama zevkini bir tarafı bıraktı, yaşatma aşkına gönül verdi. Bu sebeple dünyevi arzuları, dünyanın arzularını, yaşamın arzularını, yaşamın arzularını, yaşamın arzularını,
arzuları bir tarafta bıraktı Efendimiz. İnsanları daima tebessüm ettirmeni, Mahzun gönlünü sevindirmeni, bir kişi dahi hidâyete sevk etmenin sevdasıyla yaşardı. Aşları doyurmanın lezzetiyle doyardı. Muhtaç kimseyi, ihsâ-yı gidemeyi huzur bulurdu. Onun talebesi de ashâb-ı kirâm aynı şekildeydi. Bir misal, sayısız binlerce misalden, Yermuk Harbi’nin üç şehid yaşama zevkini bir tarafı bıraktı. Yaşatma aşkıyla su geldi, kardeşini işaret etti. Konuşmaya bile zamanı yoktu. Ancak kelime son nefesini vermek üzereydi. Fakat sudan dudakları çatlamıştı. Üçü birbirine böyle su su dedik, işaret ettik. İşte üçü de vefat etti. Bir bardak su yahut bir bakra su ortada kaldı. Yani demek ki yaşama zevkini bir tarafa bırakıp, yaşatma zevkiyle Allah rızası’nı kazandılar.
Velhâsıl ânî şâkirinden, şükreden zenginlerden olabilmek. Herkes durumuna göre zengindir. Zira Cenâb-ı Hak Süleyman –aleyhisselâm- için, Nîm-i El-Abd, onu güzel bir kuldu buyuruyor. Kalem Sûresi’nde bir darman hâdisesi var. Burada Yemen’de bir kişi mahsûlünü toplar. Toplarken fukara halk etrafına gelir, öşür verir. Öşür zekâtdır, farzdır. Hattâ fazla fazla verirdi.
Nihayet bu zât vefat etti. Oğulları, etrafta insanlar var, meskem var. Aman diyor, fakirler duymasın geldiğimiz, biz hemen toplayıp gidelim dediler. Hâlâ âyette fısıtıcı fısıtıca gittiler ki, aman yüksek seslerimizin, fakirler duyup gelmesinler diyor. Bir gidip baktılar, tarlada şimsiyle kapkar olmuş. Biri dedik ki, yanlış yere geldik. Yok dedi, yanlış yere gelmedik dedi. Bu bize bir îkaz dedi.
Bu bize bir îkaz dedi. Evet, bugün de yani mesela bundan, zekâttan, hayırdan, yekûz-i sadakaat, Allah alır buyruluyor. Hastalıklar gelir, musibetler gelir, vesâire gelir. Bunlar hepsi süper-i sâikadır. Yarım hurma bile olsa, Efendimiz, sadaka verin buyruluyor, hiç olmayana. Unutmayın diyor, belleyin diyor. Sadaka vermeyince kulun malı eksilmez diyor, bereket denir.
Uğradığı haksızlığa sabredenin, Allah şerefini arttırır. Dilenme kapısını açan kimsenin, Allah fakirlik kapısını açar. Burada müstahine olmak. Velhâsıl Kârun çok fakirdi, sâlih bir kimseydi. Sonra Cenâb-ı Hakk’ın zenginlik imtihaneti kaybetti. Gururlandı, kibirlendi. Musa –aleyhisselâm- tavır aldı. Serdikleri beraber yerin dibine girdi. Yani her nîmet iki uçlu biçak gibidir. Servet de evlattı, göz de, kulak da, deri de. İstikâmetin kullanıldığı kişiye hayra, Cennet’e sevk eder, aksi hâlde Cehennem’e gider. Mü’min pinti olamaz aslâ. Kendine mal biriktirmek bir gasptır. Zira mal, emânettir. Yine israf etmek de ayrı bir gasptır. Bizlere emanet ve malı Kur’ân ve Sünnet muhatabatı kullanmamız zarûridir.
Parı yılan gibidir. Hangi ilgilenip oradan çıkar, boğazdan haram para geçerse ameller bozulur. En azından ihlâs bozulur. Mü’min cömert olacak, diğergâma olacak, paylaşacak. Allâh’ın kendisinin nîmetleri bir teşekkür edâsı içinde olacak. Allah bunu bana verdi, niye bana verdi? Ona vermedi, bana verdi. Niye bana verdi? Bunun bir tefekkür içinde olacak. Velhâsıl çok hadîs-şefler var, ayrı ayrı. İkazlar var burada.
Mevlânâ diyor ki, sen varlığını, malını, mülkünü güzelce infak et de bir gönül al, diyor. Ki o gönlün duâsı mezarda o kapkara gecede sana ışık versin, nur olsun. Ne bir şair diyor ki Ziyâ Paşa’nın, «Dehrin ne safâ var acaba siyimî üzerinde? İnsan burger hepsinin hiyini seferinde.»» Velhâsıl bu hususla evliyaların şeyleri, îkazları, irşadları çok.
Âyette yukarıda verdiğimiz zaman, Allah bana önemse de der. Ondan sonraki âyette, O’nu imtihan edip rızkını azalttığımızda, o fakirlik verdiğimizde, Rabbim beni önemse de der. Bu da büyük bir gafletin ifadesi olmuş oluyor. Mü’min ya şükür makamında olur, yahut da sabır makamında olacak. Fakir bir mü’minin vazifesindedir. Sabır ve hâle rıza, kendi imkânlarıyla kulluk ve gayretleri devam etmek. Gerçek saâdet, hayatın meccazirlenen iniş çıkışlarına kabullenmek, meşakkatlerine tahammül etmek, İslâhına gayret etmek, her şeyin güzel tarafını görüp âlem ve Rabbine teslim olmak da mümkündür. Bunu hep muhtelif peygamberlerde görüyoruz. Rasûlullah Efendimiz’i zamanında görüyoruz. Hem zengin zamanı görüyoruz, galîmiyeti, hem de hepsini dağıtıp çok fakir olduğu zamanlarını görüyoruz. Lokman-ı Kerîm’in güzel bir ifadesi var. Yavrucuğum diyor ki, gönlünü kederlerle, üzüntülerle meşgul etme. Aç gözlükten sakın. Takdire razı göster. Allah’tan sana verilene kanaat et ki hayatın güzellessin. Gönlünün sururla doğsun, hayattan zevk alasın. Velhâsıl bu fakirlikte, zor anlarda mahrumiyetleri, hatta isyanlara mağazaya kılmamak lâzım. Allah’ın verilene razı olmak, en büyük zenginlikte de kanaattir.
Kıskançlıktan, cehaletten kurtararak, mârifete ermiş kullarını elde edebilecek yüksek bir mahkâmdır bu mahkâm. İşte kavrum baştan fakirdi, zenginliği onunca cehennem yolcusu etti. Sâlevi mescid kuşuydu. Malûn itirâsı, onu da Allah korusun, rahmetle uzaklaştırdı. Hayat iniş çıkışlarla dolu. Bir mü’min bu iniş çıkışları, kudret kusur ve îhmânîn bahânesini yapmayacak.
Rabbim Kur’ân-ı Kerîm’de bize birbirinizden çok farklı ahvâde peygamberlerle târik kullar bildiriyor. Süleyman-ı Zeng’in peygamber bildiriyor. Eyüp aleyhisselâm gibi yoksulluk peygamber bildiriyor. Fakat Cenâb-ı Hak ona nehme ve merhamet, onu güzel bir kulda buyuruyor. Yani Hakk’a kulluğu hiçbir şeyin maddiyet olmadığını misallerle gösteriyor Cenâb-ı Hak. Eyüp aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm, hepsini ayrı ayrı, Yusuf aleyhisselâm…
Efendimiz, tâifte nasıl taş dönüyor, nasıl dönüp dua ediyor. Velhâsıl başa gelen ilâhî imtihanla karşı niçin, neden dememek? Bir mü’minin en fazla şikayeti unutmak. Velhâsıl bollukta da, darlıkta da Allah için infak ederler. Bollukta da verecek, bolluğunun durumuna göre verecek. Darlıkta da verecek, yarım hurma verecek.
Darlıkta da verenler, Allah’la ticaret yapmış olurlar buyuruyor. Ebu Zeyrek çok fakirdi, çorbana süt koyuyor dedi. Tane koyamazdı. Etrafını gözet dedi, bir şey dedi, bak dedi. Bir gün bir nezâhiyet de, zerafet içinde ver dedi. Çünkü yekuzû sadakat, Allâh’a veriyorsun verdiğini.
Allah’ın eline geçer, Allah’ın elinden kimsenin eline geçer, buyruluyor. Efendimiz buyuruyor, bir dirhem yüz bin dirhemi geçti. Yaruzun da bir dirhem yüz bin dirhemi geçer. Efendimiz buyuruyor, bir dirhem veren yokluktan verdi. Yüz bin dirhem nevcuttan verdi. İşte bu yer mukarbinde bir bardak su, yüz bin dirhemi geçti. Bir dirhem yüz bin dirhemi geçti. Bize bu Tebûk Sefir’i de ayrı bir gibi, orada Müslümanlar nasıl bir şeydi? Hava sıcak diyorlar, bu sefer olur mu diyorlar. Cehennem âyette, Cehennem’in cehennem daha sıcak buyuruyor. Velhâsıl kul, dünyanın imtihan olduğunu unutmaması icap ediyor. Ondan sonra gelen âyet, 17. 20. âyette Cenâb-ı Hak, hayır, doğru siz yetime ikram etmiyorsunuz buyuruyor.
Bu câhiliye devrindeki manzarayı bildiriyor. Fakat bu câhiliye devrinde manzarayla bugün onlar gibi olmayacağız. Siz, doğrusu doğru yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksuluğu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Hem yoksuluğu yedirirsen, hem de teşvik edeceksin. Helâl-haram demeden mirasını obur gibi yiyorsunuz. Malı aşırı bir şey seviyorsunuz buyuruyor. Unutmayın ki Efendimiz’in bir yetimdi. Yetimleri çok çok yediriyor.
Malı aşırı bir şey seviyorsunuz buyuruyor. Unutmayın ki Efendimiz’in bir yetimdi. Yetimleri çok sever. Esrâb-ı Hak’ın yetimine kadar çok şefkat, merhametli olabilmesi tâlim ederdi. Efendimiz’den yetimler çok, hadîsleri var. Bu yetimleri arayalım, bulalım. Bilhassa bu, Suriye’den gelen dul kadınlar, yetimler, işareler, onlardan biz mes’ûlüz kıyamet günü. Mü’min daima gönlünü kontrol hâdinde tutacak. Muhabbet demeyeli, dünyaya mı, ufvâya mı? Muhabbet ne tarafa bu mir? Dünyaya mı, ufvâya mı? Rasûlullah Efendimiz’e öyle bir şey yapmayayım, ben Kevser hamurunu bekleyeceğim, buyuruyor. Yine Efendimiz’in mü’minin derdiyle dertlenen miyim, bizden değildir, buyuruyor. Cenâb-ı Hak hayrat işine yarışın, buyuruyor. Otaklarsa bollukta ve darlıktan Allah için harcarlar, gayzilerin öfkenini yutarlar. Öfkenin olmamızı Cenâb-ı Hak istemiyor.
Efendimiz’in yer değiştirir diyor. Çünkü öfkeli olman kalp kırarsın, sesini yükseltirsin. En betsiz merkeplerin sesidir, buyuruyor Cenâb-ı Hak. O sâlih gibi insanları affederler, Allah da muhsinleri sever, buyuruyor. Her varlık-şefkete muhtaç. Kul merhametli bir diğergim olacak ki bu güzel duyulma vesîle, o kul üzerine Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti tecellî edecek. Esas kul kendini hazırlaması lâzım. İslâm, hodgâm, insan istemiyor. Mühendiyârgâm olacak. Her davranışı İslâm’ın güler yüzünü gösterecek. Bilhassa evlâtlarımız bugün. Namaza alıştırmıyoruz evlâtlarımızı, câmiye götürmüyoruz. Yarın ayrılmak çok zor olur öbür tarafta. Burada vefat etse üzülürüz çok. Oradaki ayrılık vefata da benzemez.
Cenâb-ı Hak bu cehenneme girenlere, cennete girenlere uzak duruyorlar. Siz niçin cehenneme girdiniz? Niçin cehennemlik oldunuz? diyorlar. Peygamber geliyor, kitap geliyor, kevnî âyet her şey dolu. Her şey Allah’ın lâhacemiyetini gösteren delillerle dolu. Siz niçin cehennemlik oldunuz? diyorlar. Onun birinci zevkleri, biz namaz kalanlardan değildik diyorlar. Namaza çocukta alışılır. Cenâb-ı Hak sonra kılar, yok sonra kılmıyor sonra.
Anayı babayı da tınmıyor. Onun için yavrularımızı hediye alarak vs. namazı alıştırmak lâzım. İkincisi, bu cehenneme giden diğer vasıtım, yoksulu doyurmazdık diyorlar. Biz egoistik diyorlar, odiyamdık diyorlar, menfaatperestik diyorlar. Yoksulu doyurmazdık diyorlar. Ondan sonra gaflete dalanlarla beraberdik, uyduk kalabalığa. İnternet, televizyon vesâle-i şo, o menfî şeylerden.
Ahireti de inkâr edenlerden uluktu. İşte bugün. Yani şimdi sokaklara baktığımız zaman bir âhiret inancı mı var? Âhlâka baktığımız zaman bir âhiret inancı ne kadar var? Ticârî hayata baktığımız zaman birtakım yanlışlıkla ne kadar âhiret inancı var? Ölüm de geldi, çattı diyorlar. Ondan sonra âyetler şey geçiyor, kıyamete geçiyor. O gerçeği parça parça diyor, Rabbinin emir geldiği, melek safsaldığı zaman her şey ortaya çıkacak. Tabi o gün çok zor gün. Osmanlı’na deyip anlattık. Gerçek bir gün altı çeşitli korku içinde olacak. Birincisi, îmânı kaybetme korkusu. Bir garantisi yok son nefese kadar. İkincisi, kıyamet-i kerîmede rüsva edecek şeylerin melekler tarafından yazılması korkusu ortaya çıkacak.
Amellerini Şeyh Erhan’ın tanrısından boşa çıkartması. Ölüm meleği ezderler, gaflet içindeki anzla, bir internette o pis programı bakarken ölüm ânı gelmesi, pis manzarayı seyrederken bir ölüm ânı gelmesi. Dünyanın mağrulu olup âhiretden gâfil kalma. Çoluk çocuğunlar fazlaca meşgul olurlar, onlar âhirete hazırlamama. O yüzden onlarla bir gaflet de dalma.
Rasûlullah Efendimiz’in Cehennem’deki yeri, burada bir şeyini bildiriyor. Onlar diyor, Cehennem’deki yeri, burada çok vasıflar bildiriyor. Burada bir vasfını katı kalpli, merhametsiz, şefkatsiz, dûn, vicdansız, cimri kurularak yürüyen, kibirli kimselerdir buyuruyor. Allah cümlemizi, evlâtını muhafaza edin.
Cennetlik de üç kısımdır. Kuvvet sahibi, âdil, tasarlıklı, bunların bir muvaffak olan kişi. Adâlette olacak, infak edecek, bütün yakalarını müslümanlar karşı merhamette ve yumuşak kalpli olan kişi. İffeti, nâmuslu, ehlî, iyal sahibi olduğu hâlde kimseyi eden bir şey istemeyen, fukarâ hesabirinden.
Onu âyette, o gün Cehennem getirdiği insanın yaptıklarını birer birer hatırlar. Baba Tevhî’nin ne faydası var? Kitap ortaya konmuş, suçlar onda yazılı olanlar, korkmuş olduğunu görürsün Cenâb-ı Hak. Vâ-i hâlimize derler. Bu nasıl kitapmış? Kevf Sûresi’nde. Küçük, büyük, hiçbir şey bırakmaz. Hepsini yazıp dökmüş.
Böyle yaptıklarını karşısında bulmuşlar. Seni Rabbin hiç kimseyi zulmetmez diyor âyette Cenâb-ı Hak. Kul hakkı. Çok dikkat edin. Efendimiz vefat ederken, Enes diyor, iyice sesi kısıldı diyor. Nerede istiyor, duyamaz hâle geldi. İki şey duyuyoruz, namaz, namaz, namaz. Namaz bu kadar mühim. İkiniz de emrinizden alakalı hukukuna dikkat edin. Çalıştırınca hukukuna dikkat edeceksin. Toplumdaki yetimlerin, kimsesizlerin, gariplerinin hukukuna dikkat edeceksin. Ve âyet-i şerîfinde devamlı. İşte o zaman insan, keşke bu hayatın bir şeyler yapıp gönderseydim diyecekti. Ne fayda var? Geldi geçti bitti. Hesaplar kapandı. Artık o gün Allah’ın edeceği azâbı kimse ben de anlamadım.
O zor gün. Hattâ müzevvilsiz… Peki, inkâr ederse o cûdu ak saçlı ihtiyalları çevirecek. O günden kendinizi nasıl koruyacaksınız? Hattâ yine bir deşekli bir âyete kerîmede, Mühâcî Sûresi’nde. Herkes kendi derdine, günahkâr kimseyi ister ki o günün azâbından kurtulmak için, o günün,
ister ki o günün azâbından kurtulmak için oğullarının, karısının, kardeşinin kendini koruyup barından, tüm ailelerin, yeryüzünde kim varsa, hepsini fidye olarak versin de tek kendini kurtarsın. Yok ama bitti. Onun vuracağı bağı kimse vuramaz.” buyuruyor. Ondan sonra esas mü’minlerin durumuna giriyor Cenâb-ı Hak.
E itminan’a ermiş nefis, Allah yolunda, ameli sâriyelerle dolu. Kalp, cemâlî sıfatların mazharı olmuş. Korku ve ümit arasında bir hayatı var. Her şeye evlât yetiştirme, ticaret vs. hepsi Allah için. Velhâsıl Cenâb-ı Hak bizi bir rahmet insanı olmamızı istiyor.
Rahmet insanı kimdir? Cenâb-ı Hak Rasûlullah Efendimiz’e mâ el-Sâlazînâ kîllâ rahmetelle âlemîn. Âlem-i rahmet olarak gönderdi. Ümmetinin de rahmet insanı olması. Nedir rahmet insanı? Yeryüzünde Allâh’ın temizlisi ve dîn-i şahidi olarak yaşar. Cenâb-ı Hak, sizleri ılmızı bir ümmet olarak, hayırhah bir ümmet olarak, istilâsı bir ümmet olarak yarattık. Siz yeryüzünde Allâh’ın şahidliğisiniz. Ve nefs-i mutmeyin ne bu? Allâh’ın şahidi olmak.
Yani yaşayarak Allâh’ın dinini temsil etmek. Peygamber de kıyamet-i şerîfle şahid olsun Cenâb-ı Hak buyuruyor. Bu şahidliğinin en güzel şeyleri, îfâ edebilmek. Nefsânî arzuları bertaraf etme, rûhânî istîdatların inşâf ettirme gayretinde olabilmek. Kibir, enayet, dedikodu, iftirâ, yalan, cimrilik, bu kötü hâdislerden kurtulmak. Bunun yerine, şefkat, hizmet, tevâzı, sabır, edeb, hayâ, vakar, hizmetler müzeyyeni olmak. Toplumumuzdaki kadın-erkek ihtilâtlarından azami dene kaçırmamız lâzım. Birçok fitneleri görüyoruz, okuyoruz. Ziyaret, gezi, tenezzüh maksatları olsa, bu ihtilâtlardan korunmalıyız. Karışık düğünlerden, merasimlerden müsaimat görürse Allâh’ın bereketi olmaz, Allâh’ın rahmeti olmaz.
Nikâh, Allah adına söz vererek bir mânevî hayatın, bir hayatı mânevî şekilde başlamanın bir tarzıdır. Bu da Allâh’ın istediği gibi sohbetlerle vs. de, Kur’ân-ı Kerîm’le, dualarla, bilhassa garip bir duâsıyla başlamalar, bir gösteriş, sürksüzle vs. Bunlarla birbirine gösteriş olmamalı. Ne kötü bir düğündür buyuruyor Efendimiz. Fakirler, garipler, o dua edecek kimselere çağrılmaz, gösteriş imkânlı insanlığa çarptır. Mîras hukukuna dikkat etmeli. Burada kul hakkı görüyor, hakkı ibadet giriyor. Kul hakkı yine çok tehlikeye girer. Lebek der buyuruyor Rasûlullah Efendimiz, ona Lâ Lebek denir. Onun için kul hakkı, mîras hukukunda hep duyuyoruz, şikâyetler geliyor, buyruluyor, mîras taksiminde. Onda da dikkat etmek lâzım çok. Çocuklarımız bir emanet, onların esas tahâsilî, Allah Rasûlü’nün doğru tanımalarıdır. Kur’ân, Sünnet, fıkıh, edep ve ahlâk tahâsilidir. Yani ebedî istikbânini kurtarmaya, vesîle olmaya gayret demek nedir? Çocuklarımızın bırakılışının en güzel mîras, şahsiyet ve karakter mîrasıdır. Çocuklarımızın küçük yaşta neyi ben uygunsuz giyimimi kuşamdan, alışkanlığından korumalıyız. Aksi halde o işin tilâkisi odansın ondan vazgeçmez. Kur’ân kurslarımız, yaygın eğitimlerimiz, yurtlarımız, derlimetlerimiz, kurslarımız,
sonunca mühimdir onlara göndermek, onlara bir umuz vermemiz, güç vermemiz zarûrî. Din eğitimi adına yalnız bir yastğazını, çocuğumuzu camiye göndermekle bu dîni tâhsil olun. Başka tarafı ne kadar gönderiyoruz? Ne kadar o imtihanlarda, ana-baba kapılarda bekliyor? En mühim tahsil, İslâm’ın tahsildir. İstikbârimiz, ezâb-ı tâhsile bağlıdır.
Fâizli muâmeleler, kalbine fâiş, bunlardan uzak durmalıyız. Velhâsıl Cenâb-ı Hak rahmet-i insanı olarak yaşamayı, nefs-i mutmainîden bir nasîb almayı, اِلَّا مَنْ اَطْفَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سِلِيمٍ Tertemiz kalbe, huzur ilâh etmeye Cenâb-ı Hak cümle nasîb eylesin.
Lillâhi Teâle’l-Fâtiha!..

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir