"Enter"a basıp içeriğe geçin

29. Bölüm | Tanrı Yalnızlarındır (Yeraltından Notlar)

29. Bölüm | Tanrı Yalnızlarındır (Yeraltından Notlar)

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=eHdRC77m-Mo.

… Geliş mutlu bir hale de yetişmedim ben. Mahalleden arkadaşlarım yoktu. Kızlarla da aram pek iyi değildi. 18 yaşıma kadar kimsenin elini bile tutmadım. Zemin kat adamıyım. Kot 1, kot 2. Apartmandaki en ucuz daire hangisi ise orada kiracıyım.
Yazdığım kitaplar dışında hiçbir malım mülküm yok bu dünyada. Hiç doğmamış gibi yerli, hiç ölmeyecekmiş gibi yabancısıyım buralarını. Aldatırım. Hatta insanları manipüle eder ve kandırırım. Bencilimdir. Genelde insanları kendi çıkarlarım için kullanırım. Ama severim de. Nadiren de olsa severim onları. O yüzden biraz da kız arkadaşımdan bahseteyim size. Peki benim sevgilim olmak nasıl bir şey? Tahminen ne zaman terk edersin beni? Vallahi güzel, keyifli bir şey. Şimdilik her şey yolunda. Can sıkıcı derecede iyi bir insandır o. Kalbi hızlı atar. Dakikada ortalama 80-90 vuruş ve herkese yer vardır orada. Her şey için koşturur. Herkese yardım etmek ister. Utangaçtır. Hapşururken bile utanır. Duygusaldır. Çok duygusaldır. Kimsenin kırılmaması için kendini paramparça eder. Hayvan gibi acı çekerken bile yanındakiler üzülmesin diye gülümser.
Kron hastasıdır. Üzüntü ve stresin neden olduğu, tedavisi olmayan bu hastalığa 17 yaşında yakalanmıştır. Çünkü dünya hassas kalpler için cehennem gibidir. Ben mesela köpek gibi sağlıklıyım. Ama o bir aydır yürüyemiyor. Kronu bilen biliyordur. Bağırsakta ülser gibi yaralar çıkar ve özellikle atak dönemlerinde vücudun kimyasını bozarak mahveder insanı. Seçilin önce ayakları tutmadı. Bir sabah uyandı, şişmiş diz kapaklarına baktı
ve acı içinde yatağa geri yattı. Kucaklayıp taksiye binirdim. Hastaneye gittik. Milyon tane kan testi, kolonoskopi, endoskopi, tomografi, MR ve ultrasondan sonra hastaneye yatması gerekti. Önce bir hafta kaldık. Bu fotoğraf hastanedeki ikinci günümüzden. Onu tuvalete götürüyor. Banyo yapamadığı için ben yıkıyordum. Bu sırada başka hastalarla kalıyorduk.
Aynı odanın içinde acıdan sürekli inleyen ve dua eden insanlar. O zaman anladım. Tanrı’nın ne işe yaradığını ve aslında belki de pek de bir işe yaramadığını. Onun varlığına her zaman inandım. Ama bu dünyada değil. Bence o bizi yarattı ve unuttu.
Yalnızız burada. Köpek gibi yalnızız hem de. Ve attığımız çığlıklar onun için belirsiz bir yankı sadece. Aksi takdirde dünyada bu kadar acı, bu kadar yoksulluk ve bu kadar felaket olmazdı herhalde. Bir hafta sonra çıktık hastaneden. O sürede çektiği acıları ve zaman zaman yaşadığı bilinç kayıplarını anlatmak bile istemiyorum. Zaten birkaç gün sonra tekrar yatmak zorunda kaldım.
Günlüğü neredeyse 1000 lira tutan bir üniversite hastanesi ve benim geçen ay kitap teliflerinden kazandığım para 300 küsür lira. Evet. Hayatımı adadığım yazarlığın bana aylık getirisi 300-400 lira. Eğer başka işler yapmıyor olsaydım açlıktan ölürdüm. Canavri ile kumara bulaştım. Kumar dediğimde iddia. Ne var ne yok bastım. Sonuç gene hüsran tabii. Mallıktı zaten hataydı. İddia’dan kazanmanın tek yolu hiç oynamamak.
Artık tam dibe vuruyordum ki Seçil kendi başına kalktı yataktan. Yavaşça kalktı ve yavru ceylan gibi ayaklarını sürüyerek tuvalete gitti. 15 gün sonra ilk defa kendi başına tuvalete girdi. Çıktığında kapının önünde sarılıp ağladık. Birkaç gün sonra da bacak bacak üstüne attı. Altı üstü bacak bacak üstüne atabilmek bile aslında ne kadar kıymetli bir şeymiş. O zaman anladım. Çok uzatmayacağım zaten bu kafayla yeni bölüm çekecek halim yok.
Burada hiçbir şey olmamış gibi size kitaplardan bahsedeceğimi bizzat hayattan bahsetmek istedim. Benim güzel kızım bu ayın sonunda 28 Cubatta 30 yaşına girecek. Onu bir yerlere götürmek istedim aslında. Şimdi ise kendi başına tuvalete gidebiliyor diye seviniyoruz. Hayat bu işte. Hala bilmiyorum en ne mi boyla mı ne bu dünyanın. E-bop e-koktanı da hiç anlamazdım zaten. Ama böyle böyle öğreniyoruz işte ders kitaplarında yazmayan hayata. Sonuç olarak seçil taburcu oldu artık. Evinde kedileriyle birlikte dinleniyor. Hastaneden çıkarken şu fotoğrafı çektim. Kozasını ardında bırakıp yoluna devam eden bir kelebeği çağrıştırıyor bana. İyileşmesi zaman alacak tabi. 3 ay kadar işe gidemeyecek mesela. Bunlar da evde kullanması gereken ilaçların bir kısmı. Yorgunum. Çok yorgunum ben. Ayak uçlarımda, boğazıma kadar uzanan bir çığlık var içimde. Kendimi bir ormana atıp gırtlağım çatlayana kadar bağırmak. O çığlığı atmak istiyorum. Ama hayat devam etmek zorunda. Storytel’den bu bölüm için seçtiğim kitap Dostoyevski’den İnsancıklar. Dostoyevski’nin ilk romanı bu. Henüz 23 yaşında yazdığı bir baş yapıt.
İki aşığın mektuplaşmaları üzerinden hayattaki yoksulluğun, adaletin, hangi adaletin ve yalnızlığın incelendiği bir kitap. Şahsen suç ve cezadan sonra en sevdiğim Dostoyevski romanıdır. Tavsiye ederim. Eşsiz varvara Aleksey Evne. Dün mutlu oldum. Aşırı mutlu oldum. Akıl almaz derecede mutlu oldum. İnatçısınızdır ama hayatta bir kez olsun beni dinlediniz.
Dün akşam saat sekizde uyandım. Biliyorsunuz canım işten geldikten sonra bir saat kadar uyumayı severim. İkinci Adam yayınlarının sunduğu yer altından notlar bitti. Şiir için Aspova burada. Bağcılarlı bir haytadır kendisi. Hayta olduğu kadar da genç ve başarılı bir sanatçıdır. Zor bir şiire ses verecek. İsmet Özel’den. Hadi eyvallah. Ben İsmet Özel. Şair. 40 yaşında. Her şey ben yaşarken oldu. Bunu bilsin insanlar. Ben yaşarken koptu tufan. Ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat. Her şeyi gördüm. İçim rahat. Gök yarıldı. Çamura can verildi. Linç edilmem için artık bütün deliller elde. Kazandım nefretini faiş ederim. Lanet ediyorum. Kazandım nefretini faiş ederim. Lanet ediyor bana bakirelerden. Sözlerim var. Köprüleri geçirmez. Kimseyi ateşten korumaz kelimelerim. Kılıçsızım. Saygım kalmadı buğday saplarına. Uçtum ama uçuşum radarlarla izlendi. Gayret ettim ve sövdüm. Bu da geçti polis kayıtlarına. Haytan’ın biriyim ben. Bunu bilsin insanlar. Ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye. Kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa. Laboratuvarda çalışanlara sorarsanız ruhum sahte. Evi Nepal’de kalmış Slovakyalı sallangozdur ruhum. Sınıfları doğrudan geçip gerçekleri gören gençlerin gözünde. Acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben. Kıyı bucak kaçıran ben ruhumu sanki ne anlıyorum? Ola ki şeytana satacak kadar bile bende ondan yok.
Yok hayır yapamaz bunu. Yapmasın bana dünya. Söyleyin. Aynada iskeletini görmeye kadar varan kaç kişi var şunun şurasında? Gelin bir pazarlık yapalım sizinle. Ey insanlar bana kötü bana terk ettiğiniz düşünceleri verin. O vazgeçtiğiniz günler eski yanlışlarınız. Ah ne aptalmışım dediğiniz zamanlar. Onları verin yakınmalarınızı. Artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar.
Ben açtım onları dediğiniz ne varsa. Bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar. Boşa çıkmış çabalar. Bozuk niyetlerimiz. İçinize kırık dökük. Yoksul. Yabansı. Verin bana. Verin tamüden işlediğiniz suçları da. Bedelinde biliyorum size çek yazmam yakışık almaz.
Bunca kaybolmuş talan parayla ölçülür mü ya?
Son sigaranı eski mis senelere.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir