"Enter"a basıp içeriğe geçin

34 | Merak Et! – Özel Bölüm (Yeraltından Notlar)

34 | Merak Et! – Özel Bölüm (Yeraltından Notlar)

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=pRXVpVgctDI.

Hepinize uzun süre sonra nihayet dışarıdan selamlar. Geçen bölümdeki şiir derlemesini çok sevdiğinizi görünce bu bölüm için güncel bir kolaç hazırlamaya karar verdim. Yazdığım herkes sizin için şiir okuyup attı bana. Hepsini izleyeceksiniz bölümün sonunda. Ayrıca bu metinlerden biri birkaç gün önce kaybettiğimiz Oruç Aroba’ya ait olacak. Bu bölümdeki kitap tavsiyeleri neyse ben değil Caner Özgürtlü verecek. Böyle garip bir bölüm olacak sokak seslerinin içinde. Herhalde siz de en az benim kadar özlemişsinizdir diye düşündüm sokakları. Ama umarım ses çok da rahatsız etmez hiçbirimize. Deneyeceğiz bakalım. Evet. Bu aralar aşkı en iyi anlatan cümleyi arıyorum. Şair Ahmet Terli şöyle söylemiş. Beni uçurumdan atsan düşene kadar aklımdaki tek şey sırtıma dayan ellerin olurdu. Cümleye bak. Didam madak ne demişti peki? Şimdi aramıza duvar örsen yine kalkıp senin sevdiğin rengi boyarım. Ya Kafka, Milena’ya yazdığı bir mektupta ne diyordu? Neden odanda duran ve seni sürekli büsbütün gören mutlu bir dolap değilim. Shakespeare’e bakalım senin dudakların şarap gibi ve ben sarhoş olmak istiyorum demiş. Tabi bu dolaylı anlatımdı. Doğrudan anlatımsa senin ağzına yerim ben diyen Sinan Özen’den gelmişti. Madem edebiyat dersine bağladık bakın bu ünlü düşmesi.
Allah’ım yarabbim niye öyle oldu? Bu da anlatım bozukluğuna bir örnek. Herkes el önüne koyacaklar burada en azından uçmayabilir. Meşgul insanı ile burada rızkını takar. Şaka bir yana bence mutlu aşk diye bir şey yok. Aşk dediğin Romeo ve Juliet’tir. Ne bileyim Leyla ile Mecid’imdir. Çünkü aşklık veyselinde dediği gibi oğlan kızı sever, kavuşamaz aşk olur. Yani aşk belki de kavuşmanın değil de kavuşamamanın bir şeydir. Kavuşmanın değil de kavuşamamanın bir sonucu. Peki bizi ne aşık eder? Bence bize benzeyen insanları seviyoruz ama bizden farklı insanlara aşık oluyoruz. Buradaki anahtar sözcükse merak. Merak etmek. İnsana dair en sevdiğim özellik. Adamın biri merak ediyor ve atomu parçalıyor. Bir diğeri uzaya araba fırlatırken öbürü telefonla icral ediyor. Sonuçta bütün bunlar da aşkla yapılan şeyler değil mi?
Daha önce de söylemiştim ben Zemin Katadolu’yum. Kot 1, Kot 2 apartmandaki en ucuz daireyi kiralar orada yaşarım. Bak bu benim pencerem. Hepiniz geçiyorsunuz önümden. Hatta şu ufak siyah hoparlordan sevdiğim şarkıları size dinletiyorum bazen. Gazapizm çalıyordu bu sırada. Unutulacak günler. Kazanmak kirlidir. Kaybedelim insan kalırız dediği şarkı. Fotoğraftaki kağıt toplayıcısını fark etmişsinizdir.
Evde tıkılı kaldığım günlerde borç sokaklarda onları gördükçe iyice merak etmeye başladım. Birine arabasının adını sordum. Çek çek dedi mesela. Bir diğerine camdan demlediğim çayı uzattım. Sevdiği kızı anlattı bana. Düşündüm sonra. Her gün görmezden geldiğimiz bu insanların dünyaya katkısını düşündüm. Çok az para kazanmalarına rağmen dünyaya bir bankacıdan, bir reklamcıdan ya da sikko ve youtuberdan daha fazla hizmet ettiklerini fark ettim.
Çünkü plastiğin yeryüzünden silinmesi yüzlerce sene sürüyor. Ya da kağıt demek, ağaç demektir. Geri dönüşüm biçileri dünyaya bu katkıyı sağlıyor işte usulca. Baba parası yiyen al yanaklı adamlar ya da instagramın keşfet sekmesindeki estetikli kızlar ilgimi çekmiyorlar. Kirili ayakkabılara inanıyorum ben. Ütüsüz tişörtleri, dağınık saçları, eskimiş sırt çantalarını ya da yorgun bakışları seviyorum ben.
Aşktan ve meraktan bahsettik yani. Meraktan yoksun bir aşkın hikayesini anlatayım şimdi. Şair Nilgün Marmara intihar ettikten sonra kocası şöyle söylemişti onun hakkında. Şiir yazdığını bile bilmezdim. Bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler karalardı. Şair ise yaşarken yazdığı bir şiirde kocasından şöyle bahsetmişti.
Yabancıların en yakınıydın sen. Nilgün Marmara’nın üniversitedeki bitirme tezi bir başka şair olan Silvia Plett’in intiharı bağlamında şairlik analizi idi. Bu fotoğrafta ise ortada Nilgün’ü ve aynı karede Ece Ayhan, Cemal Süreyya, Edip Cansever ve Tomri Suyer gibi birçok şairi bir arada görebilirsiniz.
Ey iki adımlık yerküre senin bütün arka bahçelerini gördüm ben diyen şair henüz 29 yaşındayken 5. kattaki evinin yatak olasından aşağı yattı kendini. İşe bak ki Silvia Plett de 30 yaşında öldürmüştü kendini.
Düşünüyorum şimdi Nilgün Marmara’nın kocası karısının her gün neler yaptığını pıtır pıtır neler karaladığını nasıl hissettiğini yani onu merak etseydi belki de şair hiçbir zaman böyle bir şey yapmayacaktı. Kadın derin ama adam yüzme bilmiyor mevzusu işte. Ve asıl Nilgün Marmara da böyle yalnız böyle şahane bir kadındı işte. Okuyun okudun.
Bunca zamandır size hiç edebiyat dergisi önermediğimi fark ettim. Hatta böyle bir şeyi nasıl atlarım anlamak güç. Öncelikle Varlık dergisi şahanedir. Lakin biraz ağırdır. Edebiyata harbiden gönül vermiş okurları tatmin eder. Diğerleri için biraz sıkıcıdır. Notos neredeyse her sayısını alıp titizlikle okuduğum gerçek bir edebiyat dergisidir. Yayın hayatına iki sene önce kadar başlayan Ons dergisi son zamanlardaki yeni favori. Bu salt edebiyat dergisi değil. İçinde edebiyat olduğu kadar müzik, resim, sosyoloji, tarih ya da bilim içerikli yazılar da var. Onsdergi.com’a girip incelemenizi ve arzu ederseniz eski sayılarını sipariş vermenizi öneririm.
Bu arada edebiyat dergisi olmasa da Sokrates dergiyi de çok seviyorum. Eğer dergi okumak istemiyorsanız da en azından YouTube sayfalarına girebilirsiniz. O zaman şu arabada park etsin ve bu defa sesli kitap yerine sesli dergilere bir bakalım. Ben örnek olarak Notos dergisinin Oğuz Atay sayısını seçtim ama size tavsiyem Storytel’i kurcalayın biraz ve bu derginin diğer sayılarını da dinleyin.
Oğuz Atay ismi ilk romanı Tutunamayanlarla birlikte anılır. Tuhaf, tam da Oğuz Atay’a yakışan bir tuhaflık. 80’in sonrasında kültleşen Tutunamayanlar yazıldığı yıllarda birkaç yayın evi tarafından geri çevrilmiş, zorlukla yayımlanabilmiş, TRT roman ödülüne rağmen 70’lerin okurunun ilgisini çekmemişti. Şimdi Caner Özgürtü’den kitap önerilerini alıp şiir okumalarına geçelim.
Bir şey var kafamda. Bir fikir, böyle büyük bir yardım, bir destek projesi gibi. Bu gidip Afrika’da su kuyuları açtırmak da olabilir, buradaki köy okullarına destek olmak da. Bilmiyorum, henüz karar vermedim. Ama yakında böyle bir işe kalkışabilirim. Çünkü edebiyat, felsefe, bunlar mükemmel şeyler ancak gerçek hayatta da bir karışıklık olmalı.
Yani tevride öğrendiklerimizi pratiğe de dökebilmeli ve bu dünyayı insanlar için biraz daha yaşanabilir bir hale getirmeliyiz. 34 bölüm oldu. Sizinle birçok şey paylaştım burada. Belki de hep beraber güzel bir şey yapma zamanımız gelmiştir artık. Hatta şunu yapalım dediğiniz öneriler gelirse aklınıza yazın yorumlara. Çünkü bence hayatın anlamı başkaları üstünde bıraktığımız iyi ya da kötü etkilerdir.
Hadi eyvallah. Selam herkese. Çok teşekkür ederim beni buraya davet ettiğin için Aytu. İlk Ercan Kesal, evvel zaman. Ercan Kesal’ın genel olarak yazdığı şeyleri çok seviyorum.
Ama ayrıca bu bir zamanlar anında olduğu filminin kamera arkası gibi yani Ercan Kesal’ın o sırada tuttuğu günlükler, çekim sırasında tuttuğu günlüklerden oluşuyor. Bir zamanlar anında olduğu filminin ne kadar garip şartlarda çekildiği, yani kreatif anlamda yenilikleri açık olmak için aslında bütün setin yönetmenin peşinden koştuğu, garip sürprizlere açık olan film çekilirken daha sonunun yazılmamış olduğu bilgilerinin falan içinde olduğu bir yandan da bu yaratıcı ruhu kıskandığımız da bir kitap. Hem bir zamanlar Anadolu’da filmini sevenler, hem Nolubil Gece’yi de sevenler, hem Ercan Kesal’ı sevenler ya da bunları sevmeyenler özellikle ama sinemayla ilgili olanlar, sinemaya ilgi duymak isteyenler okuyabilir gibi geliyor. Tavsiye ediyorum.
İkincisi edebiyat anlamında çok güçlü olmasa da tarihte çok sevdiğim, çok ilgim çeken figürlerden biri olan Ozzy Osbourne’un anlatıldığı Ben Ozzy. Sözde kendisi de yazmış ama asla öyle bir şey değildi çünkü kendi zaten disleksi, rahatsızlığına da sahip, tam olarak okuyup yazamıyor bile. Birini anlatmış, o da yazmış herhalde Chris Ayres. Bu da özellikle Black Sabbath’i seviyorsanız tabi ki çok başka bir anlam taşıyor ama genel olarak 60’lar, 70’lar İngiltere Amerika rock metal dünyasının büyümesi ve o şuursuz insanların o sektörün içine nasıl savrulduğu çok garip sahne anıları, çok tuhaf grup gibi backstage anılarını içinde barındıran bayağı rock’n’roll bir kitap. Okurken yoruldum resmen. Üçüncüsü yine Sinema Dünyası’ndan. Dünyada en sevdiğim sinemacılardan biri olan Fatih Akın’ın Sinema Benim Memleketim kitabı. Bunu hani bir kere baştan sona okuyorsunuz sonra böyle geri dönüp dönüp tekrar bakabiliyorsunuz. Bu ne acaba? Sürücü kursu başvuru belgeler içinde kalmış.
Fatih Akın’la ilgili tek tek filmlerin üzerinden geçerek ve öncesinde ailesi nasıl bir yaşamdan geldiği, Almanya’da göçmen olmak ne demek, Türk göçmen olmak ne demek filan gibi başlık soru, film inceleyerek o filmde neyi amaçladı, başlareler geldi, yönetmenliğe nasıl ulaştı filan gibi birçok sorunun cevabı olan çok açıkça Fatih Akın gerçekten çok bence açık cevaplar verdi.
Bu açıdan da baya beni mutlu eden bu kadar açık insanlar görmek çok hoşuma gidiyor gerçekten bir kitap. Kurgudışı bir seçki yaptım. Gelen de Kurgudışı okuyorum zaten. İyi okumalar. Böyle bir program yaptığınız için de teşekkür ediyoruz ve izlediğiniz için.
Ve insanlar evde kaldılar, kitap okudular ve dinlendiler, sanat yaptılar, oyunlar oynadılar ve yeni varoluş yollarını keşfettiler. Durdular. Daha derinden dinlediler. Biri meditasyon yaptı, biri dua etti, biri dans etti, biri kendi gölgesini keşfetti.
İnsanların düşünceleri değişti. İyileştiler. Cahilce tehlikeli, anlamsız ve vicdansızca yaşayan insanların yokluğunda dünya iyileşmeye başladı. Ve tehlike sona erdiğinde insanlar ölüleri için ağladılar.
Ve yeni kararlar aldılar. Yeni bir dünya hayal ettiler. Yeni yaşam biçimleri yaratıp dünyayı tamamen iyileştirdiler. Tıpkı, tıpkı kendilerini iyileştirdikleri gibi. Ben erkek değilim. Futbolu, boksu ve arabaları sevmem.
Duygularımı ifade etmeyi severim. Hatta kollarımı arkadaşımın boynuna dolamayı. Ben erkek değilim. Bana verilen rol oynamayacağım, Playboy ve Hollywood’un yarattığı o rolü çünkü televizyon bana nasıl davranacağım söyleyemez. Ben erkek değilim. Bir sincabı öldürdüğüm gün bir daha öldürmeyeceğime yemin ettim. Et demeyi bıraktım.
Kan midemi bulandırır. Şekleri severim. Ben erkek değilim. Ciddetten hoşlanmam. Bir kadına tecavüz etmedim hiç. Gökmenlerden nefret etmiyorum. Ben erkek değilim. Hiç frengi olmadım. Ben erkek değilim. Mutfuz olduğum zaman ağlarım. Ben erkek değilim. Kendimi kadınlardan üstün görmem. Ben erkek değilim. Şiir yazıyorum.
Ben erkek değilim. Seni yok etmek istemiyorum. Sen beni öpersen, belki de ben Fransız olurum. Şehre inerim. Bir sinema yağmurayı çalıyor. Otomu bilinciye doluyor. Herif oğlu ölür. Dünyadaki tüm zincirler 40 yaşından büyüktür. Sen egaliyle ahir değil. Sen beni öpersen, belki aşkımız Fırat’ın karşılık bulur. Ne ikna edici bir intihar gelişimdir şimdi göz göze gelmek. Elbette ata bir mekki bilir seni sevmekse. Ağlarım ki, bu şey gayet rasyonaldir. Ahtan aflamak. Freud diye bir şey yoktur. Sen beni öpersen, belki de ben kankası terleşirim. Ya da şair olurum, seni de aldırırım yanıma. Bilesin, göğsünde hangi önü açmış tek göz. Ya o eller öpülür, ya sen öldürürsün. Hadi, isteyeceksin. Dudaklarımı kanatırcısına ısırıyorum günlerdir. Her sözcük dilimin ucunda küfürü dönüyor çünkü. Bir gök gürlese bari diyorum, bir sağanak patlasa. Bitsin bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitsin.
Ama bir tufan, az mı gelir yoksa yine de. Yırtılan ve parçalanan bir şeyler olmalı mutlaka. Hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler. Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent. Ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü. Gidenler nerede kaldılar? Özledim gülüşlerini. Bir kenti güzelleştiren yalnız onlar da sanki. Onlar da çocuklara ve aşk ölesiye bağlanan.
Kadınları güzelleştiren herhalde onlardı. İçimde zapt edilemez bir kırma isteği. Dizginlerini koparan bir at sanki bu. Soluk soluğa kalıyorum her sonbahar. Ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa bir yolculuk düşüyor aklıma. Gidiyorum. Bütün gençliğim böylece geçip gitti işte. Ama hala bir şeyler var vazgeçemedim. Sessizce çekip gidiyorum şimdi. Sessiz ve kimliksiz.
Belki yine gelirim. Sesime ses veren olursa bekliyorum. Her şeyi yazarım da zamanı yazamam. O yazar çünkü beni. Yazar beni yavaş yavaş. Özenli, azalta azalta görkemli. Sanki dolduracakmış, ovduracakmış gibi. Halbuki sıyırıp düşürmüştür tırnağımda ki çürü. Parmağımdaki yarayı kabuk kabuk geçirmiştir.
Geçerken sanki çoğalta çoğalta yazarak beni…
…özellim, görkemli.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir