"Enter"a basıp içeriğe geçin

37. Bölüm | Final (Yeraltından Notlar)

37. Bölüm | Final (Yeraltından Notlar)

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=2LhHITc9Qww.

Bir önceki bölüme, bu aralar keyfim yerinde, kim bilir başıma neler gelecek diye başlamıştım. Geldi, terk edildim. Aslında şaşırmadım yani ben de olsam beni terk ederdim ama biraz ani oldu tabi. Normalde aşk, ilişkiler vs. çok da umursadığım konu başlıkları değil aslında ama bu aralar başka hiçbir şey düşünemiyorum. Kız arkadaşımın iki senenin ardından WhatsApp’taki profil fotoğrafı şu bende. Black Mirror’daki gibi engelliğim ve onun resmi yerinde ne üdüğü belirsiz bir kafa görüyorum. Yazarlık çok acayip bir iş. Kadınlar önce merak edip ilgi duyuyorlar sana ama ilişkiye başladıktan sonra anti depresan önerip gerçek bir meslek edinmeni tembihliyorlar. Yani başta onları heyecanlandıran şeylerin tam tersini istiyorlar. Bir laf vardı, kim demiş hatırlamıyorum, onur ünlü olabilir. Kadınlar şairlere aşık olur ama müteahhitlerle evlenir diye. Biraz o hesap herhalde. Bundan 3-4 sene önce birlikte yaşadığım bir kız arkadaşım vardı. Bir sabah kahvaltıda sucukları nasıl böyle kalın dilimlersin, böyle sucuk mu olur diye bağırmaya başlamıştı bana. Bir saat sonra pılımı pırtımı toplayıp gittim o evden. O gün anlamıştım olayın aslında sucuk olmadığını. İnsan psikolojisi böyle işte. Asıl problemle yüzleşmemek için sürekli ufak ve saçma problemler yaratıp onlarla oyalanıyoruz. Bir de gitmeyi bilmek lazım tabi. Yani artık yürümeyen bir ilişkiyi efendi gibi bitirebilmeyi. Bu konuyla ilgili Mayakovski’nin çok sevdiğim bir lafı var. Diyor ki, hayatın en hüzünlü anı mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır. Bırak gitsin, bırak git diye. O şekilde işte. Tuhaf şey tabi. Saç diplerini kokladığın bir insana yabancılaşmak. Yıllar sonra bir sokakta, tesadüfen yanından geçerken birkaç saniyeliğine bir şey hisseder, bir şey hatırlar gibi olup yoluna devam etmek. Amacım kız arkadaşımı suçlamak değil. Hatta burada anlattığım olumsuz şeyler onun için söylediğim şeyler de değil. Aksine bu ilişkinin huysuzu ve uyumsuzu bendim. Çünkü ben mutlu bir ailede yetişmedim. Annem ve babam çok iyi insanlardır. Ama bir arada olmadıklarında. Kavga gürültü eksik olmazdı benim yaşadığım evde. Kimi çocuk pek umursamaz bu durum ama ben duygusal bir tip olduğumdan epey kafaya takardım. Hani evlenirken istenen belgeler var ya, vesikalık fotoğraf, sağlık raporu falan. Asıl çocuk yapmak isteyenlerden alacaksın o belgeleri. Hepsini tek tek teste sokacaksın. Çocuğu gerçekten istiyor mu? Akıl sağlığı yerinde mi?
Ona bakabilecek ve en azından yanında kavga etmeyecek kadar sorumluluk sahibi mi? Ve insanın ileride nasıl biri olacağı çocukluğum da şekilleniyor. Belki de bu yüzden yani ölümde böyle bir örnek olduğu için korktum yuva kurmaktan. Tuzak gibi geldi hepsi. Yüksek lisans, alçak lisans. İş, kariyer, evlilik, çoluk çocuk, taşıt kredisi, konut kredisi, koltuk takımı, aydat, su faturası,
sağlık sigortası, bireysel emeklilik, toplumsal delilik, vadeli mevduat, borç senetleri ya da akraba ziyaretleri. Sevemedim, istemedim hiçbirini. Gene de affettim seni anne. Beni sürekli abimle kıyasla bana ya da onun kız arkadaşlarını daha çok sevmene rağmen affettim seni. Seni de affettim baba. Aslında annemi sevdiğini biliyorum ama
baba olmak, koca olmak gibi şeyler karakterine, ruhuna ters şeylermiş işte. Peki siz yapabilecek misiniz? Yani beni olduğum kişi olarak kabul edebilecek misiniz? Ya sen seçil, sen yapabilir misin bunu? Şimdi gelelim final konusuna. Bir önceki bölüme yaptığımız 2000 yorumun tamamını okudum ve sizin gibi insanlara sahip olduğum için ne kadar şanslı biri olduğumu fark ettim.
Hatta bazı yazılanları okurken baya duygulandım. Tam da böyle bir düşüşteyken ve çakılmayı beklerken tuttunuz beni resmen. Bir süredir düşündüğüm iki farklı seçenek vardı. Ya programı bitirmek ya da risk alıp farklı bir kanala geçmek. Akabinde benim de izleyicisi olduğum bir kanalla görüştüm ve programa orada devam etme kararı aldım. Baktığımda buradan daha büyük bir kanal değil. Daha çok izlenip daha çok kazanacak da değilim.
Ama yıllarca aynı yerde oturup aynı şeyi yapan bir insan olmak istemiyorum. Bu arada babalayla herhangi bir problem yaşamadım. Hatta bugüne kadar burada neyi nasıl yapmak istediysem o şekilde yaptım. Ve olsan bu tuhaf programa güvenip de onu yayınlayan, yayınlamak isteyen tek adamdı. Bu yüzden her zaman dostum olarak kalacağını, bilmesini ve bilmenizi isterim. Bölümün kitap önerisini Hakan Günday’dan seçtim.
Pitch diye tabir edilen dört erkek karakter var kitapta. Narsist, bencil ve sosyopatlar ama tuhaf bir şekilde çekicilerde. Onlar gibi olmamanızı ancak gene de onları tanımanızı isterim. Bence mutlaka okuyun ya da dinleyin bu kitabı. 2002 yılının Eylül ayında iki hain tecavüz bebeği bir labirentin koridorlarında dolaşıyordu. Bu labirentin adı Cadde Bostan Migros’tu.
Sağ elindeki siyah seli lozik boya tüpünü sallayarak konuşanın adıysa Barbaros’tu. Evet burada yaşayabilirim. Burası benim evim olabilir. Bir markette yaşamak fena olmaz. Çok sevdiğim bir şair var. Birhan Keskin. Bir şiirinde şöyle diyor mesela. Aklıma suyun intiharı geliyordu hep. Şelale deyince. Şelale ve suyun intiharı. Bir şairden başka kimin aklına gelir ki?
Şeği de çok severim. Dürtme içimdeki nere. Üstümde beyaz gömlek var. Bugünlerde tekrar onun şiirlerini karıştırırken Reha Özcan’a yazdım. Dedim ki final için Birhan Keskin’den bir şiir okur musun? Muazzam bir adam. Okudu ve attı. Çok da güzel oldu. Sağlıcakla kalın. Hadi eyvallah. Sana buraya bazı şeyler koyuyorum.
Yol boyunca aklımda olsun. Lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun. Bir zararı yok burada dursun. Şuraya bir cümle koydum. Bırak acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun.
Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri elini alır okşar. Biri alnından öper. Ağzı unutursun. Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağ. Onlar bizim kardeşimiz. Çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun. Buraya küçük güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar. Isınırsın. Buraya bir inanç, bir inat koydum. Tut ki unuttum. Tekrar bak o inat neyse sen olsun.
Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa nefesin unutma. Ciğer kenarına en çabuk onaran ordu. Allah’a bak aklında bulunsun. Buraya böyle umutlu günler koydum.
Şimdilik uzak gibi görünüyor ama kim bilir birazdan uzanıp dokunursun. Buraya böyle bir ayna koydum. Arada önüne geç bak. Sen şahane bir okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. Ne olacak ki? Bırak patlumlar seni kovsun.
Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden koparıp bir parça. Ben de çok doldur. Lazım oldukça. Ya sabır, ya sabır. Dokunursun. Burada güzel çaylar var. Bu aralar senin için çok önemli. Bitki çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Denersin. Mat-sat, midene dostluk olsun. Şuraya YouTube’dan müzikler vah dinle falan koydum. Ama müzik konusunda sen benden daha iyisin. Koklayıp buluyorsun. Buraya bir silkin tohtu koydum. Kırk dert bir arada canına yandım.
Kırkına birden deva olsun.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir