"Enter"a basıp içeriğe geçin

Amerika Keşfedilmeseydi Bu Yemekleri Yiyemeyecektik

Amerika Keşfedilmeseydi Bu Yemekleri Yiyemeyecektik

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=CQgPNO4uNZw.

Christophe Colomb bir tesadüf eseri Amerika’yı keşfettiğinde dünyanın akışı hiç beklenmedik bir yöne doğru değişti. Birçok insan bugün hiç bulunmasa çok daha iyi olurdu dediği Amerika toprakları sayesinde aslında hayatımız o kadar çok şekillendi ki bunu günün her anında yaşıyoruz.
Örneğin domates olmadan bir gün nasıl geçebilir ki? Her salatanın olmazsa olmazı ve birçok yemeğin içinde kullanılan domates Amerika keşfedildiğinde denizciler tarafından Avrupa’ya getirildi. Fakat yüzlerce yıl boyunca kilise izin vermediği için Avrupalılar domateze bu ancak şeytanın icadı ve zehirli bir sebze olabilir. Baksanıza, renginden belli diyerek dokunmadılar.
Şaşırtıcı olan ise domates gibi en temel gıdalarımızdan biri Osmanlı’ya ancak 1800’lü yıllarda yani yaklaşık 200 yıl önce geldi. Bugün ise neredeyse bütün sulu yemeklerde ve sos çeşitlerinde domates mutlaka kullanılıyor.
Patates ise Christof Kolomba borçlu olduğumuz ayrı bir sebze. Amerika’nın keşfinden bir süre sonra bütün yeni dünyayı alt üst eden İspanyol korsanlar tarafından Avrupa’ya getirilen patates uzun bir süre İrlanda’nın tek yiyecek kaynağıydı. Hatta İrlanda’da patates üretiminin azalması nedeniyle 1 milyon kişi açlıktan ölmüştü. Avrupa’nın diğer ülkelerinde ise genellikle yoksul halkın ve atların yiyeceği olarak kabul ediliyordu. Osmanlı’ya ise ilk defa 1850 yılında girdi fakat Anadolu mutfağında tanınması 1900’lü yılları buldu. Kısacası patates sofralarımıza gireli 100 yıldan biraz daha fazla oldu diyebiliriz.
Yine Güney Amerika’da yerliler tarafından Christof Kolomba tütün meyvesi ve yaprakları hediye edildi. Fakat Kolomb bununla ne yapacağını bilmediği için meyvesini yiyip yapraklarını atmıştı. Yerliler onlara iyi niyet göstergesi olarak tütünün karşılıklı nasıl içileceğini öğrettiler. Yaprakları kurutulup küçük parçalara ayrıldıktan sonra ateş ile yakılıyor ve bir çubuk aracılığıyla da ciğerlere çekiliyordu. İnsanlar diğer yiyeceklere mesafeli yaklaşsalar da hatta yüzyıllarca dokunmamış olsalar bile tütünü hemen kabul ettiler. Öyle ki Kolomb Avrupa’ya döndükten sonra birkaç yıl içerisinde tütün Osmanlı dahil olmak üzere tüm dünyaya yayılmıştı bile. Mısır’da yine Amerika’dan sofralarımıza gelen bir gıda ürünü. Öyle ki keşfedildikten sonra Çin başta olmak üzere tüm dünyada tanındı.
Bugün ise dünya üzerindeki gıda ürünlerinin %70’inin içinde mısır kullanılıyor. Film izlerken patlamış mısırın alışkanlık haline gelmesinin yanında yağ, un ve destekleyici madde olarak alışveriş mağazalarından aldığınız bütün hazır yiyeceklerin içinde mısır mutlaka var.
Amerika sayesinde hayatımıza giren o kadar çok gıda ürünü sayabiliriz ki öncesinde insanlar ne yiyordu diye merak etmemek elde değil. Biber bile ilk defa yeni dünyadan yani Amerika’dan getirilmiştir. Bugün kırmızı, yeşil, dolmalık gibi birçok türü olan biber mutlaka her gün midemize giriyor. Biberin salçası, sosu ve baharat çeşitleri de bizler için ne kadar önemli olduğunun göstergesi. Günümüzde Doğu ve Güneydoğu bölgesinde genellikle acı biber yoğun olarak tüketiliyor. Bunun sebebi de aslında biberin ülkemize girişiyle ilgili. Neredeyse 400 yıllık bir alışkanlık diyebiliriz. Osmanlı o yıllarda farklı ticaret yollarına sahipti. Bunlardan bir tanesi Akdeniz üzerinden diğeri de Hindistan üzerinden topraklarımıza ulaşıyor. Avrupa üzerinden gelen ilk biberler tatlı olanlardı.
Bunlar genellikle İstanbul ve Ege bölgesindeki limanlara ulaştığı için Batı Anadolu halkı ilk olarak tatlı biberle tanışmıştı. Fakat Hindistan üzerinden gelen ticaret yoluyla da acı biber Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde tanındı. Kısacası bir çocuğun damak zevki küçüklüğünde nasıl oluşuyorsa benzer bir durum ülkemiz üzerindeki coğrafyada da yaşandı. İlk olarak tatlı biberle tanışan Batı halkı, tatlıyağ, acı biberle tanışan Doğu Anadolu halkı da biberin acısına alışkın olduğu için uzun yıllar böyle devam etti. Atalarımız maalesef hiç çilek yiyemediler. Örneğin Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim çileğin ne olduğunu duymamışlardı bile.
Onlardan birkaç nesil sonra gelen çilek ilk başlarda sadece zengin sınıf ve saray halkına has olarak kabul edildiği için yalnızca saraya ait bahçelerde yetiştirilmeye başlandı. Yetiştirilmesi bugün bile zor ve zahmetli olduğu için zenginlere ait bir lüks olarak kabul edilen çileğin tadına Anadolu halkı ancak 1800’lü yıllarda bakabildi.
Bugün pastalarda sık sık kullanılıyor, insanlar çikolata soslarıyla yiyebiliyorlar. Atalarımızın hiç öğrenemediği başka bir lezzet ise kuru fasulye. Pilav vardı fakat yanında kuru fasulye olmadan yenmek zorunda kalınıyordu. Belki de eski insanlar hiç tatmadıkları için aradaki farkı anlayamazlar.
Fakat günümüzde kuru fasulyeyi yiyorsanız yanında pilav yoksa orada bir şeyler mutlaka eksik demektir. Her gün marketlerden aldığımız, pastalarda kullandığımız çeşit çeşit türleri olan çikolata eğer Amerika keşfedilmeseydi aklımıza dahi gelmiyor olacaktı. Bugün 10 binlerce türüyle en çok tüketilen abur cuburların başında gelen çikolata Güney Amerika kökenlidir. Oldukça sıcak ve nemli bir iklime ihtiyaç duyan kakao ağacının çekirdeğinden yapılıyor. Aslında kakao çekirdeği o kadar acı bir tada sahip ki bu çekirdekten böylesine bir lezzet üretmeyi nasıl düşünmüşler insan şaşırıyor. Amerika kıtasında yaşayan Aztek kralı kakaoyu o kadar çok seviyormuş ki bazı günler 50 bardak bile içtiği oluyormuş.
Aztekler o kadar çok seviyorlarmış ki kakao içeceği altın kaplarda sunulmazsa bu büyük bir hakaret anlamına geliyormuş. Çikolata 1800’lü yılların ortalarında günümüzdeki gibi tabletler şeklinde Osmanlı’ya da geldi. Fakat sadece saray halkının yediği lüks ve zenginlik sembolü olarak kabul edildiği için halka uzun yıllar ulaşamamış. 1927’de Atatürk ilk çikolata fabrikasını açarak halka ulaşmasını istese de Anadolu halkı genellikle şerbetli tatlılara alışık olduğu için kolay benimseyememiştir. Pasta, kek, börek, dondurma bugün dünya tatlılarının neredeyse tamamında vanilya kullanılır. Sade olarak tanımladığımız her tatlı aslında vanilya içermekte.
Böylesine tatlı kültürünün temelinde yer alan bir gıdanın 17. yüzyıldan önce bilinmiyor oluşu gerçekten hayret edilisi. Düşünsenize vanilya olmasaydı bugün bir pastacıya gittiğinizde bir tatlıcıya gittiğinizde bulabileceklerinizin muhtemelen yarısı olmayacaktı. Fıstık ise çerez dünyasının en önemlilerinden. Öyle ki birçok tatlıda kullanılmasının yanında çerez olarak da çok tüketilen bir ürün.
Amerika keşfedilmeseydi onu da hiç bilmeyecektik. Ne fıstığı kezmesi ne de aldığımız karışık çerezlerin %50’sini oluşturan fıstığın tadını hiç almamış olacaktık. Kolom II. seyahatinde gemisinde turp, nuhut ve kavunla birlikte döndü. Bunlar da Avrupalılar tarafından bilinmeyen yiyeceklerdi. Ayrıca Amerika kıtasına özgü bir buğday türü olan yulafın yanı sıra şeker kamışı ve turunçgillerin de Avrupa’ya kâşifler tarafından getirildiği ve her birinin büyük bir şaşkınlıkla karşılandığını unutmamalıyız. Pek çoğu barbar yiyecekleri olarak görüldü ve insanı hasta edebilecekleri endişesiyle uzun müddet tüketilmediler.
Kavunun olmadığı bir dünyayı düşünsenize, bir küçük bilgi, ay çekirdeği de bir anlamda Amerika sayesinde hayatımıza girdi. Eski dünyada ay çekirdeği vardı. Özellikle Kuzey Afrika’da görülen bir bitkiydi. Ancak bir gıda olduğu anlaşılmamıştı. İspanyol kâşifler Amerika yiyerlilerinin ay çekirdeğini gıda olarak kullandıklarını görünce Avrupa’ya getirdiler. Ve bal kabığı da Amerika’dan geldiğinde içindeki çekirdekleri kuruttuktan sonra çerez olarak tüketmeye başlayan Türkler olarak kabak çekirdeğini dünyaya kazandırmış olduk. Amerika hayatımızdan birçok şeyi götürmüş olsa da Christoph Kolomba bize bu kadar çok yiyecek türünü getirdiği için teşekkür etmemiz gerekiyor. Kimilerine göre Amerika’nın keşfedilmesindeki tek güzel şey tütün.
Ama bugün patates, kavun, domates, çikolata, vanilya, fıstık, biber, mısır ve baharatsız bir hayat düşünülemez bile. Sadece bunlar değil daha yüzlerce çeşit meyve sebze, tıbbi bitki ve süs bitkileri de Amerika’nın keşfiyle dünyaya yayıldı. Eğer bu keşif olmasaydı bugün kuduz dahil daha yüzlerce hastalığın tedavisi bilinmiyor olacaktı. Ve biz de pırasa, kereviz gibi hala çok fazla sevilmeyen yemeklerle hayatımızı geçiriyor olacaktık. Zaten eski zamanlarda savaşa giden askerlerin heyvelerinde genellikle pırasa ve kurutulmuş et olurdu.
Zor bir hayat olsa gerek.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir