Anadolu Arkeolojisi | Kitanaura ve İdebessos Antik Kentleri | 5. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=15FX3HcKaO4.
Itsmenin kendi üstünde 🙂
Merhaba.
Yeni bir Anadolu Arkeolojisi programıyla karşınızdayız. Beydağlarındaki serüvenimize devam ediyoruz. Şu anda Antalya Altınyaka Kemer yolunun tam kesiştiği noktadaki Türkmen mezarlığındayız. Burayla ilgili size birazdan bilgi vereceğim. Peki bu bölümde neler göreceğiz? Bu bölümde esas olarak iki antik kent ve onun çevresindeki güzellikleri sizinle paylaşacağız.
Kitanaura Antik Kenti, bugünkü adıyla Saraycık ve İdabesos Antik Kenti bu bölümümüzün konusunu oluşturacak.
Anadolu Arkeolojisi programında hep söylüyoruz Türkiye dünyanın en büyük ve en zengin açık hava müzesi. Bizim Efes gibi, Bergama gibi, Troya gibi, Aspendos Perge gibi sayısız değerlerimiz var.
Ama bu programda böyle bilinen yerlerin yanı sıra kimsenin ziyaret etmediği Kitanaura gibi, Mınara gibi, İdabesos gibi kalıntıları da sizlerle tanıştırmak, buluşturmak istiyoruz. Yolumuzun üstünde de bazen çok ilginç kalıntılar olabiliyor. Burada mesela bir Türkmen mezarlığı var. Ne demek Türkmen mezarlığı?
Bizim resmi tarihimiz 1071’de Selçukluların Anadolu’ya gelmesiyle başlasa da Türklerin ya da Türkmen boylarının 6.7. yüzyılda Anadolu’ya gelip Toros dağlarına yerleştiklerini biliyoruz. Neden Toros dağlarına yerleştiler? Çünkü bunlar hayvancılıkla, göçerlikle uğraşıyorlardı ve Toros dağları yaylalarıyla, denize inen vadileriyle, bol suyuyla, görükler için bulunmaz bir nimetti. Türkler 6. ve 7. yüzyıldan itibaren İslamiyet’i kabul ederek Müslüman olmuşlardır. Ama Orta Asya steplerindeki Şaman geleneklerini de uzun yıllar sürdürmüşlerdir. Hatta günümüze kadar süren gelenekleri vardır.
İşte bu sanduka tipi mezarlar da yine bu gelenekten günümüze kalmış mezarlar ama bu mezarlar tahmin ediyorum 800 ila 1000 sene öncesine ait.
Definecilik ve tarih eser kaçakçılığı artık ülkemizin çok ciddi kanayan bir yarasa haline geldi. Definecilik dernekleri kuruldu. Televizyonlarda programlar yapıyorlar. Bir yörün dediği gibi kıyamete kadar ortak, dünya ile ortak mirasımızı hunharca katlediyorlar, yok ediyorlar ve buna bütün yetkililer bir çare bulamıyor.
İşte buradaki artık bu Türkmen mezarlığı hani çok antik de değil eline dedektörü almış vatandaş belli gelmiş burayı kazmış iş eldivenleri de duruyor. Buna arkeologların ve yetkililerin bir an önce çok acil bir çözüm bulması gerekiyor.
Artıkbresel düzenlemelerin mutlaka yapılması gerekiyor.
Antalya ile Altınyaka’ya bağlı Saraycık Mahallesi’ndeyiz. Saraycık Harabeleri aslında 19. yüzyıldan beri biliniyor. 1850 yıllarda yabancı seyyahlar bütün Ligya bölgesini gezerken Saraycık’ı da tespit etmişler. Ama adını yanlış olarak Apollonia olarak belirlemişler.
Tabi kentte bulabildiğimiz herhangi bir yazıt yok kentin ismiyle ilgili. Kentin ismi daha sonra Kitanar olarak belirleniyor. Bu dağların başındaki antik kentler niçin buralara kuruldu? Bugün deniz kenarını herkes çok seviyor, çok eğleniyor ama antik dönemde hatta çok yakın bir zamana kadar deniz kenarları iyi değil. Çünkü deniz kenarı her zaman istilaya aşıktır. Gemiyle gelen istilacılar, korsanlar her zaman büyük tehdit oluştururlar.
İkinci olarak da sıtma hastalığı gibi hastalıklar deniz kenarında bolca bulunur. Bunun yanı sıra tabi orada keçi otlatamazsınız, ot bitmez. Dolayısıyla bu Toros dağları aynı yörükleri olduğu gibi antik dönemde insanlar için de çok önemliydi. Ama Kitanara’nın bundan farklı bir önemi de var. Geçen programda bahsettiğimiz Marmara’yı istila eden ya da kuşatan Büyük İskender, büyük olasılıkla batıdan gelirken Arikanda-Idebessos-Kitanara yolunu izleyerek buradan denize inmiştir. Yani Kitanara aslında bir ana yol üzerinde de bulunuyordu aynı zamanda. Yerleşmenin yüzyıllardır en çok ilgi çeken antik yapısı anıtsal bir mezar binasıdır. Bugün iyi korunamamış olsa da basamakla iki sütun arasından giriş yapılan tapınak planlı bu mezarın yan ve arka cephelerine, kahramanların sembolleri sayılan çeşitli savaş aletleri kabartma olarak işlenmiştir.
Kitanara Antik Kentinin en güzel kalmış iki yapısı mezar binası olan Heroon ve Hamam’ı. Biz de Kitanara’yı gezmeye bu Heroon’la başlayalım.
Hero’n nedir? İngilizce’deki hero lafı yani kahraman lafı antik Yunancadan geliyor yani bir kahraman mezarı. Bu enteresan bir şey çünkü biz Kıta Yunanistan’da bu tür mezarları görmeyiz.
Bu daha çok Anadolu’ya ait bir gelenektir ve özellikle Pisidya’da ve Lykya’da insanların kahramanlaştırılıp tanrısallaştırıldığı anıt mezarlar görürüz.
Bu mezar aslında bir tapınak formunda yapılmış yani aslında bu kahramanımız öldükten sonra tanrısallaşmış. Anadolu için hani evliyalar ülkesi denir ya bu aslında çok eski bir gelenek.
Bu kahraman büyük olasılıkla Kitanara’lılara savaşta çok büyük yararlıklar göstermiş bir asker, bir komutan ya da o tarz bir kişi olmalı. Mezar binası tipik bir tapınak formunda. Duvarlarında bazı kabratmalar görüyoruz. Kalkanını görüyoruz, atını görüyoruz, ok koyduğu sadaklarını görüyoruz.
Yine bir kalkan ve iki tane mızrak görüyoruz. Baştanrı Zeus’a ait çift balta motifi görüyoruz. Yine atı ve miğferini görüyoruz. Öbür tarafta da askerin vücudunu, kollarını, bacaklarını görüyoruz.
Kahramanımız bu mezar binasının içinde bir lahitte gömülü. Burada da gördüğünüz kapı, Hipposorion adı verilen bir gömü yeri daha var. Peki kim gömülüyor buraya kahramanımız orada olduğuna göre?
Kahramanın karısı, ailesi, belki yakın arkadaşları bu alt gömü odasına bu tarafa defnediliyorlar. Tapınağın ön cephesinde ki Anta duvarlarını, iki tane öne uzanan duvarın adı o.
Yine kahramanın miğferi ve olasılıkla kendinin tasvir edildiği ama iyi korunmamış kötü durumda kabartması görülebiliyor.
Tam Anıt mezarın önündeyiz. Tapınak formu dedik, inantis şeklinde dedik. Aslında bu Türkiye’de değil, Lükyada, Pisidya’da değil Avrupa’da, Yunanistan’da olsaydı buna bir tapınak diyeceklerdi. Anadolu’ya gelen erken seyyahlar da 19. yüzyılda, bu yüzyılın başında Lükyada ve Pisidya’da gezip bu yapıları görüp hep tapınak demişler.
Ama içindeki lahitleri görünce çok bir anlam verememişler Anadolu Ayköy’sini o zamandan henüz tanımadıkları için. Bir zamanlar kapının üzerinde duran lentosu yani kapının üst elemanı çökmüş aşağıya biz şimdi onun üstüne basarak odaya gireceğiz.
İçeride lahit var dedik ama bugün lahit görünmüyor ancak çok dikkatli bakınca burada bir lahtin alt kısmı görünüyor.
Çok fena tahrip olmuş tabii üst yapı çöktüğü zaman bunu paramparça etmiş ama burada atın bacakları bakın gövdesi, atın kafası, önünde bir at daha bu kahramanımız herhalde atıyla bir ava gidiyor ya da bir savaşa gidiyor olarak resmedilmiş. İşte bu küçücük bir parça ama bu yapı hakkında bize çok büyük bir ipucu, çok büyük bir bilgi veriyor.
Bu olmasa kolaylıkla formundan dolayı tapınak diyeceğimiz bu yapıya şu küçücük lahtin burada insitu yani orijinal yerinde korunmuş varlığı bize bunun bir mezar binası olduğunu anlatıyor. Kitanaura’daki Hereon binasının arka duvarı ise biraz daha farklı kabartmalara sahip.
Yine bir psidiye kalkanı var ama ondan sonra iki tane kol görüyoruz, torso dediğimiz bir gövde, bir baş, miferleme bu sefer baş da var ve iki tane de bacak görüyoruz.
Bu bizi ister istemez antik dünyanın bir savaş geleneğine götürüyor. Antik dünyada savaşta alt etmeyi başardığınız önemli bir düşmanın cesedine işkence etmek, onu aşağılamak bir şeref sayılıyor nasıl bir şeyse. Mesela İlyada’da anlatılır, Troya Savaşı’nda kahraman Hector öldürülünce surların etrafında atla çekilerek cesedine işkence edilir.
Yine yakın bölgedeki Termesos’ta kahraman Alketas öldürülünce cesedine türlü işkenceler yapılmıştır. Bu kahramanın da belki böyle öldürüldükten sonra cesedi aşağılanmış ve işkence edilerek parçalara ayrılmış olabilir ama bu tamamen bir yorum tabii ki.
Kitanaura’da dikkat çeken bir diğer önemli yapı, hamam-cimnasyon yapı bütünüdür. Yapı günümüzde bitki örtüsü ve moloziyenlerine rağmen plan açısından anlaşılabilir durumdadır. Genel mimari özellikleri ve taş işçiliğiyle milattan sonra 2. yüzyıl başlarına tarihlendirilmiştir.
Hıristiyanlık döneminde de gücünü koruyan kentin bu dönemde perge metropolitliğine bağlandığı bilinmektedir. Kent akropolisinde tespit edilmiş 3 nefli erken Bizans bazilikası bu sürecin en önemli temsilcisidir. Kitanaura antik kentinin hamamına geldik.
Milattan sonra 1. yüzyıla yani Roma İmparatorluk çağına ait bir dönemden. İşte Roma İmparatorluk çağının zenginliği, ihtişamı bu bey dağlarının ücra bir yerinde adı sanı bilinmeyen küçücük bir Kitanaura kentine kadar yansımış. Tabi aslında bu hamamlar bu zenginlikle beraber gelen ve zenginliğin gitmesiyle de hayatlarını sona erdiren yapılar. Kitanaura hamamı şehir surlarının ve akropolinin dışında yapılmış. İşte Roma İmparatorluk çağının bir özelliği de artık sura ihtiyaç duyulmaması ve surun dışında kentin rahatça yayılabiliyor olması. Niye sura ihtiyaç yok? Çünkü Roma İmparatorluğu o kadar güçlü ki öyle haydutlar, korsanlar elini kolunu sallayarak gezemiyorlar ve kentler güven içinde hayatlarını sürdürebiliyorlar. Bina 2000 sene önce yıkıldığı şekliyle duruyor.
Kemerleri sağlam kalmış tonozları tabi zaten yapılış amaçları da sağlamlığı açısından. Binanın genel planı olarak üç ayrı bölümde olduğu anlaşılabiliyor. Benim bulunduğum bölüm soğukluk yani frigidarium bütün bu alan. Bunun hemen yanında ılıklık, tepidarium ve sıcaklık kaldarium bölümleri var.
Ama orman ve çalı çırpı büyüdüğü için çok net olarak görünmüyor ancak bir profesyonelin bakışıyla ve çizimler sonunda ortaya çıkartılmış. Hamamın içinde bir heykel kaidesi var burada.
Kazıcıların kazdığı şeyler de etrafa dökülmüş. Bu heykel kaidesinin üzerinde yine bir Pisidia kalkanı görüyoruz. Pisidia kalkanı deyip duruyorum. Pisidia daha önce de bahsettim. Hemen Likya’nın komşusu, tarihçi, antik tarihçi Bodrumlu yani Halikarnassoslu Heradot’a göre Likyalıların akrabası ve komşuları.
Beydaları çok ilginç. Ben bundan da seviyorum. Aslında burası Likya bölgesi ama Pisidia özellikleri çok öne çıkıyor. İşte Heron’da gördük o kalkan motifleri. Daha önce de belirttiğim gibi kalkan tamamen bir Pisidia sembolü. Onların savaşçılığını, kahramanlıklarını gösteren bir sembol. Ve Likya’nın bu Beydaları kısmında sadece bol bol bu Pisidia kalkanını ve elemenlerini görebiliyoruz. Hamamın içinde heykelin ne işi var diye düşünebilirsiniz. Kentin varlıklı insanları hamamlara ya da sosyal binalara bir para vererek ya da o hamama bir şey yaptırarak,
bir havuz olabilir, bir salon olabilir, kendi heykellerini o hamama dikip orada sürekli hatırlanmalarını sağlarlar.
Burada hamamın güney duvarlarını görüyoruz. Gerçekten de muhteşem duvarlar. Böyle yarım daire şeklinde dışarı çıkarak mükemmel bir mimari plan orusturmuşlar.
Yani hamamın görselliği ya da ihtişamı belki içinden anlaşılmıyor ama bu duvara baktığınız zaman gerçekten hemen kendini belli ediyor. Kitanağ’la hamamını da bitirdik. Kent aslında çok daha büyük ama görsel olarak çok fazla bir şey yok.
Buradan şimdi yine muhteşem bir kent olan İdabesos’a doğru yola çıkıyoruz.
Finike-Elmalı yolu üzerindeki Koz ağacındaki Karacaören sınırlarında bulunan yerleşmede, 1840 yıllarında başlayan bilimsel incelemelerin sonuncusu 2000 ve 2008 yıllarında Prof. Dr. Nevzat Çevik başkanlığında gerçekleşmiştir. Hellenistlik Roma dönemlerinde Likya Birliği’nin üyesi olarak görünen kent, ziyaretçilerini zengin mezar mimarisine ev sahipliği yapan nekropolisi ile karşılar. Girland ve aslanlarla bezenmiş ya da Likya tipi semerdam kapaklı lahitlerle,
Eksadralı anıtsal aile mezarları öncelikle sıralanabilenlerdir.
Evet, günün son ışıklarıyla İdabesos antik kentine geldik. İdabesos antik kenti de bir Likya kenti ama ismindeki 2S bize bu kent hakkında farklı bilgiler veriyor. Daha önce programlarımızda bahsetmiştik ama ilk defa izleyenler için kısa bir hatırlatmada fayda var. Bu Ege ve Akdeniz kıyılarımızda yayılan kentler Yunan kentleri değil. Özellikle bu Likyalılar. Bu Likyalılar M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu’da yaşayan ve Luhi halkları dediğimiz ve hep Anadolu’da var olmuş olan halkların bir devamı. Bunu nereden biliyoruz? Dillerinden. Aslında bunu siz de bilebilirsiniz. Bir kente geldiğiniz zaman isminde 2S var ise İdabesos gibi veya Ndnt takaları varsa,
Arukanda gibi, Ksantos gibi bu isimler Yunanca değil Luhi kökenli isimlerdir.
Biz her ne kadar İdabesos’ta o kadar eskiye giden bir kalıntı bulmuyorsak da en azından kentin ismindeki 2S, bu kentin Luhi varlığını bize anlatıyor.
İdabesos tiyatrosunun tam önündeyiz. Küçük bir tiyatro, küçük ve sevimli bir tiyatro. Hele bugün orman içinde, akropoyluğun hemen altında. Bütün programlarımızda tiyatroya gittikçe bunu söylüyoruz. Tekrar etmekte fayda var. Bunlar Amfi tiyatro ile karıştırılmamalı. Amfi karşılıklı yani çepe çevre oturma sırası olan demek. Bunların hepsi birer tiyatrodur.
Bu antik kentlerde Dionysos kültüyle ilişkili olarak bu tiyatrolarda Dionysos ritüelleri, gösteriler, oyunlar, çeşitli toplantılar sürekli olarak yapılırdı. Kentin aktif antik çağ yaşamının temsilcisi 7 oturma sırasının açığa çıkarıldığı yaklaşık 600 kişilik tiyatrosudur.
Sahne binası tespit edilememiş tiyatro, helenistik dönem geleneğini yansıtır. Lükyakentlerinin çok kendine has bazı özellikleri vardır ki bunları başka yerlerde kolayca göremeyiz.
Bunlardan bir tanesi Lükyalılar nekropollerini yani mezarlıklarını şehrin içine yaparlar. Yani lahitlerle, mezarlıklarla, mezar binalarıyla şehri süsterler. İşte burada İdebesos’la da hemen tiyatronun yanında ve bütün kente yayılmış lahitleri görüyoruz. Burada yine başka hiçbir yerde görmediğimiz sadece İdebesos’la gördüğümüz bir özellik var. Pisidya ve Lykya’nın tam sınırında burası. Şimdi arkamda gördüğünüz lahit aslında teknesi itibariyle tipik bir pisidyalahdi. Niye tipik diyoruz? Çünkü pisidyalahitlerinin neredeyse tamamında bir kalkan ve içinden geçen mızrak ya da sadece bir kalkan olur. Bunun istisnası pek yoktur. Ama pisidyalahitlerinin üstleri kapakları gotik dediğimiz üçgen alınıklı olur.
Bunda da bir istisna yoktur. Oysa Lykya lahitleri böyle yarım daire semerdam dediğimiz semere benzer şekilde semerdam şeklinde olur. Burada tam sınır kenti olan İdebesos’ta pisidyalahit ve Lykya özelliklerinin bir arada kullanıldığı tek yer olarak da kayda geçiriyoruz. Burada yine bir lahit kapağı var ama güzel bir lahit kapağı. Üzerinde iki tane hayvancık görüyoruz.
Biraz dikkatli bakınca bunların iki ayrı hayvan olduğunu anlarız. Mesela bakın bu ayaklarına bakınca bunun böyle yırtıcı bir aslan olduğu kafasıyla gövdesiyle anlaşılıyor. Karşısında bir hayvan daha var. Aslan onu diz çöktürmüş. O ne acaba? Bakın bu bir toynaklı bir hayvan.
Yani bunun gibi böyle bir yırtıcı bir hayvan değil. Bu bir boa. Aslında Antek dönemdeki iki gücün çarpışması diyebiliriz. Boa, bereketin, toprağın, ana tanrıcanın kutsal hayvanı ve kurban edilmesi en makbul hayvan. İşte burada aslan boaya diz çöktürmüş. Onu pençesiyle kafasına almış ve alt etmiş şekilde görülüyor.
Antek kentleri gezerken bazı küçük detaylar bize o zaman olup bitmiş olaylar hakkında biraz bilgi verebilir. Burada böyle bir şey var. Hep sorulan bir şeydir. Bunları nasıl işte böyle kazıyorlar, nasıl ortaya çıkarıyorlar, nasıl şekillendiriyorlar. Tabii ustalıklı ama bazen bir hata da oluyor. Mesela burada bu Lahtin kapağı çatlamış.
Çatlayınca kaldırıp bir yere atmamışlar. İki tane zıvana deliği açmışlar ve metal bir kenetle, olasılıklı demir veya tunç, bunu birbirine bağlayarak bu kapağı tamir etmişler. Bugün sabah günün ilk ışıklarıyla Bey Dağları’nda Türkmen mezarlığıyla yola başladık.
Daha sonraki Tanahora’ya geldik ve günün son ışıklarıyla da Bey Dağları’nın Dorukları’ndaki İdebesos antik kenti ile sonuna geldik.
Hoşça kalın.
İlk Yorumu Siz Yapın