Anadolu Arkeolojisi | Köprülü Kanyonu Milli Parkı & Selge Antik Kenti | 11. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=8LHXX_yULCA.
… Merhaba. Bu sefer size Köplü Kanyol Milli Parkı’ndan seçtiniyoruz ve bu bölümümüzde…
…Köplü Kanyol Milli Parkı ve sergi antik kentini göstereceğiz. Köplü Kanyol Milli Parkı 1960’lı yıllarda milli park oldu. Özellikle kanyon ve ırmak sayesinde bugün Türkiye’deki en önemli rafting merkezleri arasında…
…en gözde rafting merkezleri arasında. Buraya gelen binlerce raftingçi ve ziyaretçi bu ırmağın üzerinde keyifle rafting yaparken……pek çoğu bu ırmağın antik dönemde Erymedon adında taşıdığını ve burada…
…tarihin en önemli deniz savaşlarından birinin yapıldığının farkında olmuyor…. M.Ö. 6. yüzyılda Persler Anadolu’yu işgal ederler. Anadolu her zaman işgal için gözde bir topraktır. Bereketiyle, ticaretiyle. Yaklaşık 100-150 yıl süren Anadolu halkları ve Yunanlılarla Persler arasındaki savaşlardan……Anadolu’daki önemli bir tanesi işte bu Erymedon ırmağının Aspendos yakınında denize döküldüğü yerde olur. M.Ö. 5. yüzyıl ortalarında Atinalı General Kimon komutasındaki Birleşik Kuvvetler burada Persleri……ilk defa büyük bir bozguna uğratırlar ve Perslerin Anadolu’daki hakimiyetini oldukça zedelerler. Bu savaşın harp tarihi açısından bir önemi daha vardır. Kara birliklerinin destek verdiği ilk deniz savaşı olarak tarihte yerini almıştık.
Wonderland’ta biraborda females savaşları na vision z weed dos plaquett şeyonSim тоangers тхio Strength & Strength O ile clothes ontоды var.
Köprülü Kanyon, Millipark’ına adını veren tarihi köprü hemen arkamda.
Bu da köprülü kanyonun yaklaşık 30-40 metrelik bir bölüm oluşturdu. Kanyonun üzerinden ulaşım sağlayan, milattan sonra 2. yüzyılda yapılmış bir Roma İmparatorluk çağ köprüsü. Bugünkü adıyla Oluk Köprü. Yaklaşık 2000 yaşındaki bu köprü burada hala ulaşımı sağlıyor.
1990’lı yıllara kadar aslında tek köprü buydu. Bugün aşağıdaki modern köprü yoktu. Hem kamyonlar hem araçlar bu köprüyü kullanıyordu. Ancak 90’lı yılların sonunda köprüyü daha fazla yük vermemek ve yıpratmamak için bu köprü ulaşıma kapatılarak daha aşağı yeni köprü yapıldı.
Ulaşıma kapatıldı derken ağır vasıta ulaşımına kapatıldı. Küçük araçlar hala bu köprüyü kullanıyorlar. Antik sergiye çıkan 2. bir yolda, batıdan gelen yol.
Bu yol üzerinde de yine bir köprü çayın ana kollarından olan bir kol var ve o kolu aşan Büğrüm Köprü.
Büğrüm Köprü adını Milli Park’ın içinde yer alan 2. büyük kanyon olan Büğrüm Kanyonu’ndan alıyor.
Ve köprü sergiye doğru çıkarken bu kanyon üzerinden yaklaşık 20 metrelik bir yükseklikten aşıyor.
Selgelileri diğer birçok Pisidia kentinden ayıran özellik, Pamfilya denizi ve kentleriyle, nehirler aracılığıyla kurduğu organik bağdır. Orman ve tarım ürünlerinin Pamfilya sahil kentlerine pazarlanması da köprü pazarı çayı olarak anılan Örümedon ve Kocaçay üzerinden sağlanmıştır.
Selgenin yaya ve atlı ulaşımı ise Oluk ve Büğrüm Köprü’lerine ulaşan döşeme yolla gerçekleşmiştir. Antik çağda Pamfilya limanlarına ulaşan orman ürünlerinin en önemli alıcısı ise Kadim Ülke Mısır’dır.
Köprülü Kanyon Milli Parkı’nın koruması altında Türkiye’nin en geniş selvi topluluğunun yanı sıra Ardıç, Sedir, Köknar, Çilek Ağacı ve Zeytin’in bolluğu bugün de izlenebilir.
Selgiyeye çıkarken Oluk Köprü ve Büğrüm Köprü’den gelen yollar birleşerek döşeli bir yol olarak selgiye devam ediyordu. Ancak ne yazık ki yeni yol açılırken antik yol çok yerde parçalanmış.
Köprü’lü Kanyon Milli Parkı’nın bir başka önemli değeri de dünyada ve Türkiye’de sadece bu bölgede orman olarak kalan yaklaşık 400 hektarlık servi ağacı. Selvi ya da servi bu hep karıştırılır aslında ikisi de doğru. Selvi de denir, servi de denir. Çünkü aslında yabancı bir kökten geliyor. Cyprus yani Kıbrıs ağacı anlamına geliyor.
Bu ağaç aynı zamanda mezarlıklarda çok sık görmeye alıştığımız hayat ağacı. Ta Sümer mitolojisinden beri servinin bir mezarlık bir hayat ağacı olduğunu da biliyoruz.
Köprü’lü Kanyon Milli Parkı’nın geolojik oluşumu da oldukça enteresan. Bu bölgedeki taşlara yakından baktığınız zaman sanki böyle küçük dere taşları asfaltla birbirine yapıştırılmış gibi. Bu bölgedeki taşlara yakından baktığınız zaman sanki böyle küçük dere taşları asfaltla birbirine yapıştırılmış gibi.
Bu bölgedeki taşlara yakından baktığınız zaman sanki böyle küçük dere taşları asfaltla birbirine yapıştırılmış gibi. Ama aslında tabii böyle olmuyor. Toros dağları Afrika kıtasının Avrupa’ya yaklaşmasıyla Akdeniz’in altındaki katmanları kıvırarak yükseltmesiyle oluşan dağlar. İşte bazen bu kıvrımlar sırasında araya çok büyük ve eski dere yatakları sıkışıyor.
Ve bu dere yatakları sıkışarak yükseliyorlar. İşte o zaman Kongolomera dediğimiz içinde dere taşlarının bulunduğu bu oluşumlar meydana geliyor.
Buradaki oluşumlara siyaretçiler Adamkayalar adını takmışlar.
Arkeolojide binlerle konuşuyoruz ama jeolojide milyonlarla ifade ediliyor. Toros dağları 500 ila 700 milyon yıl arasında değişen yaşları olan dağlar ve genç dağlar olarak nitelendiriliyorlar. İşte burada bir Kongolomera oluşumunun çok güzel bir örneğini görüyoruz.
Hatta kendi içindeki dere yatağının katmanlarını da görüyoruz. Bir tane daha büyük taşların olduğu, daha büyük taşların olduğu katman katman buraya getirip bir anıt gibi bize göstermiş. Milattan önce birinci yüzyılın sonlarında Strabon tarafından önemli bir Pisidia kenti olarak tanıtılan Selke, yaklaşık 1250 metre yükseklikte Torosların uzantısı Bozburun dağının güneydoğu eteklerinde bugünün altın kayası Eski’nin Zerkköyü’dür.
Selke’nin kuruluş efsanesinde kurucu kahraman olarak Troya Savaşı sonrası Batı Anadolu’ya kent kurmak üzere dağılan birkaç liderden biri olan Kalkas’ın adı geçer. Bir diğer anlatımda ise kurucuları Mora Yarımadası’ndan gelen Lakedai Monialılar olarak anılan Spartalı’lardır.
Selke’ye hoş geldiniz. Antik adı Selge. Sonra Selge Zerk olarak değişmiş ya da dönüşmüş ama 1960’lı yıllarda hani Anadolu’daki eski isimleri değiştirelim Furya’sıyla,
buraya da Altınkaya demişler ama bugün buralara gelirseniz Altınkaya ismini pek bilen kullanan olmaz herkes Zerk der hala. Selge’ye ulaşmak için Antalya’dan doğuya ayrılan Alanya yoluna devam etmek gerekiyor ve seriyi geçtikten hemen sonra Aspendos Köprüsü’nde geçtikten sonra kuzeye ayrılan
ve doğru bir şekilde tabelalandırılmış yolla Köplü Kanyon Milli Parkı ve Selge diye yaklaşık 100 kilometrelik bir yolculukla Selge’ye ulaşmanız mümkün.
Bugün Selge’de hem köy evlerini göreceğiz hem de Selge’nin antik kalıntılarını göreceğiz ki bunlar arasında tiyatro, stadyon, yukarı agora, ticaret agorası gibi yapıları sayabiliriz.
Tiyatronun önündeki 170 metreye 140 metre genişlikteki düzlük bugün çok belli olmasa da dev bir ticaret agorasının varlığına işaret eder.
Agora’nın güneyinde iki katlı pazar binasının kalıntılarını takip etmek mümkündür. Agora’nın doğusunda çok belirgin olmayan izleriyle kentin kaderini elinde tutan Tice Tapınağı konumlanır. Örkemli ticaret alanının kentte ne gibi faaliyetlerle desteklendiğini tahmin etmek için Selge’nin topografyasını ve doğal çevresini yakından tanımak gerekir.
Bugün bile Zerk bilinen bir yer. Geçtiğimiz yıllarda Antalya’dan Selge’ye antik yolları keşfetmek üzere yola çıktık kapsamlı bir proje ile. Daha Selge’ye 40-50 kilometre mesafe varken bile köylerde özellikle belli bir yaşın üstündekilere sorduğunuz zaman herkes Zerk’in yolunu, patikalarını tarif edebiliyor.
Yani yakın zamana kadar burası bir merkez konumunda olmuş. Tabii bu bazı dana şaşırtıcı geliyor. Bugün işte o turistik Antalya, Alanya, Side gibi yerler dururken niçin burası? Sahiller çok yeni de turizme kadar makbul yerler değil. Sivrisinek, sıtma, hastalıklar, susuzluk, sıcak vs. insanlar hep yükseklerde yaşamış, antik kentlerdeki gibi.
İşte burada Selge’nin Agora’sındaki stoğa dediğimiz alandayız. Burada da aslında kazısı yapılmamış ve üstünde hala insanın yaşadığı bir kent olmanın hem güzel avantajı hem de dezavantajı var.
Çünkü stoğa çok belli değil ama stümlardan, arkamdaki dükkanlardan burada kocaman bir stoğa olduğu anlaşılıyor.
Selge, kuzey, batı ve güney yönlerde surlarla çevrili üç ayrı tepe üzerine yayılmıştır.
Altınkaya, Zerkköy’ü ziyaretçisini kuzeye konumlanmış, yaklaşık 8 bin kişilik görkemli tiyatro binasıyla karşılar. Yapı, sahne binasının yıkılmışlığına karşın, milattan sonra 3. yüzyılda geçirdiği onarımla, bolanca görkemiyle ayaktadır.
Selge Antik Tiyatrosu’ndayız. Bu tiyatro milattan sonra 2. yüzyıla tarihleniyor ancak daha eskiden bunun altında Hellenistlik dönemde ya da belki daha da eski bir dönemde bir tiyatro daha küçük bir tiyatro olmalı.
Genel olarak hep öyle oluyor. Bu tiyatrolar aslında şarap tanrısı Dionysos’a adanmış yapılar. Yani burada Bağbozumu şenlikleri ve Dionysos şenliklerinin yapıldığı ve izlendiği yapılar.
Ama yapılar o kadar uygun ki bunların yanı sıra toplantılar, çeşitli oyunlar, müzik şölenleri, meclis toplantıları gibi diğer işlevleri de kullanılabiliyor.
Mimari anlamda tiyatroları iki döneme ayırıyoruz. Hellenistlik tiyatrolar ve Roma İmparatorluk çağı tiyatroları. Hellenistlik dönemde henüz tonozlar, bu beşik tonozlar yani üzerinde bir ağırlık taşıyan tonozlar yapılamadığı için tiyatrolar böyle bir doğal yamaca yaslanmak zorunda kalmış.
Ama Roma İmparatorluk çağı ile birlikte işte bu tonozların, beşik tonozların yapılmasıyla o zaman bu doğal yamaçlardan bağımsız olarak istedikleri yere bu beşik tonozu yaparak üzerine sıraları oturup suni bir teras yaratarak tiyatroları genişletip büyütmüşler.
Hellenistlik dönemde yapılan tiyatrolar dediğim gibi doğal bir yamaca yaslanıyordu ve bir sahne binası da olmuyordu.
İnsanlar oturdukları yerlerden güzel bir manzara, güzel bir doğa seyrediyorlardı ama Roma İmparatorluk çağına gelindiğinde bu tiyatronun önüne devasa sahne binaları inşa edildi ve bu manzaralar kapatıldı. Peki niçin acaba güzel bir manzara varken o manzarayı bir sahne binasıyla kapatıyorsunuz? İşte Hellenistlik çağda tiyatrolar aslında şehrin bir parçasıydı yani tiyatroda oturan bir kişi burada her ne oyun oynanıyorsa gördüğü gibi dışarıdaki her şeyi de görebiliyordu. Pazara giden arabacıları, koşuşturan çocukları, bağrış çağrışları hepsini görebiliyordu. Roma İmparatorluk çağında bu sahne binasının eklenmesiyle tiyatrolar ilk defa bağımsız bir yapıya dönüştü.
Yani tiyatroda oturan kişiler artık dışarı ile bir bağlantıları yok bütün dikkatleri bu orkestrayadaydı. İşte Roma İmparatorluk çağında bu aslında tiyatroların bir halkla ilişkiler yapısı olarak kullanıldığını bize anlatıyor. Düşünün ki 8 bin kişilik Selgi Tiyatrosu’na çok sevilen bir oyuncu grubu geldi ve burası 8-10 bin kişi doldu. İşte böyle bir zamanda Roma valisi ya da buradaki Roma sözcüsü çıkıp Roma İmparatorluğu’nun güzel reklamını yapabilirdi. O zaman tabi sosyal medya yok, internet yok, televizyon yok, gazete yok. Bu tiyatro yapıları ciddi halkla ilişkiler yapıları olarak kullanıldı. Tiyatrolarda genellikle gezdiğiniz zaman böyle arkalıklı üç beş oturma sırası görürsünüz. Yerlere yuvarlanmış veya aşağıda. Burada çoğu sağlam kalmış. Tam olarak birinci mevki dediğimiz koltuklar bunlar. Bir de hep merak edilir bu tiyatrolarda bilet var mıydı yok muydu? Elbette vardı.
Sezonluk, yıllık, aylık değişik biletler vardı. Bunu nereden biliyoruz? Kazılarda ele geçiyor. Pişmiş topraktan tiyatro maskları şeklinde veya oyunları anlatan betimlemeleri olan tiyatro biletleri vardı. Hatta bazıları isterse sezonluk yer bile satın alabiliyordu. Aşağıda bahsettiğimiz Roma İmparatorluk çağının bu tonozlu yapısı ikinci diyor o zaman işte böyle yapılmıştır demiştim.
Burada gördüğünüz gibi tonozlar hep çökmüş. Depremden etkilenen bir bölge. Hatta son tonoz 1960’lı yıllarda Prof. George Bean’in fotoğraflarında sağlam olarak görünüyor.
Daha sonraki yıllarda bir depremden çökmüş bu tonozda.
Sergenin stadyonundayız. Serge Stadyonu, Agora’nın hemen üstünde yapılmış. Spinas’ı yani oyunların yapıldığı, koşuların, yarışların yapıldığı alan bugün evler tarafından kullanılıyor.
Yani aslında antik dönemde de gördüğümüz gibi yapıların değişik evvelerinin değişik zamanlarda farklı amaçlarla kullanıldığına günümüzde yaşayan güzel bir örnek.
Yükarı Agora’dan batıya ilerlendiğinde kentin en korunaklı tepesine ulaşılır. Caspadiion tepesi olarak anılan Akropolis’te iki tapınaktan biri, milattan önce 3. yüzyıla tarihlendirilen, etrafı ion düzeninde sütunlarla çevrili görkemli bir Zeus tapınağıdır. Daha küçük olan diğeri yazıtına göre Artemis Tapınağıdır. Serge Antik kenti, kazısı hiç yapılmamış bir kent. Bazı ufak tefek araştırmalar yapıldı ama çok detaylı çalışma olmadı. Dolayısıyla hakkında çok fazla şey bilmiyoruz.
Kentin kuruluşu ile ilgili elimizde başka yerlerde bulunmuş serge sıkkeleri var. Üzerinde güreşçi tasvirleri olan, bölgenin güreşçiliğini belki anlatan tasvirler ve bunun üzerinde Luvice yazılar var. Bunlar en geç milattan önce 5. yüzyıla kadar gidebiliyor. Şehirde helinistlik dönemden yani milattan önce 3. yüzyıldan daha eskiye giden bir yapı kalıntısı yok.
Ancak tarihsel verilere baktığımızda Büyük İskender’in Asya sefiri sırasında Pisidya’dan Termesöz ve Sagalassos Pisidya’nın şanına yakışır bir şekilde Büyük İskender’e başkaldırdılar. Oysa aynı dönemde serge Büyük İskender’e elçiler göndererek kendilerine dokunmaması ve hatta belki de biraz ödül vermesi halinde Büyük İskender’e bu dağlık Pisidya’dan rehberlik ederek rahatça geçiş sağlama vadinde bulunuyorlar.
Sergelilerin Pisidya’nın o kahramanlığı içindeki bu darvanışı biraz tuhaf gibi görünse de aslında Pisidya kentleri arasındaki iç çekişmelerin varlığına da güzel bir örnek. Nitekim birkaç yüzyıl içinde selge ve komşusu Pednelisos sürekli bir savaş halindeler ve bu savaşlar sırasında selgeliler çok da böyle mertçe ve Pisidyalılara yakışır şekilde davranmıyorlar.
Selge birçok antik kentin olduğu gibi en görkemli çağlarını milattan sonra bir ve ikinci yüzyıllarda yani Roma İmparatorluk çağında yaşıyor ki burada gördüğümüz tiyatro gibi, stadyon gibi, agora gibi, devlet agorası gibi yapılar hep bu dönemden. Şu anda sergedeki devlet agorasındayız. Yani idari agora. Burada bir meclis binası var, agora binası var ve bir sütunlu cadde, şehrin ana tapınağına kadar buradan uzanıyor. Ancak henüz kazısı yapılmadığı için bunlar ancak bir uzmanın, bir arkeoloğun, bir mimarın belki bakışıyla görülebilecek yerler.
Altınkaya Köyü’nün yayıldığı aşağı kentten yukarı doğru çıkıldığında, yaklaşık 300 metre uzunluğundaki sütunlu cadde ve yukarı agoraya ulaşılır. Sütunlu Cadde’nin kuzeyinde küçük ama gösterişli cephe mimarisiyle podiumlu bir tapınak vardır.
Sütunlu Cadde’nin kuzeyinde küçük ama gösterişli cephe mimarisiyle podiumlu bir tapınak vardır. Bu bölümün sonuna geldik. Selgi’ye mutlaka gelip gezin. Hoşça kalın.
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın