"Enter"a basıp içeriğe geçin

Anadolu Arkeolojisi | Mnara Antik Kenti | 4. Bölüm

Anadolu Arkeolojisi | Mnara Antik Kenti | 4. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=q55TOZ7ZcUg.

ength E produção
Marmara Antalya’nın 37 km güneybatısında bugünkü kavak dağları,
Tıpkı Diodorus’un anlattığı gibi oldukça yüksek ve ulaşılması güç bir kayalık tepe üzerindedir. Bu bölümde yine bey dağlarında bu sefer hemen hemen hiç bilinmeyen, kimsenin kolay kolay ziyaret edemediği belki de Türkiye’deki ulaşılması en güç ama ulaştığınızda da bir o kadar güzelliklerin beklediği Marmara ya da Likça adıyla Münara antik kentine çıkacağız. Vakitten kazanmak için Antalya’da kalmadım geldim hemen Münara’nın kavaklı dağın hemen
yanında bir yere kamp kurdum ki sabahın ilk ışıklarıyla yürüyüşe çıkabileyim.
Sağolsun ormancılar biraz daha yol açmışlar bir yarım saat daha az yürüyeceğiz. Şimdi buradan arabamızı bırakıp kavaklı dağın zirvesinde yer alan Münara antik kentine devam edeceğiz. Bugün çok bir şey belli olmuyor ama Münara’nın antik yolu buradan yukarı kadar merdivenli bir şekilde dimdik çıkıyormuş. Burada yapılan yüzey araştırmalarında bunun bazı izlerine rastlanmış ama hani en iyi görünebilecek diyeceğimiz yer burası. Çok bir şey belki anlaşılmıyor ama belki bu kayaların böyle düzgün konması bir fikir verebilir.
Aynı tarihçi Diodorus’un dediği gibi ulaşılması zor yüksek bir yerde Münara. Münara’ya çıkarken burası çok güzel bir yer.
Arkamda teke dağı ve tahtalı dağ görünüyor ki Lykya’nın bence en muhteşem dağlarından bir tanesi.
Antalya Kemer Tekirova arasında seyahat etmiş herkes tahtalı dağı görmüştür. Son yıllarda üzerine bir de teleforik kondurdular şimdi bayağı bir meşhur oldu. Ancak tahtalı dağ antik dönemde biraz sorunlu. Yıllarca insanlar bu dağ olimpos dağı dediler.
Çünkü Lykya’nın olimposunun bu yüce dağı olması gerektiği ile ilgili. Tabii biz olimpos deyince insanların biraz kafası karışıyor. Sanıyorlar ki Atina’daki olimpos dağı olimpos dağıdır. Aslında tam olarak öyle değil. Olimpos o bölgede üzerinde tanrıların yaşadığına inanılan dağ demektir. Atina’da da bir olimpos var. Anadolu’da 12 tane olimpos var.
Ağrıdağı, Uludağ, Kazdağı gibi 12 tane olimpos var ve Lykya olimposu da yıllarca aslında hemen olimpos antik kentinin yanındaki Musa dağı sanıldı. Oysa antik coğrafyacı Strabo çok açık bir şekilde şöyle yazıyor. Fasilis’ten baktığınızda arkada Ta Solima dağını bütün ihtişamıyla görürsünüz diyor.
Yani Tahtalı dağ aslında Solima dağı, Musa dağı da olması gerektiği gibi olimpos dağı. Bu dağı 2370 metre yüksekliği ile denizden yükselerek gerçekten görkemli bir görüntü veriyor. Şöyle düşünmek lazım. Ağrıdağı 5500 metre yüksekliğinde ama zaten 3000 metrelik bir ovadan yükseliyor. Tahtalı dağı hemen deniz seviyesinden 2370 metreye ulaşıyor bir anda.
Hemen önünde yer alan Finike körfezi de bu civardaki 2500-3000 metreye ulaşan bölümleriyle en derin körfezlerden. Burada aslında neredeyse 5500 metreye ulaşan bir coğrafi uçurum var. Şakayıklar. Bu Sedir sınırına geldiğimiz zaman bahar aylarında bir de şakayıklar kalmış.
Ayıgül olarak da bilinir. Özelliği baharda Sedir ormanlarının olduğu yükseklikte açar ama çok kısa süreli açar. Yani 10-15 gün içinde açar ve biter. Gördünüz, gördünüz, göremediniz, göremediniz.
Hatta 2016 Antalya Expo’nun da simgesiydi şakayık. Tam şakayık tarlasına düştük. Hani Antalya’da bunun yarısı kadar bir yer var.
İnsanlar gidip bakıyor ama böyle dağlara çıkınca işte tam da mevsiminde tam da yerinde ben hayatımda ilk defa bu kadar geniş bir şakayık tarlası görüyorum. Ben Mınara’ya devam ederken siz de bunların keyfini çıkarın.
Mınara’ya devam ederken siz de bunların keyfini çıkarın.
Aslında Mınara Büyük İskender’in buraya olan seferinden sonra adının Marmara olarak değişmiş olması gerekiyor. Marmara’yı aslında hepimiz biliyoruz Marmara adası, mermer ama Marmara esas olarak
bir adı var. Bu adı da Mınara Büyük İskender’in adı. Bu adı da Mınara Büyük İskender’in adı. Bu adı da Mınara Büyük İskender’in adı.
Bu adı da Mınara Büyük İskender’in adı. Bu adı da Mınara Büyük İskender’in adı. Bu adı da Mınara Büyük İskender’in adı.
En üstte bir küçük duvar kalıntısı görülüyor ama burasını böyle kavisli olarak hayal etmek çok zor değil.
Önünde çok yakışıklı duvarlarıyla Mınara’nın meclisi iyi korunmuş yapılarından. Lükyanın böyle bir dağ başında, Kavaklı Dağı’da,
yaşayan insanlar hani öylesine çadır kurup yaşamamışlar. Yine de güzelliğe, estetiğe, mimariye çok önem vermişler. Bu meclis binasının bakın duvarlarını görüyorsunuz. Şu bir tek kapı bloğu, benim boyum 1.90’a yakın böyle elimi kaldırınca bile bunu kucaklayamıyorum. Bu kadar büyük bir kayayı kesip buraya koymuşlar.
Burası neredeyse 90 derecelik bir eğim. Ayakta zor duruyorum ama ayakta ben zor dururken onlar bu koca koca devasa ya da kolosal blokları kesip koymuşlar. Kesip koymak kadar kalmamışlar oldukça zor ve masraflı olan, bosajlı dediğimiz yastık görünümlü de duvar işçiliği uygulamışlar ki hani duvarda bir yakışıklı görülsün diye.
Yani 21. yüzyıllı insan olarak bizleri bu itina hakikaten hayrete düşürüyor.
Ünlü Sicilyalı tarihçi Diodoros, Büyük İskender Seferi’nin Likya topraklarına ait bölümünde, dağ başındaki konumlarının sağlamlığına ve ulaşılmazlığına güvenerek,
İskender’in ordusuna vurkaç akınlarıyla kafa tutan Marmaralılardan söz etmiştir. Bınarada tanımlanabilmiş kalıntılar en zor ulaşılan kayalığın zirvesindedir. Burada bazıları ana kayadan oyulmuş düz oturma sıraları bulunur.
Oturma sıralarının önündeki dar platform uçurumla solanmaktadır. Yapı bu haliyle bir tiyatroya benzetilebilir ancak genel olarak bu seyir alanının hem kutsal hem de törensel işlevler üstlendiğini düşünmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Uygun hava koşullarında bu oturma sıralarından Batıda Kemer ile Doğu’da Antalya Körfezi’ni kuş uçumu izlemek mümkündür.
Evet, 7-8 defa geldim Bınaraya son 20 yıl içinde. Her gelişimde bir daha gelmem derim. Ama işte buranın cazibesi illa çekiyor. Gerçekten de 35 yıldır hani antik kent geziyorum. Bu kadar zorlu başka bir antik kent bilmiyorum. Ama her geldiğimde de değiyor. Böyle bir tiyatronun olduğu Kavaklıdağ’ın 1400 metre hakkımdaki en uç zirvesine çıkıp buradan Antalya, Gönülk vadisi, Fasilise kadar her yeri seyredince hakikaten yorgunluğa değiyor. Burada gördüğümüz bir tiyatro diyoruz ama tabi genel olarak yarım daire bir şekli alışkın insanlar tiyatro denilince.
Likya’daki tek örnek aslında bu. Hemen Likya’lıların heradot, tarihçi heradota göre akrabası ve komşusu olan Kuzey’deki Pisidyalı’larda bu tür tiyatrolar var. Siyada, Kapıkaya’da, Adada’da bu tür tiyatrolar görüyoruz. Böyle dikdörgen şeklinde oturma sırası olan tiyatrolar. Tabi tiyatro bir form içerdiği için belki buna tiyatro değil de böyle bir toplantı yeri, şölen yeri demek daha doğru olacak. Ama fikir olarak aslında bir tiyatro yani şehrin hedenistik dönemde en güzel manzarası olan yere kurulmuş ki oturan buradaki izleyiciler ya da katılımcılar hakikaten güzel bir manzara görsünler diye.
Hemen önde küçük bir minicik bir mütevazi sahne binası var ve kentin meclis binası ayrı olduğu için burada gösteriler, toplantılar yani ben açıkçası buraya tiyatro demekte hiçbir sakınca görmüyorum.
Bu dağ yerleşmesinde kentin su ihtiyacının sarnıçlar yardımıyla sağlandığı anlaşılmıştır.
Bu sarnıçlar arasında tapınak batısında konumlanan en büyük kapasitele olanının yağmur suyu depoladığına şüphe yoktur.
Toros dağları karstik yapısı nedeniyle zirvelerde su barındırmazlar, böyle sünger gibi bütün suyu çekerler aşağı. Onun için yukarılarda herhangi bir kaynak pınar bulmak çok zordur işsiz ne hariç. Bu Koskova şehirde sadece sarnıçlarla hayatta kalmış, bir sürü sarnıç var ama bir tanesini görüyoruz.
Giderken de hep yapıla geldiği gibi ondan sonra gelip şehre oturacak olanlar kullanmasın diye içini taşlarla doldurup gitmişler.
Şimdi Mınara’nın Agora’sına geldik. Tabi her kentin bir çarşısı, bir merkezi var. Daha önce söylediğimiz gibi Agora aslında kentin bir toplanma yeri gibi. Ne yazık ki her geldiğimizde definecilerin burayı daha çok tahrip etmiş olduğunu görüyoruz. Birçok yeri kazmışlar, patlatmışlar.
Hani bir zamanlar, bugün belki anlamak böyle biraz zor ama bir zamanlar kentin en görkemli aslında yerinde duruyoruz. Heykellerin durduğu, eksedraların yani böyle yarım daire oturma sıralarının olduğu, en süslü mimari parçaların bulunduğu alandayız. Burada yazıtlar var, heykel kaideleri var, bir aslanın bir ayağı var ve bir ölçü taşı var ki aslında Anadolu’da hep Anadolu arkeolojisi diyoruz.
Her kentin başka bir yerde çok görünmeyen bir özelliği vardır. İşte Mınara’da da bir ölçü taşı sapasağlam kalmış, çok az antik kentte gördüğümüz bir detay. Agora’larda sıkça karşılaştığımız bir parça dedik, eksedra. Nedir bu eksedra? İşte böyle yarım daire şeklinde, bunun yarım daireliği biraz bozulmuş ama yine de belli oluyor.
Böyle şekilde oturma sıraları. Niye böyle bir şey yapıyorlar? İşte bu kentin varlıklı bir ailesi, Agaora’ya yani çarşıya bunu hediye ediyor, yapıyor. Bunun üstüne de heykellerini koyuyor, olasılıkla kendi ailesinin yazısını da yazıyor ve böylelikle şehirde o sıcak bir günde buraya bu yokuşa çıkıp gelmiş bir insan oturunca her kimse o aile ona bir minnet duygusu gösterip teşekkür ediyor. Zaten antik dönemde varlıklı insanlar paralarını bankaya yatırıp borsa oynayamıyorlardı, yazlık ev alamıyorlardı, Fransa’ya, İtalya’ya tatile gidemiyorlardı. Ne yapıyordu? Şehrin işte böyle sosyal yapılarına kendi adlarını ve heykellerini koyup herkes tarafından hep hatırlanacak bir eser bırakmak için uğraşıyorlardı ki eksedra da bunlardan bir tanesi.
Agora’da ne yazık ki kaçakçılar tarafından yağmalanmış bir noktada tespit edilen dairesel oygulara ve deliklere sahip taş blok, ticari alışveriş malzemelerinin meclis kararlarında belirlenen standartlara uygunluğunun kontrol edildiği Sekomata adlı bir ölçü kabıdır.
Bir zamanlar Agora’nın üstünde duruyordu daha çok yakın bir zamana kadar ama defineciler burayı tavan edince bu da aşağı düşmüş.
Bu bir ölçü taşı. İnsanlar işte buralara artık arpa buğday neleriyse onları koyuyorlar. Bu ortasındaki büyük alanda aslında büyük ölçüler için ortasında bir delik var, o delik kapanıyor. Bu ağzına kadar diyelim buğday dolduruluyor. Tam doluyunca altına bir çuval konuyor, o delik açılıyor. Bu ölçüde buğdayını almış oluyor. Parçalamasalardı iyiydi ama defineciler paramparça etmişler ne yazık ki.
Mınara’nın ya da Marmara’nın burası olup olmadığı uzun yıllar tartışıldı. Antik kaynaklarda adı geçen bu kenti daha sonraki bölümlerde göreceğimiz Saraycık ya da Kitanaura olarak söyleyenler oldu.
Ama tarihçi Ariannos’un anlattığına göre Fasilis kentini sürekli yağmalayan Mınara’nın burada olması gerekiyordu. Cevdet Bayburtdol da bunu birçok başka bilim adamına rağmen böyle düşünmüştü. Ama Patara’da bulunan Yol Kılavuz Anıltı’nda buranın Mınara ve sonraki Marmara kenti olduğu kesinlik kazandı. Peki biz bu kentin adının Mınara Marmara olduğunu nereden biliyoruz?
Büyük İskender M.Ö. 4. yüzyılda büyük Asya seferini yaptığı sırada Lyciya’ya geliyor ve Fasilis de konaklıyor hemen yanı başımızda. Ve onun tarihçisi Diodorus’un anlattığına göre bu Marmaralılar Fasilis’in başına sürekli bela oluyorlar. Büyük İskender de bunlara bir ceza vermek istiyor ve askerleriyle bu kenti kuşatıyor.
Ama Marmaralılar yaman bir Anadolu kavimi öyle büyük İskender geldi diye hemen teslim olmuyorlar. Savaşıyorlar, ciddi savaşıyorlar ve büyük İskender’i zorluyorlar. Ama şehrin ihtiyarlar meclisi gençleri toplayıp diyor ki bu İskender buraya almadan terk etmeyecek. Gelin verelim şehri hepimize yazık olmasın.
Ama gençler birçok Pisidyalı’nın ya da Lyciyalı’nın tarihte daha önce yaptığı gibi hayır diyorlar. Biz vatanımızı vermektense uğrunda ölmeyi tercih ederiz. Antik dönemlerin savaş ritüeline göre bir kent ele geçirildiği zaman kadınlar ve çocuklar esir olarak alınır, işe yaramayanlar öldürülür.
Bu yüzden Mınaralılar teslim olmamayı ve eşlerini ve çocuklarını düşmana vermemeyi seçiyorlar ve o yıllarda yine antik dönemlerde adet olduğu üzere kadınları ve çocukları öldürüp bütün erkekler düşmana karşı savaşa gitmek üzere andişiyorlar. O gece 600 kişi kadar kalmış olan Mınaralılar evlerinde ailelerle son kez bir yemek yiyorlar ama ailelerini öldürmeye kıyamıyorlar.
Yine başka Lyciy kentlerinin daha önce yaptığı gibi evleri ateşe veriyorlar, ailelerini ocaklarına gömdükten sonra bütün erkekler gece karanlığında düşmanın üstüne saldırarak son neferine kadar savaşıyorlar.
Mınaranın acıklı hikayesi Büyük İskender sırasında böyle.
Gün bitti kalkıp kampımıza gideceğiz. Kitanaura ve İdabesusa sonraki bölümlerle devam edeceğiz. Hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir