Anadolu Arkeolojisi | Sagalassos Antik Kenti | 12. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=fyBkBeW2FUA.
beautifu
Bugün artık dünya çapında tanınırlığa sahip Sagalassos Antik kenti, Burdur’un Ağlasun ilçesinde 1450 metrede yoğun yeraltı su kaynaklarına sahip, korunaklı bir pisidya kentidir. Antik kentin bu haklı şöhretinin ardındaki en önemli pay sahibi, 30 yıl boyunca arkeolojik bilim heyetine başkanlık yapmış, Profesör Doktor Mark Wilkens’tir. Sagalassos Antik kenti Roma dönemi mimarlığının görkemli örnekleriyle şöhret kazanmış olsa da, Sagalassos ekibi kent güneyindeki Düzen Tepe kazılarında yerleşmenin milattan önce 10. yüzyıl sakinleri hakkında yeni veriler ortaya koymuşlardır. Roma İmparatorluk dönemiyle belirgin biçimde güçlenmiş olan kentin,
bu süreçteki gelişimi genellikle milattan önce 6 yılında Roma gücünün temsilcisi Ria Sebasti adlı,
ünlü yolun kontrolünün Sagalassos’a bırakılmasına dayandırılır.
Merhaba, Pissidia’da gezilerimize Sagalassos ile devam ediyoruz. Pissidia deyince böyle bu antik isimler biraz insanların kafasını karıştırabiliyor. Pissidialılar, Ligyalılar, Karyalılar diyoruz. Bunlar antik dönemde Anadolu’da yaşamış halklar. Peki nereden geldi bu halklar? Bu halklar sanıldığı gibi Yunanistan’dan, Roma’dan gelmiş halklar değiller.
Bunlar Anadolu’nun kendi öz yerli halkları. Bunu nereden biliyoruz? Daha önceki programlarımızda defalarca anlattığımız gibi dillerinden biliyoruz. Yani filolojik verilerden, değil bilimsel verilerden biliyoruz. Sagalassos ismindeki 2S bize Sagalassos adının Yunanca kökenli olmadığını söylüyor zaten.
Lluvi kökenli bir isim olduğunu biliyoruz. Hit it metinlerinde geçen Lluvice, Salavassa kelimesi Sagalassos ile fonetik olarak bir benzerlik gösteriyor. Salavassa’nın Lluvi, yüksek kayalıktaki kale anlamını öğrendiğimizde ise bu benzerlik biraz coğrafi olarak da anlam kazanıyor.
Sagalassos kentinin Lluvice adının Salavassa olduğunu varsaymak çok yanlış olmayacak. Sagalassos’a 3 ayrı şehirden gelebilirsiniz. Isparta, Burdür veya Antalya. Isparta’dan geliyorsanız Antalya yoluna devam edip Ağla, Suna ayrılmanız gerekiyor.
Antalya’dan geliyorsanız ya yeni açılan Isparta yolundan ya da bucak Burdür yolundan gelmeniz lazım. Eğer Burdür’den geliyorsanız hemen İn Suyu mağarasından sonra Ağla, Suna ayrılan zevkli ve manzaralı yoldan buraya ulaşabilirsiniz.
Burası tam gün gezilebilecek çok güzel bir antik kent ve gelmişken burada her ne kadar konaklama imkanı olsa da hemen yakındaki muhteşem güzellikteki Eğirdir Gölü’nü de görmeniz ve bir gece orada kalmanızı özellikle tavsiye ederim. Milattan sonra 2. yüzyılda İmparator Hadrian döneminde Pisidia genelinde ilk kez Sagalassos’a bahşedilmiş olan, Romalıların dostu ve müttefiki ünvanına mazhar olmuş Sagalassos bu şekilde ayrıcalıklara da kavuşmuştur.
Kentte bu dönemde İmparator Hadrian ve ardılı Antonios Pius İskender Tepesi’nin eteğine inşa edilmiş heybetli bir tapınakta tapınım görmüştür.
Sagalassos, milattan sonra 1. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu ile çok iyi ilişkiler kuruyor ve arkamda gördüğünüz Antonios Pius’a adanmış olan bir Roma İmparator Külp Tapınağına sahip oluyor. Antik dönemde böyle külp tapınakları Roma İmparatorluğuna adanmış öyle kafanıza göre yapabileceğiniz şeyler değil. Bunlar ancak Roma’dan izin ile yapılabilen şeyler. Bu tapınakta arkeolojik kazıların ve araştırmaların devamı neticesinde anlaşıldı ki aslında tapınak Hadrian için yapılmış ama tamamlanamayınca Antonios Pius döneminde yapılarak ona da ithaf edilmiş. Yani burada aslında biraz güzel bir halkla ilişkiler örneği görüyoruz.
İmparator Hadrian’a bir tapınak yapıyorsunuz, izin de aldınız. Bitmedi, Hadrian öldü, o zaman tapınak Antonios Pius’a da ithaf edilir. İşte kentte bir imparator kültü tapınağınız olursa Roma’dan bir imtiyaz alma hakkınız olur ki Sagalassos bunu almış. Hadrian döneminde Neokoros dediğimiz imtiyazı almış. Ne demek bu? Sagalassos’ta yaşayan Sagalassos vatandaşları Roma vatandaşlarıyla aynı haklara sahip oluyorlar demek. İşte bu kadar önemli bu Hadrian ve sonra Antonios Pius’a adanmış tapınağın burada varlığı. Daha da önemlisi Sagalassos Pisidya’daki Roma imparatorluk kültününde merkezi olmuş.
İşte bu da Roma imparatorluk çağı dediğimiz yani o altın çağlarda, milattan sonra 2. 3. yüzyıllarda kenti gerçekten de bugün yapılarıyla ayakta kalan bu muhteşem hale getirmiş. İmparator Hadrian’ın onurlandırılması bir tapınakla sınırlı kalmamıştır.
Kazısı restitüsyonu tamamlanmış anıtsal yapıda onarım çalışmaları sürmektedir.
Burdur Müzesi’nde korunan, muhteşem oturan Apollon heykeli ve kabartmalarıyla tanıdığımız çeşme binası da Hadrian adına inşa edilmiştir.
Kentin nüfusunun çoğalmaya başladığı milattan sonra 1. yüzyıl başında kent planı da yeniden ele alınmış ve kent girişi güneyden kuzeye uzanan sütunlu caddeyle sağlanmıştır.
300 metre boyunca, 10 metre genişliğinde iki yana dükkanlarla uzanan cadde, kuzeyde İmparator Tiberius onuruna dikilmiş zarif mimari bezemelere sahip sembolik bir kapıyla sonlanmaktadır.
Sagalassos, milattan sonra 1. yüzyılda çok büyük bir imar faaliyetine girişiyor ve bu üzerinde yürüdüğüm sütunlu cadde bu devirde inşa ediliyor ki,
Anadolu’nun en eski sütunlu caddelerinden oldukça büyük olan bu caddenin iki yanında dükkanlar düşünmeniz lazım ve hemen arkamda Agora’dan gelerek burada güney kapısından şehri terk eden bir ana cadde. Burada üç evremiz var. İlk evre o 1. yüzyılda yapılan sütunlu cadde ve iki tane kuleyle korunmuş güney kapısı. 2. evresinde ise milattan sonra 2. yüzyılda hemen arkadaki Antinous Pius ve Hadrian tapınağı yapılınca bu cadde oraya doğru devam ettirilmiş. 3. son evresinde ise kentin artık milattan sonra 5. yüzyılda iyice zayıflaması, zenginliğinin gidip fakirleşmesiyle beraber buraya bir geç dönem suru inşa edilerek burası sur haline getirilmiş ve şehrin iç sınırı buraya kadar belirlenmiş.
Bu tür duvarların daha geç dönemde yapıldığını anlamak çok zor değil. Gördüğünüz gibi spoiler ya da devşirme dediğimiz farklı binalardan alınıp getirilip tekrar kullanılmış taşlar.
Yani orijinal olarak ocaktan kesilip de bu duvar için yapılmamış. İşte görüyorsunuz burada sütun parçaları var. Tambur dediğimiz üst yapa elemanları var. Bunları alıp getirip aceleyle yeni bir duvar örüyorlar. Burada bambaşka bir duvardan getirilmiş iki blok ve altta hemen bir kaide görüyoruz. Bir sütun ya da heykel kaidesi. Buraya konularak bu duvar yapılmış.
Tabi 1970-80 yıllara kadar aslında arkeologlar Yunan ve Roma eserleri için bu Doğu Roma ya da Bizans duvarlarını hatta bazen yapılarını yok edip yıkıp içindeki parçalar alırlardı. Hatta bazen kiliselerin bile tamamen kaldırıldığını biliyoruz. Ama artık günümüz çağdaş arkeolojisinde bunlar da bir antik yapı sayıldığı için ölçümleri yaparak her cihan çok yerinden kaldırılmıyor.
Fakat bazen de şöyle sıkıntılar ortaya çıkabiliyor. Kentle ilgili çok önemli yazıtlı bilgiler bazen bu duvarların içinden çıkıyor. Bunlara da çokça rastladık.
Sütünü cadde diyoruz. Sütünlerden bazıları kalmış burada. Tabi çok fazla sayıda sütün olması lazım. Sütünler kullanışlı yapı elemanları olduğu için hemen taşınıp başka yapılarda kullanılmış veya kire şutunu kullanmış.
Kire şutunu kullanmış veya kire şutunu da eritilerek kire şutunu getirmiş. Sütünü caddenin özelliği ne işte aslında bu caddenin hemen iki yanında sütünler yer alıyor ve onun arkasındaki bir duvarla yani dükkanların duvarıyla bir revak oluşturuyor.
Yani böyle güneşin altında veya soğukta karda yağmurda bu caddede yürümüyorsunuz. Hemen dükkanlarının dükkanındaki revaklarda yürüyorsunuz.
Burada da yürek şeklinde yekpare bir sütün var. Daha farklı bir eleman ancak bu sütünü caddeye ait değil. Burada daha önceden olan bir yapıya ait bir parça burada yerinde korunmuş. Kazıyı yapan arkeologlar da bu parçalandığı için bunu bantla güzel koruma altına almışlar. Sagalassos yaklaşık 1500-1600 metre yükseklikte olduğu için gece gündüz ısı farklılıkları çok fazla. Bu yüzden de taşların tabi yıpranması ve patlaması çok daha hızlı oluyor.
Antik kentleri gezerken en çok sorulan sorudur. Bu taşları nasıl kaldırdılar, oraya nasıl götürdüler, nasıl getirdiler. Antik dönemde yaşayan insanların bizden farklı olarak doğaüstü güçleri falan yoktu. Uzaydan gelenler de onlara yardım etmedi. Antik kaynakların yanı sıra biraz dikkatli bakıldığı zaman bu mimari elemanların çoğun üzerinde bize bu taşların nasıl kaldırıldığıyla ilgili küçük detaylar var.
Burada küçük delikler de aslında bunun bir örneği. Vinc sistemi var. Vincin ucuna takılı iki tarafa açılan bir metal ağız düşünün. O buraya giriyor. Yukarıdan kuvvet baskılandığı zaman bu iki yana açılıyor bu şekilde ve bu taşı tutuyor ve mümkün değil bırakmıyor.
İşte çıkrık sistemi ve vinçle beraber, urganlarla bu taşlar kaldırılarak istediği yere güzelce konabiliyor. Sütunlu Cadde, Agora’ya doğru devam ediyor. Arkamda gördüğünüz merdivenlerin üzerinde bir anahtar kapıyla Agora’ya giriliyordu. Milattan sonra birinci yüzyılda Tiberius döneminde yapıldığını yazıtlardan anladığımız bu kapı bugün artık yerinde yok.
Sütunlu Cadde’den şimdi yerinde olmayan Tiberius kapısından geçerek aşağı Agora’ya geldik. Aslında biz çıktık ama burası aşağı Agora. Bir sonraki bölümde göreceğiniz gibi kentin bir de yukarı Agora’sı var.
Aşağı Agora’nın geniş Agora merkezinin hemen doğusunda sadece Sagalassos’un değil Pisidia’nın da en görkemli hamamı yer alıyor.
Ve Agora’nın kuzeyinde de yine o dönem yapılmış birinci yüzyılda Severius’lar çeşmesi.
Milattan sonra birinci yüzyılda dediğim gibi Sagalassos’ta büyük bir imar faaliyeti yapılıyor. Bu Agora Sütunlu Cadde inşa ediliyor ve Agora muhteşem bir çeşme ile süsleniyor. Severius’lar döneminin belki de kentin ilk büyük anıtsal çeşmesi bu. Sagalassos bir sonraki bölümde de göreceğimiz gibi aslında çeşmeleri ile ünlü bir kent.
Hatta burayı yıllarca kazmış olan Prof. Mark Wilkins buraya bir su şehri adını veriyor. Gerçekten de öyle. İşte bu da çeşmelerden bir tanesi. Burada gördüğünüz çeşmenin su havuzu arkamdaki nişlerden olasılıklı heykellerle süslü nişlerden sular akarak bu havuz doluyor ve halk buradan su ihtiyacını karşılığı alıyor.
Tabii bu ihtiyaçtan çok görsellik için yapılmış bir anıt.
Şimdi bu tapınaklara birçok adak hayvanı getirilir. Adaklar yapılır, kurbanlar kesilir, değerli eşyalar bırakılır ama bu hayvanların işte kemikleri getirilen hediyeler bir zaman sonra tapınakların odalarına sığmaz ve onlar bir yere tapınan hemen yanındaki bir yere atılır.
Buna botros denir, tapınak şöplüğü. Buraya atılmış. Buraya atıla atıla burada bir depozit oluşturulmuş. İşin ilginç yanı arkeologlar bunları buldukları zaman bunlar üzerindeki DNA’ları incelediler.
Tabii şimdi burada şunu da beytmek lazım. Sagalassos, Belçika’da Leuven Üniversites tarafından 1990’lı yıllardan beri kaz alıyor. Profesör Mark Wilkins uzun yıllar çalıştı.
Çok yakın bir zaman önce emekli oldu ve Mark Wilkins hakikaten çok örnek bir kazı yürüttü. Multidiscipliner dediğimiz çok farklı bilim dallarını bir arada kullanarak yürüttü. Yoksa mesela öyle kazıda bir DNA testi yapılması çok alışıla geldik bir şey değil. Yine Sagalassos’ta bulunan mezarlardaki kemiklerden alınan insan örnekleriyle bölgede yaşayan bazı insanlarda yapılan DNA örneklemeleri de tam uyum gösterdi. Bu aslında şaşılacak bir şey değil.
Biz zaten Anadolu’da bir kültür sürekliliği olduğunu biliyoruz. Bunu filolojik verilerden biliyoruz, kültürel verilerden biliyoruz. Bunun bir DNA tespitiyle de kanıtlanmış olması ya da ortaya çıkarılmış olması çok şaşırtıcı değil. Anadolu coğrafyasında binlerce yıldır süre gelen bu kültür aslında biz biraz tarihçenin, arkeologların terimleriyle karışıyor. İşte Pisidya dönemi diyoruz, Yunan dönemi diyoruz, Roma dönemi, Doğu Roma dönemi, Selçuklular, Osmanlılar, Bizans vs. derken aslında şöyle bir algı oluşuyor.
İşte Pisidyalı vardı, o gitti, Yunanlı geldi, Yunanlı gitti, Romalı geldi, Romalı gitti, Bizanslı geldi. Tabii böyle bir şey aslında olmuyor. Tabii ki insanlar gelip gidiyor, göçler var ama bu sadece dönemde yaşıyor. Yani burada yaşayan Pisidyalılar bir zaman moda olunca Yunanlı gibi yaşıyorlar, Yunanlının zevklerine sahip oluyorlar. Daha sonra bir Romalı gibi yaşıyorlar, hatta Romalıların isimlerini alıyorlar. Ondan sonra aynı kişi Hristiyan oluyor. O insanlar Paganlar gidip yerine Hristiyanlar gelmiyor.
Bu tabii böyle süreklilik arz ettiği için bu DNA testlerinde, böyle ücra yerlerde bu şekilde çıkması çok şaşırtıcı değil. Antik kentleri gezerken en çok sorulan sorulardan bir tanesi de bu delikler ve bu çizgilerdir. Daha önce bahsetmiştik bu bir sütün kaidesi. Bunun üstüne bir sütün tamburu geliyor. Ancak bunlar sağlam olması için araya demir bir kenet yapılıyor.
Bu demir keneti de oynamaması için bir kurşun eritilerek etrafı sıvanıyor. Fakat siz üstüne bu tamburu koyduğunuz zaman buraya eğer kurşunun miktarını tam olarak hesaplamadıysanız bu kurşun fazla olan dışarı taşıp iki taş arasında bir dengesizlik sağlayacaktır.
İşte bu yiğif fazla olan kurşunu içine alarak bu taşın ve üzerindeki gelen sütünün tamamen pürüzsüz bir zemine oturmasını sağlar.
İşte o demin bahsettiğimizin burada orijinal in situ dediğimiz yani orijinal yerinde duruyor. Bu her zaman görülecek bir şey değil. Bakın burada demir kenetler ve altı kurşunla anlattığımız gibi sıvanmış orijinal şekillerle duruyor. Tabi bu böyle açıkta bırakılmasa iyiydi ama tabi kalmış böyle işte.
Sagalassos Antik Kenti, İmparator Hadrian zamanında tüm Pisidia için önemli bir dini merkez olur. Bu süreçte düzenlenen bayram ve şölenlerle ilgili kente dışarıdan gelecek yoğun ziyareçi akınına da çare olacak İmparatorluk hamam kompleksi inşa edilir. Bu devasa binanın inşası yaklaşık 40 yıl sürer. Yapıda yer alan İmparatorlar Salonu’na ait anıtsal imparator heykelleri Burdur Müzesi’nde sergilenmektedir. Sagalassos hamamlarında bir hamamda olması gereken tüm unsurlar var.
Girişte bir apoditeriumu yani soyunma odaları, frigidarium, tepidarium, kaldarium yani soğukluk, ılıklık, sıcaklık bölümleri, külhan bölümü hepsi var. Tabi bu büyük hamamın galerileri var oturma yerleri şu anda onlar açık değil alt katlarda buralarda pek çok heykeller varmış mermerler varmış. Ama Doğu Roma döneminde yani Bizans dediğimiz dönemde bu mermerler kireç ocaklarında yakılarak kireç elde edilmiş.
Yine de bu hamamda kazılar sırasında ele geçirilen iki tane kolosal dediğimiz yani büyük boyutlu Marcus Aurelius ve Hadrian heykellerinin en azından kafa ve bacaklarının varlığı bize buradaki heykellerin de ihtişamı hakkında ipucu veriyor.
Biz bugün bu yapıları gezerken bunun bir anına bugünlüğe tanıklık ediyoruz ama bu yapılar yüz yıllarca yıl yaşamış ve değişik evreleri var. İşte burada onun bir örneğini görüyoruz. Bu hamam milattan sonra ikinci yüzyılda yapıldığı zaman bu deliklerin işaret ettiği gibi mermer tabakalarla kaplanmış.
Yani bütün bu duvarların mermerle kaplı olduğunu hatta büyük ihtimalle damarlı süslü mermerlerle. Fakat daha sonraki bir evrede bu mermerlerin sökülüp kireç ocaklarında eritildiğini ve yerine stuko yapıldığını yani sıva yapıldığını görüyoruz.
Burada çok net olarak buradaki belki 300-400 yıl aralıklı iki ayrı evreyi görmemiz mümkün.
Bakın burada o bahsettiğimiz kazılan yerle 2000 yıldır açıkta duran yer çok belirgin şekilde ortada. Yukarıdaki küçücük gri kısımları görüyorsunuz. Yani 1990’lı yıllardan önce buraya gelen ziyaretçiler ancak onları görebiliyorlardı. Geri kalan hiçbir şey göremiyorlardı.
Bundan hepsi toprak altındaydı. Yüzeyde sadece bu gri kısımları görecektiniz. Bu alttaki hiçbir şeyi göremeyecektiniz. Bütün bu kazılan yerler bembeyaz ortaya çıkmış.
Siz de antik kentleri gezerken nerelerin yeni kazılmış olduğunu, nerelerin toprak üzerinde var olduğunu bilebilirsiniz. Tabi bazen bu yanıltabilir çünkü bazı antik kentler 80-90 sene önce kazılmış yerler var. Oradaki bu renk farkı bayağı kapanmış durumda.
Bu kent bir zamanlar en görkemli yapılarından tabi bu da tamamen kazılarak ortaya çıkartılmış bir yapı. Kentteki aslında tek iki katlı çeşme. Hemen 20 metre altımızda Septimus Severius’lar döneminin kutlu bir çeşme.
Burada Hadrian çeşmesi, yukarıda Antoninler çeşmesi, daha sonra geç Helenistik çeşme. Yani burada 20 yıldan fazla kazı yapan Prof. Mark Wilkinson dediği gibi gerçekten de bir su şehri.
Bu çeşme 1. yüzyılda bölgeye yerleşen Romalı kolonistlerden, aslında Sagalassos’taki ilk Roma şövalyesi olan Tiberius Claudius, Piso’nun ölümünden sonra vasiyeti üzerine inşa ettirilmiş.
Bunu yazıtlarından anlıyoruz. Çeşmenin tam ortam içinde Piso’nun kendi heykeli varmış ama bugün o yok. Ama kabartmalarda Musa’ları görüyoruz. Yani esim perilerini. Antik dönemde müzikle ilgili, şiirle ilgili, sanatla ilgili çok değişik ilham perileri vardı ve bunlara Musa’lar ya da Müzler denirdi ki Müze kelimesinin de kökeni bu Musa’lar.
Burada gördüğünüz gibi kazılardan önce yapının çok az bir bölümü görülebiliyormuş. Bakın en üstler sadece gri, altı tamamen bembeyaz. Yani bu tamamen kazılarak ortaya çıkarılmış.
Biz 90’lı yıllarda buraları gezerken burada böyle bir yapının varlığından haberdar değildik. Bu bölümde Sagalassos’un yarısını gezdik. Önümüzdeki programda Sagalassos’la devam edeceğiz. Hoşça kalın.
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın