Aşık Hiç Yalnız Kalır mı Hafız? – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=NhWR47G5Ew0.
Gelelim hikayemize. Genç adamın bir gün, bu genç adam bizim ahbaptan birisi. Fakat kim olduğunu söylemeyeceğim. Aşık. Sevdiği bir kız var. Mesele olacak mı olmayacak mı? Muhallakta. Acaba o mu olur? Ya o olsa ne kadar güzel olur? Aşık olup evlenen tanıdıklar var. Onlar da çok mutlu olamadılar. Acaba mantıklı bir evlilik mi yapsam? Yoksa… Kıfık kılıç karışık. Ama kızı çok seviyor. Varmış gitmiş Hacı Uğur’un çay ocağına. Oturmuş. Abi diyor, oturdum. Aklımda bu mesele. Birisi diyor diye. Böyle… Evladım bir çay içer misiniz demiş. Aynı bizim hikayedeki gibi. Döndüm baktım diyor. Tek başımayım abi diyor. Çünkü aşığım. Aşık hiç yalnız kalır mı Hafız? Yar çıksa kapıdan hasreti girer içeri. Aşık yalnız kalamayan adammış. Sevgilinin yanındayken de yalnız kalamaz. Tek başınayken de yalnız kalamaz.
Çünkü sevgili yanı başındadır. Neyse. Vardım oturdum abi diyor. Yalnızım, tek başımayım. Evlat bir çay içer misin? Hay hay demiş. İçerim efendim falan. Oturduk diyor. Uğur bize iki çay dedi diyor. Çay geldi. Bana baktı diyor. Ve başladı bir hikaye anlatmaya. Ben de hani önce anlam veremedim. Bey baba bana niye hikaye anlatıyor? Niye bana bu hikayeyi anlatıyor? Bir anlam veremedim. Fakat dikkat kesildim, dinliyorum. Sohbeti güzel bir adam.
Hikaye şu. Bir padişah varmış vaktiyle. Uzun yıllar çocuğu olmamış. Bir gün Allah bütün çocuğu olmayanlara da evlat nasip etsin inşallah. Hayırlı evlatlar nasip etsin inşallah. Böyle geldi gönlüme. Şimdi bir gün çocuğu olmamış diye ben anlattım. Belki dinleyenlerin içinde bir çocuğu olmayan vardır. Ah bizim gibi dedi. O ciğer yangınının, o ahın hatırına Mevla onlara da evlat nasip etsin. Hayırlı evlatlar nasip etsin.
Padişahın uzun senelerden sonra bir çocuğu olmuş. Nur topu gibi bir kız. Padişah efendinin kızı oldu diye davulları çalınmış, halaylar çekilmiş, eğlenceler terk edilmiş, ziyafet sofraları kurulmuş. Ahali padişahı seviyorlar. Padişahın muradı hasıl oldu diye sevinç içerisinde. Kız büyümüş, serpilmiş, evlenecek çağa gelmiş. Tabii padişahın tek kızı. Damat efendi velahat olacak.
Bundan dolayı böyle hassas bir arayış içerisinde valide sultan, padişah efendi, saray erkanından nazı geçenler. Fakat bir türlü tam böyle içlerine sinen birini bulamıyorlar. Bir evin tek kızını almak zor iştir bak. Açayım parantez de söyleyeyim. Zordur. Çok umut bağlarlar çünkü. Neyse. Padişah bir gün çıkmış böyle tebdili kıyafet. Ahaliyi kolaçan ediyor.
Çarşı pazarı geziyor. Okula medreseye bakıyor filan. Bir ırmak kıyısında ihtiyar bir adam görmüş. İhtiyar böyle dereden taşları alıyormuş. Bir iple birbirine bağlıyormuş. Bir bir şeyler söyleyip atıyormuş derenin içine. Padişahın dikkatini çekmiş. Bakmış sürekli, mütemadiyen. Bu kelime güzel kelimedir. Mütemadiyen. Sürekliliğin ötesinde bir anlam ihtiva ediyor. Mütemadiyen. İyi kelimedir. Aramızda kalsın.
Taşları birbirine bağlıyor. Bir şeyler okuyor atıyor. Taşları birbirine bir şeyler okuyor atıyor. Demiş ki baba sen ne yapıyorsun? Evlatcığım kısmetleri bağlıyorum demiş. Demiş ya padişah. Böyle bir şey de duymadım. Nasıl kısmet bağlıyorsun be baba? Evladım demiş ben böyle alırım bağlarım atarım. Şu demin attığın kimin kısmetiydi mesela demiş. Haa. O demiş padişahın kızıyla uşağı Zenci Ahmet’in kısmetiydi. Onları bağladım attım. Afallamış adam.
Kızı Zenci Ahmet bir böyle gözünün önüne gelmiş kısmet bağlamak. Olacak iş değil ama Zenci Ahmet kızı. Padişahları beğenmezken şehzadeleri olmaz derken Zenci Ahmet kızı. Canı sıkılmış. Kolay gelsin demiş. Dönmüş saraya gelmiş. Gelene kadar kendinde telkin de bulunuyor. Ya olmaz öyle şey filan. Ama şüphe bir defa düşmüş içine. Yok ya böyle bir şey olmaz. Kısmet bağlamak diye bir şey olmaz.
Bir ihtiyar iki taşı birbirine bağlayıp dereye attı diye iki insanın kısmeti birbirine denk düşmez. Ama ya olursa sabaha kadar uyku tutmamış padişahı. Sabah olunca bir çare düşünmüş. Uşağını çağırmış Zenci Ahmet’i. Oğlum gel demiş. Buyurun bir mektup yazmış. Bu mektubu al. Evet efendim. Güneşe götür. Bu mektubu güneşe götür. Uşak anlam verememiş. Hani mektup güneşe nasıl gidecek filan ama padişah buyuruyor. Baş üstüne efendim demiş. Mektubu almış. Padişah sırtını sıvazlamış. Bak sana çok güveniyorum demiş. Sakın vazifeyi ihmal etme. O mektubu güneşe vermeden de geri gelme. İsterse ömrüne mal olsun. Hay hay sultanım demiş. Mektubu koynuna sokmuş Zenci Ahmet. Düşmüş yola. Yola çıkmış da almış garibi bir dert. Bey baba böyle anlatıyor. Bu arada Hacı Uhur ikinci çayları getirmiş. Bizimki de merak içinde gözleri dikmiş. Hadisenin içine aşk girdi ya. Böyle. Cevahir kadrini cevherfru uşağın olmayan bilmez. Diyor ki müşteri olmadan gelen geçene gel al demeyi aldıramazsın. Boşuna uğraşma hakkın suyunu dibi delik kaba dolduramazsın. Dertliği bulacaksın ki dert oraya akacak. Hz. Mevlana susuzların dağ bayır dolaşıp suyu aradığı gibi su da dağlardan bayırlardan dolaşarak susuzları arar diyor. Suya talipsen susuzluktan çatlamış bir dudak sahibi ol Zenci Ahmet.
Su su diye bağırmaya gerek yok. Bırak dudaklarının çatlağı bağırsın. Uşak Ahmet mektubu almış yola çıkmış. Ben bu işi nasıl yapacağım? Aklına bir fikir gelmiş. Güneşin doğduğu yere doğru yürüyeyim demiş. Elbet varavara koskoca padişah bir bildiği var ki bu mektubu güneşe ver vermeden de gelmedi. Güneş uzaklaşıyor Ahmet yürüyor. Günler günleri kovalamış. Haftalar haftaları kovalamış. Aylar ayları kovalamış.
Mevsimler mevsimleri kovalamış. Ahmet üç mevsim yürümüş. Mümkün mü güneşe ulaşmak? Ama söz verdi. O mektubu verecek. Dört mevsim, beş mevsim, yedinci mevsimin sonunda Ahmet saç sakal uzamış. Hal perişan, zayıflamış. Ayaklarından derman çekilmiş. Yüzü gözü toz toprak içinde. Bir meczubu andırır vaziyette.
Yüksek bir tepeyi aşınca bakmış ki aşağıda böyle bir sahil. Ve sahilin içine de güneş o kadar güzel yansımış ki. Ahmet’in olduğu yerden bakınca güneş denizin içinde gözüküyor. Ahmet dizlerinde kalan son takat, başında kalan son akılla koşmaya başlamış güneşe doğru. Koşmuş koşmuş denizin içine gelince kendini kaldırıp suyun içine atmış. Mektubu güneşe verecek.
Ahmet denizin içindeki güneşe mektubu vere dursun. Padişah da karısına ya ne yapsak da evlendirsek. Kadıncağız demiş ki şimdi mevsim kış. Hele bir baharı bekleyelim. Mevla bir kısmet nasip eder nasıl olsa. Hakikaten bahar gelirken ülkede bir sevinç, bir neşe. Padişah mutlu. Ne oldu diyor. Ne oldu? Hani kısmetleri birbirine bağlıyordun ihtiyar. Ortada zenci Ahmet yok. Bak aslan gibi bir uzak ülkenin padişahı çıktı geldi. Kızımıza talip oldu. Hanimiş kısmetleri bağlamak. Keyfi yerinde kız evleniyor. Kırk gün kırk gece halaylar, davullar, ziyafetler, eğlenceler. Son gün artık düğünün sonuna gelmiş. Kırkıncı günün akşamı padişah, hanım sultan, kerimesi, damat efendi beraber oturmuşlar. Bir yemek yiyorlar filan. Damat maceralarını anlatıyor. Çok zengin bir zat. Öyle kızcağıza bir kolye hediye etmiş. O kolyenin misli görülmüş değil. Çok zengin. Nasıl zengin olduğunu anlatıyor. Ülkesinden bahsediyor. Padişahlığını anlatıyor filan. Keyifle dinliyorlar. Padişah da mutlu. O sıra nasıl olduysa damat bir çatalı mı düşmüş, bıçağı mı düşmüş, şöyle bir eğilmiş tam çatalı alırken padişah…
Dikkat kesilmiş. Damadım beli açılınca, bel hizasının simsiyah olduğunu görmüş padişah. Allah Allah. Yüzü, gözü, eli, ayağı bizim gibi ama beli simsiyah. Bunda bir iş var. Ya getirme aklına bir şey. Olmaz öyle filan. Neyse yemekten kalkmışlar ama huzursuz. Varmış, yatağa uzanmış. Olur mu böyle bir şey? Tekrar kısmetleri bağlayan ihtiyarın yüzü gözlerinin önünde.
Ahmet’e de sesi benziyor mu? Yok benzemiyor canım. Kaç, sekiz mevsim geçti üstünden. Ahmet ne arasın filan. Aklından böyle düşünüyor. Sabaha kadar yine uyku tutmamış padişahı. Sabah olunca, bakmış böyle yeni evliler sarayın bahçesinde dolaşıyorlar. Arkalarından yaklaşmış padişah. Dur demiş. Bunu anlamanın bir yolu var. Bir oyun oynayayım ona. Arkalarından yaklaşmış Ahmet. Deyince damat dönmüş.
Padişahın eli ayağı çözülmüş. Sen bizim uşaksın, sen zenci Ahmet’sin. Evet hünkârım demiş. Peki nasıl? Ne oldu? Neyin nesi? Kız şaşkın. Padişah ne diyeceğini bilemiyor. Ahmet mahkum. Bir oturalım anlat bana demiş şu işin aslında.
Ahmet anlatmış. Demiş ki Sultanım. Verdiğiniz mektubu aldım. Dere, tepe, dağ, gece, gündüz, yaz, kış. Gittim. Yüksek bir tepenin başına geldim. Aşağıda deniz. Denizin içinde güneş. Koştur koştur vardım. Attım kendimi suya. Eee? Baktım orada sandıklar, bir şeyler, hazineler, şunlar, bunlar böyle acayip bir yer. Öldüm zannettim önce. Çıktım sudan dışarı.
Bu gördüğünüz gibiydi. Sadece benimdeki kuşağım sımsıkı sardığım için kuşağımın hizası eski tenimin renginde kaldı. Fakat diğer taraf ağırdı böyle. Ben beyaz oldum. O sudandır, güneştendir, mektuptandır bilmem. Sonra oradan o hazineleri çıkarttım. Aldım. Bir de mektup vardı hünkârım demiş. O sandıkların içerisinde. Sanki onu da mektubunuza karşılık bir mektup gibi düşündüğüm için aldım. Padişah şaşkın. Demiş ki nerede o mektup? Yanımda demiş. Hünkârım hep yanımda hiç ayırmadım. Çıkartmış açmamış da. Uşak bir mektup. İhtiyar anlatıyor. Bizimki can kulayla dinliyor. Benim mesele olacak mı olmayacak mı? Nereye varacak filan. Mektupta ne yazıyor? Bir çay daha gelmiş bu arada. İçi oğlan. Ahmet mektubu çıkartmış padişaha uzatmış. Padişah almış alel acele. Mektubu açsa baksa ki mektupta bir cümle. Güneşe yazı yazılmaz. Yazılan yazı bozulmaz. Padişah olduğu yere yığılıp kalmış. Sonra Ahmet ile hanım kız mutlu olmuşlar mı? Padişah bu işe ne demiş? Taşları bağlayan ihtiyar ne olmuş filan. Bütün bunları bilmiyoruz. Haberimiz yok. Arkadaş diyor ki. Abi diyor. Hikaye buraya geldi ben mevzuyu anladım. Dedim ki haa. Demek ki benim kiminle evleneceğim nasıl olacak? Ezelden takdir edilmiş. Ben kafayı çok yorsam da hiç yormasam da nihayetinde ben o takdir edilen yere doğru yürüyeceğim.
Bahanesi aşk olacak. Bahanesi mantık olacak. Ama ne yazıldıysa o olacak. Bunu fark etmenin mutluluğuyla sevindim. Dedi ki Uğur abi bize iki çay daha getir. Uğur abi çayları getirdi diyor. Kafayı çevirdim. İhtiyar gitmiş. İki ayağı anlattı. Kalktı gitti. İnsan bir Allah ısmarladık der filan. Abi demiş ya. Bu ihtiyar var ya. Nereye kayboldu? Uğur abi bakmış. Demiş ki. Oğlum ne ihtiyarı?
Sen bir saattir burada tek başına oturuyorsun. Kaldım diyor öyle. Selamün aleyküm Erenler. Erenlere gönül verenler. Gönül gözüyle Erenleri görenler. Erenlerin sadece gördüklerinden ibaret olmadığını bilenler.
Aaaaa ya.
İlk Yorumu Siz Yapın