Asyanın Kandilleri-Abdülkadir El Meragi
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=yqtoPqCLLWY.
İzlediğiniz için teşekkürler.
Timur’un karşısına Merakalı bir müzisyeni getiriyorlar. Bu, daha önce Büyük Emir’in yakalandığında öldürülmesi için ferman verdiği Abdülkadir Meragi’den başkası değildir. Şark Müsikisi’nin Farabi, İbn-i Sinâ ve Urmiyeli Safiyyuddin’den sonra dördüncü büyük üstadı.
Hem büyük bir teorisyen, hem bir bestekâr ve icracı. Bir çok sazı geliştirerek yeniden musiki alemine kazandırmış. Bütün formlarda beste yapabilecek bir kabiliyete sahip. Timur’un ağzından çıkacak sözü bekliyor askerler. Maragada başlayan, Urmiye Gölünü dalgalandıran, sarayların geniş avlularında yankılanan şarkı Bağdat’ta bitmek üzere. Gözünün önüne çocukluğu gelir, ilk gençliği.
Celâirdiler döneminde yaşadığı mutlu günler, aldığı övgü ve ihsanlar. Hayat bir film şeridi, bir yaprağın dalından düşüp toprağa karışması, bir kelebeğin kanat çırpmaktan yorulup kendini boşluğa bırakması, çatlak bir testiden sızan su, nice çabadan sorumlaşılan bir aheng ve beste.
Tarihler şöyle mi yazacak? Bu talihsiz musiki şinasın ölümü Timur’un elinden oldu.
Büyük matematikçi Nasirettin Tusi’nin ünlü Maragarasathanesini kurduğu şehirde 1350-1360 arasında bir yılda doğdu Abdülkadir el-Meragi. Eski dönemlerden başlayarak, özellikle Moğollar zamanında, Azerbaycan’ın merkezi durumunda olan Maraga, 13. yüzyılda bir ilim şehriydi. Babası Gıyasüddin Gaybi, Meraga şehrinde tanınmış musiki şinaslarında, oğlunun eğitimi için tam bir özen ve söze sığınmayacak bir şefkat gösterdi. Fiziyle, sesiyle, zekâsıyla, yetenekleriyle Maraga’yı ışıtan bu çocuğun gelecek vaat ettiği herkes tarafından görülmektedir.
Bestekârdı, icracıydı, Udî ve musiki bilginiydi. Üstelik dinî musikide ve Kur’an okumakta da eşsiz olduğunu söyleniyordu. Altı kalemde hattat, Farsça, Arapça ve Türkçe olmak üzere üç dilde şairdi.
Daha Meraga’dayken şöhreti bütün Azerbaycan’a ve civar ülkelere yayıldı. Babasının ölümünden sonra Meraga’dan ayrılıp Tebriz’e gitti. Celâir Sultanı Uys’in ölümüne kadar geçen dönemini ünlü Arzu Halî’nde şöyle anlatır Meraga’yı. Abdülkadir derdi. Udunu okşa, ey misli cihanda bulunmayan kişi musikiye başladı.
Bazı kere bir nöbet tut, bazı kere gazel oku çünkü dünyada sana bedel bir kişi bile yok. 1374 yılı idi, o velî padişah cihandan göçtü. Abdülkadir için bu kez gece gündüz zevk ve safa alemi doldu. Başından altınlar saçıldı Sultan Hüseyin dönemi başlar.
Onun nameleri Sultan Sarayı’ndan çıkarak Tebriz’in ayazda kalmış yüreklerini ısıtır.
Abdülkadir, ud çalmaya başladığında bütün şehir nefesini tutar sanki. Bir şarkıyı söylerken de öyle.
1378 yılında Erdebil’e giderek, Safyeviler’in ikinci şeyhi Şeyh Sadreddin’in huzurunda kendi buluşu olan Kâseler Sazı adlı çalgıyı çalar.
İçine belli miktarlarda su doldurulmuş 76 çiğni kâseye mızrapla vurularak çalınan bu aletten başka buluşları da var Abdülkadir’in. Bunlardan biri Saz-ı Elvah yani Levhalar Sazı, diğeri ise Kanunu Murassa-i Müdevver.
Yine Sultan Hüseyin’in sarayında geçen bir başka olay da ününe ün, servetine servet katmıştır.
Tarihe 100.000 dinarlık bahis ya da Nevbet-i Müretteb hadisesi olarak geçecek bu hadise, beste türlerinin en zor olan bu müzik formuyla bir eserin birkaç günde yapılmasının imkansız olduğu iddiasına Meragi’nin 30 bestesiyle verdiği karşılıktır.
Meragi başlayacak olan Ramazan ayında her gün bir Nevbet-i Mürettebi besteleyerek, Arefe gününde tam 30 Nevbet-i Mürettebi hazır edebileceğini iddia eder.
Ve Ramazan ayı boyunca kendisine verilen sözleri, istenen makam ve usuller içerisinde besteleyerek her gece Sultan’ın huzurunda icra ederek bahsi kazanır.
Tahta çıkan her celâir Sultan’ının el üstünde tuttuğu Meragi, Ahmet Bahadır Han devrinde de el üstünde tutuldu. Tam 20 yılı kendisine aziz dost diye hitap eden bu Sultan ile geçti. Bu zaman dilimi huzur dolu günlerin olduğu kadar celâirliler devletin de sonunun yaklaşmakta olduğu günlerdir aslında.
Onun zamanında sayısız zevke safhalara daldım. Meğer o anlar da bir hayal imiş. Dünyanın işi daima böyle olur gider. Güzelim gülleri perişan eder. Bağdat’ın İçin Kıbrıs 1386 yılında Timur’un tebrizi almasıyla ikinci başkent olan Bağdat’a kaçan Ahmet Celâir’in yanında Meragi de vardı. Burada 7 yıl geçirdiler.
Bağdat’ta 7 yıl tutunmalarının sebebi elbette Timur’un ne merhametinden ne de kudretsizliğindendir. O esnada bu askeri deha, altın ordu ordusunu yok etmekle meşguldür. Timur, ülkeler fethederken Sultan Ahmet ile Abdülkadir Bağdat’ta 30 kayıkçının kürek çektiği bir saltanat kayığındalar. Sultan, Cüneydi Bağdadi’den 4 beyit okuyor ve Abdülkadir’den bunları kayıkçıların sayısına uygun birçimde beslenemesini istiyor. Bunun üstüne Meragi, Devr-i Şahi adını verdiği 30 vurmalı bir usulü hemen orada yaparak beyitleri de bu usul içerisinde besleniyor. Ve beklenen son 1393’de Timur’un Bağdat’a girmesiyle gerçekleşiyor.
Meragi, Timur’un oğullarından Miran Şah tarafından Kerbelada kıstırılarak yakalanıyor. Huzura çıkarılan Abdülkadir şu kıtayı okuyarak Timur’un himayesine giriyor.
Maşrık-ı Magrıp musahhar dur sanga, devlet-i nusrat mukarrar dur sanga, feth-i nusrat daima bilginde dur, devleti unhak’tan mukarrar dur sanga.
Abdülkadir Meragi’nin Tebriz ve Bağdat yıllarından sonra bambaşka bir iklime geçmesi muhakkak ki kendi arzusuyla olmadı. Ama yine de ondan şu satırları okuruz.
Allah’ın takdiriyle Bağdat’a geldi, kuluna lütuflar da bulundu. Beni Semerkand’a yolladı, köy, ev, bağ, bostan ihsan etti. Mavere-i Nehri cennet gibi bir yer gördüm, halkını tümden tertemiz yaratmış buldum. Gerçekten de Meragi burada çok iyi karşılanmıştır. Büyük Emir Meragi’yi 1398 yılında bir nişanla da onurlandırıyor. Hayli adalı ve şiirsel bir dille yazılmış olan fermanın sonundaki buyruk şöyle. Padişahlar padişahının her çeşit inayetine mazhar olduğu ve buna hak kazandığı herkesçe bilinmeli. Herkes onun rızasını tahsile çalışmalı. Onun dileklerini yerine getirmeyi, onun isteklerini yapmayı, onu ululamayı vacip bilmeli. Meragi’nin Semerkand’taki güzel günleri Timur’un Tebriz’deki oğlu Miran Şah’a Nedim olması ile sona erdi. İşte Meragi’nin derviş kılığında kaçarken yakalanıp Timur’un huzuruna çıkarılması ile sonuçlanan olayların başlangıcı bu oldu. Timur’un divane oğlu Miran Şah’ın mazbut olmayan hal ve hareketleri Nedimlerinin tesir ve nüfuzuna bağlandı. Saraydaki huzursuzlukları duyan Timur, oğlunun Nedimlerinin hemen öldürülmesini bulurdu. Nedimler idam edildiler. Tehlikeden daha önce haberdar olan Meragi ise kaçabilmişti.
Yakalanarak Timur’un huzuruna çıkarıldığında o kadar güzel bir sesle Kuran’dan bir sure okumaya başladı ki Timur’un öfkesini dindirdi. Büyük Emir Abdülkadir’e bakarak derviş Canhavli ile Kuran’a sarıldı anlamına gelen bir Mısra söyledi ve bir süre önce ölüme mahkum ettiği sanatçıyı affetti.
Müziğin ruhlara tesir ettiği elbette şüpheye götürmez bir gerçek ama Timur’un en önemli özelliklerinden birinin alim ve sanatçıları korumak olduğunu düşünürsek, affetmesinin nedenlerini daha iyi anlarız. Meragi Timur’un Nedimleri arasındadır artık. Gerçi Timur’a Nedim olmak onun ihtirasları ve idealleri peşinde bir ülkeden bir ülkeye seferler yapmak anlamına geliyordu.
İlerlemiş yaşına rağmen durmak, oturmak, yorulmak nedir bilmeyen Timur’un yanında seferlere çıkmaktan bir itap düşmüştür meragi. Oysa o sarayları sever, kumruların öttüğü güzel bahçeleri ve musikiyle efsunlanan meclisleri. Kaldı ki Semerkand bir yeşillik denizi içinde yükselen görkemli anıtları ve Zümrüt’ten mirhalıya benzeyen şiirsel bahçeleriyle bir yeryüzü cennetidir.
Bu yüzden uzun ve zorlu Hindistan seferine katılmaktan affını ister Timur’dan.
Yine Timur, Yıldırım Bayezid ile Ankara Meydan Savaşını yaparken, o Semerkand’da musiki hakkında yazdığı 6 kitaptan en büyüğü ve en önemlisi olan Camiul Elhan’ı hazırlamakla meşgul olur. Meragi kitabını 1405 yılında bitirdi. Timur ise Çin seferini tamamlayamadan 1405 yılında Otrar’da ölüm tarafından durduruldu.
1405 yılıydı ki o âlem padişahı bu âlemden geçip gitti. Hükmü yürürdü, ordusu vardı, sonsuz mala mülke sahitti ama ölümü kendisinden men edemedi.
Ondan sonra Genç Sultan Halil tahta geçti. Devre Kumriye adlı sekiz zamanlı usulü bu hükümdarın isteği üzerine yaptı. Şahruh kardeşi Halil Bey’i alt edip tahta geçtiğinde tıpkı Celâir Sultan’ından ayrılışına üzüldüğü gibi Halil için de üzülmüştü.
Şahruh başkenti Semerkand’tan Herat’a taşıdı. Semerkand’ı ise oğlu Ulube’ye verdi.
Makâsidül Elhan Herat’ta yazıldı. Meraginin eserleri arasında bulunan Şer-i Kitâbul-Edvâr, Zübletül-Edvâr ve Kenzül-Elhansa Celâiriler döneminde yazdı eserlerde.
Meraginin toplam altı kitabı içerik bakımından gittikçe olgunlaşmakla birlikte birbirine çok benzer. Aslında kitapların birbirini tamamladığını, bir kitapta tümü ifade edilmemiş konuların bir diğerinde açıklandığını söyleyebiliriz. Eserlerinde dönemin musiki formlarıyla ve kullanılan çalgılarla ilgili çok kapsamlı bilgiler verir. İslam musiki tarihinde kullanılan çalgıların teknik özelliklerini açıklar.
Üstelik bu bilgilere zaman zaman kendi şahsi kanaatlerini, hatıralarını ekler. Musikide yetişen üstatlardan söz eder. Musiki ile ilgili efsaneleri ve hikayeleri aktarır.
Yüzyıllar boyunca Türk müziğinin en büyük mesleğcisi olarak kabul edilen Maragalı Abdülkadir’e ait oldukları söylenen 20-25 eserin yanı sıra onun adına kayıtlı güfteler de bulunuyor.
Ama bunların ne kadarı gerçekte Maragi’ye ait, ne kadar yüzyıllar içinde bozularak günümüze kadar geldi, hâlâ meraklıları tarafından tartışmak olsun.
Devletlerin yıkılıp devletlerin kurulduğunu, cihan padişahlarının dünyadan bir bir göçtüğünü görecek kadar uzun bir ömür yaşadı Maragi. Ama o yaşlandıkça, dünyada başkalaşmıştı. Üstelik şahruh dindardır ve musiki meclislerine çok da ilgi duymaz.
Kaldı ki Timur’un ölümünden sonra çıkan taht kavgalar ve iç ayaklarmalar, şahruhun devamlı olarak seferlere çıkmasını gerektirmektedir. Bu ortamda Maragi’nin beklediği ilgiyi göremediği anlaşılmaktadır. Şahruh için Sultanın Adaletinin bir ifadesi olarak Devr-i Adi adını verdiği 28 zamanlı yeni bir usul tertip etti. İlk eserlerinden olan Şerhi Kitabı Edvarı yeniden ele alarak düzeltmeler ve eklemeler yaptı ve bu kitabın sonuna eklemek üzere oturup uzun ömrünü manzumeleştirdi. Amacı, tek tek her hükümdarın sarayında ne tür iltifatlara tabi olduğunu anlatarak, Sultan Şahruh’tan da bunları beklediğini şairani bir şekilde duymaktı.
Dünya Padişahlarının Padişahı muradına ermiş Şahruh Sultan Bahadır. Ey Cihan Padişahı! İhtiyarım, sana konu beni aziz tut. Günlerin, ömrün sâkisinin bana sunduğu kadehin dibinde bir yudum şarap kaldı.
İhtiyarım ama gönlüm genç. Hâlâ başımda heyheyler, gönlümde yanışlar var. İşte bu ünlü arzu halini hazırladığında Şahruh, Rey sınırındaki kışlığına doğru yol alıyordu.
Her atı kasıp kavuran veba saldırı haberini yolda aldı. Merakide 1435 yılındaki bu büyük veba saldırının da hayatını kaybeden binlerce insan arasındaydı.
Oysa, ömrün sâkisinin sunduğu kadehin dibinde daha bir yudum şarap vardı.
Üstadı Cihan, büyük hoca Abdülkadir elini kadehe uzatmışken bir tel kopar, ahek ebediyen keser.
İzlediğiniz için teşekkürler.
İlk Yorumu Siz Yapın