Asyanın Kandilleri-Ali Kuşçu
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=z7CgDLBUZdE.
Altyazı M.K. Altyazı M.K.
Bursa’da bir eski cami avlusu, küçük şadırvanda şakırdeyen su, Orhan zamanından kalma bir duvar, onunla bir yaşta ihtiyar çınar.
Sakin bir günü dört bir yana ererken, 40 yaşlarında bir adam, bütün geçmişini ve sevdiklerini geride bırakarak Bursa’dan ayrılıyor. 15. yüzyılın ünlü matematik ve astronomi âlemi, Kadı Zade-i Rumi’den başkası değildir bu.
Yolculuğu, insanın kaderiyle buluştuğu kent olarak ünlenen Semerkand’a doğrudur.
Kadı Zade-i Semerkand’a yönelten sebep, 15. yüzyılda Orta Asya ve İran’da Timurilerin temsil ettiği yüksek ilim ve sanat rönesansıydı.
Herat ve Semerkand, iki önemli kültür, sanat ve bilim merkezi olarak bütün gölkemiyle parlıyor. Ve Ariston’un taçlı talebesi Makedonyal Iskender gibi, Kadı Zade-i Rumi’yi de burada bir başka taçlı talebe bekliyor. Bütün Mavera-ü Nehir bölgesinin hakimi ve hükümdarı olan ve adı tarihe tahtta oturan âlim olarak geçecek Ulu Bey, Kadı Zade ile karşılaştığında henüz 17 yaşındaydı.
Bursalı âlimin Semerkand’a gelmesinden sonra bir medrese yükseldi Asya’nın muhteşem göğüne doğru.
Burada oluşan bilimsel heyecan ve merakla inşaatına başlanan Semerkand Rasathanesi ise Asya’nın kandillerini yıldızlara ve sonsuzluğa taşıdı. Devrin bütün ünlü âlimleri medresede ders vermek üzere Semerkand’a davet edilmiştir. İşte bu medresede Ulu Bey’den ve Kadı Zade-i Rumi’yi de matematik ve astronomi dersleri alan bir genç adam vardır ki bu onu ileride zamanının batlam yüzü yapacaktır. Ali Kuşçu’nun Mavera-ü Nehir’in hangi bölgesinde ve kaç yılında doğduğunu bilmiyoruz.
Ama ilk eğitimini Semerkand da yapıyor. Ulu Bey’in sadece öğrencisi değil sırdaşı ve dostu da oluyor. Aynı zamanda idealleri uğruna hükümdardan habersiz şehri terk etme cesaretini de buluyor kendinde.
Çünkü Semerkand bütün dikkatini astronomi ve matematik üzerinde yoğunlaştırmış.
Şehrin sokaklarında huzursuzca dolaşan Kuşçu’nun ise felsefeye ve nakli ilimlere ilgisi var. Öyleyse gitmeli hem de habersizce.
Semerkand’dan ayrılmak için izin istediğinde verileceğinden emin olsa herhalde bunu yapardı. Hocalarından izin alamama endişesi rol oynamış olabilir bu habersiz ayrılışında.
Seyahati bugün İran sınırları içinde bulunan Kirman’a doğruydu.
15. yüzyılda Kirman dini ilimlerin önemli bir merkezi durumundaydı. Ali Kuşçu burada ünlü Maragarasathanesinin kurucusu Nasi Rüddin-i Tusi’nin Tecridül Kelam eserini okuyarak ona büyük şöhret kazandıracak olan Şerhi Tecrid adlı eserini kaleme aldı.
Aslında nakli ilimlere ilgi duyarak Semerkand’dan ayrılmıştı ama Semerkand peşini bırakmamıştı.
Felsefi çalışmalarının yanısına astronomi çalışmalarında sürdürdü Kirman’da. Ayın şekillerini anlatan Hallü Eşkal-i Kamer adlı risaleyi hazırladı. Bu aynı zamanda Mavere-i Nehir’in hükümdarına sunacağı hediyeydi.
Yalnız başına uzun bir yol kat ettikten sonra Semerkand’a dönmeye karar verdi. Huzura çıktı, özür diledi.
Ulu Bey özrünü kabul ettikten sonra şöyle sordu. Bana Kirman’da ne hediye getirdin? Ali Kuşçu bir âlim hükümdarı verilebilecek en güzel hediyeyi, ayın safhaları üzerine çalışmasını Ulu Bey’e sundu.
Hallü Eşkal-i Kamer bir sultanı yerinden kaldıran kitap olarak geçti tarihi.
Ali Kuşçu’nun yetişmesinde Kadı Zade’nin ve Ulu Bey’in çok büyük emekleri olduğunu biliyoruz. Ulu Bey, büyük âlim, şerefli oğul diye bahsettiği Ali Kuşçu’yu zaman zaman sefaret heyetleriyle birlikte başka ülkelere gönderdi. Böylelikle Kuşçu hem o ülkelerdeki bilimsel çalışmalar hakkında fikir sahibi oluyor hem de bilgi ve görgüsünü artırıyordu. Kaldı ki bu geziler sırasında edindiği bilgi ve tecrübe ileride onun çok işine yarayacak ve Uzun Hasan tarafından Fatih’e elçi olarak yollaracaktı.
Ali Kuşçu bu zorunlu seyahatlerinin dışında ölümüne kadar Ulu Bey’in yanından ayrılmadı. Hem Ziyçilerin tamamlanması görevini hakkıyla yerine getirdi hem de onun sırdaşı ve dert ortağı oldu.
Ulu Bey’in büyük âlim, şerefli oğul hitabının hakkını gerçek anlamıyla verdi. Öyle ki Ulu Bey’e evrensel bir ün kazandıran ve aydaki kraterlerden birine adının verilmesini sağlayan Ziyci Ulu Bey hakkındaki en önemli açıklamayı Ali Kuşçu yazdı.
Bursa’dan yola çıkan Kadızade Rumi, bilimin meşalesi Semerkant’ı aydınlattığı için buradan yayılan ışığa doğru yönelmişti.
Bu büyülü kentte çok güzel günler yaşamış, çok önemli çalışmalara imza atmış, Mavera-ü Nehir Hükümdağının tertip ettiği bir şölenle evlenmiş ve Şemsettin Mehmet adlı bir oğlu olmuştu.
Şemsettin daha sonra Ali Kuşçu’nun kızıyla evlenecek ve onlardan ünlü Türk astronomi Mirim Çelebi’nin babası olan Kutbettin dünyaya gelecekti. Bu hikayenin devamını İstanbul’da anlatmak üzere Ali Kuşçu’nun bir daha dönmemek üzere Semerkant’tan ayrıldığı güne dönelim.
Timurlar Hanedanında yaşanan karışıklıklar ve Ulu Bey’in oğlu Abdüla Tif tarafından katledilmesiyle Semerkant’ın üzerine kara bir bulut çöker.
Ali Kuşçu bu üzücü olay üzerine ailesiyle birlikte Azerbaycan bölgesine geçerek Tebriz’e geldi. O dönemde Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan doğuda büyük bir devlet kurmuş, hakimiyeti altındaki topraklarda medreseler, imaretler yükseltmiş,
Irak, İran, Mavera Ün Nehir ve Türkistan’ın birçok alim ve şairini Tebriz’de toplamıştı.
Ali Kuşçu’nun Tebriz günleri hakkında herhangi bir kaynakta bilgiye rastlanmasa da, muhtemel Gök Mescid’de kıldı namazlarını ve Nasriye Medresesi’nde dersler verdi.
Şehrin içinden geçen acı çayı takip ederek Urmiye Gölü’nün kıyısında soluklandı ya da.
Bu şehirde tam 22 yıl kaldıktan sonra Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ın ricası üzerine Osmanlı İmparatoru Fatih Sultan Mehmed’e elçi olarak gitti.
Ali Kuşçu İstanbul ayak bastığında muhakkak ki şehirden, ortamdan ve Osmanlı Sultanı’ndan çok etkilendi.
Fatih’te bu büyük ilim adamının bilgisi ve görgüsünden etkilenmiş olmalıdır ki, Ali Kuşçu’dan İstanbul’da kalmasını istedi. Fatih’in Ali Kuşçu’yu İstanbul’a çağırması şer’i ilimler yanında pozitif bilimleri de canlandırma teşebbüsünün bir sonucudur.
Kimi şehirlerin ışığı sönerken parlayan kent artık İstanbul, yükselmekte olansa Osmanlı medeniyeti. Daha önce Bağdat, Şam, Kahire, Semerkant, Buhara gibi şehirler bilginleri çekerken şimdi yeni çekim merkezi İstanbul’dur. Elçilik görevini tamamlayan ve Akkoyunlu Sultanı’na duyduğu sorumluluk ve vefa duygusunu yerine getiren Ali Kuşçu muhteşem bir kafileyle yola çıktı.
İçinde sadece akrabalarının değil, birçok Orta Asyalı ve İranlı aliminde bulunduğu 200 kişilik kafile sınırda görkemli törenlerle karşılandı.
Kafilenin Üsküdar’a ulaştığı haberi gelince Fatih derhal bir kadırga donattırarak, bu kadırgayla başta Hocazade olmak üzere Kimi İstanbul ulemasını Ali Kuşçu’yu karşılamaya gönderdi.
Fatih’in büyük saygı gösterdiği ve el üstünde tuttuğu Ali Kuşçu’nun İstanbul’daki hayatı ve buraya ilişkin duyguları karışıbdır.
Fatih’in iltifatı ve masar olması, Ayasofya Medresesi’nin baş müderrisliğiyle getirilmesi, ulemanın hasedinin üzerinde toplanmasına leder olmuştur.
Osmanlı ülkesine Acem’den, çoğu Azerbaycan’dan gelenlere verilen itibarı fazla bulanların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Ama bu, şu gerçeği değiştirmez. Matematik ve astronomi bakımından Osmanlı Türklerinin en parlak çağa Ali Kuşçu ile başladı.
İstanbul’daki kısa hayatında verdiği dersler kadar, Semaniye Medreselerinin müfredatını hazırlayarak bilim hayatında kalıcı izler bıraktı. Astronomi ve matematik alanı da verdiği eserler, okullarda ders kitabı olarak okutuldur.
1473 yılında Fatih’in daveti üzerine birçok alimle birlikte Uzun Hasan Seferi’ne giden Ali Kuşçu, savaş esnasında tercanda oturarak bilimsel çalışmalarını sürdürdü.
Astronomi Risalesi’ni Fatih’in zafer kazandığı günlerde bitirmesi nedeniyle Fetih Risalesi adını vererek sultana sundu. Risale-i Filheye, yani astronomi risalisi, yazarın astronomi ile ilgili başlıca eseridir.
1457 yılında tamamladığı küresel astronomi ile ilgili bu eserde dünya yuvarlak olarak çizilmiş ve Türk memleketlerinin yerleri gösterilmiştir.
Farsça kaleme aldığı bu eseri, Fatih’in tercan seferi sırasında Arapçıya çeviren Ali Kuşçu, bu esere gök cisimlerinin yerden uzaklıklarını gösteren bir makalesini de ekleyerek Fetih Risalesi adını vermişti. Yine Semerkant günlerinde Farsça kaleme aldığı hesaba ait Muhammediye isimli eseri de Arapçıya tercüme ederek Fatih’e sundu. Bu iki eseri Fatih Sultan Mehmet ciddet dilerek özel kütüphanesinde muhafaza etti.
Ali Kuşçu çalışmalarını iki yönde derinleştirdi. Birincisi kelam ve dil bilgisi, ikincisi ise matematik ve astronomi idi. Astronomi ve matematiğe ait eserler Semerkant’taki eğitiminin ürünü iken, kelam ve felsefeye ait eserleri kelam ve dil bilgisi ile ilerledi.
Kirmân günlerinden ürün olur.
Matematikten astronomiye, felsefeden kelama, Arap gramerinden şiire hemen her konuda söyleyecek sözü olan bir aydındı Ali Kuşçu. 16 Aralık 1474’te vefat etti.
İlim yol göstericisi Mevlana Ali Kuşçu Cennet Ravzası tarafına gittiği zaman hicri 879 senesiydi. Şaban’ın ilk haftasının 7. Cumartesi günü gitti. Bu satırların sahibi Bursa’dan başlayıp Semerkant’ta gelişen ve İstanbul’da devam eden bir hikayeden doğmuştu.
Hikaye şöyle. Kadızade Rumi’nin oğlu ile Ali Kuşçu’nun kızı evleniyorlar. Bu evlilikten Kutbettin isminde bir çocuk dünyaya geliyor ve bu torun dedesiyle birlikte İstanbul’a geldiğinde Fatih’in hocası Mevlana Hocazade’nin kızıyla evleniyor.
Bu evlilikten de Ali Kuşçu’nun ölümü üzerine tarih düşen ünlü Türk astronomi Mirim Çelebi dünyaya geliyor. İnsanlar atalarından sadece hastalıklarını değil aynı zamanda zekalarını da miras alırlar. İşte Mirim Çelebi’nin soy ağacında üç büyük çınar, Kadızade Rumi, Ali Kuşçu ve Hocazade bir araya gelirler.
Onlar astronominin son parlak devrinde yaşadılar. Ünlü Semerkant atılımına imzalarını koydular.
Eğer Kadızade Rumi tahsilini tamamladıktan sonra memleketine dönmüş olsaydı Osmanlı ülkesinde pozitif bilimlerinin daha erken gelişeceği söylenir. Ama Bursalı alim, Türkistan’da yetiştirdiği iki öğrencisi Fethullah Şirvani ve Ali Kuşçu ile memleketine alimani bir selam göndermiştir.
Osmanlı’nın 16. yüzyıldaki altın çağının hazırlayıcılarından biri de Ali Kuşçu ve onun yetiştirdiği talebeler olmuştur.
İzlediğiniz için teşekkürler.
İlk Yorumu Siz Yapın