Asyanın Kandilleri-İmam Buhari
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=dME48hTihDk.
Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı.
Oku. Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin en büyük kerem sahibidir.
7. Yüzyılda Allah’ın son resul aracılığıyla insanlara gönderdiği ilk vahiy budur. Yaratan Rabbinin adıyla oku.
Bütün bir İslam kültür ve medeniyeti bu ilahi emrin kılavuzluğunda oluştu. Allah’ın kelamı, onun elçisi aracılığıyla Mekke ve Medine’den dalga dalga yayıldı.
Evrenin henüz kandillerle aydınlandığı dönemlerde kurulan bütün görkemli kütüphaneler, medreseler, rasathaneler, şifahaneler ve ulu camiler hep bu ilk sözü, ilk vahiy tekrar ettiler.
Dünya, her kültürün, her coğrafyanın, her milletin bu sözü tekrarlayışıyla yenilendi. Bu vahiy üzerinde yeni şehirler yükseldi ve çok eski kentlerde, düne ait ne varsa
günde bırakıp yeni sözler söylediler bugüne dair. Yüzyıllarca Budizme ardından mecusiliğe beşik olmuşken, İslam’la birlikte kendini yenileyen Buhara da öyle. Baharından Üstadların Üstadı, Muhaddislerin Efendisi ve Hadis İlletlerinin Tabibi diye
sunulan El-Buhari’yi çıkardı. Onun 16 yılının vererek kaleme aldığı Camiüç Sahih, yaygın adıyla Sahih-i Buhari, İslam âlemine Kur’an’dan sonra en sahih kitap olarak tarihe yazıldı.
Buhara’nın ormanlık alanlar ve ıssız meralardan ibaret olduğu çok eski zamanlarda ilk sakinleri Türk boylarıydı.
Çin belgelerinde mavera-ü nehir ahalisinin büyük çoğunun budist olduğu kaydedilir.
Tüccarlar şehri olarak da adlandırılan Buhara’ya budizm, Hint misyonerleri ve Hint tüccarları aracılığıyla girmişti. Ticari ve siyasi hakimiyet İranlılara geçince budizmin yerini Mecusili kaldı ve put alışverişinin yapıldığı mağruz çarşısı bu kez de Mecusiler tarafından ateşgede haline getirildi. Buhara’nın ormanlarından getirilen kokulu ağaçlarla beslenen ateşin etrafı duvarlarla çevrildi ve Mecusi mabetleri kuruldu. Fetih hareketleri sırasında Buhara’da en kuvvetli din Mecusilik olduğu için İslamiyet de en büyük mücadeleyi bu dine karşı verdi. Tıpkı diğer dinler gibi İslam dininin de Buhara’ya girişi ilk başta tüccarlar yoluyla olmuştu. 7. yüzyılda Buhara birbirine bağlanan üç ana ticaret yolunun üzerindedir.
Bu yollardan biri Çin’i Bizans’a, ikincisi Hindistan’a, üçüncüsü İpek yolu ise Tanrı Dağları’nı aşıp Semerkant üzerinden Buhara’ya buradan Sassani İmparatorlu topraklarına uzanıyordu.
Özbeklere göre evrendeki iki büyük yoldan biri gökyüzündeki saman yolu, diğeri ise İpek yoludur. Bu yolun 7. yüzyılda taşıdığı en paha biçilmez hazine Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed onun elçisidir mesajıdır. Mavera-i Nehir’in kutsal bilinen ateşlerini söndürecek ilahi bir nefestir bu. Kutebe bin Müslüm 706 yılında bey kendi ele geçirdiğinde, İslam adına ilk yaptığı şey halkın kafasındaki putları devirmek olmuştu. Fethihten üç yıl sonra ilk cami yükseldi Buhara’da.
Bu cami şehir kalesinin içinde insanların uğrak yeri olan Mahir Ruz çarşısında yer alıyordu. Emevi hakimiyetinin sonlarına doğru Buhara bir İslam şehri hüviyetine bürünmeye başladı.
Hicri 2. asırda ise İslam alimleri yetiştirecek bir birikime ve ortama kavuştu.
Ebu Abdullah Muhammed bin İsmail bin İbrahim bin Mughure el-Cufi el-Buhari
810 yılında doğduğunda Buhara neredeyse her sokağına bir İslam alimi düşen ve ribatlarında dini eğitimin yapıldığı bir şehirdir. Ve bu şehrin camilerinden halkı namaza davet eden müezzinlerin bir çoğu aynı zamanda birer alimdir.
Buhari’nin künyesindeki el-Cufi isminin hikayesi Buhara’nın da tarihini özettir aslında. Dedesinin dedesi bir mecusiydi. Onun oğlu Mughire, Buhara valisi Cufeli Yemen vasıtasıyla Müslüman olmuştur.
Ve o devirlerde Müslüman olanlar buna vesile olan insanların ismini bir nişan olarak taşırlar künyelerinde. Buhari daha çocuk yaştayken babasını kaybetti. Ondan çocuklarını hayatlarını rahatça sürdürebilecek bir servet, onurlu bir isim ve başucundan hiç ayırmadığı Kur’an ve Hadis kitapları kaldırdı.
Anne ise eşinden kalan bütün mal varlığını iki çocuğunun eğitimine harcadı. Dönemin geleneklerine göre Buhari ilk öğrenimine Kur’an-ı Kerim’i ezberlemekle başladı. On yaşına geldiğinde ise adına küttaf denilen okuma yazma üretilen eğitim kurumundadır.
Bunu evlerde ve mescidlerde tertip edilen ders halkaları izledi. Bulduğu her kitabı okuyan, aldığı her bilgiyi bir daha asla unutmamak üzere zihnine yerleştiren Buhari’nin hafızası ve kavrayış gücü insanları hayranlığa ve şaşkınlığa sürüklemektedir. Sağlam bilgisi, parlak zekası ve hafıza gücü ile adı birçok ilim merkezinde duyulmaya başlamıştır.
O kadar küçüktür ki ders verilen yerlere girdiği zaman selam vermekten bile utanmaktadır. Ama söz konusu olan bir yanlışın düzeltilmesi ise doğru bildiğini söylemekten çekinmez. Henüz küttaflayken içine hadis ezberleme arzusunun doğduğunu söyleyen Buhari, on beş yaşına geldiğinde belliğinde tam yetmiş bin hadis vardır.
Öyle ki onun Belazur adında bir karışım kullanarak bütün bu keskin kavrayışı ve hafızaya edindiğine dair dedikodular dolaşmaktadır şehirde. Buhari daha çocuk denilecek yaştan itibaren çok çalıştı, çok okudu ama az yedi, az uyudu ve az konuştu. Bütün kandillerin sönük olduğu gecelerde onun kandili kah yanar kah söner. Aklına bir şey takıldığında kalkıp ona bakmadan uyku tutmadığı aktarılır. Beraber uzun yolculuklara çıktığı arkadaşlarını da sıcak yaz gecelerinde yaktığı ışıkla uyandıran Buhari’den başkası değildir.
Bakardığımda bir gecede on beş yirmi kere kalkar, çakmağını çakarak önce ateş yakar kandili ateşlerdi. Sonra da birkaç tane hadis çıkarır, onlar öğrenirdi. Tarihçiler onun orta boylu, zayıf ve ince bir yapıya sahip olduğunu söylerler.
Çok iyi ata bindiğini ve ok atmakta usta olduğunu. Katibi Ebu Cafer sadece iki kez hedefin ıskaladığını söyler.
Ata sporu güreşe merakıysa sadece gençlik yıllarında özgüdür.
Ünlü seyah Evliya Çelebi düşünde Resulullah’ı gördüğünde ona Şefaat ya Resulullah diyecek yerde şaşırarak Seyahat ya Resulullah dediğini söyler. Buhari de Seyahat ya Resulullah diyerek yollara düşmüş, Mısır’dan Mavera-i Nehir’e bütün ilim merkezlerine dolaşmıştır. Ama onun yolculuğu uzak beldelere, masal diyarlara değil, söze doğrudur. Kur’an’a, İslam peygamberine ve oku emrine doğrudur. Ona göre hadis öğrenmek Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed ile birlikte olmaktır.
Bu yüzden gittiği kentlerin çarşılarından, sokaklarından çok hadis-i alimlerinin meclislerinde geçirdi zamanını. O zamanlar hadis-i alimleri peygamberin hayatının izinde ve onun iki dudağının arasından çıkan sözün peşinde uzun yıllar süren seyahatlere çıkıyorlardı.
Bu yolculuklar, öncelikle Allah’ın elçisinin söz ve davranışlarını en doğru biçimde öğrenmeye amaçlıyordu. Ama aynı zamanda sözlü ya da yazılı bir hadisi kaydetmek ve öğretmek için, onu nakleden bilginlerinin izin vermesi de gerekiyordu.
Sadece alim, İslam dünyasını enine boyuna dolaşıyor ve bu seyahatler tarihe rihle yani hadis arama adıyla geçiyordu. Daha 9. yüzyılın ortalarında hadis ilmi kesim biçimini almış bütün muhtevâ ayrıntılarıyla ortaya konmuştu. Bu yolculuklara çıkanlardan 6 kişinin kitabı o zamandan bu yana Sihâh-ı Es-Sitte adı altında muteber kitaplar olarak kabul edilir.
Bunlardan en başta gelen ise Buhârî’nin sahihidir.
İlk seyahatlerinden birini 825 yılında annesi ve kardeşiyle beraber yeryüzünün yanağındaki Siyâh-ı Bene yani Kâbe’ye yaptı.
Ama önce Bağdat’a uğrayıp Abbasilerin başkentinde büyük alim Ahmet bin Hanbel’le görüştü. Uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra Mekke’ye vardılar.
Fuzuli’nin, Ey küçük büyük her cins insanın yöneldiği, tavanı yüksek ve değeri yüze mihirat, ey izzet ve ikbal sahiplerinin kıblesi ve ey yeryüzünün yanağındaki Siyâh-ı Ben diye seslendiği Kâbe’ye yaptı.
O da Fuzuli gibi bu kutlu beldeye 16 yıl süren manevi bir yolculuk yapacak ve Sahih-i Buhârî gibi bir eseri sunacaktır İslam âlemine. Buhârî annesi ve kardeşini Buhârî’ye uğurlayıp yaklaşık iki yılını Mekke ve Medine’de geçirdi. Dönemin ünlü alimlerinden hadis tahsil etti.
Bundan sonra hayatı uzun yıllar Belh, Bağdat, Nişâbu, Rey, Basra, Hicaz, Küfe, Şam, Mısır, Askalan, Hımsa giderek alimlerden ders dinlemekle ve eserler kaleme almakla geçti.
Binden fazla hocadan ders alan Buhârî, hadis öğrenmek için hangi alimin yanına gittiyse onlardan faydalandığından çok o alimler Buhârî’den yararlandılar. 11 yaşında bir çocukken hocasının hatasını düzelten Buhârî’nin hayatı doğruyu yanlıştan arındırmakla ve yanılanların yanılgısını gidermekle geçti.
Her zaman aldığından daha fazlasını verdi. Öyle ki Buhârî’deyken derslerine katıldığı Muhammed bin Selâm şöyle diyordu. Bu çocuk ne zaman dersime gelse içimi bir ürperti kaplıyor, şaşırıyor, hadisleri birbirine karıştırıyorum. O dersten gidinceye kadar korkum bir türlü gitmiyor.
Buhârî’nin ise ömrü boyunca içini ürperten kendisinin ki gibi bir zekâya sahip öğrencisinin olmadığıydı. Gittiği her şehirde, girdiği her mecliste muhaddislerin efendisiydi o.
Konakladığı yerlerde bile ders vermeyi ve eserler yazmayı sürdüren Buhârî, asıl büyük hazırlığını El Camuy-ı Sahih için yapıyordu. Bu eser yolculukları esnasında olgunlaşacak ve 847 yılında 37 yaşına geldiğinde tamamlanacaktır.
Başta Ahmed bin Hanbel olmak üzere dönemin bütün İslam âlimlerini eserine okutup görüşlerini aldı ve bütün âlimler yazmış olduğu eserdeki hadislerin sahih olduğuna şahitlik edeceklerini söylediler.
863 yılında ilk kez 14 yaşındayken geldiği Nişâbur’da görürüz büyük âlimi. Görülmemiş bir kalabalık tarafından ve şehre üç günlük mesafede karşılandığı Nişâbur’da beş yıl boyunca ders verdi.
Hocası El Zehri ile arası açılınca Nişâbur’u terk ederek önce Ere’ye sonra memleketi Buhârî’ye geçti. Buhârî’lılığın büyük sevgi gösterileriyle karşılanan, geçtiği yollara para ve şeker saçılan Buhârî bir rivat yaptırarak yeni öğrenciler yetiştirmeye başladı.
Eğer Buhârî valisinin isteklerini kabul etmiş olsaydı belki de kalan ömrünü doğduğu şehirde tamamlayacaktı. Vali saraya gelerek kendisine özel ders vermesini talep etmektedir. Buhârî ise yaşamı boyunca bütün âlimlerin ayağına gitmiş biri olarak bir valinin ayağına gitmeyi elbette kendine yediremezdi. Kendi sorununu çözmek için bile olsa yöneticilerden yardım istemeyen ve devlet adamlarından her zaman uzak duran Buhârî, valinin adamına şunları söyledi. İlmi aşağılayamam, kimsenin ayağına götüremem. Valinin ilme ihtiyacı varsa halka açık derslere katılmak üzere mescide gelsin veya evime şeref versin.
Buhârî’nin bu cevabı vali ile aralarının açılmasına sebep oldu. Ancak Ebu Heysem belki de Buhârî’yi yıldırmak için bu kez de saraya gelmeden mescitte kendi çocuklarına özel ders vermesini istedi. İlme büyük saygısı olan Buhârî, kendisini valinin çocuklarının özel öğretmeni durumuna düşürmek istemediği için bu teklifi de kabul etmedi. Âlimlerin kıskançlığına uğrayan Buhârî şimdi de cahillerin sataşmalarına maruz kalmaktadır. Buhârî’den Semerkant’a doğru yola çıktı. Yol üzerinde akrabalarının yaşadığı Harkent kasabasında hastalandı. Son yıllarda yaşadıkları kendisini hayli yormuş ve yıpratmıştı. Bir gece ellerini gökyüzüne kaldırdı ve ”Ya Rabbi, yeryüzü bu genişlikle bana dar oldu. Ruhumu yanına al.” diye dua etti.
Ramazan ayının son gecesinde, 60 yaşındayken bu âleme gözlerini kapattı.
Cenazesi, bayramın birinci günü 1 Eylül 870 yılında Harkent’te toprağa verildi.
Bugün Türkiye’de en küçük yerleşim birimlerine varıncaya kadar nereye gidilirse gidilsin, gerek resmi, gerekse özel kütüphanelerde bir Buhârî nüshasına rastlamak mümkün. Kıtlık, salgın hastalık, harp gibi kötü ve zor günlerde sahihî Buhârî okumak öteden beri Türkler arasında bir gelenek halini almıştır.
Tıpkı Anadolu’nun varoluş mücadelesini verdiği Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi. 23 Nisan 1920. Ankara’da büyük bir heyecan kasırga sesiyor. Büyük Millet Meclisi’nin açılışını bütün dünyaya ilan edecek olan milletvekilleri, kutsal mücadelenin başarısı için Hacı Bayram Veli Camii’nde dua ediyorlar.
Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Çantay’ın naklettiğine göre, Kur’an-ı Kerim hatimlerinin ardından sahihî Buhârî hatimleri okunuyor.
Türk halkının Anadolu’daki ölüm kalım savaşı, Kur’an-ı Kerim ve sahihî Buhârî hatimlerinin manevi desteğiyle başlıyor.
Buhârî, yıllar süren titiz araştırmalar sonucunda edindiği her hadisi şerifi kitaba koymadan önce, iki rekat namaz kılıp istihariye yattığını söyler. Bir işin hayırlı olup olmayacağını anlamak üzere abdest alıp dua edip uykuya yatma hâlidir istihare. İşte Kur’an-ı Kerim’den sonra bütün İslam âlemince en sahih kitap olma şerefine erişen sahihî Buhârî’nin her satırında,
binlerce secde izi ve sahih rüya gizlidir.
Belki aramakla bulunmaz ama bulanlar ancak arayanlardır.
İlk Yorumu Siz Yapın