Asyanın Kandilleri-Kaşgarlı Mahmud
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=9VyGrk7x77c.
Kulam sahi alin baladan bir mumat ali herot. Menin adım Nur Paşa. Men Ahmet’o Sabarbay. Men Torakmedo. Men Şükurler Ayhan. Zaman Inşankolu. Men Abdü’yü Berge. Hatım Hasan Gası. Pamela Yusuf ve Maramsa. Men Koyçu ve Kızı Cıldız. Hatım Sabut Ermekbay. Ben Kaşgarlı Mahmut. Denize atılan şişe gibi zamanın dalgalanmasına bırakılmış.
Elden ele gezen bir eserin, yüzlerce yıl süren yitikliği bitmek üzere. Büyük savaşlar, büyük yağmalar, büyük yangınlar içerisinden sağ salim geçmiştir. Mağara dostları gibi zamanın koynunda çok uzun yıllar uyumuş ve sanki vakit geldiğinde uyandırılmıştır.
Eski maliye nazırlarından Nazif Paşa’nın akrabası bir hanım, kucağında yazma bir eser. Sahaf Burhan Efendi’yi aramaktadır. Biraz mahcup, biraz tedirgindir. Belli ki sıkıntıya düşmüştür. Sahip olduğu şeyin önemini bilmese bile, 36 lira edeceği yolunda Nazif Paşa’dan edindiği bilgiyle yazma eseri Sahaf Burhan Efendi’nin ellerine bırakır.
Burhan Efendi, kıymetli bir eserle karşı karşıya olduğunu sadece tecrübeleriyle değil, sahaflara özgü o incelikli sezgiyle de anlamış olmalıdır. Kitabı alır, marif nezaretine gider. Fakat nezaret, kitap için istenen 36 lirayı çok bularak almaktan çekinir. Böylelikle,
yüzyıllar önce yazılmış bir eseri gün ışığına çıkarma onuru Ali Emir Bey adında bir aydına nasip olur. Ali Emir Bey, haftada en az iki üç kez yeni bir kitap var mı diye sahaflar çarşısına uğrayan tecessüs sahibi bir aydın. Kitabı eline aldığında, dünyada bir benzeri olmayan Türk dilleri kamusu ve grameriyle karşı karşıya olduğunu görür. Onun ifadeleriyle, değil 30 lira 30.000 lira değeri var. Kitabı aldım, eve geldim, yemeği içmeyi unuttum. Bu kitap değil, Türkistan ülkesidir. Türkistan değil, bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka bir revlak kazanacak. Bu kitaba hakiki kıymet verilmek lazım gelse, cihanın hazineleri kâfi gelmez. İşte bu kitap,
Kaşgarlı Mahmud’un Kitabu Divan Lügati Türk adlı muazzam lügatıdır. Eserin yazılış amacı, Araplara Türk dilini öğretmekti.
Ama Kaşgarlı Mahmud bunu yaparken sadece Türkçe, Arapça bir sözlük hazırlamamış, Türk dillerinin kamusunu ve Türk toplumunun eski tarihini, edebiyatını, yaşayışını ve düşünüşünü de bu tek eserle ortaya koymuştu. Divan, o güne kadar benzeri görülmemiş bir çalışma olmasıyla ilktir. Ansiklopedik niteliğiyle ilktir,
Türk dilleri kamusu olmasıyla ilktir. Kaşgarlı Mahmud da zaten kitabın giriş bölümünde, ondan önce kimsenin yapmamış olduğu bir sıralayışla ve kimsenin düşünmemiş olduğu bir düzenle çalıştığını vurgular. Türklerin görgülerini, bilgilerini göstermek için, söyledikleri şiirleri serpiştirdiğini, yüksek düşüncelerle söylenmiş savlarını aldığını, her kelimeyi yerli yerine koyduğunu, derinliklerini ortaya çıkardığını, katılıklarını yumuşattığını ve bu uğurda yıllarca birçok güçlüğe göğüs gerdiğini dile getirir. Kitapta birçok önemli kelimeler topladım. Böylelikle kitap, aralıkta son kerteyi,
güzellikte son yüksekliği buldum.
Kaşgarlı Mahmud, Pamir Dağı’nın eteklerinde, bugünkü Kaşgar şehrine 40 km uzaklıkta bulunan Opal köyünde, 1008 yılında doğdu. Kaşgarlı Mahmud’un evliyalarını, birçok yıllardır bilgi verip, birçok yerden geliştirdi. Kaşgarlı Mahmud, Kaşgarlı Mahmud’un evliyalarını, birçok yerden geliştirdi.
Kaşgarlı Mahmud, Kaşgarlı Mahmud’un evliyalarını, birçok yerden geliştirdi. organizasyonachelor, böyle,独 awakening,
İpek yolunun çok önemli güzergahlarından biri olması da Kaşgarı döneminin parlayan kentleri arasına sokuyordu. Kaşgar’da kaç yıl yaşadı bu büyük âlim? Bağdat’a hangi şartlar altında geldi? Türk illerine boylarına dolaştığı yıllarda ne tür zorluklarla karşılaştı? Bu konuda birçok rivayet ve yorum var. Ne yazık ki Kaşgarlı Mahmud’un hayatı hakkındaki bilgilerimiz bize kadar ulaşan tek eserindeki bilgilerden ibaret. Belki de günümüze ulaşmayan eseri Kitab-ı Cevahirin fi Lügat’ta daha ayrıntılı bilgi vardı.
Türk dilinin gramerle ilgili kurallarını da bu kitabında ayrıntılarıyla yazdığı için divanına alma gereği duymamıştır.
Bu filmin betimlemesi TRT tarafından Sesli Betimleme Derneğine yaptırılmıştır.
www.sebeder.org
Buhar’a, Semerkant, Nişâbur gibi Orta Çağ Türk İslam Bilim Merkezlerini görmesi, bütün Türk illerine bir seyah misali oba oba dolaşması, onun ufkunu nerelere kadar uzandığı hakkında bir fikir vermektedir. Farsça’ya, Arapça’ya, Türkçe’nin bütün lehçelerine, Türk tarihine, coğrafyasına, folkloruna ve halk edebiyatına hâkimdir.
Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarında doğdurmuş olduğunu ve onların mülkleri üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm dediği bir milletin çok iyi kargı kullanan bir ferdedir de aynı zamanda.
Çıkar, çıkar. Al, al, al, elini de içeri koy.
Kim tut περιyeti, ne tut?
1057 yılında tam 49 yaşındayken ayrıldığı tahmin ediliyor. İyi eğitim almış, soylu bir ailenin çocuğu olarak onu Kaşgar’dan ayrılmaya iten nedenler hayli dramatik. Mensubu olduğu Karahanlı sülalesindeki taht kavgaları, babasının bir suikast sonucu zehirlenerek öldürülmesi ve kendisinin de bu suikasttan kıl payı kurtulmasıyla bir dönüm noktası yaşar hayatında.
Belki de hep yapmak istediği, aman zaman bulamadığı, Türk dilleri kamusunu yazmak için bu felaketi bir fırsat olarak gördü.
Ve 15 yıl boyunca adım adım dolaşarak birçok sıkıntıya katlanacağı yolculuğuna başladı. Bu sefer, bu adım dolaşarak birçok sıkıntıya katlanacağı yolculuğuna başladı. Bu sefer, bu adım dolaşarak birçok sıkıntıya katlanacağı yolculuğuna başladı. Bu sefer, bu adım dolaşarak birçok sıkıntıya katlanacağı yolculuğuna başladı. Bu sefer, bu adım dolaşarak birçok sıkıntıya katlanacağı yolculuğuna başladı. Bu sefer, bu adım dolaşarak birçok sıkıntıya katlanacağı yolculuğuna başladı.
Bu zorlu serüven onu ilk Türk bilgini, ilk ansiklopedist, Türkoloji’nin kurucusu, 11. yüzyılın Radlof’u ve Asya’nın hiç sönmeyen kandillerinden biri yaptı.
Bu sefer, bu adım dolaşarak birçok sıkıntıya katlanacağı yolculuğuna başladı. Bu sefer, bu adım dolaşarak birçok sıkıntıya katlanacağı yolculuğuna başladı.
Türk’ün, Türkmen’in, Oğuz’un, Çiğlin, Yaman’ın, Kırgız’ın dillerini, kafiyelerini tamamen zihnime nakşettim.
Bu konuda o kadar ileri gittim ki her boyun lehçesi bende en mükemmel surette elde edilmiş oldu. İşte bu kitabımı bu kadar uzun inceleme ve araştırmadan sonra en süslü tarzda, en beli bir üslup üzere yazdım.
Bana sonsuz bir ün, bitmez tükenmez bir azık olsun diye şu kitabımı tanrıya sığınarak Kitabu Divanı Lügati Türk adını vererek yazdım.
Divan’ın yazılış hikayesi bize aynı zamanda dönemin siyasi, kültürel iklimi hakkında da bir fikir verir. Fuat Köprül’ün ifadesiyle Selçuklu İstilası üzerine artık doğrudan doğruya Türk hâkimiyeti altına giren İslam âleminde, Türkçenin birden bire pek mühim bir kıymet kazandığı Mahmud Kaşgari’nin Divanı Lügati Türk isimli eseri sayesinde tamamıyla anlaşılıyor. Türkçenin Arap dili kadar zengin olduğunu göstermek, Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapçayla koşu atları gibi yarış edebileceğini anlatmak istiyordum.
Yine öyle bir şey yapmak istiyordu ki şimdiye kadar misali görülmemiş ve kimse tarafından vücuda getirilmemiş olsun. Son olarak da adı sonsuza kadar yaşasın. Bugün elimizde divanın orijinali ya da başka bir nüssası yok. Tek nüsa büyük olasılıkla Türkçevriye bilmeyen, hatta Şamlı Mehmet tarafından 1266’da Şam’da kopya edilmiş. Asya’nın bu muhteşem kandili bugün hâlâ yanıyorsa, bunu belki de iki kişiye borçluyuz. Bunlardan biri İran asıllı Şamlı Mehmet,
diğer ise 20. yüzyılın başlarında bir tesadüf sonucu eseri ele geçiren Ali Emiri Efendidir. Ali Bey yaprakları dağınık olan kitabı kilisli öğretmen Rıfat Birliği’ye düzelttirdi ve gördüğü herkese bu kitabın öneminden söz etti.
Ziya Gökalp bu meşhur kitabı görmek için hemşehrisi Ali Emiri Efendi’ye çok rica etmişse de ona bile göstermedi. Hatta kitaba zarar gelir düşüncesiyle basılma fikrinden bile uzunca bir zaman uzak durdu. Bunun üzerine Ziya Gökalp’in ricasıyla Talat Paşa devreye girdi ve bu eşsiz eserin kilislinin nezaretinde basılması kaydıyla Ali Emiri Bey kitabı vermeye razı oldu.
Rıfat Bey basılışına bizzat nezaret ettiği bu eserin müsahihliğini de yaptı. Öyle ki kitap Batı aleminde Divan-ı Lügat-i Türk’ün kilisli basımı diye anılacaktır. Daha sonra birçok tercüme girişimi olmuş, bu çalışmalardan bir kısmı daha basım aşamasına gelmeden savaş yıllarının zorlukları yüzünden sona ermiştir.
Nihayet Besim Atalay tarafından 1939’da birinci cildi, takip eden yıllarda diğer ciltlerinin çevirisi tamamlanarak 1941 yılında bitirilmiş ve dört cilt olarak Türk Dil Kurumu tarafından basılmıştır. Türk dilinin ilk anıtlarını diken iki kişiden biri Yusuf Has Hacip, diğeri Kaşgarlı Mahmud’dur. Her ikisi de Türk dilinin birliğinin şive ayrılıklarına rağmen yüz yıllarca sürmesinde büyük bir rol oynadılar. Divanı şöyle bir karıştırmak bile Kaşgarlı Mahmud’un yaptığı işin büyüklüğü hakkında bir fikir verir bize. Sözcükler arasında dolaşırken on birinci yüzyıl bütün berraklığıyla gözlerimizin önüne serilir.
Çerağın bin yıl öncesine aydınlatan ışığında geniş bir coğrafyaya yayılan Türk boylarını görürüz.
Kaygıları, kederleri, heyecanları, inanışları ve yaşama tarzlarıyla Kaşgarlı Mahmud’un kaleminden ete kemiğe bürünürler.
Kanadında çelik olan tupulgan kuşu zamanın burnuna vurup bütün bir alemi biz yirmi birinci yüzyıl insanının tarafına geçirir.
Han ve Hakan düğünleri için kurulan sofralar, hediye verilen ipekli kumaşlar, yüzde bulunan bene söylenen şiirler,
altın varaklı külahlar, ip üzerinde oynayan cambazlar, ünlü bilginler, yere yakın uçan faydasız kuşlar üzerine gözlemler, tanıklıklar, kısalar, hikayeler, atasözler. İşte şurada altın, gümüş, inci gibi değerli taşlarla süslenen bir gerdanlık, gerdek gecesi geline takılmak üzere bekliyor.
Bir müzisyen kopuzla bozkırış şenlendiriyor. Ay hâleleniyor ve Türkler bunu uğur bilip seviniyorlar. Çünkü çok bekledikleri yağmur neredeyse gelmek üzeredir. Ozuk at bütün atları geçerek en önde gidiyor. Buday’dan at sütünden içkiler hazırlanıyor. Genç kızlar altın tellerli ipek kumaşlar üzerine tasvirler yapıyorlar.
Savaşçılar halklarını uyarmak için kulelerde büyük ateşler yapıyorlar. Hekimler ilaç, kamlar efsun yapıyor. Şu ve Alper Tunga rivayetleri dolaşıyor dillerde.
Ve Kaşgarlı Mahmud bütün bunlara bizim adımıza tanıtık ediyor.
Yıllarca birçok güçlülere göğüs gerdim diye geçinip geçer çektiği sıkıntılara ama 11. yüzyıl coğrafyasında seyyah olmanın yabana atılmayacak kadar zorlu ve tehlikeli bir serüven olduğunu tahmin etmek güç değil.
İşte bu coğrafyayı tek eseriyle kucaklar Kaşgarlı Mahmud. Bu kuralı iyi belli. Bunu anla şeklinde düştüğü notlarla bazen bir öğretmen, bazen bir hikaye anlatıcısı, bazen bir şair, bir halk hekimi, bir ahir zaman bilgesi gibi ışığını, soluğunu, sesini düşürür üzerimize.
19. yüzyılda Pierre Larousse’un Avrupa’ya bir kütüphane hediye ettiğini söyler Cemil Meric.
Çünkü her büyük lügat gibi Larousse’un lügatı da yalnızca dili tespit etmiyor, aynı zamanda o çağın bilgilerini kucaklıyordu.
Avrupa okuma yazmayı o kitaptan öğrenmişti. Kaşgarlı Mahmud’un 11. yüzyılda yaptığı da budur. Çağını kucaklamak ve ilerlemek isteyenlere doğru yolu göstersin, yükselmek isteyenlere bir merdiven olsun diye dilin sicilini tutmaktır. Divanda 7500 sözcüğün Arapça karşılıkları yer alır.
Kaşgarlı Mahmud eğer yüzyıllar sonra araştırmacıların hayatı hakkında bu kadar kafa yoracağını bilseydi, muhakkak ki kendisi hakkında daha çok not düşerdi. O bütün bunlardan hiç habersiz 1072 yılında 64 yaşındayken Bağdat’a geldi. Belki eserini yazarken Bağdat kütüphanelerinden yararlandı. Dönemin aydınlarıyla konuştu tartıştı. Sonunda eserini tam dört kez gözden geçirerek 1075 yılında tamamladı ve ilk nüshasını Abbasi halifesi Ebul Kasım Abdullah Muttedi bin Emrillah’a parlak bir sunuşla takdim etti.
Türk diline, lehçelerine, kültürüne, tarihine, mitolojisine, adet ve geleneklerine, tıbî farmakolojiye, yaradlarına, spora ve yemek çeşitlerine kadar hemen her alanda muhatabını bilgilendiren bu muazzam lügatın halifenin huzurunda son buluştu.
Halifenin huzurunda son bulan hikayesi böyle. Sonra kitap elden ele, çağdan çağa dolaştı. Aslı kim bilir nerede ve nasıl kayboldu. Belki Bağdat’taki Moğol istilasında, belki Şam’da kim bilir, belki de İstanbul’da.
Bize ondan Türkçe bile bilmeyen Şamlı Mehmet’in kopyasını çıkardığı bu değerli dil hazinesi kaldı. Hüseyinoğlu Mahmud der ki, bu sekiz kitabın sonudur. Öğüş âlemlerin tanrısı içindir. Kitap sonra kadar yayılsın, ebedî bir azık olarak kalsın. Artık kitabımız burada bitsin.
www.feyyaz.tv
İlk Yorumu Siz Yapın