‘Avrupa Birliğini’ Anlaşılır Şekilde Anlatıyorum!
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=nNCzMXKpJ4c.
Sinan Çetin’in kısa filmlerinden de tanıdığımız Beethoven’ın 9. Senfonisi yaklaşık 50 yıldır Avrupa Birliği’nin marşı olarak notalarda can buluyor. Sözlerini ünlü Alman şair şirilerin Türkçe’ye, Neşe’ye övgü olarak çevirebileceğimiz şiirlerinden alan marş, Avrupa Birliği’nin sembollerinden birisi. Yalnız bu marş istiklal marşı gibi ulusal bir marş değil.
Bu da Avrupa Birliği’nin kendine özgü hukuki tabirle supranasyonel yani uluslar üstü yapısından kaynaklanıyor. Her milletin, devletin, kurum ve kuruluşun arkasında yer alan uzun bir hikaye vardır. Kıtanın ilk birliği tektonik hareketler sunucu toprakların birleşmesiyle oldu. Ancak üstünde yaşayanlar ayak bastıkları topraklar gibi huzur içinde bir araya gelmeyi uzun bir süre başaramadılar. Bu Kıta’ya büyük oranda hakim olabilen dört büyük imparatorluk Roma, Fransız Karolerj İmparatorluğu, Bizans ve Kutsal Roma-Cermen İmparatorlukları olarak kabul edilebilir. Büyük imparatorlukların yanında Kıta’yı şekillendiren bir diğer güç ise Vatikan’dı. Roma’nın Hristiyanlığı kabulunun üzerine yayılan din, kilesenin kurumsal yapıya ulaşmasıyla ayrı bir güç haline geldi. Küçüklü büyüklü devletler ve prensiliklerin üzerinde söz sahibi olan Papalık, Orta Çağ Avrupası’nın genel yapısına şekil vermiştir. Doğunun en parlak dönemlerine şahitlik eden Orta Çağ, günümüzde Avrupalılar tarafından Karanlık Çağı olarak kabul edilir. Kilisenin gücünün kırılmasıyla kapanan karanlık dönemi, bugünün devletlerinin doğuşu takip eder. Artık Kıta farklı bir çağ geçmiş, adını da yeni manasına gelen modern koymuştur. Modern çağın felsefesi 21. yüzyılda dahi hayatımıza yön veren fikirlerin temelini oluşturur. Bu felsefenin en büyük iddialarından birisi eskinin kötü, yeninin ise iyi olmasıdır. Kendinden, modernden önceki her şeyi eski kabul eden bu ideolojinin en önemli mottosu mantık, rasyonelite ve ilerleme olarak kabul edilir. Bu düşünce tarzının o dönemin toplum ve devletlerine yansımaması düşünülemez. İşte Avrupa o yansımayı Fransız İhtilali ile canlı ve kanlı yaşamış ve artık Kıta’da ulusların sahip olduğu sınırları belirli ve bütün vatandaşların eşit olduğu devletler ortaya çıkmaya başlamıştır. Modern devletler açısından yaşanan en büyük değişiklik ise artık devletlerin egemenliklerini tanrıdan değil milletin kendisinden alması olmuştur.
Bu felsefeye göre milletin o sınırlar içerisinde o devlete güç kaynağı haline gelmesi demek, o sınırlar içerisinde o milletten daha üstün bir irade olmaması anlamına gelir. Devletlerin modern bir yapıya kavuşması, insanoğlunun da en büyük kavgalarından birisi olan toprak kavgasını da bitirmedi. Aksine mücadeleyi çetinleştirdi, kızdırdı ve büyük bedeli insanlık milyonların canıyla ödedi.
Kendi kıtası dışında büyük bir sömürgecilik savaşı başlatan Avrupalı devletler birbirlerine hesabı yine kendi topraklarında sordular. Önce birinci dünya savaşı ardından Hitler, Mussolini gibi faşist diktatörlerin yükselişi ve insanlığın görebileceği en büyük katliamlardan ikinci dünya savaşı. Her savaşın ardından yeniden şekillenen Avrupa buna bir son vermek gerektiğinin farkındaydı.
Bir çeşit Avrupa Birleşik Devletleri kurmalıyız diyerek bunu dile getiren isimse İngiliz Başbakan Winston Churchill oldu. Birleşik Avrupa’nın ilk adımı 1950’de Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman tarafından kaleme alınan Alman ve Fransızların kömür ve çeliyi üst bir otorite altında toplaması gerektiğini ifade eden bir bildiriye atılmış oldu.
Bu bildiri Benelux ülkeleri yani Belçika, Hollanda ve Luxemburg’un yanında İtalya, Almanya ve Fransızların da katıldığı Avrupa kömür ve çelik topluluğunun kurulmasına yol açtı. Birçok çekişmenin ardında yatan bu madenler silah, tank ve gemilerin en temel yapım maddeleridir. Bunlar üzerinde sağlanan kontrolün muhtemelen bir savaşın önüne geçeceği düşünülerek bayrağın 6 yıldızı bu iki maden üzerinde mutabakata vardı. Ardından bu yapıp birazdan bahsedeceğimiz özgürlükleri de bünyesine alarak Avrupa Ekonomik Topluluğu’na dönüştü. Günümüz Avrupa Birliği’nin birçok uygulamasının temelini oluşturan Avrupa Ekonomik Topluluğu, genişleyerek 1992 yılında Hollanda’nın Vastrich şehrinde Avrupa Birliği adını aldı. Hali hazırda 27 devletin üye olduğu Avrupa Birliği’nin yönetimi 6 önemli birim tarafından sağlanır.
Bu birimler Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği Konseyi, Liderler Zirvesi, Avrupa Adalet Divanı ve Avrupa Merkez Bankasıdır. 500 milyondan fazla nüfusa sahip olan Avrupa Birliği, dünya ekonomisinin %30’luk bir kısmını elinde tutar. Avrupa Birliği, modern devletlerin kendi milletlerinden aldıkları egemenliğin bir kısmını kendi iradesiyle üst bir yapıya devretmenin en güncel örneğidir.
Avrupa Birliği denildiğinde akla ilk gelen sorulardan birisi bu oluşumun bir devlet olup olmadığıdır. Bu soru uluslararası hukuk literatürünü epeyce meşgul etmiş olsa da kısaca cevabı hayırdır. Devletleri arasında sınır kontrolünün olmadığı, yasama, yürütme, yargı işlevlerini gören organlara ve para ekonomisinin tek merkezden yönetildiği bir sisteme sahip olan Amerika Birleşik Devletleri,
federel de olsa bir devlet olarak kabul edilirken Avrupa Birliği’nin edilmemesi kafa karıştırıcı olabilir. Bu iki yapı arasındaki teknik birkaç fark Avrupa Birliği’nin neden devlet olmadığını daha iyi ifade edecektir. Amerika Birleşik Devletleri’nde federal devlet yani çatı devlet kendisini oluşturan devletlerin verdiği anayasal yetkiye dayanarak egemenlik gücünü tek elde toplamıştır. Bu güçlerden birkaçına değinecek olursak Amerikan ordusu federal devletin emriyle savaşa girer veya Amerikan Merkez Bankası FED dışında bir New York Merkez Bankası yoktur. Ancak bu temel örnekler açısından durum Avrupa Birliği için geçerli değildir. Öncelikle devletler bütün yetkilerini üst çatıya bir anayasayla teslim etmemişlerdir. Ayrıca birliğin merkez bankasının yanında her devlet kendi merkez bankasına sahiptir. Fransız lider Macron teklif etmiş olsa da birliği savunacak ortak bir ordu gücü de henüz kurulamamıştır. Avrupa Birliği’nin bireylere sunduğu imkanlara bakacak olursak üye devletlerden birinin vatandaşı aynı zamanda birlik vatandaşı olma hakkını da elinde tutuyor. Herhangi bir Avrupa Birliği vatandaşı Sicilya’dan başlayarak Tallin’e kadar herhangi bir soru sorulmaksızın istediği gibi seyahat edebilir.
Bu hak serbest dolaşım hakkı olarak da ifade edilir ve Schengen bölgesine dahil ülkeler arasında geçerlidir. Ancak bu kurala bir takım istisnalar tanınmıştır. Mesela İsviçre bir birlik üyesi olmamasına rağmen Schengen bölgesine dahildir. Tam tersi şekilde Birleşik Krallık yani İngiltere birlik üyesi olmasına rağmen Schengen bölgesine dahil değildi ki İngiltere geçtiğimiz aylarda üyeliğini tamamen iptal etmiştir.
Ayrıca Eurozone olarak ifade edilen bölge ortak para birimi olarak Euro’yu kabul eder. Sicilya’dan başlayan yolculuğunuz sırasında Çek Cumhuriyeti ve Polonya hariç geçtiğiniz bütün ülkelerde bir döviz bürosuna uğramadan maceranızı tamamlayabilirsiniz. Fakat Schengen’de olduğu gibi Eurozone’da da istisnalar yok değil. Danimarka, İsveç ve İngiltere birlik tarafından tanınan haklardan yararlanarak kendi para birimlerini kullanmaktadır. Ayrıca Eurozone’a dahil olma hakkını yani Euro’yu kullanma hakkını birlik üyesi olsa bile gerekli şartları karşılayamadığı için elde edemeyen üyeler de vardır. Maceristan, Çek Cumhuriyeti, Romanya bu ülkelere örnek verilebilir. Bununla beraber birliğin üyesi olmayan Monaco, San Marino, Andorra ve Vatikansa kendilerine tanınan hakları kullanarak Euro’yu kullanmaktadır. Avrupa Birliği’nin bu karmaşık ilişkiler ağı ve sunduğu imkanlar kimilerini mutlu ederken kimilerini de endişelendirmiştir. Yüz yıl, otuz yıl gibi savaşlarla her seferinde yeni baştan çizilen haritalara, Fransa-İngiltere, Almanya-Fransa, Almanya-İngiltere rekabetiyle Game of Thrones senaryolarına taş çıkartacak hikayelere sahip olan kıta,
az önce ifade ettiğimiz üzere ikinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisiyle herhangi bir savaşı kaldıramayacak kadar narin bir yapıda yeni baştan inşa edilmiştir. Fakat iç barış bütün sorunları çözüme kavuşturmuyor. Özellikle 2015’ten beri devam eden mülteci krizi, birliğin en büyük sınavlarından birisi. İtalya, Yunanistan gibi sınır ülkeleri bu krizi sırtlarken bazı devletlerin sert uygulamaları bu konuda anlaşmazlıklara sebep oluyor.
Ayrıca Almanya ekonomik açıdan asıl yükü taşırken, Fransa’nın Polonya tarafından hasta adam ilan edilmesi, Yunanistan’a verilen milyonlarca euro ve İtalya’nın da aynı yolu adım adım takip etmesi, birliği zorlayan diğer bir faktör. Bu durum zaten İngiltere’nin neden birlikten çıktığını da yanıtlıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik süreci 31 Temmuz 1959’da Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na yaptığı ortaklık başvurusuyla başlar.
Avrupa Ekonomik Topluluğu, Bakanlar Konseyi’nin başvuruyu kabul etmesinden sonra 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Ankara Anlaşması ortaklık yaratan ilk anlaşma oldu ve bunu 1970 yılında imzalanmış katma protokol izlemiştir. 14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye resmen tam üyelik başvurusunda bulundu.
Avrupa Birliği ile bütünleşmenin ilk aşaması olarak Türkiye 1 Ocak 1996 tarihinde Avrupa Birliği Gümlük Birliği’ne girdi. Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin dönüm noktası 10-11 Aralık 1999 tarihinde Helsinki’de yapılmış Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları zirvesidir. Helsinki zirvesinde Türkiye’nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir.
Helsinki zirvesinde diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de katılım ortaklık belgesi hazırlanmasına karar verilmiştir. Bu belge 8 Mart 2001 tarihinde Avrupa Birliği Konseyi tarafından olaylanmıştır. Avrupa Birliği’ne üyelik yolunda kararlılığını her fırsatta ortaya koyan siyasi irade, reform çabalarına da ivme kazandırmıştır.
Böylece müzakerelerin açılması için ön şart olan siyasi kriterlerin karşılanmasına yönelik uyum yasası paketleri yoğun bir şekilde meclisten geçirilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin kapsamını geliştiren demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü insan hakları gibi alanlarda mevcut düzenlemelere güçlendiren ve güvence altına alan reformlara devam edilmiştir.
Bu çerçevede 2002-2004 yılları arasında 8 uyum paketi, 2001 ve 2004 yıllarında da 2 anayasa paketi tbmm’de kabul edilmiştir. 17 Aralık 2004 tarihli Bruxelles zirvesinde Avrupa Birliği Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası daha yaşanmış ve zirvede Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterli ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlanması kararı alınmıştır.
3 Ekim 2005’e gelindiğinde ise Luxemburg’da yapılan Hükümetler Arası Konferans’la Türkiye resmen Avrupa Birliği’ne katılım müzakerelerine başlamıştır. Böylece Türkiye ile AB arasındaki inişle çıkışlı ilişki çok önemli bir dönüm noktasını aşarak yepyeni bir sürece girmiştir. Katılım müzakerelerinde mevcut durumda şu ana kadar 16 fasıl müzakerelere açılmış, bir tanesi geçici olarak kapatılmıştır ve hala günümüzde bu müzakerelere devam edilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti olarak yaklaşık 70 yıldır dahil olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Yan taraftaki anketlerde ise sizce Türkiye önümüzdeki 20-30 yıl içinde Avrupa Birliği’ne girer mi sorusu bulunmakta? Düşüncelerinizi anketi oylayarak belirtebilirsiniz. Önümüzdeki haftalarda Türkiye Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyması planlanan Ali Babacan ile bir röportaj yapmayı planlıyorum. Bu röportajın siyasilikten uzak, politizi olmaktan uzak bir şekilde yürüyeceğinden emin olabilirsiniz. Röportajda Türkiye’deki eğitim sorununu konuşmak istiyorum. Bu konu hakkındaki sorularınızı önümüzdeki haftalarda topluluk kısmından katılı özel sizlere soracağım. Soruları sizden alacağız ve Ali Babacan’a sormuş olacağız. Katılı özel yeni bir videoda tekrar görüşmek üzere.
Hoşçakalın.
İlk Yorumu Siz Yapın