Babama ‘seni seviyorum’ diyemediğim için o filmi çektim (Mandıra Filozofu)
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=f9MKyKDeTso.
Sırf ben babama seni seviyorum diyemediğim için belki de o filmi onun için çektik. Ya ne olur bir takım ön yargılarla hayallerinizden vazgeçmeyin. Hata yapma hakkı tanıması lazım. Gençlere, öğrencilere hata yapma hakkı tanıması lazım. Evlat ya candır, hayatın anlamıdır gerçek anlamda. Hayat, biz planlar yaparken başımıza gelenler. İyi ki yaşıyoruz her şeye rağmen. Oyunculuğunuz, mizah gücünüz, herkesin evet dediğine, koca bir gönüllülükle hayır diyebildiğiniz, o hoş tavrınızla ve koca yürek dediğinizle sizleri tanıyoruz. Namı diğer mandiro filozofu, gerçek ismiyle Müfitcan Saçıntı Hocam hoş geldiniz. Hoş bulduk. Biz sizi bugünkü halinizle tanıyoruz. Bugün ekranlardan bize yansıyan halinizle tanıyoruz. Ama insan bugün ve bu anda ibaret bir varlık değil. Dününüz var ve yarını dair umutunuz, hayalleriniz var. Anneniz de babanız da ilişkiniz nasıldı ayrı ayrı? Aranızda duvarlar var mıydı? Duygularınızı rahat ifade edebilir miydiniz? O ilişkiler size bugüne ne kaldı? İzler diyorsunuz. Şimdi mesela çocuklukta kalan izleri. Hani yara soğukken hissedilmez, sıcakken yara.
Sonradan bazı şeylerin bir yara izi olduğunu anlayabiliyoruz çünkü çocuk hangi dünyanın içine doğduğu ise o dünyayı norma kabul ediyor. Annem babamla ilişkin babamdan başlayayım. Babam şimdi asubay deyince, asker deyince daha böyle otoriter bir ev gibi algılanabilir. İşte askerliğini çağrıştırdı. Bir takım değerler var diyelim. Ama benim babam bir demokrattı ve herhangi bir babaya göre asker olmasından dolayı bir sertliği var mıydı? Bizim zamanımızda bütün babalar biraz sertti. Bizimkinin hiç değilse siniri çabuk geçiyordu. Ama her şey rağmen herhangi bir sıkıntı yaşatmadı bize. Manevi olarak da, maddi olarak da yine dediğim gibi onu normal sanıyorduk. Bir memur maaşıyla yaşadık. Annemle, annemle dediğim gibi bütün anneler gibi. Anne ve anaç, baharına basana ama şu vardı, benden önceki ablam, hiç tanımadım. Daha 40’ı doğmadan malazgirtti ve vefat etmiş. Yine biraz da oranın imkansızlıkları, doktor olmaması ile ilgili. Malazgirt, muş malazgirtti. Onu erken kaybettiği için ilk çocuğunu ve dediğim gibi doktora götürüyor. Zaten bir doktor var, pratisyon doktor. Üşütmüş falan diye bir şey veriyor, gönderiyor. O gece vefat ediyor ablam, hiç tanımadığım ablam.
Ve tabağa kadar bekliyorlar ve o zamanlar imkanlar kısır olduğu için cenazeyi memlekete de getiremiyorlar. Malazgirt de kalıyor. Şimdi o annem de bir travma yaratmış. Bir de de bir şey olacak diye. Özellikle bana, mesela günde bazılarını hatırlıyorum. Hatırlamadığım dönemden de başlayarak. Mesela aynı şikayetle aynı doktora 5 kere götürüyor. Doktor da gelme artık diyor. Gelme.
Ama tabi işte ablamın çok bebekken vefatından dolayı üzerimize o anlamda çok düştü. Özellikle sağlıkla ilgili. Erkeğin erkeğe sevdiğini söylemesi daha zor. Arada daha duvarlar var biliyorsunuz. Tabi. Belki baba oğul meşgülsünde o duvarı… Şöyle evet bazen ben hani filmlerde kendi yaşadıklarımdan da tabi ki ilham alıyorum. Bir kısım kısım yansıtıyorum.
Ve belki de mesela özellikle yaşamak güzel şey filmindeki bazı sahneler… Babamla bir nevi özür sahneliydi. Ve yine bizim dönemimizde özellikle babalar özellikle erkek çocuklarına sevdiğini çok göstermelerdi ki şımarmasın diye. Ve öyle de yetiştirilince babam tabi ki çok severdi bizi üzerimize titrerdi. Ama mesela seni seviyorum cümlesini duymadık. Ama ondan duymadık da biz kurabildik mi? E biz de seni seviyorum baba dedi. Anneye rahat rahat diyorduk. Anneye gerekirse öpücük manyağı yapıyoruz yanaklarını ellerini falan falan sarılıyoruz. Annemize hem davranışlarımızla hem sözlerimizle sevdiğimizi belli edebiliyoruz da… Özellikle babalara ve hali de erkek çocuksa böyle bir şey olmuyor. Sırf ben babama seni seviyorum diyemediğim için belki de o filmi onun için çektim.
Yaşamak Güzel Şeyin aynı şekilde yapımcısı da bendim. O zamana kadar olan birikimini de orada harcadım. Ben zamanında bedava seni seviyorum diyemediğim için rahatlamadığına bir film çekmek zorunda kaldım. Başarı vazgeçiş midir yoksa devam ediş midir ya da nerede vazgeçiştir? Nerede devam ediştir sizin hayatınız?
Bir kere başarı ile ilgili bence herkesin kendi tarifini kendisinin yapması gerektiğini düşünüyorum. Kendimiz dışındaki her başarı tarifi tuzaklarla dolu. Bazen annemiz babamız bir başarı tarifi yapar. Onlarınki tabi ki tuzak değildir. İyi niyetli bir tariftir. Ama sonuçta başkasının tarifidir. Her tarifte bir sınır ve genderedir aslında. Bir şeyi kapsar senin için hapsetmeye çalışır. Sonra biraz büyürsün ya da komşuların başarı tarifi vardır. Mahalledeki abilerin başarı tarifi, okulda öğretmenin başarı tarifi, askerde komutanın başarı tarifi. Bir kere biz herhangi birinin başarı tarifini çok sorgulamadan kabul ettiğimizde bir ömrü boşuna harcamış olabiliriz. Bazen başkalarının hayalleriyle de mutlu olunmaz.
Başkalarının başarı tarifini yerine getirerek de başarsan bile mutluğu yakalayamazsın. Vavgeçiler edince ilk sınava konservatuvar sınavına girmeme olayını başka bir vesileyle anlatıyorum. Bilmeyenler için tekrarlayayım. Tiyatroyu çok seviyordum.
Lisesona kadar tiyatrocu oyuncu olmak istiyordum. Konservatuara girmek istiyordum. Hazırlanırken bir arkadaşım dedi ki boşuna sen konservatuvarla hazırlanma. Seni almazlar konservatuara dedi. Niye dedim yeteneksiz miyim? Hayır ama Peltek’sin. Peltekleri konservatala almıyorlar çünkü Peltek’ten oyuncu olmaz dediler.
Ben birden bire her şeyden vazgeçtim gibi. En azından konservatuvar sınavına girmekten vazgeçtim. Sonra peş peşe bir takım şeyler oldu. 30 yıl sonra ben bu ülkede birazcık da festivaller dolayısıyla dünyada oyuncu olarak tanındım. Şimdi bunu bu vesileyle anlatıyorum gençlere özellikle.
Ne olur bir takım önyargılarla hayallerinizden vazgeçmeyin. Hiç değilse denemeden vazgeçmeyin. Hele hele diyorum başkasının sözüyle vazgeçmeyin. Yine şey diyorsunuz hocam bir yerde sevdiğinin kapısında beklemek istiyorsunuz burası için. Tabii tabii. Şimdi şey diyordum biraz uzun yapmamak için. Şimdi tiyatroyu çok seviyordum. İşte sevdiğine kavuşamayınca ondan uzak durmamak için yanında yöresinde dolaşırsın.
Bazen kardeşiyle arkadaş olmaya çalışırsın. Bazen onun evinin yakınında bir işe mişe girersin hani yeter ki bir camdan gel. Bizim de iletişim alanını seçmemiz yani tiyatro aşkımızdan yüz bulamadık. Ona yakın civarında bulunalım diye iletişimi seçtim. Orada da yine önyargılarım vardı.
Lise sonda yine bir şiir gözünden bir gözaltı olayı mı oldu? Sonuçta sigilimiz bozuldu. O zaman da tek televizyon var devlet televizyonu TRT. Ve ben diyordum ki beni TRT’ye almadılar ve özel televizyonlar 5 yıl sonra gündeme gelecek olmasına rağmen o zaman bilemiyorsun. 5 yıl sonrayı bile göremiyorsun. Ve bir umutsuzluğa kapılıyorsun sigilimiz bozuk. Tek televizyon TRT devlet televizyonu bizi almazlar derken hayda bir iki yıl sonra ben sözleşmeniz olursa TRT’de çalışmaya başladım. Mesela o önyargılarla da umutsuzluğa kapılmamak lazım. Yine birkaç yıl sonra da hatta bir yıl sonra da ben TRT’de çalışmaya başladıktan sonra yine hiç aklımıza hayalimize gelmeyecek bir şey oldu. Özel televizyonlar diye bir şey açıldı pıtlak gibi.
Hepimize iş alanı doğdu. Ve o yüzden bazen gençler çok karamsar, umutsuz oluyor diyorum ki yani. Abi bu yani nasıl kendine bu kadar güveniyorsun bu negatif konuda yani 3 yıl sonrası karanlık, 5 yıl sonrası karanlık. Sen bugünün aklıyla düşünüyorsun. Ve bir akıl silsilesiyle 3 yıl sonra yön görmeye çalışmıyorsun. Bir takım önyargılarla, şartlanmalarla, klişe düşünce kalıplarıyla 5 yıl sonraya bakıp abi işte umutsuz, karamsar falan yok öyle bir şey. Bir geçmişimize baktığımızda hayat gerçekten sürprizlerle dolu. Önemli olan o sürprizlere hazır olmak. Yani şans kapımızı çalacak diyorum ama şans kapıyı çaldın da sen o şansa hazır mısın? Hazır olacak mısın?
O hazırlık aşamasında bir bekleyiş var, sabır var. Sizin hayatınızda da o var. Yani sevdiğimi kapısında beklediğim kısmı orası sabır ve gayret kısmı. Aslında belki biraz burayı güçlendirmek lazım. Ama bir de hayatınızda kırılma anları var. Bu bölümde de biraz hayatınızdaki kırılma anlarını konuşalım istiyorum. Kalpten kırılma anları. Belki oraya da gireriz siz bilirsiniz.
Oraya girmek isterseniz hayatınızda birçok insan gelip geçiyor yanımızda. Ve bize bir sürü tesir oluyor, etkisi oluyor, izi oluyor. Sizin hayatınızda, bugün bu insan olmanızda etkisi olan bir insan. Bir insan değil de birkaç insan sayalım isterseniz. Herkes herkesten bir şey öğrenir. Yeri gelir bir çocuktan, çocuk derdi 7 yaşındaki bir çocuktan da bir şey öğrenir. Çocuk da yeri gelir hocamı da olur.
Dolayısıyla ben hayatın her alanında mutlaka bir çocuktan bile bir şeyler öğrenmişimdir. Bana bir katkısı olmuştur. O yüzden hani bütün bana katkısı olanları sayamayız ama en azından bu alanlarda. İlk lisede Yaşar Aziz diye bir hocamız vardı, rahmetli oldu. Tiyatro konusunda ilk sevgiyi aşılayan, bilgiyi aşılayan o. Sonra Kartasarsan’ın İşli Tiyatro’sunda İsmail Işılsoy hocamız.
Sonra Levent Kırca hocamız. Beni yani hayatın ilk basamaklarında bu alanda çok çok katkıları olmuştur. Rasim Öztekin, Oya Başar ve dediğim gibi çok kişi var. Hiç değilse 5-6 kişiyi saymış olayım. Verdiğiniz mesajlarda, çektiğiniz filmlerde, oyunculuğunuzda, senaryosunu yürütüyorsunuz ve bize yansıyan halde bir karşıyım modu var.
İtirazım var. Ama herkesin içinden hayır dediği ama dışından evet deyip aşamadığı o şeylere hayır diyebilmenin bedeli var. Ve hayır diyebilmek herkes için çok da kolay değil. Ben sizin şu anda hayır dediklerinizden ziyade ilk hayır dediğiniz, ilk itirazım var dediğiniz,
çocukluk dönemlerindeki itirazınızı ve ödediğiniz bedel varsa şahit onu öğrenmek istiyoruz. Bedeller de çok eğitici, öğretici insanın karakterlerini oluşturucu şeyler. Biz bana ah bedel ödedik falan böyle anlatılacak kadar bir büyük bedel ödediğimi de düşünmüyorum. Ama o konularda bazen bakış açım değişik oluyor. Ben diyorum ki yönetmenlik yaptığım dönemde ekip arkadaşlarımıza ekip problemleri sevin.
Mesela diyelim ki bir tanesi geliyor yine o problem çıktı bu problem çıktı şikayet ediyor falan. Bunu faraza söylüyorum. Geliyordu diyor ki ya bak problemden şikayet etme, problemi sev. Niye? O problem senin varlık sebebin. Bir problem çıkacak ve sen onu çözeceksin diye böyle bir insana ihtiyacımız var diye sen bugün burada o koltuktasın. Yoksa problem çıkmayacak olsa, problemsiz işler yürüyecek olsa bazı insanlara ve mesela sana ihtiyacımız kalmazdı. Kendi bazı alanlarda varlık sebebimiz var. O yüzden ben yani kolay kolay ağlamam, şikayet etmem, eleştiririm ama ağlamam ve şikayet etmem aynı şey değil. Ve bu problem çıktığında da böyle yeri gelir hani ya sevinmemiz lazım varlık sebebimiz. Onu aşacağız, çözeceğiz, edeceğiz. Birine bir faydamız dokunacak kendimize bir faydamız dokunacak. Öyle olunca o bedeli de hani bedelleri de. Tabii her şeyin bir bedeli var. Onun tarifi zaman zaman değişiyor da değerlendirmesi. Bugün negatif olan yarım pozitif oluyor, bugün pozitif olan yarım oluyor. Hiç şey yapmam ama karşı çıkma konusunu en iyi şöyle hızla özetleyeyim.
Mesela çocuk bunların itibaren sorguluyordum. Saati niye sol kola takıyor? Uzatmayayım. Niye takıyoruz? Bir sebebi varmış zamanında. O sebep geçerliliğini yitirmiş. Kurmak zorundaydık, kurma kolu sağda diye sol kola takıyordu. 40 yıldır otomatik saatler kurma gerekli değil. Bu yüzden. Efendim kadınların düğmesinin sol tarafta olmasının sebebi işte birtakım konteslerin,
ladylerin, düşeslerin bol düğmeli elbiseleri orta çağdan itibaren ve karşıdaki hizmetçisi kolaylıklasın diye. Şimdi aradan geçmiş 300-400 sene. Aramızda lady yok, kontes yok, düşes yok. Niye hala burada? Çocukluğundan itibaren takılmıyor. Çünkü bu tür alışkanlıklar, bu tür düşünce kalıpları kolay kolay kırılmıyor.
Karşıyımda da, yani hayata bakarken de sorgulayıp, çünkü bak bu saat örneğinde de, zihnimde de gereksiz yükler var. Takmışız bak sebebini bilmiyoruz. Böyle bir dünyaya doğduk, sol koluna takıyor ya. Ağzı sağ koluna taktığında bir rahatsızlık hissediyorsun. Bunun bütün bu şeye rağmen. Çünkü yani böyle bir dünyaya doğmuşsun, birilerini telkin yoluyla sol kola takılır, sol kola, sol kola.
Sen bunun saçma olduğunu düşünüp sağ koluna taksan bile bir tedirginlik hissediyorsun. Hayatın alanında bu kadar, zihnimize yüklediğimiz, ruhumuza yüklediğimiz o kadar çok yük var ki, benim karşıyım çıkışı aslında yani bir karşıya açıdan bakmak. Güzel bir atasözü. Diyor ki karanlığa küfretme bir mum yak. Evet ağabey yani karanlığa küfretmeyelim. Yani eleştiri getirebiliriz ama eleştiri de tek başına bir anlam ifade etmiyor.
Bir mum yakmanın, bir mum yaktırmanın yollarını bulmamız lazım. O zamanın baskısının ve saatin tiktaklarını ne hissettirdiğini, ne düşündürdüğünü değil de ne hissettirdiğini. O zaman eskiden bir de hakikaten sesliydi ya tiktak, tiktak, tiktak. Zaman geçiyor, zaman geçiyor, zaman geçiyor, zaman geçiyor. Lan geçiyorsa geçiyor. Şey gibi hani tepemde bir arkadaşım, hadi hadi hadi hadi. Lan dur ne hadadesi ya. Saat de öyle yani. Tiktak, tiktak, tiktak, tiktak.
Kaldırıp atıyorsun yani. Tamam zaman geçiyor. Bunun da farkında olmamız lazım ama bunu sürekli birinin ya da bir nesninin hatırlatması da biraz sinir bozucu. Aslında baktığınızda az önce söylediğiniz vazgeçişler, birer kırılma noktalara. Hayatınızda hayal kırıklığı olarak ya da ya işte bu an dediğiniz böyle bir kırılma noktanız var mı? Hayal kırıklığı şöyle yine yaşamak güzel filmiyle ilgili. Bir işte kanala ön satış yaptık ama o zamana kadar olan birikimini de koydum. Kendi kafamda da şeydi o işi yapacak ve ben onunla oradan kazandığımla senede üç film yapacağım. Hatta bazı arkadaşlara da daha peşin peşin size de bütçe vereceğim filminizi çekin filan diye böyle bol keseden ne kadar inandımsa bir de şeyi dağıttık hani.
Bahatlerde bulunduk. Sonra çok kötü çakıldı film maddi anlamda. O mesela çok büyük hayal kırıklığı oldu bende ve çok zor toparladım. Maddi olarak da zor toparladım. Manevi olarak da büyük hayaller kurdum ve şimdi mi hayrediyorum? Neyine güvendim de o kadar hayaller kurdum diye ama o süreçte de şöyle becide gibi bir laf duydum Ferdi Eylmez’den. Ertan Eylmez’in oğlu yapımcılar devam ediyor. Arkadaşımız işte Nizam Eren sayesinde tanışmıştı. İşte film nasıl oldu filan dedi yaşamak güzel şey. Film battı abi dedim.
Oğlum dedi film batma yapımcı batar dedi. Senin orada aslan gibi bir filmin var ve duruyor dedi. Sen battınsa yarın toparlarsın o film kalacak dedi. Hakikaten de bunları da yine şikayet etmek için pişmanlık dile getirmek için anlatmıyorum. Soruldu diye. Çok çok umutluyum. İyi ki çekmişim o filmi. Bugün olsa yine yapardım yine bütün birikimimi koyardım. Orada aslan gibi bir filmimiz var. Biz battık ise çıkarız düştük ise kalkarız. Bu işler böyledir. Ama hayaller kurmuştum ve başkaların içinde hayaller kurmuştum. O hayal kırıklığı büyük oldu. Şimdi burada anda kalma konusunda kendinizle aranız nasıl? Aynalarla aranız nasıl Müftü Bey? Ben şimdi çok da belli oluyor saçımdan. Başımdan çok aynı ara bakmam. Ama belki siz daha iyi değerlendiniz. Bunun bir psikolojik sebebi var mıdır, bir psikolojik derinliği var mıdır bilmiyorum bakmam. O da belki bir tepki. İnsanların saçına başına o kadar özen göstermesi de bana çok doğal gelmiyor. Ama geçenlerde mesela böyle baktım kendime şey yapar gibi hani konuşmadan böyle dertleşir gibi bir baktım. Ama o saçıma başıma değil öyle kendimle böyle göz göze biraz bakışlı nasıl gidiyor falan filan gibi. Onu galiba ergenlikte falan da yapardık. Hepidir yapmıyormuşumdur herhalde. Öyle aynalarla aram işte yıllar sonra geçen görüştük hikayedesiyle. Kendinizle karşılaşırken çektiğiniz filmler var. Benim en sevdiğim tabii ki Madara Friyazofu birinci sırada ama yaşamak güzel şeydi çok sevdim. Babamın ceketini de çok sevdim. Bu filmlerde hayal değil hayat ürünü diyorsunuz. Neden hayal değildi hayat?
Çünkü şuna inanıyorum. Bütün dedim ya benim filmlerde mutlaka benim yaşamımdan izler var ama nasıl izler? Kendimizi ölümsüzleştirmediğine değil benim dert edildiğim şeyleri oraya yansıtmaya çalışıyorum. Yani işte yaşamak güzel şeyde yine okulla ilgili şeyler.
Benimkisi kızımın özellikle Teok döneminde işte o sanavlara hazırlanması, sınavlar için hayatının birtakım güzelliklerinden vazgeçmesini gördüm ve başta tabii kızıma ve bütün onun yaşıtı çocuklara çok üzüldüm. Bunu bir şekilde benim dile getirmem lazım dedim. İşte diyelim babamızla meselemiz sadece benim meselem değil ki ben bunu biliyorum. Ülkemizde özellikle bizim kuşağın hemen hemen hepsinin problemi. Bunu dile getirmem lazım diye. Yani şunu kendi ve insanlık adına bir anlam yaratacak, bir değer yaratacak bir şeyler arayamamız lazım. Hem enerji hem parayı. Öyle olunca ben kendi hayatıma bakıyorum. Kendi hayatımdan, çevremdekilerin hayatından dersler çıkartıyorum.
Bunları bir şekilde dile getirmeye çalışıyorum. O yüzden hayal değil hayat ürünü diyoruz. Siz en sık duygularınızı, hangi duygulara yaşıyorsunuz veya duygularınızı yaşarken rahat olabiliyor musunuz? Ben belki bir süredir, hangi süredir onu bilmiyorum da ben sevdiğimi çok rahat söylerim. Artık uzunca bir süredir ve bıktırana kadar söylemiyorum.
Sadece kızıma da değil, gerçekten bıktırana kadar söylerim. Bıkar da yani yeter tamam seviyorsun falan. Ama herhangi bir arkadaşıma da, erkek arkadaşım da olabilir. Aman yanlış anınız var. Seviyorsam, takdir ediyorsam mümkün olduğunca bu duygularımı dile getirmeye çalışıyorum. Özellikle benim dışımdaki insanlara karşı olan pozitif duygularıma.
Başarılıysa başarılsın diyorum, iyiyse iyisin diyorum, yetenekliyse yetenekliysen, seviyorsam seni seviyorum diyorum. Ben hiç çok uzunca bir zamandır bunu dile getirmeyi hiçbir zararına görmedim. Çok da faydasını görüyorum her anlamda. Hem karşıdakiler mutlu oluyor, bir takdir hisini yaşıyor. Hem benim duygum içinde kalmamış oluyor. Onları mutlu görünce ben mutlu oluyorum. Hiçbir zararını görmedim.
Son bölümde de doğru veya yanlış cevap yok. İnsanın kendine dair hissettiği cevap var aslında. Bu biraz serbest çağrışım bölümümüzdeki. Ben size bazı kelimeler söyleyeceğim. Tamam. Siz de bu kelimelerin siz de anımsattıklarını veya hissettirdiklerini. Mutluluk. Mutluluk kendi tarifindir. Evlat. Evlat ya candır, hayatın anlamıdır, gerçek anlamda. Öteki?
Öteki anlaşılmaya muhtaç. Eş. Eş, can yoldaşı, hayat arkadaşı. Hayat. Hayat, biz planlar yaparken başımıza gelenler. Dostluk. Dostluk az ama öz olmalı. Korku. Korku faydalı bir şeydir aslında. İyi ki? İyi ki yaşıyoruz her şeye rağmen. Kardeş. Kardeş candır yani. Aşk. Aşk bir hastalıktır. Çocukluğunuzdaki koku. Çocukluğumdaki koku, annenin, elmanın, domatesin her şeyi kokusuyla bir duygusal bağ kurabilirdik. Bir film vardı. Bir film vardı. Füze, füze filmi. Bir şarkı vardı.
Bir şarkı, bu sabah dinledim o geldi. Sen gamla hazan. Söylemek ister misin? Şeygan gamla hazan. Sen sevaharsın. Dinle de vazgeç. Sen kendine kendin gibi taze bir bahar seç. Son bir soruyla vedalaşacağız. Ölüm de hayat kadar gerçek. Ve biz bugün hayatı konuşuyoruz. Ölümü meclislerimize de çok almıyoruz. Ama gerçek olduğunu biliyoruz.
Ve öldükten sonra da arkamızda bazı izler bırakıyoruz. Allah uzun ömürler versin size. Ama bir gün bu dünyadan gittiğinizde sizi nasıl hatırlasınlar istersiniz? Şöyle ortada filmlerimiz var ve bir evladımız var. Aslında ölümün varlığı hayatımız anlam ve değer katan bir şey. Eğer ölüm olmasaydı hayat o kadar anlamlı ve değerli gelmezdi. Bir kere ölümle de barışmak lazım. Bunu kabullenmek lazım. Ben konuşmaktan çok rahatsız olmuyorum. Ama burada hadi açıldı söyleyelim vasiyet gibi şeye geçsin. Ben hiçbir şekilde tören yapasın istemiyorum. Gerçekten. Genâve töreninin dışında.
Ve onu da çok üç beş kişi halletsin bu işi. Filmlerimiz var hatırlanacağımız, hatırlandığı yere kadar. Evladımız var. Biyolojik neslimizin devamı. Filmlerde fikirsel olarak gittiği yere kadar fikirlerimizin devamı olacak. Hayatın bir gerçeği ve gerçekten hayatımıza anlam katan, değer katan şey ölümün gerçeği.
Onunla da barışmamız lazım. Canı gönülden kabullenmemiz lazım. En uzun yolculuk insanın kendi hikayesini ve kendi içine doğru yaptığı yolculuk. Ve hepimiz bir diğerinin hikayesinde kendi yolculuğumuza dair de dersler çıkarıyoruz. Bugün Müfit Bey’in bildiğimiz yüzünün dışındaki yolculuğuna kendi arka sokaklarına beraber yolculuk yaptık. Ve hepimiz yine kendimize dair çok dersler çıkardık.
Bu keyifli sohbet için kendisine çok teşekkür ediyoruz. Ve diğer hikayelerimizi heyecanla hepimiz yine kendi yolculuğumuzu tamamlamak ve tam anlamak niyetiyle bekliyoruz. Takipte kalınız. Sırf ben babama seni seviyorum diyemediğim için belki de o filmi onun için çektik.
Yani ne olur bir takım ön yargılarla hayallerinizden vazgeçmeyin.
İlk Yorumu Siz Yapın