"Enter"a basıp içeriğe geçin

Batılılaşma ve Farklı Gerçeklikler | İhmal Edilebilir Nasihatler | 4. Bölüm

Batılılaşma ve Farklı Gerçeklikler | İhmal Edilebilir Nasihatler | 4. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=c41MfaM_3cI.

Merhabalar, İhmal Edilebilir Nasihatler 4’teyiz bugün. Tarihe olayların ard arda dizili olarak bakmıyoruz. Olayları, insanları, kelimeleri ve bütün bunun etki ve sonuçlarını konuşuyoruz.
Bu konu, Alev Alatlı ile birlikte bugün Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün de bizim konuğumuz Siyaset Bilimci. Hoş geldiniz diyorum. Efendim bizim masamızda olaylar var, kelimeler var ve de tabi etki ve insana olan etki ve sonuçları var. İhmal Edilebilir Nasihatler de Alev Hanım bir akışın içinde Türk modernleşmesinin gerçekleşmediği son cümlesiyle geçen programı tamamladı. Hocam buradan başlayalım isterseniz. Türk modernleşmesi neden olmamıştır? Bir sizden dinleyerek bir tekrar da olsun izleyicilerimize neden olmamıştır? Ve aslında bunun etki ve sonuçlarını birlikte konuşalım istiyoruz. Buyurun. Önce bir kere hoş geldin. Teşekkür ederim. Görmek çok güzel. Sağol. Çok çok eski dostum. Hatta sizden beri daha eski. Onun için.
Bu çok bir keyif benim için sağ olasın. Sağ olun. Şimdi geri dönelim öteki işe. Şimdi bakın Ayşe Hanımcığım. Türk modernleşmesi olmamıştır lafı doğru değil. Eğer böyle söylediysem bu da doğru değil. Çünkü bir kere bu böyle bir şey değil. Açkaba meselesi değil kapıyı açtığımda modernliğinde girdim diye bir şey yok. Çıktım diye de bir şey yok.
Onun için bu her zaman derinde buyurduğunuz gibi terimler terimler terimler terimler. Şimdi modernizasyon modernleşmeden ne anlıyorum? Onu ben bir anlatmaya çalışayım tekrar anlatmaya çalışayım. İki şeyi karıştırmamak lazım. İlk onu söyleyeyim. Amerikalıllaşma, batılılaşma vesaireyle modernleşmeyi karıştırmamak lazım. Bu bir. Niye bunu söylüyorum?
Çünkü adetiniz, örfünüz, konuşma biçiminiz, giyme biçiminiz şuyunuz buyunuz. Hem asır olduğunuz başka bir ülkeye öykünebilir. Yani deyin ki işte Bengaldes’te oturuyorsunuz da Nepallıların giysilerini giyer oldunuz. Ve onlar gibi dans eder oldunuz falan. Veya onlar gibi yemek yer oldunuz falan.
Yani bu ayrı bir şey. Türkiye’ye baktığım ne olur katılmadığın zaman bir dahil et. Türkiye’ye baktığım zaman öykünüyor olmayı modernleşme saymak gibi bir sıkıntımız olduğunu düşünüyorum. Yeniden değil daha o şeyden beri. 20.19. yüzyıldan itibaren. E bunun kılıkta, kıyafette konuşulan, dilde yenilen yemekte hatta, hatta, hatta kısmen ahlaki değerlendirmelerde, değerlerde ki yansımaları şey gibi görünüyor. Modernite gibi görünüyor. Ama tabi kurumlar açısından nasıl bakıyorsunuz?
Bir de bu devlet, askeri reformlar, eğitim, bütün bunları bir kenarda bırakarak sadece insan olan etkisinden bakar. Hayır, hayır, onları da işin içine katarım. Ama kurumlar gibi mesela bir battaneye hükme gelmem. Hani hangi kurum diye sorarım. Hangi kurum? Askeriye. Niye modern olsun ki? Askeriye hep vardı. Bu, bu yani ha efendim işte o silahı değil, bu silahı kullanmış filan filan. Olay başka.
Yani öykünmek başka bir şeydir. Kim olsa yandaki kabilenin daha iyi silahını pekala da alır. Efendim rap rap yürütürsünüz askeri, yürütürsünüz. Bu olur. Ve şunu düşünün, Amerika’ya peşvi tarihinde gelen müstemlekeciler Kızılderilerin oklarını almış üstünde de zehirini de alıp götürmüştü. Şimdi ne oldu yani? Bu olur. Uluslararası ilişkilerindeki öykünmeler, birbirine değinmeler, bulaşmalar vs. Bunlar ayrı şey. Modernite ayrı bir şey. Yani Batı dünyasını modernite kelimesiyle eşdeğer tuttuğumuz için böyle bir şey oluyor. Ama modernite başka. Şimdi peki moderniteden ne anlıyorum?
Kısacık söylemeye kalkarsam, moderniteden, geriye götürün aydınlanma. Aydınlanmayı bana tek kelimeyle ifade et deseler, bizim bana döndüğü zaman derim. Bizden çıkılıp beni, dönüldüğü zaman derim. Bizden çıkılıp beni dönersiniz.
Bununla birlikte Tanrı’nın bir hipotez haline geldiği zamandır bu. Laplas’ın lafıdır. Laplas alır götürür eseri. Napolyon’a malum. Peki Tanrı bunun neresine düşüyor der Napolyon. Cevap. Tanrı gibi bir hipoteze ihtiyacım yoktu. 500 senedir aynı lafı duyuyoruz. Şimdi Tanrı’yı ortadan kaldırıp bizi de ben yaptığınız zaman ortaya çıkan bir kafa yapısı vardır. Olaylara bakış vardır. Benim idamımdır ki Türkiye henüz o noktaya gelmiş değildir. Eğer ben olmadan o noktaya gelmek mümkünse ki ben olmadığı kanısındayım.
Çünkü bilimden tutun. Başta bilim olmak üzere. Sanat dahil, zanaat değil, sanat dahil ben ister. Ben dediğiniz konum. Gerçekten ben konumudur. Dünyaya karşı kendinizi savunabileceğiniz bir tarz.
Bu şeyle olmaz. İyi ben yapayım da ailem de benim harçlığımı versinler olmaz. Aynı evde oturmaya devam etmekle olmaz. Bir roman yazmaktan korkmaktan olmaz. Şimdi bu böyle şunu yaşamış birisi olarak söyleyeyim.
Zamanında Wilkent Üniversitesinde, Talat Alman’ın olduğu yıllarda. Rahmetli yaratıcı yazarlık dersi koymuşlardı. Bir sıkıntıları vardı çocuklar konuşmuyor diye. Bir gün bana gel bir bak Allah aşkına. Ben gittim sınıfa girdim.
Yaratıcı yazarlık hala biz dediğimiz için o bir yazardan beklenen açıklığın ortaya çıkmıyordu. Ben hatta o zaman buraya bir psikolog koyun koza da demiştim. Anca yapsın tahrik etsin de belki hani bir şey çıkar gibi konuşmuştum.
Gelin şimdi benle biz eğer ben olmasa tıp olsun diğer bir sürü dallar olsun orada bir sonuca varmak için bu kadar zulüm edemezsiniz. Ne gibi? İdam sandalyesi elektrikli.
Tamam edisonun işidir. Peki siz biliyor musunuz ki o elektrikli idam sandalyesinin yapılması için deney sırasında levhalara bağlayıp yakılan öldürülen hayvanın haddi hesabı yoktur. Kuşlar kecikler kim varsa. Gelin bir adım daha hastanelerde ne yapıyoruz zannediyorsunuz. İlaç enüstresinde. Gelin bir adım daha yüzlerimizi boyadımız kozmetikten oluyor zannediyorsunuz. Bu bir ben tavrıdır. Ben olduğu zaman gözünüz görmez oluyor. Diğerleri, ötekileri. Ötekini görmezsiniz. Ne insan olarak, ne hayvana vesaire olarak. Hiç gördüğünüz nokta yok mudur vardır. Ne zaman? Beni hizmet ettiği sürece görürsünüz. İşinize yarıyorsa korursunuz. Duygusallara işinize yarıyor maddesel olarak yarıyor şudur budur. Bu böyle bir kopuştur. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Böyle bir kopuşta insanların yan yana yaşayabilmesi için tabii ki kanun gerekir. Kanunlarda bu kadar parlak olmak da bana bir şey ifade etmez. Alev Allah’ta olarak konuşuyorum şimdi. İfade etmez. Kanunlarınız çok iyiymiş. İyi olmak zorunda çünkü. Onun yerine koyacağınız bir şey yok.
Şimdi hal bu iken benim iddia ettiğim şu ki. Türkiye benleşmiyor mu? Tabii benleşiyor. Efi bir zamandır benleşiyor. Ama gelinen nokta, benlerin bizlere galiba çaldığı nokta henüz değil. Torunlarımıza bakalım diyorum o yüzden. Henüz değil. Bir şey soruyordum pardon.
Devlete bakmıyorsunuz o zaman. Devlete, mekanizmalara, modernleşmenin diğer unsurları olan. Devlet biziz canım. Yukarıdan aşağıya olan teokratik devletten layık devlete geçişe bakmıyorsunuz. Hayır bence fark etmez o. Bence o hiç fark etmez. Tali’yi görüyorum. Devletten bakarsanız o da bir şey değildir. Nasıl devlet olur ben? Bu ayrı bir şeydir. Yani evlerin bölünmesine, ailelerin çekirdek aile gelmesine, haline gelmesine, yaşlıların daha çok aile dışında bakılmasına falan. Buna doğru toplumda büyük bir ilerleme var. O zaman ben artıyor demektir. Bunu söylüyorum. Ben artınca bu böyle olur. Ben artacağım ki kendimden yola çıktığım zaman tabii ki böyle olacak. Tabii ki çekişim.
Tabii ki aile kenara edilir. Ama yine idnama odur ki Türkiye hala güreş bu sabah kısmında madalya aldığı zaman ben bunu milletim için aldım diye göz yaşaran ulustur. Bu modernite değildir. Tabii ki göreli. Ne kadar göreli konuşalım.
Modernleşme, milliyetçilik ve Türkiye Süleyman Bey’in kitabı önümde duruyor. Şimdi Şerif Mardin’in Türk modernleşmesi makaleler önümde duruyor. Kemal Karfat’ın Osmanlı modernleşmesi. Evet, hepiniz birden şey mi diyorsunuz? Evet. Evet, modernleştiriyoruz mu diyorsunuz? Yok. Mesela Cemil Meriç bizde modernleşme batıya teslim ettir. Onun modernleşme üzerindeki yorumları. Tabii o lafı sevmiyorum. Teslim etmez, teslim et falan değil. O değil. Bu başka bir şey. Neyse.
Yani bir sürü bu konuda ortaya konulmuş bir literatür de var. Ama siz bambaşka bir yerden bakıyorsunuz, insanoğlanın etkisinden yola çıkıyorsunuz ve bu ülkenin insanlarını değiştirmeyi başaramamıştır. Tam demiyorum. Ama bakın, ama ne olur noktalık cümle kurmayın. Ben diyorum ki Türkiye henüz, Türkiye henüz moderniteyi içselleştirmiş bir ulus değildir. Bu şey demek değil. Kimseye dokunamamış aslan kalpte böyle bir şey yok. Böyle bir şey yok. Peki siz katılıyor musunuz bu yargıya veya siz ne diyorsunuz bu konuda Türk modernleşmesi konusunda? Tabii öncelikle Alev Alatlı’nın yanında konuşmak zor. Onu söyleyeyim. Estağfurullah. Zorlanacağım ama. Estağfurullah. Halkımın erdiğince merahımı anlatmaya çalışayım. Bir kere bu genel olarak tarihe nasıl baktığımızla da alakalı. Şöyle.
Ben tarihe bir aradurumlar olarak bakarım. Yani tarihin içinde insan zihni, ideal tipler geliştirmiştir. Tarihin amacını kendine göre bir niyet olarak okumuştur. Ama tarihsel durumlar bizatihi bize hep aradurumları söyler ve çelişkili durumları söyler. Yani tarihte hem o hem bu. Evet saçak.
Yani yer yer ya ne o ne bu. Onları da düşündürmüş. Belki bambaşka bir şey var. Şimdi bu modernleşme meselesine ben tarihin eksen kayması olarak bakarım. Çünkü binlerce yıllık yani bu brodelim söylediği uzun zamanlar toprağa dayalı genel hayat çevrimlerinin hüküm sürdüğü o binlerce yıllık tarihin bir yerde kırılması
ve bambaşka bir dünyanın ortaya çıkışı. Bu son belki 500 senelik tarihi kimilerine göre 250 senelik bir tarihi ama tarihi 15 bin senelik tarihi. Yani bunu biliyoruz. Dolayısıyla onun çok yeni bir safhasındayız. Yani modernliğin içindeyiz. Ama biliyoruz ki bu bir nebula. Yani nebula içinde tozu dumana katan şeydir. Ve kendi çevrimlerini yaratır.
Tarihten başka bir varoluş tarzımız olmadığına göre, yani tarihsel varlıklar olduğumuza göre, hiçbir zaman bunu böyle saf ideal tiplere falan oturtmadan ara durumları okumak bence önemlidir. Bunun için de mesela Alev abla şeyi çok vurguladı. Bireyin ortaya çıkışı ki çok doğrudur katılıyorum. Modernleşmenin karakteristiklerinden biridir.
Ama modernleşme aynı zamanda çok kuvvetli komüniteryen güdüleri de harekete geçirmiştir. Milliyetçilik. Milliyetçilik bunun böyle en kaba ideolojik formatlarından biridir ama bizzat hayatın içinde o sivil topluluğu dediğimiz dünyanın içerisinde bireyler filan yoktur. Hep böyle küçük küçük topluluklar. Mesela bunu bu ara durumu en güzel karakterize edecek olan Amerika’dır. Amerika’yı ne inşa etti? İşte deniliyor ki bireysel girişim, efendim bunun önün açılması vesaire. Ama Amerikan hayat tarzını bu karakterize etmiyor. Belki New York’a ediyor ama Midwest’te etmiyor. Midwest tamamen komüniteryen veya Bible Belt. Üstelik buna çok dini komüniteryen etkiler katarak filan. Orada hep böyle küçük küçük topluluklara aidiyetler var. Hepsi bir arada.
Ama Alev Abla’nın söylediği bir şeyi tamamen katılıyorum. Bireyselleşmeyi teşvik eden bir tarafı var. Ama ne tür bireyselleşme? Bunu biliyorsunuz taşıyan modern bir sınıf olarak burjuvalardır. Aydınlanma örneğini verdi ki tamamen katılıyorum. Yumanizma da budur. Yani şimdi mesela diyelim ki Abelard kimdir? Yani baktığınızda Abelard bir bireydir. Abelard’ız.
Çok geri bir dönem. Yani din adamı olmasına rağmen çok bireysel davranışlar sergileyebilmiştir. Geç orta çağ dediğimiz işte 13-16. yüzyıl arası hakikaten böyle çok ilginç. Küçük küçük, şehir devletleri içinde kendisini özgür kılma güdüsü edilmiş bir birey tipi var. Almanca bir söz meşhur işte
ştatluft mahtıfral yani şehir avası özgürleştirir. Çünkü sizi köklerinizden koparır. Ve köksüz yaşamanın nimetleriyle tanıştırır. Kurtulursunuz yani. Tabii ki. Böyle bir şey var. Bunun burjuva zihin dünyasındaki karşılığı o halde biz bunu teşvik etmeliyiz. Bireylerin hakları, özgürlükleri, özellikleri arttırılmalıdır diye bir yatırıma dönüştürüyor. Şimdi demin dinlerken Alev ablayı aklıma Kant’ın metinleri geliyor. Özerk birey, self-made menler, zelps bildung manlar, kendi kendimi inşallah. Sovyet menler. Bir de tabii başka bir şeyler var. İşte homo economicus diye böyle bir soytlama etrafında bir şey dönüyor. Bir süre sonra bakıyoruz da hayatın maddi güçleri. Yani gene Brodell’in söylediği gibi
maddi medeniyet dediğimiz şey bütün bunları niyetlerin çok gerisine çekiyor. Bu nedir? Bu basbaya kapitalizmdir. Yani sermaye denilen şey. Şimdi sermaye yönetiyor maddi manada bütün dünyayı. Dirikimiyle ve eksiklikleriyle. Ama sermayenin düşündüğü birey ne? Bu tamamen ekonomik manada etkinlik gösteren. Ama bu etkinliği gösterirken 250 senelik mercantilizm devletle de çok rahat iş tutabilen. Yani işte öyle oralarda bireyserliğini falan konuşmuyor. Devletle iş birliği içinde olmayı konuşuyor. Tamamen bir ekonomik bir nosyon, bir soytlama. Oysa siyasal olarak bakıyorsunuz. İşte ne bileyim liberal özgürlükler, yurttaş, birey falan karşımıza konformist bir vatandaş çıkıyor. Her şeyi evet diyen, demesi istenen,
tıkır tıkır vergisini ödeyen, böyle bir vatandaş tipi çıkıyor. Uyumlu. Uyumlu. Ve bu idealize ediliyor. Beteri, siyasal demokrasilerin gelişmesiyle bireyserliğin gelişmesi arasında ters orantılı bir ilişki çıkıyor. Çünkü siyaset hep vasatlara oynuyor. Kapitalizm de hep vasatlara oynuyor. Çünkü bir malı en fazla miktarda satabilmek için bir vasat yakalamanız lazım.
Onun için kültürel olarak vasatlığı pompalıyor. Siyasette demokrasi vasatlara oynuyor. E ne oldu bu kadar ideal? Hani birey olacaktık vs. kendimizi geliştirecektik. Bunların her biri bence bizzat hayatın maddi güçleri tarafından geriletiliyor, çekiliyor. Bunların arasında da bir problem var. Bir çatışma var. Yani biz mesela çok yanlış olarak Marks’tan şunu öğrendik. Yani kapitalizmin taşı izlisi burjuvalardır. Hayır öyle bir şey değildir. Kapitalizmin ana birikimlerini büyük toprak sahipleri yapmıştır bir kere. Her şeyden önce. Centry yapmıştır. Sömürgecilik vs. oldu beraber. Büyük tüccarlar, ilk büyük sanayiciler, bilmem ne, baktığınız zaman hep fondır, wonder, bilmem nedir yani böyle. Şimdi böyle düşündüğünüz zaman o ortada kalan burjuva kafanın gördüğü hayal, moderniteden türettiği hayal,
hayatta gerçeğini bulmadı. Hayatta vasatların kesif üretimi ve kesif tüketimi var. Siyasette vasatların üzerinden elde edilmiş bir meşruiyet var. Tüm toplum, yani dünya modernleşimisinin dünya modernliği. Baktığınız zaman hep böyle vasatlar, vasatlar. Yani şimdi orta sınıf eleştirilere bakıyorsunuz, Hanek’e filmleri seyrediyorsunuz. Adam hep işte bu orta sınıf konformizmi,
orta sınıfın o vasat dünyası, içinin büzüşmesi hep bunları anlatıyor. Yani baktığınız zaman öyle o kahraman bireyler falan. Kahramanlar da üretiliyor ama o kahramanlar bir anlamda vasatlığın telafisi için üretiliyor. Demek ki de kahraman olabiliyormuş. Avant-garde’lar, flanörler mesela buna her zaman var. Ama hayat karakterize etmiyor. Biz sadece onların hikayelerini dinliyoruz. Onların da avantajı o. Bizi hikaye anlatıyorlar ve yanlış bir hikaye anlatıyorlar. Biz o hikayelerle avunuyoruz. O hikayelerin bir gün gerçek olacağı umudunu taşıyoruz. Modernlik hep bunların ara durumları olarak gözüküyor bana. Biraz ortada görüyorum ben. Türkiye’ye geldiğimizde peki Türkiye’de Alev Hanım’ın söylediği gibi modernleşme, tanzimattan beri konuştuğumuz batıllaşma elbette. Batıllaşma şemsiyesinin altında belki modernleşme Türkiye için daha gerçekçi ama sonuçta 200 yıllık bir serüvene, hikayeye baktığımızda çok da değişim var. Toplumsal değişim var. İnsanda değişim var. Kurumlarda vesayede. Bütün bu da Türk modernleşmesinin ilerlemesi yok mu? Bir değiştirici bir şey yok mu? Toplum üzerinde bir etkisi yok mu? Evet. Biraz futbol terimleriyle düşünecek olursam yani futbolda topun dönmesi diye bir şey var. Top 22 tane topçunun arasında döner yani. Bunu biliyoruz. Modern dünya neyin arasında döner? Modern dünyanın topu hangi ayaklara çarparak döner? Bunu bence bu konuda bu Japon düşünür Karatani gibi düşünüyorum. Bunun üç tane çok önemli ayağı var.
Yani bu bir sac ayağına oturuyor. Bir tanesi modern devlettir o. Bürokrasidir. İkincisi ulus denilen bir kolektif varlığı inşa etmektir. Üçüncüsü de sermayedir. Devlet ulus ve sermaye arasında top dönüyor. Ama bunun bir dünyasal iş bölümü var. Bu birikimi üçünü birbiriyle çok yakın bir şekilde eşleştiren merkez ülkeler.
Yani batı olarak bildiğimiz. Bürokrasisi var. Etkin bir şekilde işliyor. Ulusu var. Politik toplumunu inşa etmiş. Bir de sermaye birikimini sağlamış. Bu merkezi oluşturuyor. Yarı merkez ülkeler veya periferi kenara doğru gittiğimiz zaman eksiklikleri görüyoruz. Yani eğer sermaye birikiminiz yoksa
iki sermaye birikimi çok kıskanç bir süreçtir. Koklatmaz yani birikimini merkantilizm ile başlıyor biliyorsunuz. O zaman bir devlet inşa etmenize bir ulus inşa etmenize izin veriyorlar. Bu dünyayı kodlamakla ilgili bir şeydir. Ama sermaye birikiminiz olmadığı için her ikisi de eksiklidir. Eksik uluslar ve eksik devletlerin hikayesini görürsünüz. Nerede görürsünüz? İran’da görürsünüz. Türkiye’de,
Brezilya’da, Pakistan’da, Hindistan’da her yerde görürsünüz. Ve bu eksiklik iki şeyin fetişine yol açıyor. Yani sermaye birikiminiz olmadığı için devleti fetişleştiriyorsunuz. Veya ulusu fetişleştiriyorsunuz. Ama her ikisi de aslında çok problemli. Çünkü hiçbir kodlama, yarı merkez dünya kodlaması o eksiklikleri fayhanat, hayatlarıyla donatmadan izin verilmiyor. Ulusunuz var ama altına bir etnik meseleyi koyar veya bir mezhebi meseleyi koyar. Bir siyasal coğrafya meselesi armağan eder. Kaşmir meselesi gibi filan. Siz de bütün bunlarla başa gelmek ve kaynak bulmak için bu sefer içeriğe yöneliyorsunuz. Devlet mesela içeriği dımdızlak bırakıyor. Korkunç bir iç. Hala var. Bu da bürokrasiyi yozlaştırıyor. Ulus dediğiniz şey işte mezhebi veya etnik şeylerle tehdit altına sokuyor. Bu sefer bir ulus fetişizmi çıkıyor buralardan. Şimdi bunlar fetiş hale gelince zaten Alev ablanın söylediği gibi bireyin gelişmesine falan olduğu kadarıyla da gelişmesine imkan yok. Böyle bir sıkıntı doğuyor bizde. Ama bütün bunlar çok uzatmış olmayayım bir şeyle yeniden kırıldı. Çünkü sermaye birikiminin tarihi birkaç etaplı bir şeydir. Yani bir ticari toprağa dayalı, iki sınayı, üç tüketime dayalı. Çünkü kapitalizmin çelişkisi arzı ve talebi bir araya getirememektir. Bunun yollarını aradılar. Önce sanayi kapitalizmi, hatta mercantilizm döneminde savaştı bunun panzehri. O çelişkinin panzehri. Şimdi
kredi kapitalizmi borçlandırarak daima bir arz yaratmak. Tüketim. Tabii. İşte o tüketimin kamusal hayata belirler hale gelmesinin bireyin tarihinde yolaştığı bir şey daha var. Bir ideal olarak bire değil ama bireysi varlıklar çıktı. Bu individualization ile
bireysileşmek ile bireyserleşmek arasındaki fark. Bugün biz mesela moda da görüyoruz. Kendinizi farklı kılabiliyorsunuz. Ama bu kadar yüzeysel ve bu vasatlarla gene çok farklı. Sadece görüntü. Görüntü şeyi. Yani Şerif Bey’in burada kitabını şey yapmışsınız. Tanzimatın aşırı batıllaşması diye marginalize ettiği şeyi bugün konvansiyoneldir. Bugün konvansiyoneldir.
Çok uzattım ablasını. Yok. Keyifle. Modernleşmenin, Süleyman Bey’in yorumu aslında size bir farklı açılımda beraberinde getirmiş sözleri. Evet farklı açılım getirmiş değil. Şeyimiz ayrı. Koncentre olduğumuz yerler ayrı. Yoğunlaştığımız noktalar ayrı. Tabii ki böyle bir
şey evrildi. Modernleşmek. Tabii ki ona evrildi. Orada yani itiraz söz konusu değil. Ben yalnız yine bütün bu şeyde yani bütün bu analizde sosyolojik faktörü ona öne çeken biriyim insanın. Sosyolojik faktörü
öne almak gerekiyor diye düşünürüm. Çünkü Sermaye tebrikimi dediğin anda dahi Sermaye birikiminin şöyle bir gerisine bak. Kölelik olması Sermaye birikimi olması. Sömürgecilik olması. Bu gerisi hikaye değil. Tabii. Bu çok zekinsiniz de yok. Şey dediğin ona da pek katılmıyor. Toprakla falan alakası yok. Toprak
üzerinde işleyecek adam olduğu sürece bir işe yarar. Emektir Sermaye. Sermaye birikimi emek. Şimdi şey gibi işte yeni Amerikan kıtaları gibi bulmuşsunuz Kuzey-Günayı falan filan. Peki nedir emre başlamalar o zaman? Pamuk’tur, tütündür. Rom’dur falan. İyi de pamuk da o, tütünde şeker kamışı da. Emekli on işlerdir bunlar. Yani sizin toprağınız dünyayı size verseler eğer orada işçiniz yoksa hiçbir işe varamamazsınız. Bu böyle bir şey. Peki ne olur? 12 milyon kişi getirildi Afrika’dan. 12 milyon köle. Amerika’ya çalıştırılmak istiyor. 12 milyon yani bu olacak iş değil. 12 milyon.
Şimdi tabii ki Sermaye birikimi var. Öbür tarafta, bu Amerikalar için geçerli ama Endonezya’yı vesaireyi düşünün. Hollanda’nın kaynağı. Portekiz, Hollanda kolonileri. Malaysia, Kavçuk ormanları. Şimdi bütün bunu düşünün. Şimdi bir yerden o Sermaye’yi biliyorsunuz. Oraya kadar tamamen katılıyorum. Ondan sonrasına katılıyorum tabii ki. Süleyman Hoca bunu yaptı.
Hani bunu buraya getirdik. Bundan sonra bu ne oluyor söylüyor. Doğru. Ama geliş noktasında. Bakın İngilizlerin bir laf var. Duymuşsunuzdur Shakespeare’den. The world is my oyster der. Dünya benim istridyamdır. Bu ne demek? İstridyayı bulmak için sen yere gidersiniz. Zordur bulması. Açması daha da zordur ama içinden bir de şey çıkarsa diye. Peki.
Nedir İngiltere? Çoluk çocuğu 14 yaşında, 12 yaşında gemilere koyup gönderen bir daha bakmıyor. Öldü, kaldı. Bu başka bir kopuş. Bunun sonunda, bunun sonunda istridyesini buluyor mu? Buluyor. Sanayi devrimi falan zaten.
Sanayi devrimi falan daha evveli var. Sanayi devrimi böyle. Altın buluyor hanımefendi. Çünkü Türkiye’de bir şey var. Ben bunun doğru artık düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yani işte bilim olsaydı biz zaten buluşapsaydık bu halde olmazdık falan. Böyle bir şey yok. Böyle bir şey yok. Bu ülkenin altın yok, petrolü yok, tüpçesi yok falan filan. Hiç köle ile iş yapmış bir ülke değil. 12 milyon adam bedava size çalışıyor. Rakamları bir görseniz o ker rakamlarını bugün deyime şey yapamaz. Borsalarda çıkaramazsınız. Büyük büyük rakamlar. Büyük vadiler Kaliforniya falan, o zenginliklerin hepsi o kölelerin, tabii o pamuk tarlaların vs. Yani vadiyi filan bırakın, sanayinin dibi odur. Sanayinin dibi odur.
8 Mart kutluyoruz. Ya kaç kişi farkında? 8 Mart. Sanayi devriminde kadınlar, fabrikayı bırakın, çeydelerdi. Madenlerde çalışıyorlardı İngiltere’de. Kimse laf olsun diye madene inmez. Bu madende çalışıyordu ve yarı para alıyordu. Tabii bağırdı. Şimdi söylemeye çalışmış o. Temelini görmek lazım. Peki nasıl durdurursunuz insanoğlunu bu kadar başkasına ve kendisine zulmetmekten? Neyle durduracaktınız bunu? Bir takım inanç manzumeleri ortaya koyacaktınız. Tanrı, en başta geleni. Günah, helal, haram. Bundan durduruyorsunuz.
Durdurabildiğiniz kadar odana kadar söküyor. Ama Laplace beraber, Newton’la beraber ve devamıyla beraber. Çekin kaldırın. Atın bir kenara. Ondan sonra bu böyle oldu. Şimdi artık yol açık. Ama ben hala Türkiye’nin, altın çizerek söylüyorum, o damarı var.
Eğer Türkiye bugün kimse kendini kandırmasın, 3,5 milyon adamı içeride tutuyorsa ve biz buna ne yapalım Allah’ın bir çaresine bakarız, doyururuz diyorsak bunun altında bu yeter. İlahi olanla bağını kopartmamıştır. İlahi işte. İlahi ne dersiniz ama ne dersiniz yani ama bir yerden alıyorsunuz.eston hali University Bana gasketlik these Oma Bunu kenara koydunuzANS da bu olm sideways Batı bunu çok çektirien çok iyi bilecektir. Bakın Ayşe Hanım şunu görelim. Tarih çocuklarımızı öğretmiyoruz. Çok kötü öğretiyoruz. Bir sürü şey var atladığımız konuşmuyoruz. Toparlayamıyoruz hiçbirte Bigode bands gele Og kul Vel…. Zaten o olmuş bu olmuş filan diye Die wanna die concentrating Oda zor yaptı herda O luck Bize artık Ah olctions Yanlan artı eme Un蛋 olay
batarya öğretmek çok yeterli bir… E tabi değil çünkü olmuş mu olmuşlar bunlar olmuyor yani her bir şeyin olmasının bir nedeni var. Bakın bir anxiety age vardır bunalımça. Şeyden itibaren kırklardan sonra. İşte bu sartrıların, kafgaların falan filan. İşte herkes kafka bildiğini zanneder. Bir varoluş krizine dönüyor. Efendim yani gezdiğinizde ortada işte filmler şunlar filan film diyorum. Fiyatlar falan filan. Ama entelektüelinin birinci şartı kafka bilmek biliyorsunuz Osman.
Şimdi o bir şey o bir şart. Ama işte modern olmadığını tekrar söylerim. Çünkü modern… Hakikaten ben olmadan kafkayı da anlayamazsınız. Olan nedir? Siz insanoğlunun aklının faciaları önleyeceğini zannediyordunuz. Doğru mu hocam? Ve dünyayı yönetmeye yeteceğini.
Olmadığı zaman bir eşekten düşmüş kartlı sular öyle bir düşmesi vardır şeyin. Batı entelejansiyasının ne yapacağını şaşırdı. Haklı da yani bu habire bir şeyler söylüyorsun. Hiçbir şey sökmüyor. Peki nasıl bunu geriye alacaksınız? Benim gördüğüm, bilmiyorum katılır mısın? Benim gördüğüm bugünü yani en büyük karşılaşı karşı karşı oldu. En büyük sıkıntı ne Selma, yeni, şu ne bu. İnanacak bir şey olmak yani popistik partiler olsun, bu dağınıklık olsun. Niye? İnanacak. İşin kötüsü. Hümanizm mi? Etkisini veya o canlı kötülük… Şimdi doğru, hümanizm kelimesi de çok kötü bir kelime. Çünkü hümanizm dediğiniz anda tövbe estağfurullah Allah’ın yerine insan oturttum demektir.
Hümanizm kelimesini kullanmayın ne olur. Batı’nın hikayesi için de kullanıyoruz. Anladım ama yani isterseniz iyilikçilik falan deyin. Böyle bir laf bulalım biz buna. Hayırseverlik, iyilikçilik ama buna bir Türkçe lazım. İnsan merkezi. İnsan merkezi demek daha doğru belki. Çok hümanist bir kadın gibi. Allah Allah yani insan hem Müslüman olup hem bu bağlamda hümanist olmaz.
Batı’nın hikayesi için de zaten bu. Onu söylemeye çalışıyorum. Şimdi geldiğimiz noktada herkes zavallı. Şey dahil. Kapital dahil. Çünkü kapital de yok. Kapital diye bir şey yok. Sermaye yok. Sermaye senin benim elimde. Eskiden oldu gibi rakıferlerin cebinde falan değil. Bunu görmek lazım. Yani bugün ortaya atsanız kendinizi. Sermaye, carları hadi hücum bulamazsın ki. Çünkü dağılmış durumda. Hisse senetleri olarak dağılmış durumda. Biraz orada, biraz burada. Sınırları aştı. Şey de değil. Ulus Devletler yok koruyamıyor. Kendini de koruyamıyor. Bu da dağıldı. Peki neye inanacak insanoğlu?
Esas sıkıntı o. Türkiye daha bunu bir süre götürür. Biz çünkü hala inanacaklar olan insanlarız. Tabii canım. Kimimiz tarih yayınlığınız, kimimiz milliyetçidir. Kimimiz filan filan. Tuttuğumuz bir şey var bizim hala. Ve benim hissettiğim, ne olur hem fikir değilsen söyle. Benim hissettiğim şükretmek lazım. Şükretmek lazım. Çünkü ötekini biz göğsüleyemezdik. En azından şu aşamada göğsüleyemezdik. Tabii burada bir ekonomist olsaydı daha farklı veriler ortaya koyardı. Az gelişmişlikten bakardı. Hayır hayır, ben ekonomistim. Bu ürün hayır. Bana söyleyin hayır. Şimdi ben bunlara tamamen katılıyorum. Yani aslında da tamamlayıcı geliyor. O birey yatırımı, güzellendiği haliyle karşımıza çıkmadı. O birey yatırımı bir derin yabancılaşmanın içinden geldi.
Yani doğayı çok vurguladılar, doğadan korktular. Birey’i çok vurguladılar, yabancılaşımıyla bitirdiler. Yapay zekâya uzanan robot insanlara uzanan android’leri bir yeri getirdiler. Ama bununla ilgili iki husus var benim şimdi yani. İlham aldım. Konuşuyoruz. Şimdi şöyle bir şey var.
Bu medeniyetlerin böyle sayısal bir dünyası var mı? gibi düşündüm bir aralar. Ve bu konuda çok bir vasitlemeye gitmeden şunu da söyleyebiliriz herhalde. Sayısal dünyası. Sayısal dünyası. Matematiği var mı yani? Şimdi bunun böyle olduğuna kani oldum ben. Ne demek? Birkaç tane büyük teklif var.
Bu çok büyük bir tarihin içinden geliyor. Mesela Budizm bu sıfırı merkeze koyuyor. Zifre orada. Ya sıfır öyle bir şey ki hem var hem yok. Dolayısıyla böyle müzevi hayattan çekilerek işte nirvanalara ulaşma ve huzuru bulma.
İranlılardan gelen antik İran dinlerinden gelen bir başka teklif daha var. O da ikiyi koyar. Yani Sıtlıklar işte Mazdek dininde, Mani dinde. Bizim bağlı olduğumuz medeniyet şubesi öyle diyelim çok fisagoryendir. Ve biz bir deriz. Bir deriz. Yani biri esas alırız.
Her şey onunla başlar ve ona geri döner. Batı ise yani Hristiyan Dünya ise üçü koydu. Teslisi koydu. Şimdi bence esas bunların kavgası var. Dünyada. Şimdi bu üçlemeye baktığım zaman. Baboğul, Ruhül, Kudüs’ten. Yeterince karışmadı mı diyorsun hala mı var o kavga? Hala var. Hala bence var. Esaslı bir biçimde var hatta tırmanıyor. Yani dinlerin bu kadar düşen şeyine rağmen… Hayır kodlar duruyor ama. Pratikleri çok başkadır tabi. Hristiyanlık bir yere gitmiştir. İslamiyet başka bir yere. O ayrı. Ama çok ciddi ve hakikaten uzlaştırılması imkansız. İnsanı tercih yapmaya zorlayan kodlardır bunlar aslında. Şimdi Batı mesela üçlemeyi koyuyor. Her şeyi üçlemeyle anlatıyor. Yani dün baba oğul, ruhul kudüs diyordu. Bugün özgürlük, eşitlik, kardeşlik dedi Fransız milliyetçi şeyleri devrimcileri. Üçler ayrı mı dedi gene bir üçleme çıkarttı karşımıza. Yani yasama, yürütme, yargı falan. Bundan kaç tane üç çıkarabiliyorsun? Nasıl? Bu üçlerden kaç tane çıkarabiliyorsun? Bir sürü çıkarabilirsiniz. Çıkarıyorlar zaten. Yani ille bir üçleme olarak koyuyor her şeyi. Yani çalışıyorum yani. Evet. Sen de düşünebileyim diye soruyorum. Şimdi bir çok başka bir cevap. Ve bir çünkü birlik düşüncesini doğuruyor.
Yani bir şeyi kendinizden ayırmayı zorlaştırıyor sizin için. Dolayısıyla yabancılaşma fikrine biz niye direnç gösteriyoruz çeşitli biçimlerde. Batı niye bu yabancılaşma meselesini böyle derin derin ancak ağır sonuçlarıyla yüzleşinceye kadar ısrarla yaşıyor? Çünkü üçleme var. Bu mesela modern siyaset felsefesi, toplum felsefesi. Bu tomistik ilke mesela. St. Thomas’ın söylediği. Şimdi baba oğul ruhul kudüs bunu şöyle anlattı. İlahi yasa, doğanın yasaları ve pozitif yasa. Pozitif yasa, bilimin. Şimdi Montezko’ya bunu güçlere ayrım falan. Daima bunların arasında bir ayrım olduğunu. Deizm nereden çıktı? Tanrı, tabiat ve benim aramda mesafe var. Yani bu mesafeye dayalı kimse kimseye karışmasın meselesi. Buralardan geldi. Şimdi bunun en yabancılaştırıcı versiyonu ise püritanizm oldu. Çünkü püritan adam tanrıyı vicdanına koydu. Bireyselleştirdi yani tanrıyı bile bireyselleştirdi.
Çünkü ben bir bireyim. Benim tanrımın olması lazım. Bu nerede? Yeri neredesidir bunun? Kilise değildir. Benim içimdir. Vicdanımdır. Ben baktım Kur’an-ı Kerim’de vicdan diye bir şey geçmiyor. Çünkü vicdan kavramı bireyselleşmenin armağan ettiği bir şeydir. Kansiyonist mi demek? Kansiyonist olarak bakıyorum. Şimdi mesela suç ve cezada Raskolnikov tam bir vicdan adamıdır. Yani içinde kurar mahkemeleri. Savcı da kendidir, hakim de kendidir, sanık da kendidir, tanık da kendidir falan. Şimdi dolayısıyla bu bireyselleşme hikayesi biraz da o batı ya da Hristiyan medeniyetin öyle diyelim üçlemelerinin kolaylaştırdığı, kayganlaştırdığı bir şey. Bu bizde olmuyor bir türlü. İlahi olandan kopuş da böylece daha kolay oluyor. Kopamıyoruz biz. Biz kopamıyoruz batı için daha kolay mı? Kolay. Yani onlar mesela bireyselleştirerek modernleştiler. Biz dini toplumsallaştırarak modernleşiyoruz. Böyle bir farklılık çıktı mesela. Öyle, Cumhuriyet modernleşmesinin ilk yıllarına hatta tanzimata bile baktığımızda belki görebiliriz. Görebiliriz. Yani işte o zaman Alev adlanın koyduğu o aydınlanma değil, merhamet dediğimiz başka bir şeye oturuyor her şey.
Yani acıyarak sevmek, üzülerek sevmek ama mutlaka yani onda bir şey geliştirmek, ne diyelim ona bir duygusama geliştirmek. Ve o nasıl benden başka olabilir? Ben ondan nasıl başka olabilirim? Ama bunu batılılar işte siz totaliter kafalı adamlarsınız diye de lanetlemişlerdir. Orada lanetlenen totaliter, orada lanetlenen merhamet duygusu, garipsenen, yadırganen merhamet duygu.
Ama modernizmin temelinde pietizm, Almanya’da protestanlığın yükselişi işte o da biraz merhamet odaklı, daha insan odaklı. Yorumları okudum, hani onu Zeynep’e sormak istiyorum. Hiç değildir. Hiç değildir. Hiç değildir. Yani, hatta şey sözlük anlamında da daha merhameti odaklandıran bir din, ortodoksluktan kurtuluş filan. Merhametin anlamı orada başka olabilir ama bizim dediğimiz merhamet o değildir yani. Hiç, hiç.
Çünkü o hakikaten vahtedi vücudun şeyidir. Yani başka bir varlıkta. İnsanı bir beşerfin mahlukatı olarak görmenin bir vasıta tabii. Tabii, tabii. Ama yaradan da ne türüdür o? Kendi başına bir değer değildir yani suizjenerist bir şey değildir. Uzatmazsan oğlum bir şey anlatayım. Diten. Şimdi bu bilmem rastladınız mı okumuşunuzdur muhtemelen bu İhsan Okday Anır’ın bir romanında geçiyor. Pusluk. Pusluk. Galiba orada şimdi ben çok iyi bilmiyordum. Şimdi bir gün bir adamın biri Osmanlı Devri’nde babası ölüyor. İşte ama çok mübarek bir zat. Defne diyorlar falan. Sık sık ziyaretine gidiyor kabrine. Bir süre sonra hayaletiyle konuşmaya başlıyor. Bir gün tabii bilge bir insan, babası bir gün heyecanla geliyor. Baba diyor bak bir kitap elime geçti. Nedir o diyor?
Bunu diyor rendekâr namıyla maruf bir zat yazmış. Rendekâr yani Rönedekart. Şimdi alıyor ama çok güzel bir şey. Açıyor şöyle. Bize uygun değil. Niye baba ya diyor bu dünyayı değiştirdi diyorlar bu kitab için falan. Ya orada diyor bir cümle dikkatimi çekti de hiç hoşuma gitmedi o. Nedir o diyor? Düşünüyorum halde varım.
E nedir diyor onun doğrusu? Biz öyle demeyiz diyor. Biz şöyle deriz. Düşünüyorum halde varsın. Çok güzeldi. Evet gerçekten güzel. Şimdi bunu söyleyince Ubuntu. Afrika bantu halklarının dini. Ubuntu nedir? Ne der biliyor musunuz? İnsan insan olduğunu karşısındakinden anlar. Tabii şimdi bu çözün diyebilirsiniz ama ben bunu çok götürüyorum götürüyorum bir yere. Afrikalı kölelerin bu kadar kuzu gibi köle olmalarına bir nedeni var. Evet. Karşıdakini kendine.
Sen kötüysen diyor sahibine. Ben de kötü. Ben kötüyim diyor. 19. yüzyılda tabii batıllaşmanın ve 20. yüzyılda çok fazla tartışıldı konuşuldu. Bizim kendi hikayemiz içindeydi bir dönemde tabii sonra alt başlık modernleşme hatta bizim hepimizin dindarlaşma süreci de ayrı bir tabii oturum ayrı bir başlık. Bunun içinde bizim modern olmamakla suçlanan bir işte bir sürü ön yargılar. Epey New Yorkluya benzemiyorsunuz yani eğer bu izinle. Bunun tam tersi isfata yönelikle bir çaba beraberinde gelişti. Aslında 20. yüzyıl bu modernizm tartışmaları içinde geçti. 21. yüzyıl önümüzde duruyor ve aslında modernizm konuşmanın artık bir anlamı var mı? Onu da sormak istiyorum. Var bence var tabii. Bence var çünkü başımıza gelenlerinden geldiğini başka türlü nasıl bileceksiniz yani tabii var. Peki Türkiye için tekrar Türkiye’ye döndüğümüzde Türkiye modernleşmiş bir toplum mudur? Sorusunu tekrar sorsam ikinize bütün bu konuşmaların sonunda nasıl bir modernleşme? Bu soruyu bu saatten sonra sormayın derim yani. Ben soruyorum çünkü bir son cümle olarak da koymak istiyorum burada.
İşte batı dışı modernleşme, eksik modernleşme veya başka bir şey. Valla eğer köşeyi ettirirseniz ben hayır modern değildir derim. Ama köşeyi ettirdiğiniz için derim bunu. İlla siyah beyaz cevap istediğiniz için. Çok çok çok cevap olabilir canım. İlla siyah beyaz cevap istemiyorum. Hayır henüz orada değiliz derim. Bu modernleşen kesimlerimiz o anlamına gelmez.
Hızla modernleşiyor, modernleşmiyor demek anlamına da gelmez. Ama modernizmi tanımlayan, hasretler, unsurlar Türkiye’de henüz eksiktir derim. Henüz tamamlanmamıştır. Peki postmodernizme geçiş sürecinde bu illa tamamlanması gereken bir şey midir yoksa? Hayır yok canım değil tabii. Böyle bir? Değil ama şunu da unutmayın.
Fırsattır o bir şey. Fırsat evet evet. Yani fırsat diye diyorum. Bir ikincisi bakın postmodernizm modernizmden sonra gelen bir aşama falan değildir. Modernizm sonrasının ne olacak lafının cevabıdır. Bu modernizmin sağlamasının yapıldığı bir süreçtir bu. O yüzden hani modern olduk şimdi. Hadi bakalım postmodernizm geldi kapıya dayandı diye bir şey yok. Bu böyle değil. Tabii modernizm eleştirisiyle de büyümüş bir nesil olduğumuz için biraz tabii. Onun da eleştirinin de eleştirisi de yapıldı artık. Bundan sonra modernizm sonrasında ne oluyor onu anlamaya çalışıyorum. Ayşeciğim modernizm eleştirisiyle büyümediniz siz. Siz şeklen şemayla onların çok eleştirenlerin çok hoşuna gitmeyen kılıklar, kıyafetler giydiğiniz için oldu bu.
Hayır hayır modernizmin düşünce olarak eleştirisi yani işte Nur Etin Topçular, Cemil Meriçler filan işte bir iki gene de bir baktığınızda. Cemil Meriç’te yoktur her şeyce. Cemil Meriç’te böyle bir şey yoktur. Modernizm eleştirisi yoktur. Hayır. Modernizm modernite eleştirisi Türk düşünce tarihinde sadece Nur Etin Topçular vardır. En radikal halinde.
Ama İran düşünce tarihinde muazzam bir derinliği vardır. Alev abla çok iyi bilir. Rus düşünce tarihinde çok derin bir radikal bir modernizme eleştirisi vardır. Modern dünyada. Bizde yoktur. Siz söyleyin geçen seferde söylediğim. Bizde yoktur fakat Arap coğrafyasında da yok. Yani Uzakdoğu’da da yok. Arap coğrafyasında modern. Yani uzakdoğu’da yok, Arap dünyasında yok. Yani İran’da var. Ben de gördüm İran’da. İran’da çok net var. İran’da evet. Rusya’da da çok.
Rusya’da geçen seferde söylediğim. 2200 Aydın intihar etti. Tabii o toprak ve özgürlük hareketi muazzam bir şeydir yani. Saçını başını yoldu insanlar ne oluyoruz diye. En son işte Gogol’ün izinde şeyinde. Socyentsin. Onun en dramatik halidir yani.
Cemil Merçin de modernizm eleştirisi var. Osmanlı modernleşmeyi Batı ile bir, likeleşme ile bir tuttu. Ama çok kısımidir. Yani ben o notları aldığım için söylüyorum. Ve telifçidir yani. Bu başka bir şey. Bu başka bir şey. Felsife olarak bakış olarak Nurettin Topçu dışında da Türkiye’de modernizmi eleştire. Ben görmedim. Yeni nesilde yok mu peki? Yeni nesilde İsmet Özel de biraz onu görüyorum ben. Ama yoktur yani.
Daha telifçiyizdir biz. Daha barışığızdır. Yani işte o dünyadan geri kalmama fikri var ya. Tabii. Dünyadan geri kalmama. Yani dünyayla da yabancılaşmak istemiyoruz. Yani bizim. Eşamsız. Eşamsız. Sanki bizim için yani. Yani oradan geliyor o telifçilik. Yani yine olayım bir düşünceden gelmiyor. Uyum sağlayacağız sonuçta. Yani bu dünyaya uyum sağlamak. Dünyadan yabancılaşmamak. Eh ahkamı asır böyleyse. E ben de ona acaba hangi şartlarda girebilirim? Doğru. Yani bu dünyaya uyum sağlamak. Dünyadan yabancılaşmamak.
E ahkamı asır böyleyse e ben de ona acaba hangi şartlarda girebilirim? Doğru. Zede tabii. Neşe’ye kalmak. Doğru dürüst şey yapmadan da. Yani acaba geri kalmak istemediğimiz zermayet birikimi mi, bilimi mi, sanat bilimi. Bunlarda yok yani. Bu bir bir bir öyle mulak bir şey ki.
Geriye çekip bir türlü esas meseleleri konuşamıyorsunuz. Yani konfeksiyon bir elbise geliyor tercihe götürüyoruz onu. Efendim ihmal edilebilir nasihatlar dört düde. Bunu buna gülmelisin ihmal edilebilir nasihatler. Çok güzel bir başlık. Çok hoş. Hocam bunu uygun gördü. Çünkü ister dinleyin ister dinlemeyin. İhmal edilebilir nasihatlar. Her duyduğumda ben yine gülüyorum. İhmal edilebilir nasihatlar. İster ihmal edin ister etmeyin. Karakola.
Burada aslında Türkiye’nin modernleşme hikayesini kısmen konuştuk. Bu konu üzerine daha ve de tabi bunun sonrasında ne olacak konusu devam edecek efendim. Haftaya görüşmek üzere. Çok teşekkür ediyorum katıldığınız için.
Hoşça kalın efendim.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir