"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları!

Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları!

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=s3hKXliw5Fc.

Para, adeta bir din gibi görülen parasal sistem, dünya üzerinde en az sorgulanan inanç biçimlerinden biri. Paranın nasıl yaratıldığı, hangi politikalarla yönetildiği ve gerçekte insanları nasıl etkilediği, toplumun büyük bölümünün kayıtsız kaldığı meseleler. En yoksuldan en dindara kadar hiç kimse, gelecek olan fazladan paraya hayır demeyecektir. Fakat aslında kazanan sadece bir avuç insan. Dünya nüfusunun %50’si günde 2 dolardan daha az gelir elde edip, her gün 34.000 çocuk açlık, yetersiz sağlık hizmeti nedeniyle hayatını kaybederken, biz, evet, sen, ben ve diğerleri hepimiz aslında sürekli bir borç batağında daha derine iniyoruz.
Bunun farkında olsak da olmasak da. 2005 yılında Amerika’da bir kitap yazıldı ve o gün dünya gündemine tam anlamıyla bomba gibi oturdu. İsmi bir ekonomik tetikçinin itirafları. Yazar John Perkins. Yıllarca Amerika adına ekonomik tetikçi olarak çalıştı ve kitabında anlattıkları kan donduruyor.
Bazı satırları dinleyince yaptığı iş ne olduğunu, bizi ve bütün insanlığı neden ilgilendirdiğini daha iyi anlayacağız. İşte kitaptan bölümler. Kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç verip otobanlar yaptırırız. Sonra onlara araba satarız. Araba satmak yetmez. Yedek parça, bakım, onarım servisleri arabadan daha çok para kazandırır.
Eğer paraları yoksa ülkelerindeki bankaları satın alır ve onlara bankalardan kredi dağıtırız. Verdiğimiz kredilerle halk, araba gibi bize ait ürünleri satın alırlar. Bu sayede ülke sürekli para kaybettiği için bizden yani Amerika’dan ya da bize ait diğer uluslararası kuruluşlardan borç almak zorunda kalır. Ama bu borç asla onların kasasına girmez.
Geceğimiz parayı o ülkede faaliyet gösteren şirketlerimiz aracılığıyla işletmelerine müsaade ederiz. Ve bu şirketler ülkeye sanayi alanları, hava yolları ve birçok işletme açarak ülke ekonomisinin geçici rahatlamasına neden olurken, uzun vadede büyük paraları kaybetmelerine zemin hazırlayacaktır.
Bizim şirketlerimiz kazanırken o ülkedeki bazı firmalar da düşük de olsa sayemizde kâr elde ederler. Bu süre zarfında o ülkenin ekonomisi rakamlarda büyümüş gözükür. Fakat bu rakamlarda dönen para her zaman için bizim kendi şirketlerimize ait olan paradır. Yani o ülkenin insanları refaha kavuştuk sanırken aslında ödenmesi imkansız derin borçlara batmışlar demektir. Bu durumda da görev benim gibilere düşer. Yani ekonomik tetikçilere. Ekonomik tetikçilerimiz o ülkeye giderler ve derler ki bize çok borcunuz var ve ödeyemiyorsunuz. O zaman bize petrolünüzü ucuzdan verin, doğal gazınızı verin ya da kendinize ait olan fabrika ve büyük şirketleri bize ucuza satın.
Askeri üstlerimize yer gösterin. Askerlerimiz herhangi bir ülkede savaşa girecekse siz de bize destek olun. Elektrik, su, kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin ve onları Amerikan şirketlerine satın. Bu satışlardan elde edilen gelirle refaha kavuştuklarını sanan o ülke insanlarının, çocuklarının hakkı olan mal varlıkları ve paraları Amerikan kasasına girmeye başlamıştır bile.
Ve dönüşü olmaz bir fakirliğe doğru ilerlediklerinin farkında dahi olamazlar. İşte bu Amerikan iş gücünün dünyaya kurduğu hakimiyetin temelini oluşturuyor. Tüm bunlar gerçekleştikten sonra ne istersek yapmak zorundalar. Eğer hala anlamadıysanız küçük bir örnekte şunu açıklayalım. Örnekteki ülkemiz Dubai olsun.
Dubai’nin en önemli kazançlarından biri turizmden geliyor. Ve bildikleri bir şey var ki uluslararası uçak piyasası ve turizm acentalarının hepsi Amerikalılara ya da İsrailililere ait. Eğer Dubai, Amerika ve İsrail’i dinlemezse onlara dünyanın hiçbir yerinden tek bir turist dahi göndermezler.
Yapmaları gereken tek şey uluslararası turizm acentalarının o yılki tatil listesinden Dubai’nin adını çıkarmak olur. Ve işte koca bir ülkenin turizm sektörü bir anda çökmüş demektir. Bunlar yöntemlerinin sadece küçük bir bölümü. Yazar sözlerine şöyle devam ediyor. Bir ülkenin üretim merkezlerini ele geçirmek bizim için kolay bir iş. Oraya parasal sistemi yerleştirdikten sonra ki dünyanın neredeyse tamamında aynı parasal sistem işliyor, bu sistemde insanın insana güveni kaybolmak zorunda. Örneğin bir emlakçının şöyle dediğini düşünelim. Elimde tam size göre bir ev var. Siz buna inanır mısınız? Tabii ki hayır. Veya bir doktor size, böbreğinizi almak zorundayım dediğinde aklınızda şu soru oluşmuyor mu? Bunu gerçekten benim iyiliğim için mi yapıyor yoksa böbreğimi alıp satacak mı? Parasal sistemde insanın insana güvenmesi gerçekten zordur.
Bir ayakkabıcıya gittiğinizde eğer o ayakkabıcı size bende ki ayakkabı tam size uygun demek yerine yan dükkanda daha iyisini bulabilirsiniz derse bu işte fazla tutunamaz. Etik davranması, insani davranması işe yaramaz ve kendisine zarar verir. Yani burada sistemin düşündüğü kişi siz değilsiniz. Üreticiler insanları önemser derseniz yalan söylemiş olursunuz.
Kısaca sistem insanların iyiliğine hizmet etmek için tasarlanmamıştır. İşte böyle bir dünyada yoksulluk zenginlerin en çok ihtiyaç duyduğu şey. Bu nedenle fakirlerin yükselmesini beklemeyin. Çünkü özellikle Amerikan merkezi şirketlerin zenginleşmesi için birilerinin de daha fakir olması gerekiyor.
Toplumun büyük bölümü fakir olmazsa kim işçi olacak, kim patronların altındaki kişiler olacak. Örneğin bir magnum dondurmayı ele alalım ve geçen sene ki fiyatı 3 lirayken bu sene 4 lira olduğunu kabul edelim. Söyleyeceğiniz ilk söz magnum ne kadar pahalılaşmış olacak. Aslında buradaki olay tam tersi. Yani magnum pahalılaşmadı. Sizin paranız değer kaybetti. Geçen sene 3 tane 1 lira magnum almanıza yeterken şu anda 4 tane 1 lira ancak bunu karşılayabiliyor. Paranızın bu şekilde değer kaybetmesi diğer ülkeler için avantaj demektir. Çünkü sizin paranız değer kaybederken terazinin diğer tarafındaki para birimleri değerini arttırmış olacak. Şimdi kendi hayatımızdan daha iyi anlayabileceğimiz bir örnek verelim.
2010 yılında ülkemizdeki asgari ücret net olarak 646 TL idi. O yıllarda 646 TL 340 euroya karşılık geliyor. 2018 yılında ülkemizdeki asgari ücret 1603 TL. Fakat 330 euroya denk geliyor. İşte bu alım gücünü zayıflaması demek.
Ve uluslararası alanda daha geriye daha az seviyeye inmek anlamına geliyor. Peki bunun euro kullanan zengin ülkelere faydası nedir? Bir Alman fabrikasını ele alalım. Fabrikasını Almanya’da açarsa işçilere ayda 1500 euro asgari ücret ödemek zorunda. Eğer bu fabrikayı Türkiye’de açarsa 330 euro ödeyerek ucuza işçi çalıştırabilir. Böylelikle maliyet büyük oranda düştüğü için dünya piyasasına sattığı üründen daha fazla kâr elde etmiş olacak. Yani kazanan zengin ülke servetine servet katarken fakir ülke hem kullanılmış hem de kaybetmiş oluyor. Bunu önlemenin ise en önemli yolu yerli malı üretim yapabilmektir. Eğer yerli malı üretim yaparsanız ülkeye daha çok döviz geleceği için paranızın değeri artacaktır.
İşte tam da Atatürk Türk Lirasının değerini arttırmak için bunu başarmış ve 46 de fabrika yüzlerce de üretim merkezi kurmuştur. O yıllarda Türk tarihinde ilk kez yabancı paralarla Türk Lirası eşit değerdeydi. Hatta daha da fazlası günümüzde kıyaslayacak olursak Atatürk döneminde dolar 80 kuruşa kadar düşmüş ve Türk Lirası inanılmaz bir değere ulaşmıştı.
1950’lere gelindiğinde yani Menderes hükümeti zamanında garip şeyler olmaya başladı. Amerika Türkiye’ye büyük ekonomik yardımda bulunmaya karar vermişti. Tabii ki Türkiye bunu seve seve kabul etti. Marşal yardımı adı altında binlerce traktör, iş makinesi ve milyarlarca dolar Türkiye’ye hibe edildi. Türkiye’nin ekonomisi bir anda yükselişe geçti. Peki 5-10 yıl içinde ne mi oldu? Bu traktörler ve iş makineleri doğal olarak zamanla arızalanmaya başladılar ve yedek parça ihtiyacı doğdu. Amerika’dan yedek parçalar almak zorunda kaldık. Bu parçalar o kadar pahalıydı ki insanlar topraklarının bir kısmını araçlarını tamir ettirebilmek için satmak zorunda kaldılar. Ve Amerika yeni bir teklifle geldi.
Türkiye’ye yedek parça fabrikaları kurma teklifi. İşte böylece sonu gelmez bir batığın içine çekilmiş oldu. Tam da ekonomik tetikçi John Perkinson’un kitabında anlattığı gibi. Şu an teknoloji devrindeyiz ve yeni bir döneme doğru ilerliyoruz. İnsanlık artık Amerikan parasal sisteminin doğurduğu fakirlik ve eşitsizlik durumunun farkına varıyor. Öyle ki tüm dünyada zengin insanlar mutlu ve huzurlu bir hayat sürerken, yoksul kesim günde ortalama 10-12 saat arası çalışmak zorunda. Birçok insanın hafta sonu izni, hatta yıllık tatilleri bile yok. Kısaca modern kölelik adı verilen ve tüm dünyaya yayılmış olan Amerikan parasal sistemi artık insanlığı yeni bir ekonomik sistem arayışı içine itmiş durumda. Eski ekonomik tetikçi John Perkins’e göre bilgi merkezli bir dünya oluşmak üzere. Yani daha çok miras kalan değil, daha fazla bilgiye sahip olan kazanacak. Dünyadaki yeni oluşacak sistem ne kapitalizm ne komünizmle alakalı değil. Nasıl olur nasıl işler bilinmez. Fakat dünya kaynaklarının daha eşit dağılacağı, yoksul ve zengin arasındaki farkın önemli ölçüde kapanıp daha insani bir ortamı oluşturacağı kesin. Şu an bütün uzmanlar bu gözle bakıyor. Ancak yine madalyonun bir de diğer yüzü var. Eğer bilgi merkezli bir ekonomi sistemi oluşmazsa, dünya eskisinden çok daha büyük bir sömürü ortamına girmiş olacak. Ve gerçekten ikinci, üçüncü dünya ülkeleri inanılmaz derecede bir gerilemeye doğru giderken, Batı ve Amerika bu toplumları tam anlamıyla kurutacak. Bu nedenle hazır olun. Önümüzdeki 20 yıl insanlık tarihinin en büyük uluslararası ekonomik sistem değişikliğine şahit olacağız. Daha fazla içeriye ulaşmak için kanalıma abone olabilir.
Bana video isteklerinizi iletmek isterseniz, Instagram hesabımdan ulaşabilirsiniz.
İyi seyirler.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir