Buğday mı? Nefes mi? – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=1_bpjDIz6Kg.
Selamun aleyküm Erenler ve dahi Erenlere gönül verenler. Hatta ve hatta Erenlere gönül vermeden Erenlerden olunamayacağını bilenler. Bu akşam size Erenlere gönül verip Erenlere karışanlardan birisinin hikayesini anlatacağım. Her biriniz tanırsınız onu. Her birinizin kalbinde ondan bir iz mutlaka vardır. Canım Anadolu’nun okuma yazma bilmeyen neneleri dedeleri dahi ondan birkaç dörtlük bilirler.
Çünkü o gezmiştir Urum ile Şam’ı, yukarı illeri, kamu ve çok aramış, bulamamıştır. Şöyle garip, bencileyin diye tarif ettiği kendisi gibi birini. Kimden bahsediyoruz? Arif olan Anlar. Arife tarif gerekmez ama tarif için arif gerekir demişler. Bak iyi laf ettik. Bizim Yunus, bir dolu Yunus var.
Bu konuyu araştıran, bakan edenler Yunus makamları Anadolu’nun 16-17 köşesinde, Azerbaycan’da, İran’da Yunus Emre’ye ait olduğu ifade edilen kabirler var. Bunların makam olduğunu söylüyorlar. Yunus da bir tane değil, pek çok. Emrem Yunus, Miskin Yunus, Biçare Yunus, Naçar Yunus, Yunus Yunus. Yunus çok ama hakikatte Yunus bir.
Çünkü bir Yunus gelmiş, ona biz diğerlerinden tefrik için bizim Yunus diyeceğiz. Öbürleri bizim olmadığı için değil. Onu diğerlerinden farkını ortaya koyarak ifade edebilmek için merama dökülsün diye bizim Yunus diye ifade edeceğiz. Ama öbürleri de bizimdir. Yunuslar bizimdir, biz de Yunus’unuz. Evelallah. Bizim Yunus yaşadığı yer, orada da farklı rivayetler var.
Mesela Bursa Kadısı idi diyen kaynaklar da var ama ekseriyetle, doğrusunu Allah bilir diyerek inanılan yerden başlatalım Yunus’un hikayesini. Eskişehir’in Mihalıçık beldesinin Sarıköy köyünden. Şimdi o köyün adını Yunus Emre diye değiştirmişler. Yunus Emre yaşadığı devirde, o diyarıda bir kıtlık olunca kan arabasını aldığı gibi buğday aramak üzere yollara düşmüş. Nevşehir’in Suluca Karahöyüğü’ne gelmiş. Hacı Bektaş’ı veli dergahına kapıyı çalmış. Hacı Bektaş’ın Abdalları buyur etmişler Yunus’u içeri. Girmiş.
Derdin nedir Erenler demişler yaşadığım yerde kıtlık var buğday istemeye geldim. Hünkar’a bir halime arz etseniz. Hacı Bektaş’ı veli hazretlerine Yunus’un geldiğini söyledikleri vakit al huzura demiş. Çıkmış. Efendim demiş yaşadığımız yerde evladı yüyal sıkıntıda bir kıtlık var. Lütfen derseniz ben biraz buğday almaya geldim. Ha bu arada demiş size de bir hediye getirdim. Yunus’un getirdiği hediye rivayet o ki alıç, alıç meyvesi toplamış. Hani Hüdâ-i Nâbit dağlarda kendiliğinden yetişir. Ha meyvelerin en mütevazısı hangisidir diye soran olsa alıçtır demek. Zannediyorum ki yerince bir ifade olur. Alıç getirmiş onu takdim etmiş. Hacı Bektaş veli hazretleri tebessüm etmiş. Bir şey beklediğinden değil de Yunus’taki safiyete, Yunus’taki tevazuha,
Yunus’taki o eli boş gidilmez gidilen yere idrakini, bilişe öyledir. Hazreti Mevlânâ diyor ki değirmene buğdaysız giden unsuz döner hikmet. Yunus’un öyle gelişi hoşuna gitmiş. Hacı Bektaş veli hazretlerinin dönmüş ve demiş ki buğday mı istersin nefes mi? E Yunus’um gariban nefesin ne olduğunu nereden bilecek?
Nefesin nefâkdu fîhimin rûhî ifadesiyle irtibatını nasıl kuracak? Nefesin himmet olduğunu nice anlayacak? Erenler nefesiyle taşların buğdaya dönüşeceğini nereden bilecek? Bilmez oldu bilmez. Yunus demiş ki buğday isterim efendim. Hacı Bektaş veli hazretleri her buğday tanesine bir nefes verelim demiş. Yok ben buğday isterim efendim demiş. Her buğday tanesine on nefes verelim.
Ben buğday isterim efendim. Her bir buğday tanesi için 100 nefes veririm dedim. Ben buğday isterim efendim. Vermişler buğdayını Yunus Emre almış. Niye öyle hani niye bir şeyi götürdü de bir şey getirdi niye bunu soruyor filan? Hazret biliyor onda bir cevher var onda bir güzellik var onu açmaya çalışıyor. Ama onu açacak kilidin başka bir yerde olduğunu da biliyor. Tatlı cilveleşme bu.
Neyse Yunus Emre buğdayını yüklendiği gibi yola koyulmuş. Rivayet o ki Kırşehir yakınlarında bir hamama geldiği vakit bu da enteresan bir metafor. Hani buradaki hamam hamam buğday buğday az sonra gelecek odun odun kırba kırba değil başka bir şey. Kırşehir yakınlarındaki hamama geldiği vakit aklı başına gelmiş. Hamam insanın zahirini yıkar temizler. Hacı Bektaş nefesi batınını insan eyler.
Orada aklına geliyor ben ne yaptım diyor tüh. Koşmuş gerisin geriye Hacı Bektaş-ı Veli dergahına aman efendim demiş. Bendeniz nefes ister. Hacı Bektaş-ı Veli hazretleri Yunus’umuza bakmış ve demiş ki oğul senin kilidinin anahtarını biz Tapduk Emre’ye verdik. Aldığı gibi işareti düşmüş Nallıhan yoluna Tapduk Emre hazretleri Nallıhan’da meskun. Varmış efendim ben geldim himmet isterim nefes isterim deyince Tapduk Emre mübarekli demiş ki evlat hizmet et ki himmet edeyim. Şimdi bu hizmet ifadesi tasavvuf da mühimdir ve hep şöyle anlaşılır. Hani Tapduk Emre yani tonton beyaz sakallı güzel amca oğlum bana birazcık hizmet et de sana demiyor dediği şu.
Mahlukata hizmet et kurda kuşa ağaca çiçe taşa insana yaratılmışa hizmet et. Çünkü siyasi bir retorik olmanın çok üstünde ve ötesinde bu tasavvufi bir hakikate işaret eder. Onlara hizmet etmek hakka hizmet etmektir. Yaratılmışa hizmet hakka hizmettir. Tapduğun istediği hizmet kendisine değil hizmet et diyor ki Erenlerin himmeti yetişsin. Yunus orada başlamış hizmet etmeye. Rivayet o ki kırk yıl boyunca dergaha odun taşımış. Hatta malumdur o odunların doğrularını seçer. Odun deyip geçmeyin. Odun yanarsa kül olur adam yanarsa kul olur diyor. Mühimdir o odun, odun deyip geçme. Kırk yıl odun taşımış hatta rivayet o ki şimdi bazı akıllılar diyecek ya abi bırak ya Allah aşkına
böyle şey olur mu falan filan olur. Onlara rağmen olur hem de onlara rağmen olunca daha keyifli oluyor daha güzel oluyor. Odunları Yunus bazen bir yılana filan sararmış. Sırtına alır getirirmiş. Bazen bir aslanın sırtına yüklermiş filan ve garip zannedermiş ki bütün insanlar kendisi gibi. Hani ip bulamayan yılandan rica eder odununu sarar getirir. Bineği olmayan aslana rica eder atlar gider. Herkesi kendisi gibi biliyor bunu bir fazlalık olarak görmüyor.
Hatta Yunus bu odunları taşırken kendisini büyük bir eksiklik içinde görüyor. Diyor ki ya kardeşlerim karındaşlarım hemrahlarım. Yunus’un emresi emre ismi niye nereden geliyor sorusuna cevaben tatçı hoca diyor ki muhtemelen farzça hemrah yol arkadaşı yoldaş oradan geliyor hemrah hemrah hemre böy olmuş diyor.
Yunus diyor ki bütün hemrahlarım aldı başını gitti seyri sülükünü itmameyle onlara güzel güzel kapılar açtı Mevla. Ben lan 40 yıl oldu hala daha da odun taşır benden adam olmayacak böyledir. Benden adam olmayacak diyeni adam ederler. Ben adam oldum diyeni yerle yeksan ederler. Yunus demiyor mu öyle? Nerdubandan ittiler yüksekten bakar ise er odur alçakta dura.
Yol odur doğru vara göz odur hakkı göre er odur alçakta dura. Erin alçakta durması, tevazu içinde olması, mahviyet içinde olması onu erenlere katar mühimdir. Neyse. Yunus bir gün gene odunları böyle yüklemiş gelmiş dergaha. Tapduk Emre mübarek bakmış şöyle kalem gibi. Oğlum hiç mi demiş eğri odun yoktu orada.
Yunus diyecektir ki baba bu dergaha odun eğrisi yakışmaz. He gidi. Odunun eğrisinin yakışmadığı dergaha ahir zaman deyip evliyaullah hazaratı adamın eğrisini dolduruyor şimdi. Niye? Doğrultmak için. Büyük lütuftur, büyük kabiliyettir. Aman ha ben gittim filancaya da şuna layık olduğum için gittim. Layık olduğu için gitmez insan evliyaullah’a. Muhtac olduğu için gider.
Doğru olduğu için gitmez. Doğrulmak için gider. Boynumu büktükçe özüm doğruldu. Acı da buldum ben bütün tadımı. Mahluk mu aşk hamuruyla yoğruldu? Yoksa aşk bir şeyin diğer adı mı? Bu da yaşadığımız devrin Yunusça söylemeye çalışan şairlerinden birisinin dörtlüğü. Aa Serdar abi bu dörtlük senin. Ya sizden de hiçbir şey saklanmıyor. Adam öyle demiş biliyor musunuz?
Demiş ki evladım eskiden çok büyük evliyalar vardı. Kimler vardı efendim? Cüneyt Buğdaycı vardı, Mısırcı Niyazi vardı. Şimdi demiş ikisi de göçtü. Buğdaycı Cüneyt göçtü, Mısırcı Niyazi gitti. Geriye kala kala bir tane yakaladı yakalmadı filan deyince etrafındakiler. Efendi Hazretleri o siz misiniz demiş. Ya evlatlarım sizden de hiçbir şey saklanmıyor. Adam ne yapsın? Doğancım sizden de bir şey saklanmıyor. Neyse böyle olunmaz. Nasıl olunmadığını anlayalım diye de bazen olmayanlar anlatılır. Olanı anlatıyoruz ki nasıl olmamamız gerektiğini anlayalım diye. Neyse karıştı lan. Bizim Yunus dağdan odunları yüklenip gelmiyor. Diyor ki eğris yok muydu oğlum? Efendim bu dergaha odunun eğrisi yakışmaz. Bu da bir metafor. Yunus hakikaten böyle yapmış mıdır bunu bilmiyoruz. Ama mesele o dergaha yüklediğin kutsi mana itibariyle ocağında yanacak odunun bile eğrisinin girmeyeceğini fark edecek bir sıtk ve ihlasa sahip olabilmek. İşte o zaman seni doğrulturlar. O zaman doğrulturlar. Yunus, ha sadece odun da taşımamış Yunus. Rivayet o ki kırbasıyla su da taşımış. Bu odun ve su bu da iki metafor diyor. İşin ehli. Diyor ki odun ileride yanacak ve ateşe dönüşecektir Yunus’un hayatında. Su o ateşi söndürecek ve irfana dönüşecektir. Odun ve su taşıması da tevekkeli değildir. Bizim Yunus böyle gide gele o demin bahsettiğimiz yokluk ve mahviyet içinde ben bu işi yapamayacağım herhalde diyor ya. Benden derviş olmaz diyor. Ya şöyle birini düşünebiliyor musunuz? Sordum sarı çiçeğe annem babam var mıdır? Çiçek eydür derviş baba. Annem babam topraktır. Sordum sarı çiçeğe sen beni bilir misin? Çiçek eydür derviş baba. Sen Yunus değil misin?
Şimdi bunu yazan zat diyor ki benden derviş olmaz. Ha Yunus bunu nasıl yazdı? Bak ben yazsam bu çağın müteşairlerinden birisi olarak otururum güzel bir manzara. Elimde kalem, kahve filan. Acaba ben çiçeğe sorsam çiçek bana ne der? Ben şöyle desem çiçek böyle dese yakışır mı? Ben böyle yazarım. Yunus böyle yazmaz. Yunus şöyle yazar. Çiçeği görür. Varır çiçeğe. Annem babam var mı?
Çiçek bakar. Topraktır der. Sen beni bilir misin? Çiçek bakar. Sen Yunus değil misin? Yunus konuşur çiçekle. Çiçek konuşur mu? Yunus’a konuşur çiçek. Kulağı duymayanın çiçeğe konuşmuyor diye mühtan etmesi ayıptır. Çiçekler hala konuşmuyorsa perdeler kulağımızdan kalkmadığı içindir. Duyduk zannediyoruz. Kılak son çalıyor. Köpeğin sesi var. Çocukların gürültüsü var.
Birisi bir şey diyor. Bizi diyor duyduk. Bunlar kulak duymaya perdedir. Göz görmeye perde. Bunları kaldırdın vakit. Neyse. Diyor ki başka bir yeri seyredersin. Başka bir sesi duyarsın. Başka bir şeye dokunursun. Kulum bana öyle yaklaşır ki ben onun gören gözü konuşan dili tutan eli yürüyen ayağı o olurum. Ondan eser bırakmam. Seni çıkar aradan. Kalsın yaradan. Neyse mevzuyu dağıtmayalım. Bizim Yunus böyle diyor. Çiçeğe soruyor çiçek söylüyor. Ama bunu da şöyle yapıyor. Bütün insanlar böyle herhalde diyor. Bak nefsimi ilhimeye geldik mutmainliğe doğru gidiyor. Artık çiçeklerle de konuşmaya başladık falan. Havasında değil. Yunus boynunu bükmüş. Herkes konuşur herhalde diyor. Herkesin yaptığı bir şey zannediyor bunu. Neyse.
Yunus Emre bu mahviyet ve yokluk düşüncesi içerisinde ben bunu yapamıyorum diye düşündüğü zamanlardan birisinde bir alıp başını gidici olmuş dergahtan. Bunu da şöyle izah ediyor. İşe ehil olanlar hani seyri sülük diyoruz. Seyretmek ve yolculuk, meslek, sülük.
Bazısı seyretmeden sülük eder diyor. Böyle ettirirler. Çünkü gördüğüyle belki kalacak. Bazısı hem seyreder hem sülükünü itimam eder. Ha bazısına da seyirsiz sülük ettirirler de bir yerden sonra bir yolunu açarlar. Böyle bir seyah ederler, bir yad ederler falan. Orada bir seyir gerçeklesin. Bundan sebep.
Zahirdeki baktığınız vakit Yunus’un alıp başını Tapduk Emre dergahından gidiş sebebi benden derviş olmaz düşüncesi. Ama o düşünceyi biiznillah ithala onun gönlüne koyan Tapduk Emre hazretleri niçin? Seyrini istiyor. Onu da görsün diyor. Yunus almış başını gitmiş ribayet oki. Dağlara vurmuş başını. Dolaşırken iki dervişle karşılaşır.
Bu iki derviş Yunus’la merhabalaşırlar. Yarenlik ederler, ahbaplık ederler, hemrah olurlar, muhabbet ederler. Birinci gün yemek vakti olunca dervişin birisi çıkar gider az sonra elinde bi tepsiyle gelir. İkinci gün yemek vakti olunca öbür derviş çıkar gider. Elinde bi tepsiyle gelir. Yunus da sormaz sorgulamaz bu tepsi nereden geliyor bu yemek nasıl olur? Aklına bile gelmemişti.
Üçüncü gün yemek vakti olunca derviş babalar dönerler bizimkine hadi derler sıra sende. Şimdi böyle deyince Yunus eli ayağı dolaşır tabir yerindeyse. Arkadaşlarıma mahcup olacağım ama ben bunu bilmiyorum filan. Nasıl oluyor bu işler? Çıkarız biz dua ederiz Mevla da bir sebeple bizim yiyeceğimizi ihsan eder derler. Sen de yap. Yunus Emre çıkar dışarı elini açar der ki ya Rabbi hemrahlarım, kardeşlerim, hemdemlerim,
her ne için istiyorlarsa ben de onu vesile ederek sana sığınır senden isterim. Beni kardeşlerime mahcup etme. Ve Yunus mağaradan içeri iki tepsiyle girer. Dervişler tahacüble yahu sen ne diye istedin? Yunus der ki siz ne için istediyseniz ben de onun için istedim. Bu defa Yunus döner der ki peki siz ne için isterdiniz?
Dervişler özünü tanıyıp adını bilmekleri dervişe döner derler ki bir Türkmen kocası Yunus varmış. Ah ah biz onun hatırına isteriz. Mevla da bizi geri çevirmez. Bir vesile doyurur karnımızı. Şimdi bunu duyunca Yunus Emre seyrin neresine denk düşer bu? Nasıl olur sülüküne ne katar bilmem. Bunu duyunca eyvah eyvah demiş.
Ben ki hani benden olmaz etmez falan diyorum kaçıyorum bak Mevla koşar dergaha. Kış günüdür. Hava soğuktur. Hacanneye varır yakarır. Efendi Hazretleri beni kabul etsin ne olur. İster. Hacanne oradaki dervişan derler ki ya bir kapının eşine bir yat bakalım Yunus. Eşiye bir yat. Rivayet o ki Tapduk Emre Hazretleri baş gözü görmeyen bir zatı şereftir.
Ama bir zat. Kapının eşine yat sabah namaza çıkarken şöyle bir asası sana takılınca sorar. Bu ne bu kim? Biz de söyleriz bakalım ne cevap verecek. Yunus Emre yatar kapının eşine üstüne kar yağar. Altı çamur. Erzurum türküsü Emirhan. Dün gece yar kanasında yastığım bir taş idi. Altım çamur üstüm yağmur. Yine gönlüm hoş. Söyleyim mi?
Söyleyemem. Aynı o türküdeki gibi dün gece yar hanesinde yastığım bir taş idi. Altım çamur üstüm yağmur. Yine gönlüm hoş idi. Bu türküyü yazan yakan Yunus’u görmeden bunu nasıl yazmış nasıl yakmış bilmem. Ama yazmış. Pekat oraya denk düşüyor işte. Yunus yatmış öyle. Umrunda değil dünya umrunda değil. Ciğer yanmış püryan olmuş. Bana seni gerek seni derdine düşmüş Yunus. Kıymetli nesnedir aşk diye bağırmış Yunus. Yunus kendinden geçmiş. Umrunda mı?
Onun tek bir derdi var. Acaba hazret ne diyecek? Gel bakalım diyecek mi? Yapmış eşeği. Tapduk Emre mübarek sabah namazına çıkarken asa takılınca bu ne demiş? Yunus efendim demişler. Tapduk Emre Hazretleri diyor ki bizim Yunus. Allah Allah. Bizim Yunus. Yunus kalkmış, eline ayaklarına sarılmış. Eteğine yapışmış.
İşte ondan sonra diğer bütün Yunuslardan ayrılarak bizim Yunus olmuş. Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş. Okunu kör nefsin kılıçla çelmiş. Bizim Yunus, bizim Yunus. Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş. Eli katile de kalkamaz elmiş. Bizim Yunus, bizim Yunus.
Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş, sayıları silmiş, bire yönelmiş. Bizim Yunus, bizim Yunus. Necip Fazıl’a da rahmet olsun. İşte diğer bütün bizim olan Yunuslardan isim itibariyle de Yunus’u ayıran ifade, mürşidinin dudağından o sabah namazı vakti süzülen bizim ifadesidir diyelim. Yolculuğa çıkarken Buda isteyen Yunus yolculuğun burasında nefesle karşılaşmış. Erenler nefesiyle. İşte ondan sonra o bizim Yunus olarak anıldırılmış. Türkçenin süt dişleriyle konuşmuş. Türkçeyi kanatlandırmış. Türkçeyi semavileştirmiş.
Ledün diline Türkçeyi lisan eylemiş. Yunus’a rahmet olsun. Tapdua rahmet olsun. Mevla şefaatlerinden mahrum etmesin. Ve her birimize de o Yunusluktan bir behecik tattırsın yahu. Yunus’u bilmek tamam, Yunus’u anla falan da gelin tanış olalım derken Yunus sadece zahiren merhaba merhabayı kastetmiyor.
Ruhun ruhla ünsiyeti, tanışması, muhaveresi, muhaşakası Yunus’un kastı bu.
Mevla bizi Yunus’la tanış eylesin, biliş eylesin. Eyvallah.
İlk Yorumu Siz Yapın