"Enter"a basıp içeriğe geçin

Burçlar, Astroloji ve Kültür Krizi – Böyle Buyurdu Kültür – Prof. Nevzat Kaya – B02

Linki kullanabilirsiniz https://youtu.be/QYeBwI4PwyA?list=PLWXQ0iArMOp8K103D-hJLttj2xxK4EVHe”> Burçlar, Astroloji ve Kültür Krizi – Böyle Buyurdu Kültür – Prof. Nevzat Kaya – B02 videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için tıklayınız.

Hocam merhaba. Merhaba. Bomba gibi girdiniz Flu TV dünyasına. Program büyük yankı uyandırdı. Ne hissediyorsunuz hocam? Oran buran morardı biraz. Peki bu haftaki konumuz Burçlar ve Mitoloji. Hocam Burç diye bir şey var mıdır? Bugünkü anlamda Burç yani gazetede işte Başak Burcu, para geçecek eline. Tabii ki öyle değil. Ancak Burçlar eski Babil’de ortaya çıktığında çok önemli bir göreve sahip. Çünkü doğanın kaotikliği karşısında ve değişikliklerle ilgili bir şey. Kaotikliği karşısında ve değişkenliği karşısında Burçlar ve o yıldızların sürekli belirli dönemlerde aynı konumlara gelmesi, aynı açılara döngüsel bir biçimde oluşturması, inanılmaz göğe karşı bir güven tazelemesi yaşatıyor. Yani insanlar diyor ki o yıldızların değişmemesini ve onları belirli imajlara çevirmelerine. Yok işte büyük ayı, yok lir, yok şu. Hani bakın burada dünyada her şey değişiyor, biz küçücüyüz ama yukarıda değişmeyen, son derece güven veren bir şeyler var. Hatta yazın geldiğini de anlayabiliriz gökyüzünden, kışın geldiğini de anlayabiliriz gökyüzünden. Neyin ne zaman ekileceğini anlıyoruz, hangi yılda, nerede duruyor meselesinden. Ne oluyor? Bir takvim değil mi? İlk bir takvim. Aslında astroloji, astronomi değil, astroloji, mitoloji, matematik ve coğrafyanın, klimatolojinin bir araya geldiği son derece disiplinler arası bir olay. O açıdan çok çok çok önemli. Ve günümüze kadar gelmesinin sebebi de aynen bu.

Bizim fizikçi Erkcan Hoca var biliyorsun, o ilginç bir şey söylemişti. İnsanlar su altında yaşasaydı bir uygarlık kurabilir miydi diye. Gökyüzüne bakamadıkları için yapamazlardı dedi çünkü aslında bütün uygarlık tarihi gökyüzündeki yıldızların pozisyonlarının ölçülmesiyle başladı dedi. Çok çok güzel çünkü insan dünyada işte bir volkan patlıyor, tamam yerden ateş çıkıyor. Bir deprem oluyor, okey tanrılar kızdı. Bir salgın oluyor, şu bu. O gökyüzü, her gün ısı ve ışık veren bir top geçiyor. O gidince başka bir tane daha sönük geceyi aydınlatıyor. Ve o yıldızlar, o gökyüzü en büyük gizem olarak karşımızda çıkıyor. Evet bu kültür kuramsal teorilerde de bu sahne vardı. Gökyüzüne büyük bir şaşkınlık içinde, dehşet içinde tüyleri diken diken olan ilksel insan. Nedir bu? O yüzden Erkcan Hocam çok çok çok güzel söylemiş diyebilirim. Gezegenlerin bu tutarlılığı tabii ki Babililerin perspektifinden yıldız tanrılarına sebebiyet veriyor. O yüzden bizim güneş sistemimizdeki gezegenler Roma mitolojisinden tanrıya sahip. 7 gezegen biliniyor Babil’de. Dünya, Ay ve Güneş de buna dahil. Jüpiter, Satürn, Venüs ve Merkür. Onların gezegen olduğunu bilmiyorlar tabii ki. Tanrı dolaşıyorlar. Merkür çok hızlı döndüğü için o yüzden Hermes. Yani o ismi yakıştırılıyor sonra astronomide. Venüs ise 2. gezegen sabahları seher vaktinde ve akşamları güneşle yarışan güneş batma esnurunda hemen gökyüzünde görünen. Kızıl gezegen Merih, Mars hep işte böyle bir savaş. Jüpiter bolluk bereket. Satürn ise burnunun sürtüne sürtüne yeni bir şeylerin öğrenme gerekliliği yani olumsuz. Çok bilgece ama o bilgeliğini hakikaten taş taş üstünde bırakmayarak insanoğluna aksettiriyor diyeyim. Tabii ki burada biz böyle çok güzel konuşuyoruz ama hemen burç değil tabii ki. 4 tane element var ve buna bile ne yedirilmiş?

Cinsiyet rolleri değil mi? Öyle mi? Cinsi bir biçimde tabii ki. Şimdi 4 tane element var. Hava, toprak, su ve ateş. Tabii ki bunlar da eril ve dişil olarak ikiye ayrılıyor. Su ve toprak tabii ki dişil, çamur. Hava ve ateş ise bakınız gök, hava, ışık, aydınlanma, ateş, eril. Şimdi bu burçlara yakından bakalım. Ateş grubu. Koç, koç gibi adam. Savaşçı, hakkını savunan, karşı gelmek imkansız. Aslan kendini beğenmiş o artık hierarşinin en tepesinde güneşi temsil ediyor. Bir de gezegenlere bakalım. Koç’un gezegeni Mars. Aslan’ın gezegeni güneş. Sonra ne var? Yay var. O da bakınız apolonik bir biçimde hedefe kilitlenmiş. Gözünün önüne ne geliyorsa onu bertaraf edecek. Ne ilginçtir onun yıldızı da Jupiter yani Zeyo. Şimdi bunun karşısında su grupları var. Böcekler, yengeç. Yengecin yıldızı Ay. Androjin. Dünyaya karşı eril, dünyaya ışık veriyor ama güneşe karşı dişil, ondan ışık alıyor. Gecenin ışığı sahte ışık. Karanlığın sökmediği yer. Tarihin ve geleceğin tam tersini. Geçmişe dönelik ve hatta doğum öncesine yönelik. Su grubu bulunduğu kabın şeklini alır. Dolayısıyla nasıldır? Pasiftir değil mi? Hamileliği temsil eder. Annelik güdülerini temsil eder. Patolojikleştiği zaman mesela aynen Yunan mitolojisindeki ya da tragedyalarından bildiğimiz Medea gibi gerekirse kendi oğullarını kütür kütür keser yani. Siz bunlara inanmıyorsunuz herhalde tabii. Hayır. Ama bunlar renesanstan bu yana tekrar keşfedilmesiyle bu. Okültizm, hermetizm bütün bu disiplinler özellikle bir de biz filologları çok ilgilendiriyor. Çünkü mesela bir örnek vermek istiyorum. Patrick Seusskind’in romanı var. Koku. Koku. Orada çok güzel bir biçimde Patrick Seusskind postmodern bir üst anlatıyla aydınlanmayla dalga geçer. Nasıl dalga geçer? Der ki aydınlanma siz gördüğünüze inanırsınız ama gözünüz hiçbir şeye yaramaz. Çünkü kokuyla insan insan oluyor ama biz bunu çoktan unutmuşuz. İlginç biçimde Jean-Baptiste Grenoil inanılmaz sıcak bir yaz günü, mezarlar açık, balık pazarı, Paris, dünyanın koku cehennemi. Paris dünyanın en büyük kenti olmakla beraber en pis kokan yer. Çünkü kültür kokar. Böyle bir kültür eleştirisi var işte. Ne zaman doğar bu Jean-Baptiste Grenoil? Tabii ki yengeç burcudur.

Annesinin oğludur. Neden Jean-Baptiste Grenoil annesinin oğlu? Babasının oğlu değil, öyle bir kişiliğe sahip değil kokusu olmadığı için. O yüzden bir tek anneyi temsil eden Okyanus’un kokusunu parçacıklara ne yapamıyor? Ayıramıyor yani annesini atomlara ayıramıyor değil mi? Çok ilginç biçimde romanın sonunda da yine döngüsel bir biçimde Fransa’da dönüp dolaşır. Fransa bir aydınlanma labirenti ama roman sayesinde bu aydınlanma Fransa’sıyla korkunç dalga geçiyoruz. Döngüsünü tamamladıktan sonra ve Fransa’nın ve Fransız aydınlanmanın bize, tırnak işine söylüyorum ne mal olduğunu gösterdikten sonra yine yengeç burcunda o kokunun kokusunu üstüne döküp kendisini bir İsa parodisi halinde Oradaki o yan kesicilere, katillere, mezarlıkta ipsiz sapsız tiplere kendisini parçalattırıp yiyor. Teofajı tanrısal katına yükseliyor ve aynı zamanda en klasik anlamda babasının oğlu olan İsa kültünün o şeristinin dalga geçilmesi bir parodisi de var burada. Peki sizce bunu Patrik Süskint bilerek mi yapıyor yoksa? Şöyle bula bula yengeç burcunda onu doğmasına sebebiyet vermesi gayet tabi ki tasarlanmış bir şey. O sonunda İsa parodisi gayet tabi ki tasarlanmış bir şey. Filmde çok etkileyiciydi ben kitabı okumadım ama filmi görmüştüm. Öyle bir eleştirim var. Filmdeki Jean-Baptiste Granuy aslında çok aşırı yakışıklı. Evet. Bir de filmde o şaka tonu yok o komedi tonu yok. Çünkü yapamazsın onu. Romandaki bir hilkat garibesi yani bir yaratık. Aynen klasik Yunan mitolojisi öncesindeki o karışık kuruşuk varlıklar gibi grotesk, karnavalesk bir varlık. Dolayısıyla romandaki absürdizm daha etkili çünkü o kadar korkunç bir tip ki ama o parfümü sürdüm herkes ona güzellik timsali diye tapınmaya başlıyor. Yani gerçek ile görüntü arasındaki uçurum romanda çok daha çarpıcı açılmış oluyor. Peki neden postmodern bu? Neden postmodern biliyor musunuz? Çünkü o saate kadar hep aydınlanmaya güvenen, aydınlanmanın iyi bir şey olduğunu iddia eden meta diskur, üst söylem, bilimsel üst söylem romanda bunun hiç böyle olmadığını aydınlanmanın aydınlanmaya ait araçlarla birlikte korkunç eğlenceli bir biçimde kendi kazdığı tuzaklara düşebilme ihtimalini gösteriyor.

Çünkü Jean-Baptiste Granuil’in arkasında aslında bu bir mesel. Kimler kimler saklı değil. Napolyon’umu istersiniz, Hitler’imi istersiniz, Stalin’imi istersiniz, Franco’yu mu isterseniz, Trump’ı mı istersiniz. Yani bir mesel olarak okunması lazım ve bu kişiler nasıl başa geliyor? İnsanların sözüm ona, aklını çelerek değil mi? Bu da dolayısıyla niye postmodern inanılmaz bir us eleştirisi olduğu için. Us eleştirisi bu romanda kendisini nasıl gösteriyor? Göze güvenme. Vardır ya bu distürs. Gördüğüme inanırım. Seeing is believing. Aklı yok ederek yine aslında Stalin’in Hitler’in ekmeğine yağ sürmüş olmuyor mu? Akıllı alay ederek. Akıllı alay ediyor. Dolayısıyla ne oluyor? Burada bir kırılma noktası yaratıyor. Şöyle ki kırılma noktası yaratıyor. Bir antropoloji inşa ediyor. Diyor ki siz insanlar üstün özelliklerinize güveniyorsunuz. Üstün özelliklerinizin bu bu bu olduğu sanıyorsunuz. Ama sizi aslında bambaşka şeyler idare ediyor. Bundan da şöyle bir öğreti çıkarılabilir. Başka şeylere bakılması gerekir. Koku, daha ziyade limbik sistem yani ön loplar çok çok daha kandırılmaya açık. Yani kendimi iyi hissetmiyorum bir şey olacak. Karnımda böyle bir şey hissediyorum. Bir kelebekler var. Onun da farklı bir bilinç olduğunu inanılmaz derecede oküler santri göz merkezi yetici olmanın da belaya karşı koruma sağlayamayacak duruma gelebildiğini anlatıyor aslında. Ama postmodernizm de her şeyi bir şova dönüştürerek aslında yine görselleştirmiyor mu? Görselleştiriyor ama postmodernizmin kendisini her şeyi anything goes tadında görselleştirmesinde zaten buna karşı hiçbir öğreti çıkarmayın diyor. Yani her şeyi inşa ettiği gibi hemen romanda olduğu gibi. Kendisini yıkıyor. Kendi kendisini dekonstruksyona uğratıyor, imha ediyor. Dolayısıyla niye böyle yapıyor postmodernizm bu postmodern dinami? Çünkü tam tersine humanosantrik diskurlar gibi aydınlanma, tarih, yeni yeni söylemler yaratıp o söylemlerin bizi idare etmesini, bizim üzerimize, insanlık üzerine baskı kurmasına karşı çıkıyorlar ve bir meta öykü olarak reddediyorlar. Ve bunu yaparken de yeni bir meta öykü oluşturuyorlar. Hiçbir şey oluşturmuyorlar. Çünkü öyle bir cadı kazanı ki hiçbir şeye bir formül çıkaramazsın.

Yani bu benim anlattıklarımı samimi söyleyeyim. Patrick Seusskit değil ama herhangi bir başka postmodern yazar. Atıyorum Chuck Palahniuk olsun. O der. Hayır bak sen yine bir öğreti çıkarıyorsun. Ama biz insanlar öğreti çıkarmak zorundayız. Biz çünkü hikayeleştiren varlıklarız. Hikayeleri yok edebiliriz tabularağız yapabiliriz ama ilk önce şöyle güzelce hikayeleştireceğiz. Peki tekrar mitlere dönelim. Bu Jung da bildiğim kadarıyla Freud ile aralarında şaka konusu oluyor. Jung burçlara az çok inanıyor. Yani inanma derken sizin dediğiniz anlamda birer mit olarak görüyor onları. Freud öyle görmüyor. Fakat şimdi 21. yüzyılda bu burçlara olan ilgi aslında genel olarak o kültte olan ilgi çok arttı ya. Bunun nedeni ne sizce? Bu New Age ezoterizm. Gençlerin grufti olarak dolaşması. Gothic. Niye? Çünkü 19. yüzyılın sonunda Nietzsche diyor ki Tanrı öldü. İnsanların Tanrı’ya veya Tanrılara ihtiyacı var. Çünkü aslında biz çok korumasız doğan varlıklar olduğumuz için inanılmaz muhtaç olarak doğduğumuz için Tanrı imgeleri bizim için birer anne baba özellikle anne imgesi deprem olduğunda ya Allah Allah diyoruz ya da anne anne anne diyoruz. Hiç kimse Ahmet dayı Ahmet dayı diye bağırmaz. Yani bunun ne kadar şey olduğunu bilincimize kazınmış olduğunu buradan görüyoruz. Geçen bölümde de sizi eleştirmişler yorumlarda. Tam bu konuyla ilgili deniyor ki çok darwinci determinist bir bakış açısı değil mi bu? Bizi mutlaka belli güdülerin yönlendirdiği ve bunun evrim sürecinde belirlendiği iddiası çok kısıtlayıcı mı? Değil mi daha doğrusu? Değil tabii ki. Bence o arkadaşları şunu tavsiye ediyorum. Yani kendilerini artık etten kemikten 4,5 milyar senelik bir gelişimin sonucu olarak kabul etsinler. Yani siz Mercedes’in en son modelinden de uçmasını bekleyemiyorsanız kendinizden de ha ha ha ben evrimin dışına çıktım. Fantastikliğini de beklemeyiniz yani. Yok böyle dünya. Beyniniz bitti finito. İstediğiniz kadar bağımsızlığımızı kazandık değil kaçış yok. Hocam bağırmayın bak. Kaçış yok. Şu ön loplarınız sadece bir manto. İçinde dinozorlarla paylaştığımız limbic sistem var. Amiktar hava. O sizi asla rahat bırakmaz. Peki ama şöyle bir sorun çıkmıyor mu? Sonuçta hard science sert bilimin alanına giriyorsunuz ya aslında siz bir edebiyat profesörüsünüz. O sizi ürkütmüyor mu? Hayır ürkütmüyor çünkü artık mesela Türkiye’de böyle dedi. Türkiye’de hard science vardır, biyoloji vardır, bir de psikoloji vardır. Batı’da kültür incelemeleri diyor. Kültür incelemeleri. Yani insanın estetik kaygısından bunu evrim kuramıyla niye güzel yazı, sanat, renkler? Bunu çalışıyor kültür bilimcileri. Bu adamlar nero psikoloji okuyorlar ve felsefe okuyorlar yani. Peki 21. yüzyıldaki o kültü olan inancın artmasında kalmışlar mı? İnsanlık sahipsiz kalıyor.

Bilim her şeye emniyet veriyor ya, arkadaşlara da gelsin bu söz yani. Bilim. Bak ne kadar mutluyuz. Niye depresyondayız? Çünkü bu tarz bağlanabileceğimiz her şey aydınlanmacı dinamiklerle ve her şeyin sekülerleşmesiyle ciddiyetini kaybettik. Biz bütün bu keşiflerle evrim, Nietzsche’nin felsefesi, Tanrı’nın ölümü, Copernik, geosantrik değil, heliosantrik yani güneş merkezli, dünya değil. Gitgide insanlık perifere atıldı. En sonunda Tanrı da ölünce sahipsiz kaldı, öksüz kaldı. Bu inanılmaz kültürel bir ihtiyaç. Cadı kültü, vika, doğaya dönüş. Çünkü niye? Bilim her şeyi yapabildi. Belki transhumanizm bağlanında bilincimizi bir yere yükleyebilecek ama bize neyi veremedi? Bize o büyük korumayı, ben senin için buradayım duygusunu veremedi. Bütün bu New Age ezoterizminin böyle mantar gibi yerden pıtır pıtır yetişmesi, çoğalması kesinlikle bununla ilgili. İnsanların bir şeye dayanmaya ihtiyacı var. Çünkü biz 1,5-2 yaşımıza kadar dünyanın merkezi olarak muamele görüyoruz. İnsanlar da bu böyle. Bizler civciv gibi yumurtadan çıkıp hemen cak cak cak koşturmuyoruz. Biz inanılmaz bitmemiş doğuyoruz. Neden bitmemiş doğuyoruz? Çünkü bizim annelerimiz artık 4 ayak üstünde değil, 2 ayak üstünde yürüyor. 2 ayak üstünde yürüyebilmesi için insanın leğen kemiklerinin daralması lazım. Leğen kemikleri daralıyorsa oradan 9 ay, 10 günden fazla kalamayız çünkü sığmayız, o kemiklerden geçemeyiz, doğamayız. Harari’nin kitabında da bunu anlatıyordu uzun uzun. Ha yani biz neotenik doğuyoruz. Bunu kabul etmemiz lazım. Bitmemiş doğduğumuz için bizim ileride felsefi, psikolojik, sosyolojik bütün bu altın çağı dönüş bağlamında özlemlerimizin yansımasını görmememiz mümkün değil. Bunları hep göreceğiz. Ne yapalım o zaman?

Hep masallarla mı büyüyelim yani? Onu mu diyorsun? Bu böyle değil. İnsanoğluna işte bak narasyon. Hep masallarla mı büyüyelim diyorsun. Aynen bütün film, bütün sanat, bütün edebiyat aynen çok erken ve bitmemiş doğan insanlara dandini dandini dastana yapıyor. E o zaman niye seyrediyoruz? Yani aslında kötü bir şey mi? İyi bir şey anlatıyor, güzel bir şey anlatıyor. Kötü bir şey anlatsa bile ne oluyor? Ben şanslıyım dedik. Katarsiz. Tabii ki halime şükrederim diyor ve sürekli her yeniden seyretmeyle, her yeniden okumayla ne oluyor? Kendimizi evrende yeniden yeniden konumlandırıyoruz değil mi? Ama bu bir noktada bir antidepresan değil mi aslında? Gayet tabii ki antidepresan. Modern insan olmak yani 21. yüzyıl insana olmak çok stresli bir şey. Çünkü o kadar değişmeyen, çok yavaş değişen biyolojik doğamız. Şimdi kültürel doğa başka bir şey, biyolojik doğa başka bir şey. Yani kültürel doğa daha iyi. Cep telefonları, oh yeah, youtube, bunlar bunlar, bilgisayar oyunları. Bunları hemen uyum sağlayabiliyoruz. Ama işte o beynimiz var ya o beynimiz. Hiç bir surette buna uyum sağlayamıyor. Sonuç migrenler, depresyonlar, zanakslar, dünyanın dünya nüfusunun gelişmiş ülkelerde özellikle yüzde 50’sinden fazlası depresif. Ayy it’s a brave new world yani. Siz de aslında akılcılığı eleştiriyorsunuz bu anlamda doğru mu? Akılcılığı şöyle eleştiriyorum.

Akılcılığı bizim için cennete tek bilet olma düşüncesine karşı çıkıyor. Yoksa yine akıldan başka gidecek yer yok çünkü. E tabii canım yani iki kere ikinin yedi buçuk diyecek halim yok. Ama akılı putlaştırmak korkunç canavarımsı arkayı kortlakları beraberinde getiriyor. Çünkü sırf pratik olursanız, sırf pragmatik olursanız 7 milyon insanı yakarsınız, gazlarsınız gaz odasında. Peki mitlere tekrar dönersek mesela burç meselesi şimdi. Sizin burçlara inanmanızla Ayşe teyzenin inanması aynı değil. Değil. Ayşe teyze kendini çok kolay kaptırıp sonra başka yerlere de gidebiliyor. O sorunu nasıl aşacağız? O sorun aşılmaz bir sorun çünkü hep böyleydi. Mesela bir tane kitap vardır çok severim. Eski Yunanlılar tanrılarına inanırlar mıydı? Hep bunu düşünürüm inanmıyorlardı herhalde değil mi? Platon onlar bunlar tabii ki inanmıyor ama sen bir de git Kırdaki Neson. Anlatabildim mi? Bak sana öyle bir Diyonizyak şey ayin hazırlıyor ki seni kurban ediyor yani. İnanıyor. Ben burçlara böyle inanmıyorum ama Ayşe teyze inanıyor. Sonuç aslında değişmiyor. Ayşe teyze böyle inanıyor ben böyle anlatıyorum. Sonuçta burçlar var mı? Var yani. Teorik olarak. Kahramsal olarak varlar evet. Kahramsal olarak da varlar. Patrick Süskind’in romanından yola çıkarak bunu anlattım. Yani Patrick Süskind inanıyor mu buna? Hayır inanmıyor. Ama bu meta öyküyü Yengeç, Ata Erkin’in tam tersidir. Aslan Burcu’nun tam tersidir. Geleneğini ne yapıyor? Örmeye devam ediyor değil mi? Peki güzel bir yere geldik. Şimdi benim çok ultra rasyonel arkadaşlarım var. Ben de kendimi öyle sayarım. Fakat aramızda şöyle bir tartışma geçer. Bu burçlar yasaklansın. İşin biraz da esprisi ama burçların tamamen zararlı olduğunu ve yasaklanması gerektiğini tamamen ipi sapa gelmez bir şey olduğunu söyleyen insanlar da var. Ben emin değilim dediğiniz nedenle yani. Ona ihtiyaç duyuyorsa birisi eğer o tutulmalı diyorum. Siz ne diyorsunuz bu konuda? Bence de ben kesinlikle katılıyorum.

Şimdi burçları yasaklayalım. Tanıdım o kadar bayat bir tartışma ki bu. Bunu yani Platon bile yapıyordu. Diyordu ki ayy mitler ne zararlı şeyler. Anlatabildim mi? Ama hocam şöyle bir şey var. Mesela şimdi bir takım astrologlar var meşhur. Böyle seanslı bin lira, iki bin lira, beş bin lira, on bin lira veriyorsunuz. İşte Trump’ın astroloğu var falan. Yani bunu tabii… Ne kadar güzel. Bunu ticaret olarak da kullanıyor. Ama bu bir niş işte. Trump ödüyorsa ödesin Allah’ın cezası yani. Beş bin lira ödüyorsa parası varsa ödesin. Bu da madem öyle, iktisadi dolaşıma giren bir para. Demek istediğim şu. Şimdi burçları yasaklayalım. Ayurvedalara ne diyeceğiz? Aroma terapilerine ne diyeceğiz? Renk tedavilerine ne diyeceğiz? Yani bütün bunları yasaklarsak ne olur biliyor musunuz? İnsanlar çok mutsuz olur. Neden mutsuz olsunlar? Ama bir yandan da aptallığı beslemiyor mu hocam bunlar? Ömer hocayla felsefe programında bunu konuştuk. Yani benim çok takıntılı olduğum bir mesele vardır. Amerikalılar ayağa gitmedi diyenler veya dünya düzdür diyenler. E şimdi biz burçlara tamam bu mitolojik olarak önemli. Kalsın diyerek aslında öbürlerinin de kapısını açmış olmuyor muyuz? Evet çok doğru söylüyorsun. Aydınlanmacı bir insansın sen. Ama çok böyle aydınlanmacı. Bunlar birer kriz göstergesi. Birileri, o çok hoca adamla, baba Yaga’ya gidip, kör büyücüye gidip 2014’te ne olacak diye soruyorlarsa

Bu başka bir şeyin göstergesi. Bu neyin göstergesi biliyor musunuz? Şimdiye kadar kültürün sırf dışsal ihtiyaçlarımıza giderdiği ama içsel ihtiyaçlarımız için olanak sunmaktan inanılmaz aciz olduğunu zırıl zırıl döküldüğünü sınava giren bir öğrencinin okur yazar olmadığı gibi ortaya çıkan bir duruma götürüyor bizi. Bunlar birer semptom. Olayın kendisi değil. Birileri kendisine bir yedek step ne din. Erzat relegi onu deriz biz Almancada. Yaratıyorsa bu başka bir şeyin tatminsizliğindendir. Bakın ben size daha başka bir şey söyleyeyim. Sadece burçlar murçlar değil. Geçen o, o bütün dünyada Amerika’da kapitolu basan insanlar, Almanya’daki o AFD’yi seçen aşırı sağ, onlar işte. Neyin protestosu aslında biliyor musun? Kendisini şu dünyada hiçbir yerde evinde hissetmiyor. Sadece orada evinde hissediyor artık. Almanya ay bu gençler ne tükaka bunların hepsini hapishaneye atıralım. Böyle olmaz. O bu duyguya sebebiyet veren unsurlara bakmak lazım. Bunlar birer manevi, eksik noksan kalmış maneviyatı son derece banal bir biçimde ovakuumu dolduran unsurlar. Burçları yasaklayalım mı? Güzel. Aşırı sağcılığı da yasaklayalım. Hadi yasaklayın. Bunlar birer göstergi.

Bunlar kültür krizi. Biz şu an 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kültürel bütün değişmeyenler çözüldü, uçuşuyor. Yerine yeni değerler nasıl olacaksa onlar daha oturmadı. Onlar oturasıya kadar son derece aynen Antikite’deki helenistik dönemdeki gibi, aynen Orta Çağ’ın birdenbire renesansa yer açması gibi öyle bir geçiş döneminde yaşıyoruz. Oturasıya kadar o çamurlu bulanık su çok çok zaman geçecek ancak o zaman her şey oturacak ve insanlar kendini anlamlı bulmaya başlayacaklar. Şu sıralar bütün bu uç şeyler, burçlar, okül çizim, kadim güçlere inanmak aslında neyin tam tersi 180 derece? Bu internetin anonimlik, bu internetteki soğuk ekran, her şeyin sahte olması onu nötralize edecek. Bu kaybolmuşluğu nötralize edecek bir unsur. Mesela aslında Kutsal Geyil Ölümü adlı filmdeki Lantimos, sevmediğiniz Lantimos tam da bunu canlandırıyor işi. Çok haklı bir biçimde dediniz de ne güzel evlerinde oturuyorlar, oh her şey var. Birden bire gökten zembille o yaratık gibi çocuk geliyor ve korkunç dağıtıyor ortalığı. İşte bu neyin allegorizasyonu? Yani koskocaman akıllı adam her şeyi var, arabası var, parası var, zengin, dünyanın en güzel hanımı var, çocukları var. Hayır, öyle bir şeyi arıyor ki karşısına bunun bedeli o dışarıdan gelen çocuk olarak dikili veriyor. Beğeniyor musunuz siz filmi? O filmi beğeniyorum. Dayanılmaz bir film değil mi hocam? Ben başlangıcında sinemaya girdim, sinemada seyrettim böyle büyük ekran. O başlangıcını çok pompöz buldum böyle çok kalp. Bakınız orada da o aydınlanma eleştirisi var. Orada adam adeta ölüleri kurtarıyor, kalp. Biri açmış onu kurcalıyor işte burada aynen o akıl var. O akıl arama bir şey eksik. O eksiklik yani gerçekten hücreleri ne kadar sana şimdi bir şey hissettireceğim duygusu. Gel adrenalin mi esiyorsun sen? Babam olacaksın ya da senin ailenden birisi ölecek. Ve ne kadar güzel sonuna kadar. Ama hocam benim eleştirim şu, bu da akılcı bir dizayn. Bunu yaparken de film yapıyorsun, kamera kullanıyorsun, millete gösteriyorsun. Tabii ki akılcı bir dizayn. Yani orada bir trik var. Bunu vurgulamak zorundayım. Aklın dogmatikliğinden kaçınmamız lazım. Dogmatik akıl bizi nereye kadar getirdi? Lantimosun ki de dogmatik bir akıl değil mi? Evet mükemmel bir şekilde bütün aydınlanmayı, bütün o aklı, bütün o şaşağı çözmeye yönelik kullanıyor. Olayın kendisini, olayın alet edevatıyla çözmeye çalışıyor ya. Bu işte büyük bir ironi. Dolayısıyla post moda. Kutsal geyiğin ölümü demesinin sebebi de bu. Antik tragedya da aynısı. Anlayacak unsurları apolonik sahnelemeyle dile getirme. İnsanlara adlandırılamayacak olanı gösterme. Çünkü bu filmlerin en önemli özelliği sonunda Amerikan filmlerinde olduğu gibi bir kurtarıcı ortaya çıkıp her şeyi düzeltemiyor.

Neden düzeltemiyor? Çünkü tekrar başa dönüyorum. Zaten hep bir labirent dolaşması. Çünkü zaten o bizi kurtaracak olanı 19. yüzyılda ne yaptık? Öldüğünü ilan ettik değil mi? Hocam bizim sizinle kesinlikle anlaşamamamız gerekiyor mu? Anlaşıyoruz. Nasıl oluyor? Anlaşırız tabii ki. Ben işte Temin konuştuğumuz hava, ben toprak. Ben böyle alttan sarsıyorum. Yorumlarda yakacaklar bir yalnız yine sizi. Hem bilim adamı hem burçlara inanıyor. Bir de şöyle bir şey var. Burcu mesela kullanıyor ya. Ne yapıyor? Patrick C. Hüskind romanında bütün o yengeç, arkaik mitler, Babil, Sümer, gezegenlerin cinsiyeti, bütün o kültür birikimini de postmodern yemeğinde bir sebze çeşidi olarak doğurmuş oluyor. Zikretmiş oluyor. Alıntılamış oluyor. İşte biz de buna ne diyoruz? Betimler arasılık diyoruz. Ya da çok entele olmak istiyorsanız intertextuality. Ya da film okumaları. Hocam küfür edeceğim şimdi. Film okunmaz. Söyledilir. Benim diyorum şu, rasyonalliği eleştirirken bunları sembol olarak kullanıyorlar ama bir takım Ayşe teyzeler de bunları gerçekten sahipleniyor. Ve aslında akıldan başka gidecek yer yok ya. Sonuçta sen de o sinemayı, demin dediğim oydu yani. İronik olarak sen de o sinemayı akılla yapıyorsun zaten. Neyini eleştiriyorsun yani? Şöyle bir ayrımdayız. Ben mutlaka rasyonel olmak gerekir diyorum. Siz o kadar net demiyorsunuz galiba. Demiyorum. Ben zaten yengeç burcuyum rasyonelite. Benim eşim de yengeç burcu. En güvendiğim insan tip. Evet biraz nalettirler ama. Çok tutan bir kötü bir film vardı. Zeitgeist diye. Delirtmedim ben onu. Zeitgeist. Orada aslında bu dinlere de giriyordu ve dinlerin de burçlardan türediğini. Yani İsa’nın aslında… Tabii tabii. Venüs olduğunu yanlış hatırlamıyorsam iddia ediyordu. Var mı öyle bir şey? Astral teoloji diye bir şey var. Mesela İsa’nın 12 havarisi var. Herkül’ün 12 görevi. İsa’nın kendisi yine gökten geliyor. Kutsal ruh vasıtasıyla Meryem tarafından doğruluyor. Ve yine Miraç’la göğe gidiyor. Yani bu açıdan çok önemli. Güneş kahramanın inanan bütün insanlara yönü gösteriyor. Nereye gitmek zorundalar? Göğe doğru gitmek zorundalar. Bir adres gösteriyor. Çünkü yer altında ne var?

Yer altında cehennem var. Hades. Hades var. İşte yine geldik. Neye? Erillik de orada. Cennette nasıl bir erillik? Tinsel bir şey. Hiç tensel değil. Son derece maddeyi, materye, matem temsil eden kadın orada yok. Orada inanılmaz cinsiyetçi bir şey var. Toprak burçları nedir? İşte böcekler, yengeç, akrep, balık. Toprak burçları çok ilginçtir. Boğa, Oğlak ve Başak. Başak kimdir? Ana tanrı çadı. Boğa kimdir? İlksel oğludur. Alpha, Ales. İlk oğludur. İlk göz ağrı. Hatta Oedipus ve Iokaste bağlamında onunla çiftleşmek zorundadır. Pazifai. Oğlak kimdir? Oğlak aslında son derece mitolojik bir varlığıdır. Önü Oğlak, arkası böyle yılan gibi. Ama günümüzde artık orta çağdan itibaren toynaklı, şeytanlığın temsilcisi. Oğlak’ın yıldızı ne? Satür. Boğa’nın yıldızı ne? Hocam biz hiç bilmiyoruz. Boğa’nın yıldızı ne? Venül. Başak’ın bu bağlamda yıldızı ne? Hermafrodit Merkür 2’ye ayrılıyor. O kültist Hermes Trismegistos. Gizli ve yasak bilimlerin Hermes’i. Senin Hermes, senin Merkür’ün olimpik Merkür. Zeus’un haberlerini aşağıya getiren Merkür. Benim Merkür’üm ise aşağıdan yukarı götürdü. Dolayısıyla inanılmaz bir dünya tasarımı oluyor. İnanılmaz göksel bir dünya tasarımı. Bütün bayrak ve arma hayvanları, aslan, yay, koç, kizler, terazi, bakınız adalet, kova. Kova aslında nedir? O bereket boynuzu. Kova değildir o. Bereket boynuzu. Hocam siz bayağı biliyorsunuz fal bakıyor musunuz yoksa? Fal bakmıyoruz. Bunlar mitoloji. Şaka yapıyorum. Bunlar uygulamalı mitoloji. Bunlar uygulamalı mitoloji. Peki bu kadar bilirken birileri gelip size diyorum ya şu şöyle mi bu böyle mi diye bir… Onları bilmem ki. Yani mesela şunu hiç bilmem. Melek satürründe ters açı yapıyor. Peki insanların o 12 karakterden birine oturduğuna inanıyor musunuz? Hayır. Çünkü akılcıların en büyük eleştirisi odur yani nasıl olabilir? Hayır değil tabii. Ama yine de mesela başak özellikleri gösterdiğime inanıyorum gibi algıladım ben söylediğini sayıda onun için. Başak özellikleri gösteriyor tabii ki her şeyin bir gerçek kültürü var. Her şeyin bir popüler kültürü var. Yani bu ayrımı da yapmak zorundayız. Popüler kültür açısından ben de Çin burcum benim maymun. Bilirim yani 68 doğum olduğum için. Başak yükselen terazi çok çift kısmetliyim. Niye? Çünkü asıl burcum toprak. Yükselen burcum hava. Korkunç yani şizofrenik bir durum bu. Yani ciks olsun. Bakınız bununla ne yapılıyor?

Bununla inanmıyorum. Ama işte bütün bu hikayeler böyle 3000 yaşında kadar geldi. Rahatlıyoruz aslında diyorsun. Rahatlıyoruz tabii ki. Masal kendimizi daha büyük bizi kavrayacak, bizi sarıp sarmalayacak bir öyküye dahil ediyoruz. Yalnız değiliz. Antidepresanlar konusunda ne düşünüyorsunuz? Hangi açıdan? Yani teorik mi yoksa pratik mi? Aslında antidepresanlar da aynı şeyi yapmaya çalışıyor ama bunu bilim yoluyla yapıyor. Tabii ki antidepresanların yani ana özellikleri nedir? Sürekli işte böyle fıdı fıdı fıdı bunu yapmam lazım. Sonra bu olacak sonra bu olacak. Yani şu halden neyi şey yapıyor yani? Rahat ol ya. Ya öyle rahat ol ki. Git bir ayurveda kursuna kimyonlu çaylar iç. Rahatla bir gong, yoga yap. Anlatabildim mi insanların ihtiyacı var. Çünkü dünya o kadar zalim ki şunu pompalıyor. Birey ol, kendini gerçekleştir. Kendin ol bilmem ne. Ondan sonra insanlar bunu yaptığında fark ediyorlar ki. Yapayalnızlar, yapayalnızlar. Ve ondan sonra depresyona giriyorlar. Bununla baş etmek gerekmiyor mu? Çünkü zaten yalnızız. Tabii ki yalnızız. Suçlu karakterli insanlar, hayatında dayanak noktaları olan insanlar buna dayanabilir. Baş edebilir. Ama bir et yığını bununla baş edemez. İşte kim? Kim? İşte orta batı Amerika’da ki o gençler baş edemiyor. Mobbing mobbing mobbing mobbing mobbing. Sonra babasının silahını alıyor. Gidiyor o kulağa ve bütün arkadaşlarını öldürüyor yani. O baş edemiyor. Peki bu kimin suçu? İşte Zeitgeist’in suçu. Örneğin kapitalizmin suçu mu? Hayır ben öyle kapitalizm, komünizm, ayy. Komünizm olsaydı nasıl yani Ütopyalar gerçek olmuştu. Moskova yeni Hong Kong olmuştu. Hatta ebedi kudüs. Altın tapınaklarla. Ayy. Yani bu insanların bu ah bu kapitalizm deyip aynı zamanda sahtekarca kapitalizmin sefasını sürmelerini de çok iki yüzlü buluyorum. Kahrolsun kapitalizm. Ama hele bir klimama olmasın. Peki bir şey soracağım. Genelde ultra akılcı kesimde şöyle bir düşünce de vardır. Dinler çok zararlı. Yani dinleri kaldırsak keşke. Siz buna katılmıyorsunuz. Hayır hayır. Din çocuklar yani günümüzde 21. yüzyılda, 20. yüzyılda ve 19. yüzyılda o kadar kolay ki din zararlı demek. O kadar kolay ki. Yani o ultra zeki arkadaşlarınız şöyle davranıyorlar.

Sanki insan birden bire hakikaten düştü. Ve Platon’un devletinde buldu kendisini. Canım ya. Canım ya bu da amma fantasi ha. Yok öyle ya ama. Devlet gibi yapılar olmadığı on binlerce sene boyunca bu insanları öyle veya böyle din bir arada tutmuştur. Sopa zoruyla. Sopa zoruyla, etik patik zoruyla, korkuyla onunla bununla. Bilemeyeceğim yani ben şunu çok ukalaca şunu söylemek istiyorum. Bu keşke din olmasa ya da Marx’ın Türkiye’de sevildiği lafı. Türkiye gibi hiçbir ülkede sevilmiyor. Ama Türkiye aynı zamanda dünyanın %60’ıyla sadece seçmenin sahip tek ülke aynı zamanda. Din halkın afyonudur. Vay vay vay vay süper. Süper. Başka ne yapacaktı? Allah’tan o var. O olmasa kim bilir ne korkunç, distopik durumlar olurdu. Hiç kimsenin şüphesi olmaz. Peki ama 2500 yıl sonra hala din bu kadar baskın olacak mı? Dinden yani günde 5 defa namaz kılmaktan ondan bundan bahsetmiyorum. Resmi dinden bahsetmiyorum. Siz sembollerden bahsediyorsunuz. Ayşe teyze inanıyorsa yani satürn’ü kızdırmaması gerektiğini inanıyorsa bırakın ya. Peki son sorumu soruyorum hocam. Yine de inanç garip bir şey değil mi? Yani inanç aslında temelsiz bir şey değil mi? Hayır. İnanç evet garip bir şey. Neden inanç garip bir şey? Çünkü insan garip bir şey. Siz hiç bunlar başka dinden diye diğerini katletmeye çalışan kedi sürüsü gördünüz mü? Öleceğimi ve yok olacağımı biliyorum. Yalnız olduğumu biliyorum ama bununla yaşayabilirim. Herkes böyle olsa iyi olmaz mı? Olmaz. Çünkü herkes sizin sahip olduklarınıza maddi manevi, dünyaya, dünya halısına bir birlik olarak düğüm atılmış ve orada motifin, rengini oluşturan birisisiniz siz. Bakın sizin tuzunuz kuru, benim de tuzum kuru. Almayalı’da birçok… Felsefecilerden mi bahsediyorsunuz? Hayır. Hayır. Yani durumu iyi olan insanlar, hayatında bir anlam bulanlar… Bütün söylediklerinizin en büyük problemli noktası o gibi geliyor bana. Çok fazla insan var ve herkesin hayatında anlam bulması neredeyse imkansız. İmkansız tabii ki.

Ne yapacak bu insan? O da yani hiçbir tarih yani tarih reçete bunun için yok. 21. yüzyılda 8,5 milyar insan var dünyada. Kaynaklar azalıyor. Kapitalizm herkes çalıştığı zaman, bilmem ne yaptığı zaman bu güzelliklere kavuşabileceğini iddia ediyor. Kavuşanların bir kısmı kavuştuktan sonra depresyona giriyor ve kavuşamayanlar da biz de istiyoruz diye yırtılıyor. Yani bir düdüklü tencere. Yine ben de 10 dakika evveline bağlıyorum. Korkunç fokur fokur kaynıyor ve büyük bir geçiş döneminin insanlarıyız şu an diyebilirim. Duygu şey sordu bu geçişten sonra ne olur dedi. Ben de benzer bir şey soracaktım. Ya ak olmak zorunda yani kendimize gelmek zorundayız. Bir şekilde bu dünya ile bir biçimde beraber yaşamak zorundayız. Ya da çok çok çok karanlık duruyor. Peki son soru şeyi çok iyi anladık bu mitlere ihtiyaç olduğunu. Bu mitleri okumak, bunlarla ilgilenmek, edebiyat, sinema bunlar sağltıcı görevi görür mü? Yani bir nevi antidepresan gibi çalışırlar mı? Çalışırlar diyorsun. Gayet tabii. Bunlara aslında yüklenmek lazım o zaman. Yüklenmek lazım tabii ki şöyle. Sanat bunun için var. Sanat bütün çağlardan şunu görüyorsun. Onun karşısına geçip kontemplasyon halinde ona dalan insanlar. Ne oluyor biliyor musunuz? Sanat eseriyle onu alımlayan insan arasında bir kısa devre oluyor. Yani şunu görüyorsun. Sanat tarihi, edebiyat tarihi, dinler tarihi, arkeoloji bu açıdan çok faydalı. Evet ben yalnız değilim çünkü bakın dünya var olduğundan beri aslında bunlar hep düşünülmüş. O böyle dile getirmiş, o şöyle dile getirmiş. Peki hocam madem öyle niye beni Yorgos Lantimos’un sıkıcı filmlerine muhtaç bırakıyorsunuz? Çünkü çok güzel bir kulak çekmedir o film. Kutsal Geyin Ölümü. Yani her şeye sahip olamazsın. Her şey senin lehine olamaz. Kokteylere, o güzel karısı, o çocukları. Ne oluyor biliyor musun? Şimdi bir şey söyleyeceğim çok güleceksin. Lantimos işte bu konuda Yunanlı. Lantimos bu filmde neyi anlatıyor biliyor musun? Nazar değmesini anlatıyor. Nazar değmesini anlatıyor. Her şey var. Al sana. Sen çok havalandın. Yani senin derdin oğlunun saçı. Bak burası çok önemli. Oğlunun saçı, ben şimdi o oğlanı bak nasıl gebertiyorum. Kader böyle örüyor ağalarım. Yunanlarda da bu şey çok vardı. Nazar. Nazarı Hollywood sinemasına taşıyor amca. O yüzden absürt bu bağlamda. Harika bir konuşmaydı yine. Teşekkür ediyoruz hocam. Ve gelecek bölümde görüşmek üzere. Görüşürüz.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir