Çoban Süleyman ve Müslüman Olan Kral Kızının Hikayesi – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=xC169su0-ZI.
Efendim Devr-i Osmani’de adamın biri bir gün bir savaşa gitmeye karar vermiş. Bu adamın adı Süleyman. Süleyman bir Molla. Medrese’de ilim tahsil ediyor. Aynı zamanda bir derviş. Tekke mensubu. Rivayet Okyu, Avusturya civarına filan yapılan savaşlardan biri olsa gerektir. Normalde Osmanlı savaşlara ilim erbabını vesaireyi götürmez. Bu güzel bir hususiyettir. Bir sanat erbabını da götürmez.
Düşünsenize Sinan’ı savaşa götürüyorsunuz, ön safta savaştırıyorsunuz. Ön safta savaşacak adam bulunur da Selimye’yi yapacak Sinan bulunmaz. Dolayısıyla onlara müsamalı davranmışlar. Fakat ilim erbabı da bazen ya da zenat erbabı, sanat erbabı gönüllü olarak savaşa katılabilmiş. Süleyman da gönüllü bir şekilde Avusturya’ya yapılan o sefere karışmış.
Savaş nasıl olmuş etmiş Osmanlının aleyhine sonuçlanınca esir düşmüş insanlar. Esir düşenlerden birisi de Süleyman. Tabi o zamanın adeti alınan esirler kendi kabiliyetlerine göre bir yerde istihdam ediliyor. Gelmiş görevliler, bakmışlar ne iş yaparsın? Duvar ustasıyım. Almışlar onu duvarcı ustası olarak esiri çalıştırmışlar. Öbürü ne iş yaparsın? Kuyumcuyum. Götürmüşler sarrafın yanında çalıştırmışlar filan. Sıra Süleyman’a gelmiş. Ne iş yaparsın? İmamım demiş.
O ne ki? İşte yani Müslümanların din adamıyım. Müslümanlara dini anlatan kimseyim. Bu bizim bir işimize yaramaz. Ve biraz da tahkir etmek için. Hakaret kastıyla Süleyman’a demişler ki sen domuz çobanı ol. Sarayın domuzlarını git. Çaresiz kabul etmiş Süleyman. Almış domuzları güdermiş. Bakar, eder, ilgilenir. Domuz necistir. Etin yenmesi haramdır. Ama öyle bir iklim, öyle bir şart, sen bunu yap dedikleri vakitte Süleyman, hayır ben onu yapamam falan deme hakkı yok. Güdüyor domuzları. Bir Kur’ân-ı Kerim’i varmış. Açar domuzları salarmış dağ başında. Oturur. O Kur’ân-ı Kerim’ine okurmuş kendi kendine. İbadetiyle meşgul olur. Kralın kızı bir gün işte arkadaşlarıyla beraber ava çıkmış. Süleyman bir köşede oturmuş Kur’ân okuyor. Kızcağız.
Oradan geçerken sesi işitmiş. Sesi işitince şöyle bir dikkat kesilmiş. Şimdi bu hadiseyi kendisinden dinlediğimiz merhum sahaflar şeyhi Muzaffer Ocak Efendi Hazretleri derdi ki iki şey, ilk defa duyanın çok fazla nazar dikkatini celbeder. Nedir o? Bir, Kur’ân-ı Kerim. Ki Allah kelamıdır. İki, Muhammed ismi şerifi aleyhissalatü vesselam.
Yani bir kafir memleketinde birisi otursa bir yerde birden bir Kur’ân okusayınca döner bakarlar. Ya da diyor öyle bir memlekette dönsem ve desen ki Muhammed aleyhissalatü vesselam dönerler bakarlar. Kendisi kafir ama ruhu Mahbub-ü Hüdâ’dan haberdar. Kendisi haberdar olmasa bile döner bakarlar. O kızcağız şöyle bir dikkat kesilmiş Süleyman’ın okuduğu Kur’ân-ı Kerim’e. Çok etkilenmiş. Saraya varmış. Gece yatıp uyumuş.
Rüyasında mahşer meydanını görmüş. Böyle bir kalabalık. İnsanlar koşuşturuyor. Herkes bir derde düşmüş perişan halde işini halletmeye çalışıyor. Ve orada yüksekçe bir taht üzerinde oturan ben beyaz yüzlü, nurani bir zat-ı şerif. İnsanlar koşup ona bir şeyler söylüyorlar. O şefaat ediyor kimisine. Onun şefaat ettiği cennetliklerden oluyor. Etmediği cehenneme gidiyor filan.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i görüyor kızcağız şu yadı. Şefaat makamında makamı Mahmud’daki Allah Resulünü görüyor. Koşmuş. Demiş ki ben de gideyim ve bu insanların istediği şeyi ondan isteyeyim. Belki ben de kurtulanlardan olurum. Yaklaşmış. Demiş efendim bana da şefaat eder misiniz? Efendimiz aleyhisselatü vesselâm bakmış kralın kızına. Sen demiş benim dinimden değilsin. Ben sana şefaat edemem. Ama işte efendim ben bilmiyorum sizin dininiz nedir, siz kimsiniz?
Ben demiş Muhammed Mustafa’yım aleyhisselatü vesselâm. Son dinin peygamberiyim. Senin peygamberinin müjdelediği kişiyim. Kız ben demiş hani Hristiyan bir memlekette büyüdüm. Bana sizden bahsetmediler, etmediler falan. Efendimiz aleyhisselatü vesselâm buyurmuş ki Tomuz Çaban’ın Süleyman yok mu? Ona git, o sana İslam’ı öğretsin. Kızcağız şimdi sabah kalkmış. Kalkınca gördüğü dünyanın tesirinde.
O mahşer nasıl bir ortamdır, nasıl bir iklimdir artık bilmiyoruz. Mahşeri bir şekilde rüyada görenler sahabe efendilerimizden olmuş radıyallahu anhümajmain. Mahşer rüyada gören gece yatıyor, sakallar simsiyah. Rüyasında mahşeri görüyor, din gününü görüyor. Sabah kalkıyor, sakal bembeyaz olmuş. Muzaffer Efendi Hazretleri öyle dedi. Tık tık tık tık tık tık tık. Bembeyaz olur saç sakal. Nasıl? Gecesi yattı. Olur o anın dekşetinden, o anın halinden.
Kızcağız da rüyada görünce çok tesirinde kalmış rüyanın. Sabah olmuş, kalkmış, varmış domuz çobanı Süleyman’ın yanına. Demiş ki vaziyet böyle böyle. Ben bir rüya gördüm. Bana dendi ki sen bana İslam’ı anlatacaksın. Vallahi Süleyman bakmış, gel demiş. Aynı rüya bana da gösterildi. Bana da sana İslam’ı tebliğ etmem emredildi. Böyledir. Bazı şeylerin sağlamasını da yaparlar manada. Ona derler ki git öğren. Ötekine derler ki gelecek öğret. Emir sabit olur. Şüpheye mahal bırakmaz. Süleyman kızcağızla İslam’ı anlatmaya başlamış. Kelime-i şahadeti anlatmış, namazı öğretmiş, oruçtan bahsetmiş, zekattan bahsetmiş, hacdan bahsetmiş, iyilikten. İslam’ı o şartların el verdiği nispette kıza tebliğ etmiş. Kız da yaşamaya başlamış. Elinden gelmiş ama gizli saklı. Kıydaköşede namazını kılıyor. İbadetini kıydaköşede yapıyor. Kur’an okumayı öğrenmiş hafiften.
Kimseye göstermeyecek yerlerde Kur’an okuyor filan. Günler böyle geçerken kızı birisiyle evlendirecek olmuşlar. Fakat kız istemiyor. Kafire varmak istemiyor. Dertlenmiş de. Ben gider bir kafirle evlendirsem, dinimi yaşayamam endişe içerisinde. Rüyasını Resul-i Ekrem Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir kez daha teşrif etmiş. Kızcağız yakarmış rüyada kralın kızı. Demiş ki Ya Resulallah,
ben şu lezzeti aldıktan sonra bir daha zorda darda kalmak istemiyorum. Beni evlendirecekler bir kafirle. Beni yanına al. Resul-i Ekrem Efendimiz aleyhisselatü vesselam da olur demiş. Seni yanıma alacağım. Bir gün ömrüm var. Kız sevinmiş. Aynı Fatıma validemizin radiyallahu anh’a sevinci gibi. Hani Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem âlem-i cemali teşrifinden az bir zaman önce Fatıma validemizi yanına çağırır, kulağına bir şey söyler, annemiz mahzun olur.
Bir şey daha söyler, annemiz tebessüm eder. Ne söyledi Allah Resulü? İlk söylediği, kızım ben gidiyorum. Vade tamam oldu. Annemiz çok üzülmüş. Sevindiği ne? Yakınlarımdan bana ilk kavuşacak olan sensin. Öleceğinin haberini duyunca sevinen bir Hazreti Fatıma. Aynı onun gibi kızcağızla bir gün ömrü kaldığını duyunca sevinmiş. Sevinç içerisinde. Ertesi sabah domuz çobanı Süleyman’ı bulmuş. Yanına varmış. Demiş ki vaziyet böyle, böyle, böyle.
Ben gidiyorum. Hakkına helal et. Bir de senden bir ricam var. Ben öldüğüm vakit bir vaziyet bırakacağım. Vaziyet, işte baba ruhumun toprak altında rahat etmesi için Müslüman esirlerden yüz tanesini azad et. Diyeceğim, orada senin de ismini zikredeceğim. Sen de azad edilenlerden olacaksın. Bu da benim sana teşekkürümün küçük bir nişanesi olsun. Fakat senden bir ricam var. Seni serbest bıraktıklarında hemen gitme. Bir kırk gün daha buralarda kal. O niye? Bizi demiş altınımızla, mücevherimizle, kıyafetimizle öylece gömerler. Kırk gün sonra gel. Çünkü kırk gün içerisinde papazlar gelecek, benim başımda incil okuyacaklar filan. Kırk gün böyle devam edecek bir adetimiz var. Sen kırk gün bekle, kırkıncı gün gel. Benim kabrimi kaz. O bana taktıkları mücevherleri, altınları vesaireyi, elmasları, pırlantaları al. Onlarla benim adıma İslam diyarında bir cami yaptır. Hay hay demiş Süleyman.
Hakikaten rüyadaki tebşi rahat yerini bulmuş. Emr-i Hak vaki olmuş. Kızcağız ertesi gün vefat etmiş. Vefat edince bakıyorlar bir vasiyeti var. Babasına götürmüşler. Kral vasiyete bakmış. Babacım işte benim rahat etmemi istiyorsan Müslüman esirlerden yüz tanesini serbest bırak. Bu insanlık içinde iyi bir şeydir. Böyle yap bir güzellik. Yap bir güzellik. Yap bir güzellik demiş. Tabi orada domuz çobanı Süleyman’ın da ismini zikrediyor.
Kral kızının vasiyetidir diyerek Müslüman esirlerden yüzünü serbest bırakmış. Süleyman da serbest bırakmış. Süleyman 40 gün aynen kavilleştikleri gibi oralarda oyalanmış. Hemen dönmemiş memleketine. 40 gün oralarda oyalanmış. 40. gün gitmiş. Papazlar vesaire çekildikten sonra kızcağızın mezarını kazmış. Açıp mezarı baksa ki bir de ne görsün? Mezarda hocası yatıyor. İstanbul’da kendisine ilim öğreten hocası mezarda yatıyor.
Subhanallah. Demiş bu nasıl olur? Burası kral kızının mezarı. İstanbul’un nere? Hocam bunda bir iş var. Hemen toparlanmış kalkmış gelmiş İstanbul’a. Sorup soruşturmuş. Aradan geçen zaman hoca göçmüş dünyada. Hocamın mezarı nerede diyor. Diyorlar ki işte Ayvansaray’da. Şurada filan. Ha tamam. Böyle bir gece vakti olunca gitmiş. Hocasının mezarını açıp baksa ki kralın kızı o mezarda yatıyor. Üstünde aynen dediği gibi mücevherleri, pırlantaları, altınları filan. O altınları mücevherleri almış. Mezarı güzelce kapatmış. Ama içine de bir dert düşmüş. Ya bu adam elli sene boyunca Kur’an okuttu. İlim öğretti. Ders anlattı. Ne oldu ki onu o Hristiyan mezarına gömdüler? Hadi bu kızın buradan kalkıp gelip Müslüman mezarına. Böyle şeyler olurmuş. Adam ki imansız ama Müslüman mezarlığına gömülecek. Oraya okunacak fatialardan nasip olacak.
Takdîr-i hüdâ, Mevla nasıl yapar keyfiyetini bilmeyiz ama yapar. Onu oradan kaldırır. Fâtiha’sız bir mezarla koyarmış. Açıp kim bakacak toprağın altına? Ama birisi var iman sahibi. Fakat kefere mezarlığına gömülecek. Ne Fâtiha okuyan olacak ne birisi. Onu da oradan alırlar getirirler. Müslümanın mezarlarına koyarlarmış. Toprağın altında genel okunan Fâtiha ona da hediye olarak gitsin diye. Şimdi adamcağız bunu biliyor. Bu kız burada da acaba hoca niye orada? Bunu merak ediyor. Bu adam alim bir adamdı. Talebe yetiştirirdi, Kur’an okurdu. İbadetinde taat… Buna bir iş var demiş. Ertesi sabah kalkmış, hocasının evine gitmiş. Hacı anne kapıyı açmış. Selamun aleyküm hacı anne. Ve aleyküm selam evladım. Başınız sağ olsun. Allah rahmet etsin. Allah razı olsun yavrum. Bir şey soracağım demiş. Hocamın ibadetinde, taatinde falan böyle bir şey var mıydı? Bir eksiklik yapmadığı, ne bileyim azıcık safsakladığı bir bir şey. Yok demiş evlatcığım hani abdestini alırdı. Beş vakit namazına riayet kardı. Ramazan gelince orucunu tutardı. Zekatını verirdi. İbadet, taat, memurat manasına ne varsa onu yapardı. Menhiyat, hani bir günahı, bilmediğimiz bir şey falan. Yok demiş, orada da gayet dikkatliydi falan. Sen niye soruyorsun? Bir merak ettim de hani onun için baktım bir bir şey vardı demiş. Belki o… Hayır olsun ne vardı? Bizim efendi demiş. Bazen böyle şaka yollu filan husus ile laf ederdi. Nasıl laf ederdi hacı anne?
Yani derdi ki hani bu bütün vücudu böyle yıkamanın ne alemi var? Bunu aklımla izah edemiyorum derdi. Bu böyle akla gelecek, akla sığacak bir şey değil. Bir sepet elması olsa insan içinden bir tanesi çamura düşse sepetin tamamını mı yıkar? O bir tane yıkadın mı? Temizlendi. Bu sür böyle bir şey yani aklıma hayatmıyor falan der. Öyle deyince Süleyman anlamış mevzuyu. Allah’ın emrettiği meselelerden birisiyle alakalı.
Böyle bir acaba, böyle bir ya öyle de olur mu? Böyle de olmaz mı? Acaba bunun niyesi ne? Acaba bu nasıl akılla izah edilebilir falan? İşte bu tereddütler bunlar… Allah korusun insanın dünyadan imansız göçmesine sebep olun. Bu çok çok çok önemli bir şey. Diyorlar ki son nefeste imansız göçmekten korkmayan kişinin son nefeste imansız göçmesinden korkulur. Beynel khawf ve rıcaa korku ve ümit arası. İşte bu demek. Acaba son nefeste benim halim ne olacak? İnsanın böyle bir endişesi olursa, bu endişe onu son nefese hazırlık yapmaya sevk eder. Ve bu endişe son nefeste imanla gitmek için insan adına fiili bir dua gibi olur. Rahatız babacım çözdük biz bu işleri. Son nefeste ben imanla gitmeyeceğim de kim imanla gidecek? Rahatlığı içinde olanın da Allah muhafaza.
Son nefeste imansız gitmesinden endişe edilir buyurulmuş. Hazırlık yapmak lazım. Yine Muzaffer Efendi Hazretleri bir Fatiha vesile olsun. Çok andı kadını. Üç oldu bu defa. Bazıları da diyor ki bir adam varmış. Elini açar sürekli dua edemiyor. Ya Rabbi bana nasip eyle ben Medine’de öleyim. Yani civarı Resulullah da defnedilmek istiyor. Duası bu. Onun bu halini gören birisi demiş ki
Medine’de ölmeye çalışma. Medine’ye layık olmaya çalış. Yani kendin için kabir hazırlama. Kabre kendine hazırla. Ves selam. Mevla kabre kendini hazırlayanlardan, Medine’yi münevvere’nin sultanına layık olmaya çalışanlardan, son nefeste imansız gitmek endişesini muhafaza ettiği için son nefeste imanla gidenlerden olmayı cümlemize nasip etsin.
Eyvallah.
İlk Yorumu Siz Yapın