"Enter"a basıp içeriğe geçin

Dağcıların korkunç ölümü: CIA ajanları mı, uzaylılar mı?

Dağcıların korkunç ölümü: CIA ajanları mı, uzaylılar mı?

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=9gXa_y3oz24.

Oraya giden bir daha geri dönemedi. 1978’den beri o eve kimse uğramadı. Evet bunlar korku filmi klişeleri gibi gelebilir. Ama 1959’da bir grup dağcı genç bu cümleleri gerçekten duydu. Sonrasında başlarına gelenlerse herkesi dehşete düşürdü. Her şey bir grup dağcı gencin heyecanlı yolculuğuyla başladı. Ural Politeknik Enstitüsü’nden 10 kişilik bir öğrenci ekibi Ural Dağları’nın kuzeyine bir keşif için yola koyuldu. Hedefleri Otor Tendrana ulaşmaktı. Ölümlerine gittiklerini bilmeden 23 Ocak 1959’da yataklı bir trenle yolculuklarına başladılar. 8 erkek 2 kadından oluşan bir dağcı grubuydu bu. Biri hariç tamamı 20-24 yaşları arasındaydı. En büyükleri olan 38 yaşındaki spor eğitimini Sam Yonza 2. Dünya Savaşı’nda yer almıştı. Maceralarını unutmamak adına fotoğraflar çekiyor, yaşadıklarını gördüklerini günlüklerine yazıyorlardı. Son mektuplarını küçük bir yerleşim olan Müzay’daki postaneden gönderdiler. Geceyi de orada geçirdikten sonra bir kamyonla 41. yerleşimi adlı bir kamp alanına vardılar. Günlüklerindeki notlara göre öğrenciler oduncularla sıcak bir sobanın etrafında sohbet etmekten ve sevdikleri filmler hakkında konuşmaktan büyük keyif almıştı. O gecenin bir yatakta uyudukları son gece olduğundan habersizlerdi. Sonraki gün sırt çantalarını yüklenip vadide bölgedeki yerli Mansi halkının avlanırken kullandığı patikaları takip ederek yürümeye devam ettiler.
Bu arada bölgedeki Mansi halkı rengeyikleriyle iç içe bir yaşam sürüyordu. Gruba rotalarının onları ölüme götüreceğini ve o dağlara çıkanların bir daha geri dönmediklerini söylediler. Ancak gençler bunun geleneksel bir şaman inancı olduğunu düşünerek fazla itibar göstermediler. Fakat yol içlerinden birinin geziyi yarıda bırakıp dönmesine neden olacak kadar zorluydu. Yura Yüdin’in siyatik sinirleri daha fazla yürümesine izin vermedi ve Yüdin eşyalarını grubun diğer üyelerine dağıtıp evine geri döndü.
Bu duruma çok üzülmüştü ama bu sayede hayatının kurtulacağı aklına gelmezdi tabii ki. Yüdin gruptan ayrıldıktan sonra gençler yola devam etti. Bu arada 1950’lerde bölgede yaşayanlar yalnızca Mansiler değildi. Bir zamanlar Uralların kuzeyinde bir gulak yani çalışma kampı vardı. 30 bin mahkum orada yol yapıyor, ağaç kesiyor ve derme çatma fabrikalarla çalışıyordu. Bu kamp ayrıca ülkede ki tüm gulaklar arasında en kötü şöhrete sahip olanlardan biriydi. İçerideki tüm kötü koşullara rağmen kaçmayı başarabilenlerin sayısı oldukça azdı. Çünkü bölge çok izole ve iklimi çok serpti. Bu ortamda ekip Ölüm Dağı’nın eteklerine ulaşmayı başardı. Dört bir yandan esen rüzgar yüzlerini acıtıyor ve bulutlar ansızın alçalarak görüşlerini zorlaştırıyordu. Ama onlar deneyimli dağcılardı. Bunların olacağını zaten biliyorlardı. 1 Şubat günü çadırlarına böyle bir noktaya kurmaya karar vermişlerdi. Bölgedeki rehberler bu durumu belki de bu kadar yukarı tırmandıktan sonra tekrar aşağı inerek yolu kaybetmek istememişlerdi diyerek açıklıyordu. Gezinin 3 hapla sürmesi planlanıyordu. Grubun önderi olan Igor 12 Şubat’ta geziyi tamamladıktan sonra şehirdeki bir spor kulübüne mesaj gönderme sözü vermişti. Mesaj gelmediğinde başka kimse paniğe kapılmadı. Daha önce de kötü hava şartları nedeniyle geç döndükleri olmuştu. Fakat 20 Şubat’ta aileler endişelerine daha fazla karşı koyamayarak yetkililere haber verdi. Üniversite gönüllü öğrencilerden oluşan bir arama ekibini bölgeye gönderdi.
Kayıp öğrencileri aramak için küçük ekiplere ayrılan gönüllüler yola çıktı. Bölgeye ulaştıklarında çadırın hemen dışında 8-9 kişinin ayak izlerini gördüler. Bunların bir kısmı çıplak ayaklı, bir kısmı çorap giymiş, bir kısmı da sadece bir ayağında bot olan kişilere aitti. 5-10 metre süren bu ayak izleri ansızın yok oluyordu. Öğrencileri korkunç soğukta yarı çıplak bir şekilde karın ortasına çıkaran şeyin ne olduğunu herkes merak ediyordu. 27 Şubat’ta arama grubundakilerle birlikte ilk cesetleri buldular. Bir sedir ağacına yaklaşırken 20 metre ötede kahverengi bir nokta gördüler. Yaklaştıkça orada iki ceset olduğu anlaşıldı. Elleri kırmızı kahverengi arası bir renge bürülmüştü. Diğer cesette parmak eklemlerinden birini kendi ağzıyla parçalamıştı. İki adam da iç çamaşırlarıyla ölmüştü. Ağaca daha yakın bir noktada bir kamp ateşi buldular. Sanki biri ağacın alt dallarına tırmanarak dalları yakacak olarak kullanmaya çalışmıştı. Sonra ekip lideri Igor bulundu. Üzerinde kıyafetleri vardı ama ayakkabıları yoktu.
Yüz üstü yere yatmış bir huş ağacı dallarına sarılmıştı. Biraz yakınlarda da Zinaide Kolmogorova’nın cesedi vardı. Can havliyle çadırın olduğu tepeye doğru geri tırmanmak ister gibi bir pozisyonda kalmıştı. Gövdesinin sağ tarafında uzunca bir kızarıklık vardı. Bir cop veya sopayla vurulmuş gibiydi. Uzmanlar öğrencilerin ölüm nedeninin kayıtlara hipotermi ve donlu olarak girdiğini, fakat diğer cesetlerde soğukla açıklanamayacak yaralar bulunduğunu anlatıyordu. Onlardan biri grubun en utangacı ve uzun mesafe koşucusu olan Rüstem’di. 5 Mart’ta kafasında bir kırıkla bulundu. Üzerinde diğerlerine göre daha fazla kıyafet vardı. Uzun kollu bir içlik, süveter, pantolon, dört çift çorap ve sağ ayağında keçebot vardı. Saati 8.45’te durmuştu. Olayın gizemi diğer dört cesedin 3 ay kadar sonra, Mayıs’ta karların erimesiyle bir koyakta bulunmasıyla daha da arttı. Sıza gün döneminde baskıya maruz kalan bir Fransız komünistin oğlu olan Nikola’nın kafa tası çatlamıştı. Moskola’daki gizli bir enstitüde çalışan nükleer fizik öğrencisi Aleksandr’ın kulağının arkasında bir yara vardı ve boynu ters dönmüştü. Genç komünist Yudmila ve grubun en yaşlı üyesi Semyon’un ise birden fazla kaburgası kırılmıştı. Kafatasının sağ tarafında açık bir yere vardı ve kemiği görünüyordu. İkisinin de gözleri çıkarılmıştı ve Yudmila’nın dili yoktu. İlerleyen dönemlerde öğrencilerin ailelerine, gerçeği asla öğrenemeyeceksiniz. Bu yüzden soru sormayı bırakın demildiği öğrenildi.
İçlerinden birinin Türk kardeşi, ne yapabilirdik unutmayın o günlerde çeneni kapatmanız söylenirse susardınız demişti. Öğrencilerin bedenlerinde garip yaralar bulunması nedeniyle kimse donarak öldüklerini inanmadı ve bu ölümlerin sorumlusunun kim olduğu sorgulanmaya başlandı. Ölümlerinden hemen sonra gözler ilk olarak bölgede yaşayan Mansi halkına çevrildi. Rusya’da yaşayan 45 yerli halktan biri olan Mansiler, yüzlerce yıl boyunca avlanarak, balık tutarak ve rengi yiyiş obanlığı yaparak hayatta kalmıştı.
Sovyet yetkililer, tüm uğraşlarına rağmen onlara dair bir delil bulamadı. Bunun üzerine bir kez daha helikopterlerine atlayıp Mansi köyüne gittiler ama bu kez yardım istemek için. Mansilerden bir korucu olan Valeri, bizimkiler sayesinde Mayıs ayında kalan 4 kişiyi buldular diyordu. Bir Mansi avcısı, Yudmila’nın kıyafetinden kopmuş bazı parçaları gördükten sonra ekip, izleri takip ederek cesetlerin yer aldığı koyağı bulmuştu. Mansilerin olaydaki roli hakkında hala şüpheler var. 2015’de yayımlanan bir kitap, Mansi avcıların şamar ritüellerinde kullanılan mantarlardan yiyip halüsinatif etki altında olduklarını, öğrencilerin kutsal Mansi topraklarına girdiklerini görünce çıldırmışcasın saldırıklarını iddia ediyordu. Korucu Valeri bu tür teorilerin gerçeği yansıtmadığını söylüyor. Halkımızdan biri suç işlemiş olsaydı hepimizi cezaevine atarlardı. Çünkü o zamanlar herkes daha zalimdi. O günlerde insanlar dava veya soruşturma bile olmadan ölüm mangası tarafından infaz ediyordu dedi. Paranormal teoriler yıllardır insanların en çok ilgisini çekenlerin başında geliyor. UFO saldırısı, hayalet veya başka doğaüstü yaratıkların bir anda çadırın içinde belirmesi Getty saldırısı gibi. Bu görüşleri savunanlar gençlerin o dondurucu soğukta üzerlerini doğru düzgün giyinmeden dışarı kaçmalarının, ormana doğru koşmalarının ve bunu yaparken de çadırı can havliyle içeriden yırtmalarının başka bir açıklaması olamayacağını söylüyor.
Onlara göre ancak doğaüstü ve son derece korkutucu bir güç bu deneyimi dağcılara böyle bir akıl tutulması yaşatmış olabilir. Gel gelelim akıl tutulması yaşadıkları konusunda tam olarak emin değiliz. Nitekim bir noktada durup ateş yakmaya çalıştıklarına dair izler hala mantıklı düşünebildiklerini gösteriyor. Mansikorucu Valeri dağın adının oraya gitme anlamı taşıdığını da reddetti. Gerçek anlamının sert rüzgarlara sahip dağ olduğunu söylüyordu. Valeri mistik hikayelerin trajedenin etrafındaki gizemi artırmak için birinin uydurduğunu düşünüyordu.
Annesi Sankaysa Şubat 1959’da bir akşam olun toplarken gökyüzünde sıra dışı bir şeyler gördüğünü söylüyordu. Bu belki de bir kuyruklu yıldızdı. Ama öyleyse bile Mansiler bu yıldızın kötü şans getireceğine zaten inanıyordu. Bunun dışında bölgenin yerleri olan Mansilerin bu gruba saldırdığını düşünenler hala var. Ancak bu teori de pek akla yatmıyor. Çünkü kamp kurdukları bölgede veya çevrede kendilerinden başka insanların izlerine rastlanmadı. Bir diğer teori ise çığ düşmesi. Ama arama ekipleri çadırı ulaştıklarında direklerinin olduğu gibi durduğunu gördüler. Ayrıca olaydan bu yana bölgeye yüzden fazla keşif gezisi düzenlendi ve hiçbiri çığ yaratabileceği koşullar bildirmedi. Son yıllardaysa Rus medyası daha akla yatsın ve aynı zamanda ürkütücü bir teoriye yoğunlaştı. Bunun bir cinayet olduğu teorisi. Grubun en yaşlı üyesi Semyon 2. Dünya Savaşı gazisiydi. Çok sayıda Alman askerini öldürmüş, madalya sahibi bir komandoydu. Dahası bir dönem KGB’ye de çalışmıştı.
Gruba katıldığında adını, yaşını ve mesleğini dahi farklı söyleyerek gençlerin dikkatini çekmemeyi başardı. Gruptaki çocukların yaramazlık yapmasını önlemek için devletin grubun başında gönderdiği bir bekçiydi. Zira kan protosu tehlikeliydi. Sovyet Rusya’nın nükleer denemeler yaptığı bir askeri üsse fazlasıyla yakın olacaklardı. 1 Şubat 1959 sabahı grup üyesi gençler neşeyle Ölüm Dağı’na doğru yürüyüşe devam ediyorken bir grupla karşılaştılar.
Gülüşmeler, sohbetler havada uçuşurken SEMYON fazlasıyla şüpheciydi. Karşılaştıkları grubun yakındaki çalışma kampından kaçan bir çete olduğunu düşünüyordu. Fazlasıyla samimi sohbet havası devam ederken kaşla göz arasında hatıra fotoğrafı bahanesiyle fotoğraf da çekildi. Bu noktada SEMYON’un fotoğraf makinesine el koyulması detayını ekleyelim. Oysaki hakikat SEMYON’un düşündüğünden çok daha korkutucuydu. Karşılaştıkları grup bölgedeki askeri üslü gözetleyen CIA ajanı Ruslardan başkası değildi. Ve dahası SEMYON’un bir KGB muhbiri olduğunu ve onları fotoğraflamasının esas sebebini anlamışlardı. Tüm bunlar olurken maceracı gençlerin dünyadan haberi yoktu. İki grup ayrıldı, daha doğrusu ayrıldığını sandı. CIA casusları bu grup sebebiyle yakayı ele vereceklerine eminlerdi. Henüz kimseye ihbar edilmeden bu gençleri ve esas eleman SEMYON’u ortadan kaldırmaya karar verdiler. İz bırakmamak için ekibin ayak izlerinden gittiler. Akşam gençler her şeyden habersiz uykuya hazırlanırken veya uyurken etrafları sarıldı ve saldırı başladı. Igor Dyatlov ve arkadaşları saldırıya uğramanın ve silah sesinin şokuyla kendilerini dışarı attı. Ekip üyeleri adeta sürü psikolojisiyle hareket ediyordu. Genç çocuklar zifiri karanlıkta diz boyu kar içinde eksi 30 derece havada koşuyordu. SEMYON silahının dondurucu havada tutukluk edeceğini bildiğinden o da çaresizdi. Kimileri sopalarla darp edilerek, kimileri ise ajanlardan kaçmaya çalışırken donarak can verdi.
Bu, son yıllarda Rus medyasının üzerine en çok yoğunlaştığı teori. Ama bir de tüm dünyanın en çok inandığı nükleer silah denemeleri teorisi var. Bu görüşe göre de gençler, Sovyetlerin nükleer silah denemeleri yaptığı alandaydı ve görmemeleri gereken şeyler gördüler. Bu yüzden de gizem süsü verilerek ortadan kaldırıldılar. Üzerlerindeki radyasyon bu teoriyi diğerlerine göre daha açıklanabilir kılıyordu.
Ama yine de hiçbir görüş tam anlamıyla kanıtlanamadı ve gençlerin ölümü bir sır perdesi arkasında kalmaya devam etti. Peki siz hangi teoriyi daha mantıklı buluyorsunuz? Yorumlarda tartışalım. Oraya giden bir daha geri dönemedi. 1978’den beri o eve kimse uğramadı.
Evet bunlar korku filmi klişeleri gibi gelebilir ama 1959’da bir grup dağcı genç bu cümleleri gerçekten duydu.
Sonrasında başlarına gelenlerse herkesi dehşete düşürdü.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir