"Enter"a basıp içeriğe geçin

Dağlara Saklanmış Sır Dolu Tapınak – SÜMELA MANASTIRI

Dağlara Saklanmış Sır Dolu Tapınak – SÜMELA MANASTIRI

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=5Yb_iW0bA-8.

Dağlara saklanmış görkemli bir tapınak, ikilimlere hükmeden bir durur. Kimileri için bir şato, kimileri için kayıp kutsal emanetlerin yuvası.
Osmanlı Sultanları orayı ziyaret etti. Hepsi hayran kaldı. Yeni keşfedilen gizli geçitler, bulunamayan hazineler ve bir rüyanın peşinden giden iki keşişin hikayesi. Burası neden vardı? İçeride neler yaşanmıştı ki gizli geçitler yapıldı. Zamanın eli bazen sadece merak uyandılar. İşte öyle bir yer. Zümela Manastırı. Bir manastır. Keşişlerin inzivaya çekildiği, kendilerini ibadete adadıkları ama içeride nelerin yaşandığını kimsenin tam olarak öğrenemediği bir manastır.
Nesillerdir dilden dile dolaşan efsaneye göre birbirini hiç tanımayan ve uzak coğrafyalarda yaşayan iki Hristiyan keşiş aynı anda rüyalarında İsa Peygamber’in annesi Meryem’i görür. Rüyada Meryem’in bebek İsa’yı kollarında tuttuğu ikona yani resim Zümela Manastırı’nın bugün olduğu yerdedir. Bunun üzerine hep birbirlerinden habersiz olarak deniz yoluyla Trabzon’a gelen keşişler orada karşılaşıp gördükleri rüyayı birbirlerine anlatır ve büyük şaşkınlık yaşarlar. Bu Tanrı’nın bir mucizesi olmalıydı. Meryem’in İsa’yı kollarında tuttuğu resim Hristiyanlık için büyük önem arz ediyor. Çünkü bu tasviri yapan kişi İncil’in dört bölümünden birini yazdığına inanılan Aziz Luca’dır.
Ve keşişler rüyada gördükleri maharaya gittiklerinden henüz çok zaman geçmeden resmi de bulur. Aslında ilk bulan onlar değildir. Çok daha önce yerliler bulmuştur. Yerliler bir tahta üzerine yapılmış bu resmi buldukları zaman önce parçalamaya çalışır. Fakat parçalayamazlar. Yakmaya çalışırlar ama ateş işinemez.
Su bu resmi götürmez. Onlar da bırakır ve giderler. Yine keşişlerin rüyasına Meryem Ana girer ve bana burada bir kilise yapın der. Bunun üzerine günümüz Sümele Manastırı’nı inşa etmeye koyulurlar. Her şey çok ilginç başlamıştır. Herkesten uzak bir dağın yamacına sert kayaları oyarak gözlerden ırak bir kilise yapmak kolay değildir.
Anlamlı da değildir. Ama Hristiyanlığın en sıra dışı yapılarından biri işte bu iki adamın elleriyle. İnancı göre rüyada gelen emirle günümüzden 1600-1700 yıl önce ortaya çıkar. Aslında ilk yapıldığı zamanlar sadece dağdaki mağaralara oyulmuş bir kiliseydi.
Ama kutsallığına duyulan inançla büyümeye başlayan Sümele zaman içerisinde Hristiyan dünyasının en önemli yapılarından birine dönüştü ve bir haç merkezi oldu. Bu inşa yapılırken çevredeki köylüler de çalıştı. Bir avuç insan sırtlarında taş taşıyarak önce oyukları doldurdular ki yukarıya kilise yapılabilsin. İnşa çalışmaları sürerken iki keşişten biri olan barnabasın ayağı kayar ve parmağı yaralanır. Fakat o anda beklenmedik bir şey olur. Yukarıdan damlayan su yaralı parmağı iyileştirmiştir. Belli ki bu su mübarektir ve oraya bir ayazma yapılır. Manastır çevresindeki suyun kutsal olduğuna yönelik inanç Müslümanlar tarafından da kabul görüyordu.
Akan verenin şifa getirdiğine inanılan suyu Türklerin Anadolu’ya gelişiyle daha da değer kazandı. Sarp kayalıkların arasına yapılmış bu manastıra sadece Hristiyanlar ilgi duymuyordu. Fatih Sultan Mehmet Trabzon’u aldığı zaman bu manastırı görmek istemiş, hayran kalmış ve manastıra özellik vermiştir. Yavuz Sultan Selim şehzadeliğinde buraya gelip altın şamdanlar hediye etmiş.
Kütüphanesine çeşitli kitaplar bağışlamıştır. Osmanlı Padişahları özellikle Sümele Manastırındaki rahiplere büyük önem veriyordu. Neredeyse bütün padişahlar hatırı sayılır bağışlarda bulunarak manastırın hazinesini büyütmüşlerdi. Ama en çok yardım ve desteği Sultan II. Abdülhamid’i yapmıştır. Abdülhamid’in bu manastıra verdiği topraklar sayesinde manastır çevresindeki 15 köyün sahibi olmuştur. Hadi şimdi bu kutsal evin içine girelim ve neler varmış bir bakalım. Uzun yıllar önce inançlı Hristiyanların usta parmakları tarafından duvarlara işlenmiş resimlerin bazılarını tanıtmak istiyorum. Bakın kilisenin ünlü fresklerinden biri. İsa’nın adı Karya Meryem’i. Meryem karnında İsa ile tasvir edilmiş. Dünyada hiçbir yere sığmayan Tanrı’yı karnına sığdıran Meryem anlamına geliyor. Şu anda ise Pantagorator İsa adıyla bilinen bir fresk görüyorsunuz. İsa peygamberinin parmaklarına dikkat ettiniz mi? Bu sadek başkahinin o olduğu, baba oğul ve kutsal ruh hükülemesinin tek bir Tanrı’da buluşmasını ve diğer iki parmağı da İsa’nın iki yönünü yani insan ve Tanrı oluşunu sembolize ediyor. Çevresinde ise ben dünyanın nuru ve ışığıyım yazıyor. Ben dünyanın nuru ve ışığıyım. Manastırdaki fresklerin bir çoğunun yüzü yok. Nedeni ise apayrı bir muamma. Uzun yıllar manastır çevresinde yaşayan halk bu fresklerin gözlerinin şifalı olduğuna inanmış ve gelip sökerek suda haşlayıp içmişler. Resimlerin bir kısmının yüzü bu nedenle yok. Diğerleri ise tarih eser kaçakçıları tarafından sökülüp alınmış.
Manastır bugünkü görünümüne 1366’lı yıllarda Trabzon İmparatorluğu Kralı 3. Alexus zamanında kavuşmuştur. Efsaneye göre ormanda av sırasında atından düşen kral baygın haldeyken bir kadın tarafından bulunur ve manastıra götürülerek tedavi edilir. O kadın İsa peygamberin annesi Meryemdir. Bu olay üzerine manastıra hayranlığı artan 3. Alexus çeşitli inşa ve yardım faaliyetleri başlatır. Kral 1361 yılında manastırın avlusunda güneş tutulmasını izlemiştir. Güneş tutulması büyük değişimlerin habercisi, iyi veya kötü alametlerin gerçekleşeceğinin ışığıdır.
O bunun farkında olmalı ki Türk beyleriyle iyi geçinmiş, iki kız kardeşini ve dört kızını Türkmen beyleriyle evlendirmiştir. Peki neden bu kadar ulaşılmaz zor bir yamaca bu manastır yapıldı? Neden şehrin merkezine değil de bir zamanlar insanoğlunun haberdar bile olmadığı dağların arasına? Aslında bu sorunun cevabı yine Hristiyanlığın temelinde yatıyor. Şehir merkezlerindeki kiliseler köylerde Hristiyanlığın yayılmasına hizmet edemiyordu. Bu görev merkezden çok uzak yerlere dini inzıva için çekilerek kendini inancına adamış ve dünya yaşamından kopmuş keşişlere düşüyordu.
Keşişler gittikleri yerlerde yapan arazilere küçük kiliseler kurarak köylü ve yolcuların buralarda ibadet etmesini ve paganların Hristiyanlaşmasını sağlıyordu. Yaşandığı rivayet edilen mucizeler de halk tarafından kutsaliyet atfedilmesine neden oluyordu. Kimi araştırmacıya göre bu manastırların böyle sapayerlere yapılmasının nedeni dinlerarası rekabet. Evet çünkü Hristiyanlıktan önceki pagan inanışlar tarafından genellikle dağların uç kısımlarına, yaban hayatın merkezine birkaç taşın dizilmesi ya da komplike olarak inşa edilmesiyle tapınaklar kurulmuştu. Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte paganlara ait olan bu küçüklü büyüklü tapınaklar değerini yitirmeye başlamış ve Hristiyanlık inancıyla birleşerek kiliselere dönüşmüştür.
Tıpkı tarihteki birçok örneği gibi insanların duvarlardaki freslerin şifalı olduğuna inanarak gözlerini kaynatıp içmesi, dilak havuzları, suların şifalı ve kutsal olduğuna inanılması gibi birçok mucize manastırın olduğu yerde önceleri bir pagan tapınağının varlığına işaret ediyor. Mucize dışında hiçbir gerçekle açıklanmayan neden manastır burada sorusunun cevabını belki bu şekilde vermiş oluyoruz. Ki bakılacak olursa hem Türkiye’de hem de Hristiyan dünyasının ortodoks coğrafyasında birçok Sumela benzeri manastırla karşılaşıyoruz. Ancak Sumela manastırı hem ihtişamı hem de Karadeniz’in zengin bitki örtüsüyle birleşince ayrı bir yer tutuyor.
Ayrıca Meryem Ana’nın burada bir kilise yapılmasını rüyada istediği inanışı da Sumela’yı değerli kılmaktan da öte ortodoks Hristiyanlar için bir haç merkezine dönüştürmüş. Tabii ki her güzel şeyin tarihi ihtişamlı yıllarla dolu olmuyor. Tarih 1914-1918.Trabzon’da Rus askerlerinin postalları inliyor.Şehir bombalar altında kalmış ve birçok sivil Ruslar tarafından katledilmiş. Sumela manastırı da Rus askerlerinin hedefleri arasında.Ama binanın kendisi değil,içindekiler.
Aziz Luka’nın çizdiği ve manastırın kurulmasındaki en temel neden olan İsa ve Meryem resmi,padişahların buraya gönderdiği hediyeler ve birçok değerli eşya bu tarihler arasında Rus askerleri tarafından maalesef götürülmüş. Rusların bu soygunu manastır kurulduğu günden beri başa gelen en kötü olaydı.Fakat daha kötüsünü rahitler kendi elleriyle hazırladı.
Sumela manastırı Anadolu’nun düşman işgaline uğramasıyla birlikte Karadeniz’de bağımsız bir Rum devleti kurma hayali kuran Kontusçuların önemli merkezlerinden birine dönüşmüştü. Manastırın çevresindeki onlarca köy zaten Hristiyan Rum köyüydü ve çeteleşerek Karadeniz’de şiddet furyası başlattılar.
Ancak Kuvayi Milliye Hareketi ve Mustafa Kemal Atatürk Önderliğinde kazanılan Kurtuluş Savaşı sonucunda Birinci Meclis Manastırın bu ihanetini unutmadı. 1924 yılında kapatıldı ve manastırda yaşayan raipler Anadolu’dan gönderildi.
1924 yılından 1953 yılına kadar manastır sadece avcıların ve çobanların konak yeri olarak kullanılan terk edilmiş bir yapıydı. 1953 yılında Menderes hükümetinin yaptığı anlaşmalarla Türkiye’ye gelen Amerikan askerleri manastıra resmi giriş yapan ilk turist oldular.
2010 yılında ise Hristiyanlarca Meryem Ana’nın göğe yükseliş günü olarak kabul edilen ve kutsal sayılan 15 Ağustos günü 88 yıl aradan sonra ilk ayin düzenlenmiş, ayini İstanbul Rum Ortadoks Patrik Aynısı Patriği Birinci Bartelomos yönetmiştir. Ve manastırda geçtiğimiz yıllarda ilginç bir şey oldu.
2015 yılında ziyarete kapatılarak 5 yıllık bir restorasyon çalışmasına başlandı. Bu sırada bir takım gizli geçitler olduğu keşfedildi. Gizli geçitlerin izlenmesiyle Hristiyanlarca kutsal olarak kabul edilen ibadet yeri olan bir şapel ortaya çıktı. Şapelin içerisinde bugüne kadar görülmemiş cennet ve cehennem ölüm ve yaşam tasfiri taşıyan freskler yer alıyordu. Neden bu kısma bir şapel yapıldığı ve gizli geçitle bağlandığı sorusunun cevabı tam olarak verilemese de bu bölümün manastırın en eski alını olabileceği, bunun da ötesinde daha farklı gizli geçitlerin bizleri başka şaşırtıcı odalara götürebileceği ihtimali üzerinde duruluyor. 2015 yılında başlayan restorasyon çalışması Türkiye’de yapılan en zorlu çalışmalardan biridir. 360 tonluk bir kayanın manastıra düşme ihtimali olduğu için öncelikle bu kaya sabitlendi. Bu iş profesyonellerin yaz kış demeden, soğuk sıcak demeden yoğun çabaları sayesinde yapılabildi. Bizim yürümekte bile zorlanacağımız koşullarda ağır ekipmanlarla dağlara tırmanarak can güvenliğimizi sağlamaya çalışan bütün ekibe teşekkürler.
Ayrıca restorasyon sırasında çile odaları da ortaya çıkarıldı. Bazıları o kadar dar ki iki kişi bile yan yana duramaz. Çile odalarında keşişlerin kendi günahlarından arınmak için bireysel dua seansları gerçekleştirdiği, töbe ve tefekkür ettikleri bazen de kendilerine acı çektirerek günahlarının bedelini ödedikleri düşünülüyor.
Sümele Manastırı. Deniz seviyesinden 1150 metre yükseklikte bir şato adasıyla iklimi ayakları altına alan kudretli tapınakta. Şu an dünyanın ve kadim insanların bize bir emaneti. Yılda 600 bin kadar turist alan gizem dolu sümele. Duvarları, freskleri yine bizler tarafından mahvedilmiş.
İnsanımız oraya isimlerini, küfürleri, aşklarını kazımış. Söylenecek söz yok. Belki ileride ülkemizi sevmek kadar güzelliklerimizi korumanın da önemli olduğunu anlayabilecek kıvama geliriz. O isimleri yazanlar bir gün ölecek. Duvarları kazıyanlar unutulup gidecek.
Ama Sümele Manastırı tüm ihtişamı ve görkemiyle kış aylarının beyazı, baharın yeşilini taşımaya devam edecek. Bu arada Sesli Kitap sevenler için müthiş bir kanal önermek istiyorum.
Umay Kubay isimli kanal seslendirdiği özenle seçilmiş hikaye ve kitaplarla müthiş keyif veriyor. Video açıklamasına bıraktığım linkten ya da buradan ulaşarak abone olabilirsiniz.
Keyif alacağınıza eminim. Görüşmek üzere.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir