"Enter"a basıp içeriğe geçin

Einstein’a Kafa Tutan Türk: Hüseyin Yılmaz Kimdir?

Linki kullanabilirsiniz https://youtu.be/omsnCnaOi3Y?list=PLYymg-mGtvJ7JT0C2HBXpiGUTCeDlwJlr” target=”_blank” rel=”noopener”>Einstein’a Kafa Tutan Türk: Hüseyin Yılmaz Kimdir? videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için tıklayınız. 

Bir kimsede azim olmazsa bilgisi ölüdür. Bilgiye yaşam veren azimdir demiş Göte. Hüseyin Yılmaz tam da bu sözün vücut bulmuş halidir aslında. Herkes gibi çıplak doğdu. Döneminde birçok kişi gibi yoksul bir ailenin ferdiydi. Ama içinde öyle bir şey vardı ki ancak bunu azimle gün yüzüne çıkarabilirdi. Hayatın ne kadar zorluklarla başladıysa da içindeki bilgiye ulaşma aşkı ve azmiyle bunu başardı. Türkiye’nin bir köşesinden Denizli’den çıkıp NASA’yla çalışmaya, Einstein’a kafa tutmaya kadar giden bir azimdi bu. Üniversitelerde okutulmasına, adını fizik kitaplarına yazdırmasına rağmen şu an o kadar da çok bilinmiyor. Biliyoruz her zaman bu tür konularda karşınıza çıkmıyoruz. Bizim de bu videoda sizlere Yılmaz’ı hatırlatmamıza ve onu daha çok kişiyle tanıştırmamıza vesile olan Cambly uygulaması. Bizzat kendimde kullandığım ve sevdiğim herkese önerdiğim bu uygulamayla hala tanışmadıysanız videonun açıklamasındaki linkten ücretsiz deneme dersinizi Vibio Cambly koduyla alabilirsiniz. Üstelik beğenirseniz ilk kullananlara özel bir indirim de olacak. Yurt dışına kurslara gerek kalmadan internet üzerinden ana dili İngilizce olan hocalardan aldığınız derslerle yabancı dilinizi geliştirebilirsiniz.

Cambly sponsorluğunda ülkemizde doğup yurt dışında parlayan güneşimiz Hüseyin Yılmaz. Sizlerle. Hüseyin Yılmaz 1926’da Denizli’de Acı Payem kasabasının Yumrutaş köyünde dünyaya ve yoksulluğa açtı gözlerini. Hem dönemin şartlarından hem de ailenin zaten yoksulluğundan gelen çifte zorlukla yaşadı hep hayatının ilk yıllarını. Aslında o zamanlar özellikle köylerde herhane aynı sorunlarla cebelleşiyordu. Ama o bunların hepsini aşacak bir özelliğe sahipti. Sahipte de hayat böyle işte rahatlığa varmadan önce ille de bir öyle yazdıracak seni. Öyle de oldu. 4 yaşında küçücük bir çocukken annesi Rukiye Hanım’ı kaybetti önce. 33-35 yılları arasında köyde 3 sınıflı bir okulda okumaya başladı. Başladı dediğimde eğitim hayatı başladı öyle okumayı falan çözemedi hemen. 4. ve 5. sınıfı okumak için köyden çıkıp Acı Payem’a gitti ve babasının tanıdığı olan bir fırıncının velisi olmasını istedi orada okula başlayabilmek için. Babası bu haberi alınca hemen Acı Payem’a gitti ve Hüseyin’i kolundan tutup köye geri getirdi. Çünkü zaten cılız bir çocuktu. Orada hasta olabilirdi. E bir de fakirlik. Olur muydu öyle çocuğunu başkasının üstüne yıkmak? Hüseyin Yılmaz köye dönünce okula da gidemedi ne kadar istese de. 10 yaşındayken köylerine ilk defa bir kamyon geldi. Tüm çocuklar çevresine toplanmıştı. Hepsi merakla kamyonu inceliyordu. Ama Hüseyin ayrı bir gözle incelemeye başladı. Önceden okul kitaplarında uçağı görmüştü ve onun pervaneleri olduğunu biliyordu. Acaba dedi rüzgar gücünü böyle bir araçta kullanabilir miyiz? Daha 10 yaşında bunu düşünmüş. Bir de üstelik o okula gitmediği dönemde rüzgar gücünü kullanacak olan 4 tekerlekli bir araç tasarlamıştı. Belki karşısına gelen zorluklar olmasaydı o araç öyle kalacak, Hüseyin de o dönem birçok çocuğun da olduğu gibi okula gitmeden bir şekilde hayatına devam edecekti. Ama her bir zorluk aslında onu okumaya teşvik etti. Son bir yaşında babası Hoca Abdurrahman vefat etti. Hüseyin ablası ve eniştesiyle yaşamaya başladı.

Okula gitmek istiyordu ama izin vermiyorlardı. Hatta yılda 2-3 kez evden kaçıp acı payama gitmeyi denemiş ama her seferinde kulağından çekile çekile köye geri getirilmiş. Yine böyle bir günün sonunda artık tok ediyor ve amcasının yanına kaçıyor. Çobanlığa başlaması ve bu vesileyle hayatının dönüm noktası bu oluyor. 12 yaşında köyde çobanlık yaparken bir grup öğretmen daha pikniğe gelir. Az ötede koyunları otlatan cılız çocuğu görürler ve ona yemek vermek isterler. Yanlarına çağırırlar, çayı kreem ederler. Öylece kısa ama etkili sohbetleri de başlar. Adın ne senin? Hüseyin. Kaç yaşındasın? 12. İyi bakalım Hüseyin, hadi bize bu gazeteyi oku. Öğretmenlerden biri yanlarında getirdikleri gazeteyi alır ve Hüseyin’e uzatır. Gazeteyi almaz. Zaten çekingen bir çocuktur ama nedeni bu değil. Okumayı bilmediği için elini bile uzatmaz gazeteye. 12 yaşında daha kendi dilinde okuma yazmayı bilmeyen çocuk bir şekilde bunu öğrendi. Yabancı dilde de bunu yapabilirsiniz ki birazdan ondan da bahsedeceğim. Zaten o dönem okuma yazma bilenlerin oranı da çok azdır. Hatta öğrenenlerin diploması bizzat vali tarafından verilir. Öğretmenler neden okuma bilmediğini sorunca onun hikayesini öğrenirler. Sohbet biraz daha ilerleyince de ne kadar zeki bir çocuk olduğunu fark edip ona yardım etmeye karar verirler. Denizli’de yatılı bir okul ayarlanır. Hüseyin hayatında ilk defa Denizli’ye gitmek için köyden ayrılacaktır. Ve o sadece halasıyla vedalaşır gitmeden önce. Halası beline bir kuşak bağlar yeğeninin. Yanına yolluk yemeğini verir ve diğer eline bir oğlak tutuşturur. Hüseyin elindeki bu oğlağı köy pazarında satıp ona yardım eden öğretmeniyle Denizli’ye giden bir kamyona biner. Sanki hayat bütün zorlukların üstesini örtmek ister cesne o öğretmenlerden sonra bir de karşısına yeni bir şans çıkarır. Bindikleri kamyonun sahibi Denizli’nin varlıklı iş adamı Ali Rıza Kaşıkçı’ya aittir. Fabrikası için acı payamdan un almaya gelmişlerdir. Şansa bak Kaşıkçı ailesinin çocukları olmaz. E kanada Hüseyin’e hemen ısınır ve der ki bırak okumayı seni evlat edineyim sana bakayım hatta gel fabrikada sana kağıt iplik vereyim. Ne kadar cazip bir tekliftir bu ama hayır der Hüseyin okuyamazsam kağıtip olurum.

Bu cevapla Ali Rıza Bey eğitimini üstlenmeye karar verir. Ve Einstein’a bile kafa tutmasına vesile olacak eğitim hayatı böylelikle gerçekten başlar. Lisede matematiğe merak sarar hatta yarışmalara katılır. Bu yarışmalardan birinde ona bir kitap hediye ederler ve bir gecede okuyup bitirir. Ertesi gün fen bilgis öğretmenine gidip kitapta bir eksiklik olduğunu söyler. Bu eksiklik Einstein’ın ünlü izafiyet teorisi hakkındadır. Teorinin önemli bir parçası kitapta gerçekten de yoktur. Öğretmen konuyu iti de kendi hocası olan fizik profesörüne iletir. Yanıt gecikmez. Hüseyin liseyi bitirince iti elektrik mühendisliğine gelsin. Eğitim masraflarını düşünmesin. Liseden mezun olduğu sırada daha üniversiteye gitmeden hemen önce Kaşıkçı’nın fabrikası büyük bir kaza atlattı. Tüm fabrika yandı ve Hüseyin Yılmaz daha mühendis bile değilken fabrikanın bütün elektrik tesisatını kendi yaptı. Yani onun yolu zaten belliydi. Resmen doğuştan gelen bir Allah vergisi yeteneği vardı. Üniversiteye başladığında birtakım çalışmalar yapar ama oradaki kimse bu çalışmalara anlam veremez. Hocalardan biri bu çalışmaları anlasa anlasa Amerika Boston’daki Masachüses Teknoloji Enstitüsü’nde görevli Prof. Dr. Morsanlar der ve çalışmaları yine mektup yoluyla ona gönderir. MIT bu çalışmayla sarsılır. Çünkü Hüseyin Yılmaz’dan 5 sene önce bir grup aynı çalışmayı yapmıştır ama onun tek başına bunu başarmasının olağanüstü bir şey olduğunu söylerler. Bu esnada iti de okurken Maxwell teorisinde bir ikililik olduğunu gösterip bitirme tezini bunun üzerine yapar. Çalışması Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’ne gönderilir. Sorbonne’dan da teklif gelir ancak Hüseyin Yılmaz şansını Amerika’da denemek ister. Köyünden bir elinde Sefertası, diğer elinde Oğulak’la çıkan Hüseyin’in şimdiki rotası Boston’dur. 1952’de iti de elektrik yüksek mühendisi olarak mezun olur ve ver elini MIT. Oraya gittiğinde doktor atezi için çalışacağı konu Prof. Mors tarafından belirlenmiştir ama Hüseyin Yılmaz İngilizce bilmez ve haliyle anlayamaz.

Write the Blackboard diyerek Kara Tahtaya Mors’un konuyu yazmasını ister ve birebir bunu kendi defterine geçirir. Bu olayın üzerinden sadece 3 ay geçtiğinde doktor atezi hazırdır bile. Bakın burası önemli. MIT’de bir tez ortalama 5 ile 9 yıl arasında bitiyor normalde. Bal reklamı gibi 3 yıl değil, 1 yıl değil sadece 3 ayda doktor atezini bitirir Hüseyin Yılmaz. Tabii bu kadar kısa sürede doktora diploması verilmeyeceğini söyleyip bir nevi sen 2 yıl daha takıl buralarda sonra gel diplomana al derler. Bu süre içinde dil sorununu da çözer. Tabii Amerika’da yaşadığı için bu o kadar da zor olmaz. Durmadan İngilizce konuşulan her derdini mutlaka İngilizce anlatmak zorunda kaldığın bir ortam. Ama şimdi bunu başarma olanağımız çoğumuzda yok. O yüzden her seferinde Cambly uygulamasını öneriyorum. Çünkü orada da konuşmak zorunda kaldığımız için bir şekilde beynimiz artık İngilizce düşünmeye başlıyor ve işimiz kolaylaşıyor. Tabii çok zorlananlar için anında çeviri sistemi de mevcut. Üstelik ders alıyormuş gibi değil. Gündelik hayattan bahsettiğiniz için sohbet ediyormuş gibi hissettiğinizden stres olmadan keyifle İngilizcenizi geliştiriyorsunuz. Denemek isteyenleri videonun açıklama kısmına alabiliriz.

Bu arada Morsun Araştırma Asistanı olarak akademik hayatına başlar ve 2 senenin ardından diplomasını alıp Princeton Üniversitesinde o zamanında kitapta açığını bulduğu Einstein’la çalışma fırsatı bulur. Birkaç yıl sonra bastığına geri döndüğünde çalışacağı yer bile belliydi. İcatları destekleyen ve bilgisayarlarla konuşma onlara komut verme projeleri yürüten bir firmada işe başladı. Sesle kumanda edilebilen bilgisayar 1960’ların başında ilk defa Hüseyin Yılmaz tarafından yazılır. Yani şimdinin sirisi Bixby’sinin temeli Yılmaz tarafından atılmıştır. Hatta sonra NASA ile de çalıştı. Astronotların uzay gemilerini sesli komut vererek yönetebilmesi için konuşmaları kodlayan elektronik bir cihaz geliştirdi. Sadece Omo, bu cihaz aynı zamanda duyguma engelli çocuk ve yetişkinlerin konuşma yetilerini geliştirmek için de kullanıldı ve oldukça yol kat edildi bu sayede. Fizikle uğraşmayı da hiç bırakmadı bu arada. Sanki Einstein’a kafa tutuyordu. Onun fonksiyon teorisinde eksiklikler tespit etti. Mektupla bunları ona gönderdi ancak mektup Einstein’a ulaşamadan o hayatını kaybetmişti. Teoriği zamanın ünlü bilim dergilerinden birinde makale olarak yayınlamayı tercih etti. Ve bam! Türkiye’nin bir köşesinden çıkagelen adam bilim dünyasını böyle ikiye ayırdı. Kısaca, karadelik diye bir şey yoktur diyordu bu teorisinde. Einstein’ın izafiyet kuramına karşı Yılmaz’ın kütleçekim kuramı da literatüre girdi bu sayede.

Hala çalışmaları üniversitelerde okutulup analiz edilmeye devam ediyor. Hipotezi çürütülmüş değil. Ve bu hipotezi son nefesine kadar savunmaktan da hiç vazgeçmedi. Kendi şirketini de kurdu 1969’da. Algı teknolojileri şirketi. NASA ile çalışmalarına devam etti. Ve Amerikan devletinin pek çok kurumu için konuşma tanıma ve sesli konukla ilgili RG projeleri yaptı. Dünyanın birçok yerinde konferanslar verdi. Önce Türkiye’yi, sonra Amerika’yı açtı. 1965’te Boston’daki Northeastern Üniversitesinden aldığı Fahri profesörlüğü sonuna kadar hak etmişti. 70’lere gelindiğinde ise bilim için yapacağını yapmış, artık onun felsefesiyle ilgilenmeye başlamıştı. Ve bu sayede Japonya’da da saygın bir araştırmacı haline geldi. Konferanslar için oradan oraya koşarken bizim dahi türkümüz, bu konferanslardan birini izlemeye gelen Karen’la tanışıp evlenmişti. Onunla yaptıklarıyla gurur duyacak olan üç çocukları oldu. 27 Ocak 2013’te Amerika’da son nefesini verdiğinde, geride bilim dünyasına kattığı yenilikler, adını literatüre geçiren keşifleri, hala üzerinde çalışılan bir hipotez ve en çok da soyadının hakkını vererek yılmaması ile geçirdi, bu güzel hayat hikayesini bıraktı bizlere.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir