Linki kullanabilirsiniz https://youtu.be/V8_QvPj-3ec” target=”_blank” rel=”noopener”>EINSTEIN’IN TÜRKİYE’YE SIĞINMA TALEBİ | İLBER ORTAYLI İLE CAHİLLE SOHBETİ KESTİM videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için tıklayınız.
Hocam tarih tekerrürden mi ibarettir? Yok öyle şey olmaz yani o mümkün değil. Bunun karşısında söylenen bir şelaleden aynı su akmaz. Ya da Akansu tersine dönmez diye böyle bu Azerbaycanların lafı vardı, Diyalektik, Materializm tekrarı o kadar da değil ama belirli şartlarda belirlikler ortaya çıkabilir. Şimdi iki insan niye birbirine tesadüf eder? Aynı semtte çalışıyordur. Ya da belirli saatlerde işten çıkışları denk geliyordur. Bunun ikisinin gideceği lokanta, aşhane ya da gıda mağazası belirli yerlerdedir falan gibi bu tesadüf çok gider yayılır çizgisi.
Tarihte de benzer olaylar vardır. Yani insanın birbirini öldürmesi, bir takım adamların bir takımı öldürmesi. Tekerrürsün sizce tekerrürdür. Yani tutun ki bir haydut çetesi öbür haydut çetesini yok ediyor. Bu tekerrür mü? Onların örgütlenmesi, birbirlerini gırtlaklaması ve şekilleri hatta farklı şeylere dayanır. Farklı nedenlere dayanır. Peki şu teze katılıyor musunuz? Tarih sadece aptallar için tekerrürden ibarettir diyenler var mı? Evet, onu şeyciler söylüyor. Aşırı marxist, historik materialistler. Tavır şey. Doğru yani aptallar işte sinir bozucu bir tip bunlar. Siyasi bakımdan her zaman geçmişe mazi, yenmişe kuzu derler. Diyor ya onun gibi yani birileri birini yapar, devamlı yapar. Usul mü, ne yapacaksın falan demek yani. Bu bir zihniyettir, bir çok zararlı meskenet tarzıdır. Ona karşı çıkanlar böyle bir lafı söylüyorlar. Kızgınlıklarına hak vermek doğru. Türkiye’nin tarihine, yakın tarihine bakınca mütemadiyen belirli aralıklarla düzenli olarak ekonomik kriz çıktığını görüyor musunuz? Çıkar çünkü çok açık bir şey.
Krizin ne tekerrür etmesiyle hikaye yok. Aynı şekilde tekerrür etmiyor bir. İkincisi biz onun esaslarını iyi tespit etmiyoruz. Ettikçe bu görünüyor. Bütün mesele bu memlekette bir üretim yetersizliği var. Yani başkası gibi fazla çıkmak da belki yok ama aşırı şey mal ziyan edecek kadar bir üretim de belki görünmemiş bizde ama Türkiye’nin kaderi modern tarihte yani şu son 100 senede doğrudan doğruya yetersiz üretimdir. Bu çok açık. Yani imkanlar olduğu zaman da yine yetersiz eğitimden dolayı koşuşamıyorsun. İhracat krizleri, ithalat meseleleri falan. Bu evi yapının etrafında üretimin genişletilememesi, rasyonellestirilememesi, bunun esaslarının tespit edilememesi, tatbik edilememesi dolayısıyla bundan dolayı devamlı bir sıkıntı söz konusu. Yani döviz düştü ev fiyatları artıyor. Ev fiyatlarının artmasının bununla bir gerçek ilgisi var mı? Ev yok ortada çünkü. Ev yok. Başka bazı şeyleri örtüyor. Mesela Türkiye kolay bir geçim yolu buldu son 10 yıldır. Vatandaşlık satıyor. Çok ucuza satıyoruz. Ve etraftaki stüktür yani işte Suriye boşalıyor, İran’da günler malum, Irak’tan olduğu belli. Şimdi de Afganistan’a çıktı, çatlayan bir dünyanın sığınacak insanları sığınıyor bize. Ve sığınma mekanizmalarını, iltica mekanizmalarını, bunu hafifletmesini veya bunu durdurmasını veya kontrol etmesini beceremediğimiz için aşırı bir elejide tam tersine fırsat çık mevzuat hazırladığımız için böyle herkes buradan bir şey alıyor, bir şey çıkartıyor.
Kimse rekabet edemiyoruz. Bir göç vermişiz dışarı, o göçün getirdiği bir gelir var. Türkiye’ye artık dönmeyecek ve giderayak burada çok az oturacak, çok az uğrayacak bir nüfus her sene sayısız miktarda konu satıyor burada, arsa alıyor. Bunu biliyorsunuz yani 3,5 milyon Almanya’da var bilmem ne kadarı bunun Fransa’da var yakın yerlerde. Bunlar gelmeyecek buraya yani çok azı dönecek bunun, kalıyor orada adam. Gelen nesiller orayı benimsiyor. Onu bırakın, yazın tatiline geliyordu köyüne müyüne bu da azalmaya başladı artık. Yani bundan sonra hiçbir şekilde kendi köyüne, babasının köyüne veya bir yerde yaptırdığı eve yerleşmeden Ege kıyılarında tatil yapan bir nüfus türedi. Şimdi siz böyle bir memlekette dışarı hala ev satmaya bakarsanız bu bir rasyonel bir şeydir. Tevdiatta rasyonelite yoktur. Binaenaleyh ev bulunmaz çok açık. Buna vergileme sistemi girer. Niçin dış göçün, dıştan Türkiye’ye gelen göçün burada arsa ve ev sahibi olmasını teşvik ediyoruz. Yani bu anlaşılır bir şey değil. Türkiye’de çok mu bolluk var? Yani bazı yerlerimiz dışarıdan nüfusun gelip yerleştirmesine muhtaç? Aksine onun için Türkiye’de büyük bir meskan buhranı başladı. Arsa tatilinden daha normal fırsatlar söz konusu ve tabii alım satımın üretim mekanizmasına yönelik olmamasından dolayı da başka problemler çıkıyor. Hocam adab-ı muhaşeret diye bir kavram var. Adab-ı muhaşeret ne demek? Adab-ı muhaşeret işte etiket. Görgü kuralları gibi bir şey mi? Etiket evet. Adab-ı muhaşeret bilmek ne kadar önemli bir şeydir? İşte görürsün sağda solda her yere çattan aptal aptal konuşan şey mesela, Padişah’ın Pederzurna çalar mıydı demiş biri münasebetsiz Mehmet Efendi. Çağırın şunu dedi Sultan Mahmud. Sultan Mahmud Sultan Abdülaziz’e atfedilen belirgin kabalıklara sahip biridir. Yani ağzını bozabilir, kabalık yapabilir. Baba çağırdı da görürüm şimdi münasebetsiz dedi. Çağırdılar bak da herif musikiden anlıyor, edebiyattan anlıyor. Doğru dürüst laf ediyor Allah Allah buna da niye böyle demişler diyor. Durduk yerde birden münasebetsiz Mehmet Efendi Padişah’ın Pederzurna çalar mıydı diyor. Çok iyi ya.
Bir kişinin adab-ı muhaşeret bilip bilmediğini daha doğrusu adap, yani o görgü bunlarının farkında olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? Böyle bunu anlamanın kolay bir yolu var mı? Vardır öyle çok açık söylerim, çok açık. Bu işte cemiyetimizde bazı insanların köylü, kasabalı falan nitelendirmesine de bazı kimselere hak verir bir şey. Kasabada da büyük bir etiket vardır. Mesela ben Urfa’nın sıra gecelerini bundan 20 yıl evvel falan takip ettim. Yani esnaf çarşıdan geliyor, zurna çalmıyor ama mükemmel saz veya istidap ruba falan. Vali Muamini de orada çünkü anlıyor mesela. Böyle bir kalabalık kimsenin kimsenin edep dışı gittiği yok. Ve kimse de ertesi gün gidip haa Vali ben yandı işte Muamil Bey ben bir şey hallet sen falan diye dikilmiyor kapıya. Yani baktım adamlar o kadar terbiyeli ki mesela bir tanesi Urfa’nın adının niye Edessa olduğunu izah etti. Yani bilinen şey, general Sereikos dedi memleketine benzetmiş burayı da oradan Edessa demiş dedi. Buraya kadar bir nezaket vardı ama şimdi bunlar değişti böyle hamhum konuşmayı bilmeyen, kaba saba, rahatsız eden, taciz eden insanları usulerken bilmeyen. Bu çok yayıldı. Bu dünyada da var fakat bizde çok fazla var çünkü hem sınıflar değişiyor hem para el değiştiriyor. Hem de sözlü eğitim imkanları çok değişiyor. Diplomayı alan insanlar o diplomanın gerçek sahibi değil tabii çok önemli o. Ve nesiller arasında kopukluk başlıyor. Yani anneannesine yüksek tahsil diploması yok diye küçümsünen bir kız çocuğundan her türlü şaşkınlık beklenebilir. Anneler de bunu teşvik ediyorsa ikisinin arasında daha büyük bir nesildir. Bizim nesil maalesef Türkiye’de bazı şeyleri yıkan bir nesil oldu. Duranımız oldu. Osmanlı’da padişahların mutlak yetkilere sahip olduğu, padişahın sınırlığı olduğu hiçbir alanın olmadığını söyleyen tarihçiler var. Bir grup tarihçide diyor ki hayır padişahın bile sınırlarının yetkili olduğu alanlar vardı. Var mıydı gerçekten? Vardı tabii ama birinci iddia çok aşırı öyle şey. Fıravunun bile sınırlandığı yer vardır yani. Biraz etiket edersen öyle abuk subuk biraz söyleyemezsin. İşte o bak kasara görüşü o. Haddini bilmemezler. Bir şeyi bilmeden konuşmak. Bu sosyolojiye mukabil bir şey. Böyle bir idare tarzı yoktur yani. Olmaz, mümkün değil. Denge bozulur. Dengeni bozulduğu yerde hükümdarlık da kalmaz. İkinci sınıf biraz daha bazı şeyleri bilen. Fakat onların içinde de Allah’ım ne yani ne zamanımızın demokrasi ne layıksizim ne ne fazilet ne zenginlik.
Ohoo Osmanlı’nın eline su dökemez. Bir de öyle bir takım var biliyorsunuz. Onların daha enteresanları vardır. Kasaba kahvelerinde oturup bu ne ya böyle rezalet olur mu? Keşke Yunanlılar gelip otursaydı burada diyenleri var. Bu yorum sakatlığıdır. Bence adam, erkeş hakikaten böyle cemiyette kahve içerken falan değil sırf. Yani bunda da lazım. Yani haddini bilmeyen bir insanın tefekküre ve öğretmenliğe soyunması çok kötü bir şey yani çok önemli. Osmanlı’da padişahların yetkilerinin sınırlı olduğu alanlar hangileriydi? Hepsi canım. Yani kalktıkları mesela işte Yavuz Sultan Selim zorla din değiştirmeye kalktı. Hembirli Ali iktidar etti. İstanbul luftusu olan yani her zaman olur. Yani hiçbir zaman padişah ortada kalkıp da. Bazıları da bizim için bugün iyi değil mesela. İslam cemiyetindeki temel kaideleri ilgâh etmeye kalkamıyor. Mesela canını okuyorlar yani. Bu bizim için bugün iyi olan şeylerdi. Mesela ikinci Osman bizim anladığımız bugünkü demokrat ve mütevazi dengeli yönetici olmak istedi genç Osman. Canını okudular yani. Adam mütevazi giyiniyor diye Osman çelebi dediler. Yani bu niye Şeyhülislam’ın kızını alıyor diyorlar. Yani adam demiş ki harem geleneği bitsin birinin birinin kızını alalım ne olduğu belli olsun işte burnundan getirirler. Çünkü bu bir siyasi nüfus sahası meselesidir. Onun için onlar sınırlıdır. Yani padişah dediğin sınırlıdır. Çok açık bir şeydir yani sarayda çengi çengi olur da public bath dediğimiz umumi hamamda aynı şeyi yapamaz padişah. Ee ağalar bugün de bendensiniz çalsın sazlar oynasın kızlar desin de bak ne oluyor. Nazilerin tüm dünyayı kavurduğu yıllarda 17 Eylül 1933 deniyor da doğru mu şimdi onu size soracağım. Ünlü fizikçi Albert Einstein İsmet İnönü’ye ithalber bir mektup yazıyor Türkiye’ye sığınma talebinde bulunuyor. Fakat rivayete göre İsmet Paşa bu isteği Almanya ile ters düşmemek için geri çeviriyor. Olabilir. Bu doğru mu? Yani Einstein’inkini değildir. Einstein’in talebine burası cevap verememiştir. Ne fiziği ya? Çekirdek fiziğinin önde gelen ismi onu ağırlayacak ona imkan verecek bir memleket değil burası. Admin studies institüsün var burada yani. Ama arkadan gelenlerin hepsini aldılar ve teşvik ettiler çünkü Einstein değil bunlar. Böyle bir mektup var mı hocam? Bu mektubu bilmiyorum. Yani izin istedi gelmek istedi mektup buysa bu ama bunun karşılığı verilemedi çünkü o talebi karşılanamaz. Atatürk’ün bu talebin geri çevrilmeyeceğini söyleyerek Einstein ve birçok bilim adamını Türkiye’ye davet ettiği hatta sonrasında 40 bilim adamının Türkiye’ye sığındığı fakat Einstein’ın Amerika’ya gittiği Tabii doğru Amerika’ya gitti. Tabii yani bir sürü adam gitti. Fizikçiler Amerika’ya gittiler orada imkan vardı. Bunların Notre ilim yapanları vardı. Bomba sanayine yani nükleer araştırma silahlanma projelerine girenleri vardı Oppenheimer gibi ama hepsi oraya gittiler çünkü oradaki üniversiteler buna müsait. Bugün dahi Amerikan üniversiteleri o memleketin içinde olduğu büyük buhrana rağmen eylem dünyada en rahat ve en düzenli araştırma imkanını kuran ve bahşeden bir memleket. Bu bilinir. Atatürk’ün bu vizyonu Türkiye’nin üniversite tarihi açısından da önemli bir adım oluyor öyle değil mi? Bizim de işte biz nereden yapacağız? Burada arkeoloji vardı. Arkeolojik kazılar yapılıyordu. Müze vardı ama bunların hiçbiri gerçek arkeolog değildir kusura bakmasın.
Çalışkan meraklı adamlar Osman Hamdi Bey bir yerde ama o çağın arkeologu Osman Handi Bey gibi değildir. Yani kazdığı yerin lisanını bilir. Latince, Yunanca bilir bir kere yani o karşısına çıkan taşı anında okuruyor bir grafik malzemeyi. Ondan sonra otururlar çok kısa zamanda çözemediği şeylerin konusu çıkar ortaya. Mısır’ı kazanlar artık hieroglif okurlar yani bu çok açık. Çünkü 1830’ların ortasında bitmiş bu iş hieroglifin çözümü. Bizde bu tip bir arkeolog yoktu. Ben bir kavga mı hatırlıyorum? Biri dedi ki ben kavga değil de malum tartışmalarımdan biri. Berlin’de arkeoloji ünitesi üstünde Alman takımının en büyük özelliği güzel şeyler yazıp konuşabilirler ama düşünmeden saçmaladıkları da çok olur. Bu bir kültür meselesidir. İşte tabii dedi böyle 6-7 Eylül’de atarsanız adamları dedi sizin Yunanca öğretecek adamınız kalmaz. Şimdi orada en son özellik oydu çünkü İstanbul heylen nüfusumuza rağmen büyük ölçüde eski Yunanca bilen insanların etüt öttüğü öğrendiği bir yer değil. Olabilir bu yani her Türk de Osmanlıcı olamaz. Osmanlıca uzmanı olmaz değil mi? Sen aslında dedim kendi attığınız adamlara bakın dedim bize sizinkilerden geldi. İki har parası alman medeniyetinin dünyaya yaptığı katkı eski Yunankinden daha az değildir dedim. Farkında değilseniz neyi yıktığınızın. Çok önemli bu adamları attı. Alman nazizmi bunları attı. Mesleklerine göre, ırklarına göre ve kendi hayat tarzı seçimlerine göre bir sürü insanı attı. O insanlardan bazıları da çok hürmete şayan adamlardır. Kendilerine dokunan olmadığı halde mesela Robert Anheger gibi böyle aşağılık yerde isim yok dedi. Buraya kaçtı. Mesela Dr. Schacht vardır. Maliyeci Schacht değil, İslam hukukçusu. O o kadar kırılarak kaçmış ki Alman olduğu halde Almanca konuşmuyormuş. Ya nasıl bir daha hayat boyu Almanca konuşmadı. Çok enteresan. Böyle muhacirat oldu. Dolayısıyla bunlar dönmeyenleri oldu. Hatta bunların çoğusu artık Almanlar. Bizim üniversitelerimize çok büyük katkıları oldu. Oldu tabi. O evvel ardını nereden görecektik biz Wolfram Evvel Ardından? Muazzez Hanım, Muazzez İlmiyeçiye Hanım anlatır. Ben ondan dinlemiştim. Hatta Hitler bazı Yahudi bilim insanlarını geri istiyor Atatürk’ten. Ve daha henüz 10 yaşını yeni aşmış bir cumhuriyetiz, bir devletiz ama geri vermiyor Atatürk. Enteresan bir dayanıklık bir hali değil mi? Hayır, onu Anne Gerder de solcu arkadaşına dedi.
İşte polis molis diye şikayet ediyor. Haklı tabi belki. Dedi ki birbiri fazla da işi götürmeyin dedi. Bu polis dedi bizi ikide bir çağırır, işkence eder, sinirimizi bozar falan. Çünkü soruyor herif ya kardeşim komünist değilmişsin, Yahudi değilmişsin ne arıyorsun burada? Casus musun diye bir şey olduğunu çağırıyor. Fakat dedi bu oldu ama bize hiçbir zaman geri vermedi o polis dedi. Bu bir devlettir, bir şerefi vardır dedi. Bunu söyledi. Yani çok şeydi, objektif ve doğru sözlü bir adamdı, büyük bir adamdı Robert Anne Gerder. Bizde de bu Karaman Türkleri için çok esaslı araştırmaları vardır onun Karamanlı Hıristiyanlar diyoruz ya. Enteresan bir insandı yani Robert. İlginçti. Bunların üzerinde durulmuyor mesela. Bu emigrasyon iyi tetkik edilmiyor. Türkiye’yi seçenler bunlar mesela böyleleri de varmış. Yeni bir nesil yetişti. Bu yeni neslinin eskilerine göre gayretli olduğu gerçek. Yani bir sürü miskin problemlisi var her yerde olduğu gibi ama hakikaten böyle yırtıcı olanları da var. Fakat bunlar çok aşırı yırtıcı. Çoluk çocuğa iyi imkan vermek, iyi giydirmek, iyi yedirmek, iyi gezdirmek güzel bir şeydi. Ama her şeyden önce lazım olan terbiye ve tevazu. Bilhassa anne babaların buna dikkat etmesi lazım. Nerede? Daha beterler yani çocuğun olmayacağı şeylere yönlendirmeye çalışıyor. Adeta bir kurbağa diyor ki öküz kadar büyüsen de şişir kendini diyor. Yani çok acayip bir şey tabii. Benim bir arkadaşım var Ali.
Ali Ece’yi şimdi izleyen genç insanlar çok yakından tanıyordur sizin futbolla çok alakanız, merakınız olmadığı için söylüyorum. Ali sizin öğrenciniz aynı zamanda. Bayağı St. Joseph bitirmiş sonra Gazi Saray okumuş sonra Gazi Saray’da da yüksek lisans yapmış. Yüksek lisansda siz de Ali’nin derslerine giriyormuşsunuz. Yanlış hatırlamıyorsam Osmanlı Diplomasisi dersini. Doğru mu hatırlıyorum? Osmanlı Diplomatikası diye bir dersi orada yapmadım. Diplomatik şeyini anlatmışsındır. Evet ben yanlış da hatırlıyorum. Ali’den dinlemiştim bunu. Şimdi hatta kendi de seyrediyor olabilir. Siz bir metin okuyorsunuz derste. Ders anlatıyorsunuz. Size oradan bir öğrenci takılıyor. Gazi Saray’da Fransızca anlatılıyor ders. Diyor ki ya hocam sizin de Fransızcınız ne kadar kötüymüş niye böyle yavaş yavaş anlatıyorsunuz? Siz çağırıyorsunuz kitabı veriyorsunuz eline. Diyorsunuz ki al sen çevir de o zaman görelim. Metin Osmanlıca. Siz Osmanlıca’dan Fransızca’ya çeviriyorsunuz. Yanlış derdi bu Osmanlıca değil Almanca. Bir kitabı kullanmam icap etti. Gvz’nin kitabı. Diz Vityam Sekili yani. Akzentesi Alun datı çevrilmiş. Öyle zannediyorum. Fakat orada bazı konstatasyonlar var. Yani onların açıklamaları akademinin, Mugyen’in falan. Onlar Fransızca olduğu gibi verilmesi gerekiyor. Tabirlerin kendileri mühim çünkü. İşte o Almanca metini takip ederken onları Fransızca vermem gerekti. Hafızamı zorluyorum. Tabii yavaş gidiyor. Kız çocuğunun biri de oradan kalktı. Hocam yavaş okuyorsunuz ben okuyayım dedi. Biraz fazla cesaretimi deneyelim. Gel oku dedim. Bu Almanca dedi. E tamam. Güle güle dedim. Sinir. Bu tip şeylere insan çok sinirleniyor.
İlk Yorumu Siz Yapın