"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ekonomiyi Kim Yönetiyor? – Olmaz Öyle Saçma Ekonomi – Dr. Hakan Özerol – B09

Ekonomiyi Kim Yönetiyor? – Olmaz Öyle Saçma Ekonomi – Dr. Hakan Özerol – B09

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=6XEpx6qMm04.

Hocam merhaba. Hoş geldiniz. Merhaba teşekkür ederim. Merhaba Mustafa. Merhaba hocam. Kombinasyon atlamadık değil mi? Ben de tekrar merhaba. Karşımızda Doktor Hakan Özer ol. Çok zor ya senin soyadını söylemek. Özer ol. Sesli uyumuna uymuyor bir şey var bir sıkıntı var. Özer ol. Hocam Türkiye’de galiba ekonomi futbol gibi bir şey değil mi? Herkesin anladığı bir şey. Tabii tabii çok rahat yani. Ekonomi bana verseler 3 ayda düzlüğe çıkarırım falan. Ama ben gerçekten çıkartırım. Sizinle programı biraz evirmek istiyorum da Ekon 101 diye bir ders vardı galiba boğaz içinde. Ekonomi 101. Tabii tabii çok klasik yani herkesin. O zaman budalaca sorumuzla tekrar baştan başlayalım hocam. Ekonomi nedir? Aslında şaka bir yana mesela ben sinema televizyon okudum. Hatta sonra işte sanatta yeterlilik yaptım. Hiç ekonomi dersi almadım. Sanırım Türkiye’de bir sürü insan bu durumda. Bundan şöyle bir öncül çıkıyor o zaman abi. Önemli değil yani sen devam et gibi bir şey oluyor. Öyle hocam sende bir sıkıntı oldu mu yani? Bir sıkıntı. Ben ekonomi almadım. Çok ciddi boyum kısaldı falan öyle bir şey yok herhalde.
Yani kredi kartı borçlarımdan battığım olmuştur hayatımın bazı noktalarında. Ya bir kere kesinlikle ekonomi okumuş olan adam parasını daha iyi yönetir diye bir şey yok. Ben örneğim demeyeceğim ama çok örnekleri var etrafımda. Kesinlikle böyle bir ilişki yok. Ekonomi finanstan da çok farklı bir şey olduğu için. Dikkat edersen hani herkes ekonomi öğrensin ekonomik okuryazarlık diye bir kavram konuşulmuyor. Finansal okuryazarlık. Onu anlatır mısın finans nedir ekonomi nedir? Ekonomi gerçekten bu işin bilim olan versiyonu. Yani bunun çıktığı yer ve toplumun genel olarak ekonomik yapının üretim faaliyetlerinin arzın talebin eşleştirildiği yer. Şimdi finans da ise biraz daha farklı bir şey. Paranın akışı paraya ulaşmak parayı yönetmek parayı kazanmak bunların tamamı ekonomi değil. Finans bir finansçı ekonomi bilmek zorunda herhalde. Ama bir ekonomist finans bilmek zorunda değil mi? Yahu tartışılabilir. Aslına bakarsan mesela mevzuniyetlerde de aynı şey yapılır. Bir firmana sana bir finans yöneticisi lazım olduğunda mutlaka iktisat bitirsin. Bir finans da iktisat olsun demezsin. Dersin ki kardeşim işte bizim çekimiz var, gelirimiz var, giderimiz var bir yerden kaynak bulacağız. Borsadan anlar mısın? Alkarzdan anlar mısın? Örnek veriyorum banka ilişkileri nasıl dersin ve ona işe alırsın. Benim tahminim sosyal bilimler deriz ama iktisatçı mı daha çoktur, işletmeci mi dersen muhtemelen işletmeci sayısı daha fazladır. Banka çalışanları arasında. Ekonomi daha mı çatı tabiri daha mı makro bir şeyden bahsediyoruz ekonomi dediğimizde? Ciddi bir soru sordun şöyle bir cevap vereyim. Ekonomi daha kazık. Üstelik de işletmenin içinde altta olarak da finans var ama başka işlere de bakıyor işletme. Şaka bir yana doğru. Yani orada bir çatı var ve bu çatıda da aslında bireysel olarak ben paramı nasıl yönetirim? Kredi kart, bunlar iktisat ya da ekonomi konuları değil. Bunlar kişisel finans diyebileceğimiz şeyler. Öyle olduğu için de bizim şirketin parasal yönetimin ne yapsak dediğinde aklına ekonomist gelmemeli. Finans için işletmeci gelmeli arkadaş. Çektir, gelirdir, giderdir, bankadır ona buna bakalım dersin. Onun için biraz daha ayrıdır. Şimdi demek ki bizim ekonomiste mi ihtiyacımız var yoksa?
Yoksa varken şöyle insanlar tanıdım daha büyük kurumlarda daha makro politikaları belirleyen, daha geleceğe matuf kararlar alan ve analizler yapan ekipler de mevcut aslında. Kesinlikle zaten büyük konuluklara baktığında hepsinin bir baş ekonomisti vardır. Baş finansçısı yoktur. Şirketlerin her birinin finansçısı olur, CFO’su olur, finans yöneticisi olur ama yönetim kurulu başkanına filan danışmanlık veren ya da tüm gruplara yıl sonra kur tahminimiz şudur diyen bir baş ekonomisti vardır. Yani öyle ciddi bir karakter ihtiyaç vardır.
Ama günlük aktivitelerde finansçı daha lazımdır. Çünkü çek ödenecek yani abi mevzumu öbür taraftan şey anlatıyorsun faizler artar sakın ya baba bırak şimdi haftaya bizim ödeme var. Ne yapacağız şimdi anladım. Peki karşında şimdi iki tane ekon 101 almamış cahil var ve tekrar sıfırdan başlayalım. Ekonomiyi nedir? Dediğim gibi buradaki artistik cümle insan ihtiyaçları sınırsızdır. Bu sınırsız ihtiyaçları kıt kaynaklarına nasıl sağlayacağız, nasıl karşılayacağız? Mesele aslında bu yani varsayım şunun üzerine kurulu biraz hakaret de içiriyor
aslında. Sen bayağı böyle kontrolsüz hesabının kitabını bilmeyen her şeyi isteyen arsız bir yaratıksın. Eee fakat memlekette demir az çimento az çinko az spor ayakkabı arslan. Bunları nasıl denk getiririz? Bilimi diye bahsediyoruz. Nasıl denk getiririz? Bunları daha çok üreteceğiz ya da bu insanlara buna ihtiyaçları olmadığı konusunda ikna edeceğiz. Ekonomi bilimi bunların toplamını ortaya koyup çıkan sonuçları da bir şekilde kıyaslamaya çalışıyor. Söylediğinden ilginç bir şey çıkıyor. Bunu planlayan birileri mi var? O kadar nasıl çalıştığını anlamamışız ki böyle şeyler eklemişiz.
Görünmez el falan. Niye o kendi kendine? Biz anlamadık abi işler yürüyor ama şey bu şey değil midir abi şimdi Maslak Levent civarındayız böyle bakıyorum ben. Bir de benim çalıştım kendi şirkette biz 6 kişiyiz. Diyorlarım arkadaş ben sıkıldım ya yönetemiyorum yani bu 3000 kişilik firmayı nasıl yönetiyorlar filan diyorum. Halbuki öyle yerler çalıştığı zaman da görüyorsun kendi kendine bir işliyor. Ekonomide böyle dokunmasan gidiyor zaten. Gidiyor yani. Şilebi ben yönetiyorum. Baba gidiyor zaten. Sen arada bir böyle kayamaya gördüğümde elini armut toplamıyor. Bir sağa sola yap o kadar.
Tanımda kıt kaynaklar dedin ama günümüzdeki tanımda olmayan kaynaklarla bunu yapıyor olmak da aslında işin içinde var değil mi? O finans oldu şimdi ama değil mi hocam? Ya dur verme spoiler. Bir ülke düşün 80 milyon insan yaşıyor bunlar çeşit çeşit işler yapıyorlar efendim kimisi YouTube kanalı açıyor kimisi ekmek üretiyor. Şimdi bize kimse şey demedi siz YouTube kanalı açmayın demedi. Ekmek üretene de sen ekmek üretme veya daha çok üret demiyor. Yani planlama yok aslında. Nasıl oluyor bu iş? Bugünkü sistemimizde yok.
Bunu dediği diyen sistemler olmuş değil mi yani? Sovyetler Birliği’nde görülmüş. O zaman ekonomisi neye yarıyor arkadaşım yani? Onu anlamadım. Çin’de olmuş. Ha bugün için diyorsun. Bugün için bizde neye yarıyor? Yönetmekten ziyade tabi aslında ekonomiden yönetmesini bekleriz. Hatırlasana eskiden bizim memlekette işte devlet planlama teşkilatı vardı. O aklıma gelmişti. Tabi yani gırgır yapıyoruz ama. Beşinci beş yıllık kalkınma planı. Ya bak gerçekten gırgır yapıyoruz ama gerçek bir şeydi o ya. Yani kalkıp diyordun ki arkadaş bu ülkenin önümüzdeki dönem işte buğday üretiminde sıkıntı olacak. Dolayısıyla buğday üretenlere teşvik verelim. Ama bu bana makul geliyor. Ben çağ dışım kaldım hocam. Kesinlikle böyle olması lazım. Fakat zaman içinde bu laissez faire. Bırakınız yapsınlara dönünce iş şu hale geldi. Ya zaten görünmez el var. Herkes kendi çıkarını maksimize ederse zaten ekonomide tıkır tıkır çalışır. Ama herkesin kendini çıkarını maksimize edebilmesi çok da mümkün değil. Eğitim farkı var, kültür farkı var, bilgi farkı var, zeka farkı var, şans farkı var doğru mu? Sen bunu yapıyorsun ben yapamıyorum. O zaman ne oluyor? İşte o gelir dağılımı giderek açılıyor. Onun için de aslında çok makro bir felsefi tartışmaya geliyoruz. Aslında tam da onlara gelmek istiyorum ben. Liberal ekonomiyle Türkiye’nin uyguladığı garip bir sistem vardı. Karma ekonomi, hani biraz ondan biraz bundan. Bir de kapalı ekonomiler vardı, tamamen yönetilen ekonomiler vardı. 80’lerden itibaren anladığım bildiğim kadarıyla yalnızsan beni düzeltin hocam. Liberaller yönüne büyük bir inanç gelişti ama şu anda hani biraz günümüze de referans verirsek değişim veya çöküş mü var? 80’ler güzel söyledim, bizim burada kendi ülkemizde bunun karşılığı hani büyüklerimize baksak, Öcal soyarası diye geçiyor ama aslında dünyadaki dönem. 1979’da da Amerika’da Reagan, İngiltere’de Techer, iki yıl gecikmeli Türkiye’de Öcal var. Aslında Türkiye bunu ilk başlayanlardan biri ama tesadüfen ve bizde başlamadı. Bütün dünyada başlama yılı 79-80. Evet evet onu kastettim. Reagan ile başladı. Tabii ve başladığı yılın devamı da nasıl geçmiş hep bizleri 80’de bize darbe yaptılar falan diye. 79’da İran’da darbe yapıldı. 80 aynı yıl Irak’ta darbe yapıldı. Yani şey mi diyorsunuz hocam büyük bir resim mi var? Dış Miraklar, büyük oyunu çözdük. Dünya bu tarafa dönsün denmiş. Öyle dediğiniz zaman da bugün geriye dönüp de bu yanlış dediğinizde aslında çok radikal bir sistemi tartışmaya başlıyoruz. Yani konu aslında bu ülkenin şu hükümeti, o ülkenin bu hükümeti bile değil. Yani bu zaten bir trend, mega trend. İstekim o ülkenin eski tanımıyla sağcısı da gelse solcusu da gelse aynı şey yapıyor. Çok güzel bir ayrıma geldik işte o ayrımda. Mesela ekonomide sen okurken doktora yaparken, ekonomistler de tabii ikiye ayrılıyordur büyük ihtimalle değil mi?
Bu liberal ekonomiyi savunanlar, bir de kapalı ekonomiyi savunanlar mı var yoksa öyle bir ayrım yok mu? Tabii tabii yani Marxist, ekonomist diye bir kavram var bugün. Marx’ın 1850’de yazmış olması bizi ilgilendirmiyor. Sonuçta peygamber kabul edenler bile var yani Marx’ı. Nasıl Marxist, ekonomist diye birileri var ve hatta bazı okullarda bizim ülkemizde, denk gelmedim belki vardır ben atlamışımdır, yurt dışı üniversitenin bir bölümünde ders olarak hala var. Yani tarzı Marxist değil, adam o ders anlatıyor zaten yani. Bir konu olarak anlatılıyor ve bunun doğru olduğu düşünülüyor.
Sorun ne? Sorun şu hani iki dünya savaşı gibi kazanan tarihi yazar. Bugün baktığında o yanlışmış abi. Niye? E bak yok. Peki. Naziler kazansaydı şu an şey diyecektik tabii abi en doğrusu bu zaten yani. Doğru söylüyorsun da geçen 40 yıla baktığında geldiğimiz noktada şöyle bir söylem var. Gelir dağılımı çok yükseldi ya yani dünyanın en zengin 10 kişisi hiç de yok, kalanın yüzde 49’un kadar kazanıyor falan biliyorsun bu tür anketleri. Şöyle bir algı var. Bu ekonomik sistem iflas etti. Var mı öyle bir şey?
Şöyle ben hani kendi üniversite yıllarıma gittiğimde okul içindeki eylemlerde jandarma arkadaşlarımla yetişmişliğimi filan da dikkate alarak ben bugünkü sistemi savunan biri olarak yetişmedim. Zaman içinde farklı bakmamız çok normal. Ama şunu itiraf ediyorum ki kapitalizm her zaman küllerinden tekrar doğuyor. Yani çünkü kapitalizmin ortaya attığın kavram şu. Abi şu anda senin zaten 2,5 milyon doların olduğunda şu noktaya dönemiyorsun bence tekrar. Ya bunu dağıtmak lazım. Herkesin bir eşit olması lazım arkadaşlar aşkım. Bence olmuyor bu. Yani insan doğasına aykırı muhabbeti var ya biraz bu gibi geliyor bana.
Bir diğer taraftan da o modelle bu modeli kıyaslayan doğrudur yanlıştır dediğimizde herkesin zekası, çalışkanlığı, aynımı herkese bu eşitliği sağlayabilir miyiz? Çünkü çok kritik bir soru var orada. Romantik konuşmak güzel ama aslında orada sınıf çatışması var değil mi? Sınıf konuşulmuş. Bugün itibariyle bizi izleyen arkadaşlarımız neyse özür dileyerek mavi yaka bütün ülkeyi yönetsin ya da işçi sınıfı yönetimi ele alsın dediğinizde. Ya bu çok mantıklı mı? Herkesin bunu düşünmesi lazım. Yani bugün ülkeyi daha iyi bir yere götürür mü herhangi bir ülkeyi?
Sınıf üzerinden mi gidiyoruz yani? Biz sınıf ülkeyi çok iyi yönettirir doğru bir argüman mı? Yoksa ne bileyim eğitim, kültür, zeka başka bir şeye mi bakmamız lazım? Onun için bence bu masanın üzerine kritik bir soru böylece bırakıyorum. Sağ üst köşeye ben komünist gördüm isimli videonun linkini koyuyoruz. İlkenin söylediği daha makro anlamda ama bir de onun altında da başka fraksiyonlar da var. Yani benim ekonomistlerle ilgili en kafamı karıştıran şey o çok farklı yaklaşımlar var ve ben kim ne söylese inanıyorum. Burada ne yapmam lazım? Yani daha faizin ne olduğu konumunda bile anlaşamadıklarını görüyoruz. Evet. Safın mı demek istedi yoksa yani neresinden yok? Rejönerler, serdan geçtiler, tavus kuşları. Hocam şimdi sen yine büyük oyunu çözdün. Konuşuyor aslında biz olayı bilmiyoruz. Mesela bu yani ekonomistler olayı bilmediğimiz için hepimiz başka bir şey söylüyoruz. Biri mutlaka tutturmuş oluyor. Arkadaşa katılıyorum deyip konudan çıkabiliyoruz. Yani konu aslında bu. Meşhur fıkrayabilirsin. Bir adam balonla uçuyor. Balon kurtuluyor. Bir yerlere gitmeye başlıyor. Lan ne oldu ölecek miyiz falan. Bir yerde alçalıyor. Aşağıda bir adam görüyor. Merhaba kurtarın beni falan. Neredeyim ben diyor. Bakıyor herif şey diyor. Havada bir balondasınız diyor. Adam şey diyor ekonomist misiniz diyor. Tüm bu ile doğru ve hiçbir işe yaramayan bir bilgi yani değil mi? Ben abi esansiyerist olduğum için, özcü olduğum için şunu soracağım. Bir ülkede ekonomi nasıl başlıyor? O benim çok ilgimi çekiyor. Biz bir adaya geldik. Bin kişiyiz. Burada ekonomi nasıl start alıyor?
Hayali ada değil ama mesela elimizdeki en iyi örnek aslında Sovyetler dağıldıktan sonra kurulan devletlerin bir kısmında bu sıkıntı ortaya çıkmış. Çünkü merkezi yönetilirken diyoruz ki biz bağımsız miz inan ettik. O gün hayat çok kolay. Çünkü dünyadaki model belli. Bir merkez bankası kurmak lazım. Arkadaşın bakan olması lazım. Bu arkadaş yolları yapsın falan. O kolay. Ama hani sıfır noktasında bu iş nasıl başlar dediğinde benim tahminim bir şey üretebilen insanlar direkt avantajlı başlıyor oyuna.
Ağacı kesebildin. Çok kıymetli adamsın. Tepeden yemeği de getirdin. En kıymetli sensin. Avı da yaptın. Kıymetlisin. Sonra şey diyorsun. Avı ben getirdiğimi göre her şey. Çok güzel ama orada şöyle bir sorun çıkmıyor mu? Benim kameram var. Ben şimdi üretim araçlarına sahip olduğum için yani yine Marxist bir yerden gireceğim aslında. Fırınım var. Kameradan daha yararlı bir şey olsun. Daha işe yarar evet. Aslında kamera çok daha başka işlere yarıyor ama neyse. Fırınım var benim. Aslında avantaj elde ediyorum. Onun için dedim hani sıfır dediğin için söylediğim sıfır da bir el becerisi. Yani bir zanaatkar. Evi yapan, kazan, döken bir şey. Öbür tarafta sen şuna sermayeler olarak girdin. Sermayeler çok kıymetli. Ama tarihsel baktığın zaman bu sermayele kuvvetle muhtemelen başlamadı. Başladığı yer bir şeyi üreten, avı getiren, onu yapan, savaşı kazanan. Ondan sonra zenginlik akmaya başlıyor. Zenginlik akınca sermaye, ondan sonra sermayeler alıp ben parayı koyarım abi diyorsun. Kanal kaç para falan diye giriyor. Biz işi basitleştirmek için o kadar da zengin olmasın. Fırınım var benim. Sıfır noktasına geldik. Komünizm bitti diyelim ki. Ben de ekmek üretiyorum. Ne oluyor? Komünizmde olmayan ne olmaya başlıyor? İkar sana akmaya başlıyor. Sen bizden daha çok kazanmaya başlıyorsun. Çünkü bir üretim faktörüne sahipsin ve beni işçi olarak alıyorsun yani. Daha çok üretiyorum. Gülsema’yı alıyorum işçi olarak. Evet. Diyor ki ben sana 100 lira para veririm ve ondan sonra şey tarçmaya başlıyoruz. Yani Gülsema’nın katkısı bu işe 200 lira ama sen ona 100 lira veriyorsun demeye başlıyoruz. O aradaki 100 liraya da çöküyoruz. Artı değer diyoruz. Ama şimdi çöküyoruz ideolojik olarak. Muazzam bir yere geldik. Tam merak ettim yere geldik. Buradaki kritik soru şu. Onu kim hesaplıyor? Gülsema’nın katkısını kim nasıl hesaplıyor? Hem Gülsema hem Mustafa hem de ben işsizsek 50 lira veriyorsun. Bizim işimiz varsa 150 lira veriyorsun. Ars Talep’te bu zaten yani. Yani kıymet aslında oradan geliyor. Bizim meşhur Ars Talep’in iyi bir örneği çıktı Hasbel Kader konuşurken. Yani iş gücü bolsa bu var. Ama bizim de işimiz varsa ben bu işi yapmam diyor. Ya da ben de ona 100 lira öneriyorsam 150 lira öndermek zorunda kalıyorsun. Fiyatı da Ars Talep bedeliyor.
Tamam. O zaman burada sömürü nerede? Gerçekten anlamak için soruyorum. Yani sömürü tabi yine aynı yere geldik. Aslında iş gücünün çok bol olduğu ve sermayelerin çok az olduğu yerde hepimiz iş arıyoruz. Ama üç tane iş veren var ve o iş veren istediği fiyatla bizi çalıştırabiliyor. Eğer senin gibi girişimci sayısı çok olsaydı bu sefer biz çok kıymetli olmaya başlayacaktık. O zaman da biz kıymetsizleşeceğiz. Evet öyle bir şey olacak. Yani bundan kaçış yok ki ama.
İşte bunu nasıl evirmeye çalışıyor? O üretim faktörleri sen de olmasın da hepsi devlette olsun. Sen de devlette çalış. O da çalışsın. Devlette bizim ihtiyacımız kadar olan rakamı belirlesin. Yani adil olduğunu falan varsayıyoruz ki şu anda elimizdeki tek komünist örnek olan ülkelerde de çok adil olmadığını bugün biliyoruz. Çünkü onu da ayırmak lazım aslında. Yani komünizme bakıp da Sovyetlerbirliği’yle kıyaslamak da doğru bir analiz değil. Yani Sovyetlerbirliği’de de komünizmin kötü bir uygulaması belli ki. Yani teorik olandan farklı.
Bugün şey gibi bir şey anlatsan şey diyorlar ya, abi gerçek din bu değil. Tamam işte gerçek komünizm o değil muhtemelen. Ama zaten ben yargılamak için değil gerçekten mekanizmayı anlamak için soruyorum. Türkiye’de asgari ücret 2800. O ülkede de öyleymiş diyelim ki. Daha doğrusu Gülsema kabul etti. Ben 3000 lira vermeye başladım. Teori şu herhalde ben daha çok kazanıyorum. Yani o 3000 kazanırken ayda ben 6000 kazanıyorum. Dolayısıyla bende bir şey birikiyor doğru mu? Evet ama onun katkısı olan şeyle 3000 lira arasındaki farktan bahsediyoruz.
Evet evet. Ölçebildiğimizi varsayıyorum. Çok basit haliyle şey olsaydı mesela satış elemanı olsaydı ve şirkete 6000 lira para kazandırıyor olsaydı, ona 3000 verdikten sonra sana 3000 liralık artı değer kalacaktı. Ve sen onun gibi kaç kişiyi alırsan her birinden 3000 lira kistire katma değer daha doğrusu artı değer elde edecektin. Ve toplamunda sende bir sermaye birikimi olacaktı. Ve hiçbir şey yapmadan bunu kazanıyor olacaktın. Artı ben oyuna giremeyecektim çünkü o kadar çok parası var ki bu şirketten bir tane de Ankara’da kuracaktı, bir tane de İzmir’de kuracaktı falan filan.
Yani para parayı çeker versiyonunun aslında teorik altyapısını konuşuyorsun. Ama bunu böyle anlatınca komünistler haklı oluyor. Burcu amca nasıl anlattığı göre değişiyor zaten. Adam çökmediği yanına attı o da haklı oldu bence. Peki kapitalist ekonominin buna bir cevabı var mı? Kapitalist ekonomi aslında şunu söylüyor. Amerikan modeli daha da iyisi Amerikan rüyası. Sen de yapabilirsin. Senin tutan yok ki kardeşim. Gel bak burası fırsattır ülkesi. Yani onun kalesi Rusya idiyse bunun kalesi de Amerika. Ve söylediği şey bu. Örnekleri de göstermiyorum. Dünyanın en zengin adamı abi 30 sene önce göçmen olarak geldi. Babası göçmendi falan şeklinde geliyor. Dolayısıyla bu modelle ilerliyor vesaire. Sen de yapabilirsin. Ama işte o çok yapmış. Sen de okuyup yapabilirsin. Sen de zeki olsaydın falan. Ne yapalım kardeşim? Diyelim ki eşit dağıttık. Dedik ki bu şirket ne kazanıyorsa herkese eşit dağıtacağız dedik. Ekmekleri sattık kalan parayı da bölüştük. Ben de patron olarak aldım. Yani bu aslında komünizmin önerdiği metod. Komünizm tam kafasında bunu kurulmamış ama 2-0 olarak kurabiliriz güzel bir şey.
Orada şu problem çıkmıyor mu? O zaman Gülsema da fırın açar yarın. Yani para biriktirir, az harcar, biriktirir ki o da kendi fırınını açar. Ara yöntemler kurduğumuzda bu çıkıyor ama orijinal yönteminde onun zaten öyle bir yetkisi yok. Bir dükkan sahibi olma hakkı yok. Bu da bizi bürokrasiye götürüyor. Tabii bu sistem arasında siyah ve beyaz baktığımız zaman çok net. Ama aradaki o karmaların tamamı, grilerin tamamında fantastik bir sürü şey aratabiliriz dediğin gibi. O zaman başka sorunlar yaşayacağız.
Bu şekilde bu örnekte herkesin katkısı eşit değil ama teorik örnekte herkesin katkısı eşit. Niye eşit değil? Ekmek yapıyoruz işte o da yapıyor. Tabii fırın kimin sorununa gidiyor ona girersek çıkamayız diyor. Orada mülkiyet problemi. Siyah beyaz farkı o zaten. Mülkiyet hakkımız var mı yok mudan gittiğimiz de çok net. Ama aradaki tüm bölgeler gri. Yani sen burada tümüyle adil bir sistem kurarsan o sistemden ve bu sistemden daha iyi bir sistem kurabilirsin. Ama yine aynı yere geliyoruz. Sen bunu kurmaya hevesli misin? Bunu senin iradeneme bırakmalıyız.
Ben evet ben çok seviyorum insanlara fayda olsun diye yapmaya. Sen mi karar vereceksin? Birisi sana böyle yapmalısın mı demeli hep aynı yerdeyiz. Çıkamadığımız yer burası. Biz onu size soracaktık. Kim yapmıyor? Bu soruları ben size soruyorum. Yani şeyi beklemiyorum. Dünyanın 100 yıldır tartıştığı komünizm ve kapitalizmi cevabı beklemiyorum. Ama aslında ekonominin temellerini anlamaya çalışıyoruz ya. Aslında para nereden çıkıyor? Oradan başlayalım. Niye Gülsema’ya biz ekmek vermiyoruz?
Çünkü Gülsema gününde bir ekmek yiyor ama sen ona maaş olarak getiren rakam 38 tane ekmekse 38 her gün ekmek vereceksin. Tekrar satmaya çalışacak falan. Onun nedeni diyor ki ben bir ekmek yeterli fakat peyniri de almak istiyorum. O zaman sen şu parayı al. Mustafa’dan peynir al diyorsun. İşliler daha rahat yürüsün de yapıyoruz aslında. Merkez Bankası para basıyor kapitalist ekonomilerde. Komünistler nasıl yapıyor? Yine bir Merkez Bankası var. Elbette elbette. Hatta işte o anlattığım ülkeler dağıldıktan sonraki durumla ilgili minik bir anekdot.
Hani dağılıyorlar ve tamam özgürlüğünü veriyorsun yani isteyerek istemeyerek. O özgürlük ortaya çıktıktan sonra da şu gündeme geliyor. Bir tane Merkez Bankası vardı. Altın Rezervi de orada mıydı? Neredeydi falan. Ve hepsinde Altın Rezervi var. Şunu fark ediyorlar. O gün bilmiyorlar tabii. Moskova’daki Merkez Bankası mesela Azerbaycan Merkez Bankası’ndan diyor ki Altınların hepsini buraya yollayın burada merkezi tutacağız. Diyorlar da evet diyor. Bilmiyorsun ki 6 ay sonra Sovyetler dağılacak falan. Yani orada da antin kuntin var tamam mı? Ben bunu yerden hatırlıyorum ya. Bu bağlamda şunu diyebilir miyiz? Ekonomi merkez bankasını yönetiyor. Hayır şöyle söyleyeyim. Tarihsel olarak Merkez Bankası da hep aynı şey değil. Yani bunun ilk çıktığı zaman 1700’lerin başında Bank of England, İngiltere Bankası diye geçer. İngiliz Merkez Bankası demeyiz. O gün kurulduğunda yaptığı şeyle bugün bir Merkez Bankası’nın yaptığı şey aynı değil. Mesela bugünden bahsedersek. Ekonomi, ekonomi yönetimi yönetir. Yani ülkenin bir ekonomi bakanlığı vardır. Hazine maliye bakanlığı işte ismi neyse. İkisi birleştirilir bizdeki gibi. Her neyse bir bakanlık vardır. Hükümet yönetir ekonomi.
Ama Merkez Bankası’nın daha dar bir görev tanımı vardır. Ona hemen geleceğim. Hükümet yönetirinin esprisi şu. Sence ve bence memlekette örnek veriyorum. 28 tane otoyol yapmak mı şu anda önceliğimiz? Yoksa her yerde buğday mı üretmek önceliğimiz? Bunu hükümet yapacak. Kamunun kaynağını nasıl harcayacak? Yani şöyle düşünsene bir sen. Suriye’ye girelim de atıyorum orada bir savaşta dahil olalım. Daha sonra oradaki petrol kaynaklarının üretiminde söz sahibi oluruz gibi bir karar kim verebilir ki? Hükümet değil mi?
Bunları yapmayalım, çekilelim, tümüyle barışçıl olalım ve o ülkelerle ticaret yapalım kararını da hükümet verir. Onun için hükümettir o. Hükümetle ilgili birimdir. Merkez Bankası ise bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için böyle ezberden saydığımız şu anda kapıdan çıksa merkez ne iş yapar? Para basar abi. Yani doğru cevap. Bu arada. Altı rezervini tutar, şunu tutar, bunu tutar filan. Ama bu yaptığı işler diğer işlerde çelişebilir diye şöyle bir ayrım yapılmış. Demiş ki temel hedefi fiyat istikbarını sağlamaktır. O ne? Enflasyon düşürmek ve orada kalmasını sağlamak. Yani ekonomi hükümet yönetecek. O bunun dışına karışmayacak. O buna karışmayacak. Bu arkadaş da enflasyonu belli bir seviyeye de tutacak. Ne iş yapar? Enflasyon düşürür ve düşük kaldığı yerde kalmasını sağlar. Enflasyon nedir? Enflasyonun yine ezber cümleler var değil mi? Fiyatlar genel seviyesindeki sürekli ve düzenli artış. Gülsema açısından ekmek fiyatlarının hızlı artması enflasyon değil. Sen zam yapmışsındır belki. Un bulunmuyordur belki.
Onun açısından hem ekmek fiyatlarının hem peynir hem kira hem aidat hem okul hepsinin fiyatının artıyor olması şu anda olduğu gibi bir seferlik zıplamada değil. Zaten hep artar ya. Ekmek geçen sene daha ucuzdu. Ondan önceki yıl daha ucuzdu. Ben kendimi bildim bileli. Ekmek hep artar ama peynir de artar. İşte bu enflasyon. Hemen her şeyin fiyatının sürekli düzenli arttığı bir ortam. Bunu anladım ama şey anlamadım. Bu ekmek satıyoruz ya biz. O küçük ülkemizde. Niye fiyatlar artsın? Yani ben normalde Gülsema’ya verdiğim maaş belli. Ürettiğim ekmek belli. Harikasın ya. Ama buradan pis bir yere gideceğiz yine. Onu ben anladım şu anda. Şimdi iki tane sebebi olabilir hocam. Birincisi senin maliyetlerin artmış olabilir. Yani un, su, elektrik, işçilik gibi maliyetlerin artmış olabilir. Ama bu aynı soruyu tekrar getiriyor tabii. İkincisi herkesin çılgınlar gibi senden ekmek almaya koşmasıyla beraber senin 50 kuruş çakalım nasılsa millet kuyruk oldu demen. İki tane enflasyon türü var aslında. Biri maliyet senin maliyetlerin artması. İki talep milletin kuyruk olması. Şimdi ekmek de biraz tabi çok net bir ürün bu.
Hani bunu ekmekten daha farklı bir şey arabaya çevirdiğinde ya da… Veya YouTube videosuna. Çevirdiğinde bravo. Eşit değil. Yani bir YouTube videosuna şu kadar sponsor olduğunuzun muhtemelen bilmiyorum da standarda yok. Yani diyorsun ki kardeşim burada böyle orada öyle. Burada kalite var burada takipçi var falan filan. Hocam harika gidiyoruz. Tam merak ettiğim yere geldik. Arız kontrol edilebilir bir şey. Yani ben fırın sahibi isem az ekmek üretirim veya çok üretirim. O bana bağlı ama talebi kontrol etmek mümkün mü? Güzel. Hakikaten iyi bir yerden girdin hocam. Şimdi bak şöyle bakabiliriz. Aslında birincisi arız da kontrol edilemeyebilir. Azaltma konusunda haklısın ama çoğaltma konusunda sınırların olabilir. Evet kaynaklar yeterli olur. Dolayısıyla bir bu taraf da kontrol edilemeyebilir zaten. Ama Merkez Bankası’nın görevi değil. Bir ülkedeki üretim arttırman lazım. Gene hükümete geldik. Taleb tarafındaysa elimizdeki en temel silahlar iki kanaldan geliyor. Birinci kanal talebi nasıl kırarız? ÖTV, KDV koyarız, vergi koyarız. Millet 20 bin liraya cep telefon alamaz. 350 bin liraya araba alamaz.
Zaten bu insanlar arabayı, evi krediyle alıyorlardı. Kredi faizlerini arttırırız ve alamaz. Yani iki kaynak var aslında baktığımızda. Biri vergi grubu, iki faizlerle oynayarak talebi etkileyip. Ama hocam bu yine sopa aslında. Hocam hükümet bize, devlet bize gül bahçesi vadetti de biz mi görmedik yani? Hayır, hiçbir şey anlamda söylüyorum. Bu serbest piyasa değil. Serbest piyasa? Hocam sen tam bildiğin serbest piyasa bekliyorsun. Ondan bizde yok.
Ya şimdi o da kendi açısından haklı. Allah başımızdan eksik etmesin. O da kendini korumasa, ortada devlet olmasa biz de olmayız. Yok yok ben gerçekten teorik anlamda soruyorum. Mesela Amerika’da da mı böyle? Tabii tabii. Vergiyle şey yapıyorsun. Basıyorsun kafasına. Aynen öyle. Çünkü mesela şöyle bir mantık kuralım. Bizim ülkemizdeki en son tanım şudur. Arkadaş döviz çıkışı var ülkeden. Bugünün konusu değil. Bu videoyu hangi ülkeniz izliyorsanız memleketten döviz çıkışı var. Çünkü her şeyimiz İtalya. Yapımız böyle bizim yıllardır. Yani kazandığından çok harcıyorsun. Evet daha çok İtalya’yla alıyoruz.
E şimdi o zaman bakıyorsun abi İtalya alıyor, İtalya alıyor. Ya bu adam bu İtalya tişörtü almasın da yerli tişörtü alsın. O zaman ben İtalya tişörtün üstüne vergi koyayım. Bu bir karar mesela. Ama bu tişört önemsiz bir kavram. Çünkü nasıl bunun ipliği gidiyordur. Hatta oradan gelip biz üretiyoruz falan. O zaman iki tane kalem yakalandı. Cep telefonu, otomobil. O zaman cep telefonu o ve arabada çakabildiği kadar vergi çak. Hikaye bu aslında. Yani ülke kendini koruyor buradan baktığında. Sistemi korumaya çalışıyor. Ama liberal bir ekonomide herkes bunu yaparsa o zaman yine başa dönmüyor muyuz?
Hocam, iyi pas. İşte şu meşhur ticaret savaşları bu zaten. Karşılıklı yaptırım koyu, kota koy, vergi koy ve ticaret savaşları başladı. Çünkü Amerika’nın batınla ortaya attığı ve on yıllardır süper fikir denilen şey aslında buydu. Tüm üyle değil mi globalization. Değil mi? Globalleşiyoruz abi. Ne yapıyoruz? İş gücü taşınacak, sermaye akacak, üretim dolaşacak. Sen o zaman bu da üretmeye devam et. Telefon hiç yorma kendini. Ben sana çakarım oradan cep telefonu. İş gücü, ucuz iş gücü gelsin, Polonyalılar Londra’da çalışsın filan.
Bu model kurulmuştu ama şu modelin geldiği yerde şu risk ortaya çıktı. Aslında model iyi model kendince ama kimin için iyi model? 100 satıp 300 alıyorum abi. Bunun kimin için iyi modeli olduğu belli. Amerika için çok iyi. Bu çok iyi modeli kuran arkadaş birden şeyle kilitlendi. Abi parayı basıyoruz, Çin’den ucuza geliyor her şey. Allah’ın kağıdı, yeşil kağıt basıyorsun. Bunu yolluyorum cep telefonu yolluyor. O da diyor ki bu yeşil kağıt çok kıymetli abi. Diyelim cebine koy. Harika model fakat Çin şöyle yaptı. Çok yeşil oldu bizde. Şöyle bir şey yapabilir miyiz? Çok yeşilimiz oldu.
Ben bu yeşilleri sana vereyim. Sizin borsadan hisse alabiliyor muyuz? Bizim borsadan… Olmaz. O zaman Apple alacak bu adamlar. Yani o anı kadar çok güzeldi. Allah’ın yeşil kağıdını verip sandalye alırken güzeldi. Çok yeşili getirip de ben o zaman komple buraları alıyorum dediğinde herif şey dedi. Ulan herifler bizim teknolojiyi alıyorlar, firmaları alıyorlar filan. O olmaz dedi. Türk soru sor hocam bana. Hiç mi olmaz? Olur da işte stratejik öneme sahip olanlar falan. Lan ne stratejik? Cep telefonu işte olsun olsun o çok fazla filan. Gelinen nokta bu oldu aslında. Bunu kimse ön görmemiş miydi? Hocam bizde ki şey gibi ya mesela 15 sene eksilerde kalacaksak metro yaparız. Ama 5 sene kalacaksak metroya girmeyelim gibi bir şey bu. Yani biz bir dalalım bir köşesinden. Sonra bakarız la geldi bu iş. Sonra o gün bugün oldu. Bir de o örnekte şey çok güzel ya DL’nin ki birileri araba alabildi. Bu arabada nerede gidecekler? Yolda gidecekler. Suyun üstünden geçecekler vs. Bunların da parasının alınması lazım. Köprü yapalım, köprünün kredisini de biz verelim modeli var. Hayır şey o kredi veriyorum. Parasını çıkarmazsa da alalımlar var. Gülsema anladın mı? Kaç ekmek yiyeceğim diye düşünüyor şu anda. Ya ben fırın açıdık edecek değil mi düşünüyorum? Şimdi ona gelecektim. Bu Çinlilerle ilgili Amerikalılarla ilgili verdiğin örnek Gülsema’nın kendi şirketini açması gibi oluyor işte. Yani ben ona para veriyorum. Ben ona çok para verirsem eğer bir gün beni satın alıyor aslında. Doğru doğru. Yani biz o an çok ucuza iş gücü bulduk diye sevinerek ondan o hizmeti aldık. Ama o parayı biriktirebilir ise geri gelip fakir ama gururlu bir genç kız vardı. Kaç para burası falan diye girebilir tabii olabilir.
Ya da Çin gibi kendisi üretip. Tabii tabii o Çin çok kompleks bir halde geldi. Dikkat edersen şu anda ne noktaya geldiği iş. Amerika’da başkan değişimi oldu. Başkan değişiminden sonra Amerika’nın Türkiye’yle ilişkileri değişti. Amerika’nın Rusya’yla ilişkileri değişti. İran’la değişti. Çin’le değişmedi. O da Çin’e Çin virüsü diyordu. Bu da Çin’e Çin virüsü diyor. Çünkü Çin’de şöyle bir sorun çıktı. Adamlar Huawei ile filan teknolojik olarak 5G’de oyuna dalmaya başladılar. İngiltere 5G anlaşması yaptıktan sonra da müdahaleye başladı.
Çünkü başka bir yere gidiyor bu. Bu sefer şey ortaya çıkacak. Bu adamların teknolojisi daha iyi. Ya da aynı ve daha ucuz. O zaman o avantajını kaybetme ihtimalinde olmaya başladı. İyi ya hocacığım. İşte bu liberal ekonominin çöküşü değil midir aslında? Doğrudur ama ben bunun tekrar komünizm benzeri muadili bir şeye gitmesini beklemiyorum. Onu söylemeye çalıştım. Bugünkü bizim kapitalizm dediğimiz şeyle bence 100 yıl önce kapitalizm dediğimiz şey bile aynı değil. Yani kapitalizm çerçevesi altında sürekli kendini böyle bir yenileyen, adapte olan bir şeyle karşı karşıyayız. Ama günün sonunda şuna geliyor ya galiba yanlış anlamadıysam. Kontrol veya kontrol etmemek üzerine geliyor ya. Evet. Ara ara kontrol gelecek. Evet. Yani demek ki tamamen laisse passe dedin ya. Laissez faire fransızca bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar meşhur laf. O yok yani. O yok. Yani bırakınız yapsınlar soslu. Ben seni çarptıktan sonra artık yapmasınlar. Ekonomik modelin ismi bu aslında bakarsan.
Bu anlattıklarınız aslında ülkeler, hükümetler arasındaki ilişkilerde kullanılan enstrümanlar ama öyle güçlü bir şey ki bu hükümetin kendi vatandaşları üzerinde de bir takım yönlendirmeler yapmasına olanak sağlamıyor mu? Çok iyi bir yere getirdin. Yanlışsam düzelt beni. Aslında elinde değil. Yani ideal bir sistem de hükümetin elinde değil doların çıkıp inmesi, faizin artması. Ters ilişki kuruluyor. Bu çok önemli. Türkiye’de hep…
Evet. Yani biraz şöyle çok kapsamlı bir şey. Yani böyle minik minik bir şeyler atalım ortaya beraber tartışalım. Çünkü şöyle bakmak lazım. Yani bir kere ideal sistem dediğimizin ne olduğu da tam belli değil tabii ki. Ama şunu biliyoruz. Yani ülkede sen kurla ve faizle oynayarak ekonomi yönetemezsin. Senin üretim tarafını yönetmen lazım. Yani o bizim şey var ya aslında ekonomi falan dağılalım. Buradaki herkes dağılsa bir yere toparlansak.
Kardeşim nasıl memleket kurtulur? Hani şey masasında Coca Cola içerken falan, Cola masasında falan. Nasıl olur abi? Şöyle olur değil mi? Üretim olacak, eğitim olacak. Millete eğitim vereceğiz. Bunlar arge yapacak. Araba motorunu üretecek. Sonra arabamızı kendimiz üreteceğiz. Bu insanlarda eğitimli kalifi olduğu için ekmek fabrikasında müdürü olacak ve arabayı alabilecek. Bunların sonucunda ülkede para varsa bizim paramız değerli olduğu için kur zaten düşecek. Bizim paramız değersiz ve sürekli arabayı ithal ediyorsak da dolar kuru yukarı doğru gidecek. Aslında kontrol gücü sınırlı, çok sınırlı. O trendi bozamıyoruz dikkat edersen. Biz bugün konuşuyoruz amma arttı falan diye. Yirmi yıldır artıyor kur zaten. Arada bir düşüyor falan ama baktığın zaman yirmi yıldır kur artıyor. Hatta elli yıldır kur artıyor zaten. Yani kur hep artıyor. Sen sadece arada Merkez Bankası olarak çok zıpladı ben burada müdahale edeyim gücün var. Ama trendi değiştirme gücün aslında yok. Dolayısıyla bu bir sonuç aslında kur baktığımızda. Ha faiz bir silah şöyle. Merkez Bankası Türk lirasını bastığı için ben bundan bu kadar basarım.
Bunu isteyene yüzde on üçten veririm. Yok şimdi on beşten veririm demek gücü var. Kendi parası olduğu için bir gücü var. Onunla da kuru etkileyebilir ama yine aynı yerdeyiz. Amaç bu değil ki amaç aslında faizle oynayarak üretimi talebi dengelemesin. Şöyle bir benzetme uygun mu? Mesela aile bütçesini düşün. Giren para belli. Evet diyelim ki yedi bin beş yüz lira giriyor. Bir de harcama tarafı var. Hep açık veriyorsun. Girdiği arttırmak yerine az harcamaya çalışarak veya yerleri değiştirerek denk getiriyorsun.
Oynamaya çalışıyorsun. Hemen evet demiş olmayayım ki bir model kuralım. Şimdi aslında iki tane durum var. Bir devlet bütçesi. Karışmasın deriz. Devlet bütçesi. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hükümet tarafından yönetilen devletin geliri ve gideri var. Dolayısıyla bunun geliri vergiler, gideri de kamu harcamaları, maaşları, toplur, tüfektir, sağlıkları filan. Bir de çeşitli marina alım satımları falan. Marina çökme miydi o? Çöker miydi? Hocam onlara girmiyoruz. Hangisi? Tamam.
Şimdi bunun kendi içinde denk düşmesini istiyoruz. Devletin geliri giderini. Devletin geliri giderine denk gelmezse devlet boşlanıyor. Bu bir. İki, devleti boş ver. Bir de ülkenin toplamının bir ihracat, ithalat yani döviz giriş çıkışı var. Devletten ayrıca bizde topluca bu ülkenin ihracatı var, turizmden geliri var ve ithalatı var. Bir de orada açık veriyoruz. İki açık var. Şimdi söylediğiniz özel sektör anlamında mı? Bütün ülkenin dış ticaret açıyor. İhracat, ithalat farkı.
Biz kamera alıyoruz ama ürettiğimiz şey bu kameraları karşılamıyor. Farkı. Onun farkındayım. Abi senin karşılıyor da ürettiğin şeyi bana satıyorsun, benden para alıyorsun. Yurt dışına satarsan kamera kadar döviz girişi sağlarsın. Konu bu aslında. Sen para kazanıyorsun. Sen de sıkıntı yok. Yok değil mi? Yoksa… Yok. Ben dış cihaz açı dedim daha geniştir o. Cariaçık deriz. Yani ihracat, ithalat, turizm. Bu bir. Öbürü de devletinki. Devletin gelir gideni karşılamazsa bu hazine bonusu devlet tahvili dediğimiz kağıtları çıkarıp boşlanır. Bu kendi içinde. Merkez hala burada yok. Bu tarafsa kimse karışmazsa yaptığı ihracat 100 dolar, ithalat da 100 dolar ise ülkedeki döviz miktarı aynı kalır. Doğru mu? İhracat 100, ithalat 150 ise o zaman bizim sistemden bir 50 dolar çıkacak ya. İşte o Merkez Bankası rezervinden çıkıyor.
Tersi olursa 100 çıkıp 150 gelirse o 50 Merkez Bankası rezerve oluyor. Buradan da çok pis bir yere çıkıyoruz. Merkez Bankası’ndaki para hükümet ait değildir bizim. Ülkenin parasıdır. Bir ilişkime daha girdim. Aslında YouTube örneğinden gidersek bizim mesela ülke içinde izlenmemizin ülke ekonomisinde bir katkısı yok. Ülke ekonomisinde katkısı var ama döviz girdi çıktısında katso zararın var. Zararımız var. Döviz tarafı zararın var çünkü cihazları aldın döviz ithalten. YouTube’dan gelirin ithal. Döviz girdi. Ama o da buradan oraya gidiyor ya. Ha reklam gelir oraya gitti geri geldi. Doğru. O da yok. O zaman ben müsaadeni alayım diye faydanız olmadı ortaya çıktı buradan. Hello ladies and gentlemen diye. Şuna geliyor herhalde herkes onu diyor ya aslında biz öyle bir kanal olsak ki yurtdışında da izlensek o zaman ülkeye gerçekten o artıya geçirmiş olacağız. Evet. Yani sen şu anda abi ekonomik katkısı alıyorsun. Nasıl sağlıyorsun? Burada istihdam var. Burada gelir var. Burada reklamcı var. Var. Ama döviz girdi çıktısı meselesinde açık veriyoruz dış aleme karşı. Bu şirket dış aleme karşı açık veriyor. Ben de şahsen dış aleme karşı açık veriyorum çünkü ithal ayakkabı giyiyorum cep telefonu alıyorum ve döviz geliri sağlamayan bir şey. O zaman bu hepimizin sorunu aslında. Elbette. Onun toplamında da zaten elimizde şey var zaten. Abi ne yapacağız? Nasıl kıssak aynı yere geldik mi? Cep telefonuna çak abi. Yüzde binlerim kaç yüz. Kameraya vergi koy. Ya orada sıkıntı karbon ayak izi gibi bir durum yok ki. Ben kendi kendimi kurtarmış olmam aslında bir şeye yaramıyor. Kendini kurtaramayanların da o anlamda ahmine tabirle ceremesini ben çekiyor oluyorum. Abi ceremesini çekiyorsun ama şöyle düşün. Zaten bunun toplamında biz açık verdikçe kurartacak ya. Sen buradan süper iş yapıyorum diyorsun ama Roma uçak biletine bakamıyorsun mesela. O ne abi falan diyorsun değil mi? Aynı yere geldik yani. Hiç işin yok burada.
Peki ama şey adaletsiz değil mi? Şimdi sen bana diyorsun ki sen derken bu ekonomik modelde bana diyorsun ki abi sen de işte dünya çapında iş yap seni Amerikalı da izlesin atıyorum veya Çinli de izlesin biz de oradan para çekelim diyorsun ya. E bunu yapmak dünyadaki bütün ülkeler için mümkün değil. Tabii çünkü sıfır toplam oyunu değil mi? Herkes daha çok satsa. Hem o evet o çok daha doğru zaten de ama şey de var. Sen mesela Türkçe konuşuyorsun. Amerika’da izlenme şansın düşük falan filan yani Amerika’da izlenmek istiyorsan İngilizce konuşman lazım gibi.
Yani orada bambaşka bir şey devreye giriyor. Aslında kültürel hegemonya. Yani neden Amerika dünya lideri? İşte bu yüzden dünya lideri. Doğru. Çünkü tersi YouTube kanalların çocukları izliyorlar. Oradaki saçma sapan oyun oynayan çocukların videolarını izleyip oradan para yolluyoruz. Bu konuya girmeyeyim diyordum ama senin söylediğinin tersinde de eğer biz gerçekten Turan’ı kurarsak Amerika’daki, Fransa’daki Türklerin cebindeki parayı cukkalayabiliyoruz. Turan kuracağın ülkelerin durumları çok parlak değil.
Bunu da çağ uygun hale getirse ki Batı’ya doğru bir belki şey bilemedim. Sakat konulara girmeden. Belçika Birliği falan. Bence kritik bir şeydi onu atladık. Merkez Bankası bağımsız olsun dedin ya. O nasıl olabilir ki öyle bir şeye? Sonuçta ben hükumetteyim. Ben cumhurbaşkanıyım atıyorum. Ya bir sen seni de Merkez Bankası’na seçtirmişim. Ellerden ırak. Ben telefon açıp Hakan’cım para bas diyemiyor muyum?
İlkercim şöyle tabii bu ülke vatandaşının dünyaya bakışı böyle oluyor. Burada bir sıkıntı yok yani böyle baktığını çok anlıyorum. Yani ben de seni gibi düşünüyorum kesinlikle. Yani ama biraz global bakarsak buradaki yapı şöyle kurulmaya çalışılıyor. Devlet dediğin şeyin mesela bugün ülke yöneten kişilere sorsak kardeşim memleketin bir numaralı sorunu ne dediysek? İşsizlik der diyelim ki. Üç ay sonra sorsak hayat pahalılığı eder. İki ay sonra sorsak ya da hatta on gün sonra sorsak Biden’la görüşme eder falan.
Yani her gün değişir. Şimdi her gün değişen bir şey olduğu için bu para basan ve kurula ilgili adama o günkü duruma göre talimat verirsen bunu her gün başka talimat verirsin. Onun için bunu ayırmaya çalışıyorlar. Diyor ki bu adamın gündemi her gün değişiyor. Yani bu her ülke için geçerli. Fransa’nın şu anki gündemi Fransa Cumhurbaşkanı’nın tokat yemesi. Örnek veriyorum. Güvenlik yetersiz bir kaldı. Başka bir şey konuşuyorlar mı? Yalnız ne tokatlı hocam. Allah gelişine dövü voley koydu adam. Şimdi ben Cumhurbaşkanıyım sen de Merkez Bankası Başkanısın. Telefon ediyorum ben sana. Hakan. Hakan.
Dondum ben şu Cafer eminim. Hazır olayım abi evet. Hakan. Şimdi bize kaynak lazım. TL basabilir miyiz? Hangi ülkede olduğumuzu bilmeden ortalama bir şey söylüyorum yani. Emredersiniz efendim. Biraz da zaten daha sert ve net konuşuyor olman lazım. Peki bir dakika. Amerika’da Biden arayıp Pavula para bas diyebiliyor muyum ya da faizi indir kalmış. Şöyle çalışıyor. Birincisi bizdeki gibi.
Bizdeki gibi demeyelim. Bizdeki biraz daha tabi işte hepimizin yaşadığı şeyler de Amerika’da adaylar sunuluyor. Başkan birini seçiyor. Başkan aslında kafadan bu adamı seçemiyor. Adaylar bunlar deyip birini seçiyor. Adayı kim sunuyor? Meclis mi sunuyor? Merkez Bankası’nın kendi içindelerine yapı belli zaten. Oya hakkı olmayan üyeler, oya hakkı olan üyeler falan gibi bir şey var. Oya hakkı olan üyelerden yani kabaca akademiler demiş olayım çok detaya girmek için. Oya hakkı olan üyeleri kim seçiyor? Konuyorsam hakkı yemez. Seçti. Bu dedi.
Seçtikten sonra teorik olarak, pratik öneline vereceğim, teorik olarak şöyle çalışıyor. Arkadaşım senin görevin bu. Aha da Merkez Bankası. Bunlar da yardımcıların başlayışı. Ve orada zaten standart demiş ki büyümenin, burada bir şey atladım, Merkez Bankalarının tek görevi modern merkez bankacının da enflasyon. Yani tek işi enflasyon. Yüzde beşe indirmek. Bunu yapmak için kullanacağı para politikası, seti ve araçlarda serbesttir. Tanım bu. Yani sen enflasyonu beş yap da, faizimi arttırıyorsun, kurumu düşürüyorsun, ne yapıyorsan yap diye atanıyor normalde.
Bizde de böyle, dünyada da böyle. Bir tek Amerika üzerinde demişler ki senin görevin hem enflasyonu şu rakama indirmek hem de işsizliği bu rakama indirmektenmiş. Bir tek Amerika’da bu var çünkü bu çok zor bir görev aslında. Biz şunu biliyoruz, faizleri çok düşürürsen talep artıp enflasyona yol açabilir, işsizliği çözmek için faiz düşürmen lazım. Yani enflasyonla işsizlik çelişebilir hedefler olduğu için tüm dünyada bir tanesi görevlendirilmiş. Amerika ise iki görev bir de var. Dedik ki arkadaş senin görevin enflasyon bu, işsizlik bu, işe başla.
Ne yapacaksın konusunda özgürsün. Amerika böyle başlıyor. Çok istisnai örnekler, Trump örneğinde olduğu gibi. Bu adam yanlış demeye başladı kendi seçtiği adama. Ne kadar ilginç öyle bir şey. İlginç bir şey. Sanılış demeye başladı daha ilginç söyleyeyim görevden alamadı. Allah seninlendirsin. Alamadı. Çünkü tanım görev süresi boyunca ya adam ölecek ya istifa edecek ya süresi bitecek. Bizdeki de böyle normal şartlar altında. Dolayısıyla yapı bu. Tabii ki arayıp da çok ekonomi zorlandı destek atmayacak mısınız falan diyordur ama at, bas, çal diyemiyor.
Hatta cevap bile verdi Amerika’da Merkezi Bankası Başkanı. Evet konuştuk ama biz normal hedeflerimiz etrafında devam ediyoruz dedi. Bunu da bak Amerika yayını olarak hesapla. Bunu yurt dışa satabileceğimiz bir şey. Burada geçerli değil çünkü burada bir karşılığı yok. Ben o adamın yerinde olsam ben de öttürürüm yani. Yakalamış kendini. Peki hocam harikaydım. Ama bir sürü soru var. Gelecek bölümlerde yine birlikte olacağız. Az sonra değil de daha sonra. Daha sonra. Tamam görüşmek üzere.
Çok teşekkür ederiz.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir