Endülüs medeniyeti nasıl yok edildi?
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=A4kQVOU0pfQ.
Orta Şah’ın en büyük medeniyetlerinden birini meydana getiren Endülüs Müslümanları tarih sahnesinden nasıl silindi? Aslında bu aşama aşama gerçekleşen bir süreçti. Katolikler, Müslümanların İber Yarımadası’na ayak bastıkları ilk günden itibaren onları buradan çıkarmak için harekete geçmeye başlamışlardı. 19 Temmuz 711’de İslam tarihinin dönüm noktalarından biri yaşandı. Tarih Bizliyat Komutası’ndaki Müslüman ordusu 7 gün süren büyük savaşın sonunda Vizikot Kralını yelilgeye uğrattı. Bu tarihten sonra Endülüs toprakları Müslümanların kontrolü altına girmeye başladı. Ancak Hristiyanlar bunu içten içe kabul etmiyorlardı. 718’de Endülüs’ün Kuzey Kayısında dağlarda bulunan mağaralarda Ovedo Kralı Pelayo öncülüğünde bir araya geldiler. Ve Rikonquista fikri ilk kez burada ortaya atıldı. Bu düşüncenin temeli Müslümanların er ya da geç İspanya topraklarından çıkarılmasına dayanıyordu. Bunun için Hristiyanlar yüzyıllar boyunca sürecek olan mücadelelerinin ilk adımlarını atmaya başladılar. 29 Mayıs 1085’te Endülüs’ün en önemli şehirlerinden biri olan Tuleitula, Kastilya ve Leon Kralı 6. Alfonso tarafından işgal edildi. Bundan sonra işgaller hızla devam etti.
1118’de Zaragoza, 1148’de Turtoza ve Lerida, 1170’te de Teruel gibi belli başlı şehirler birer birer Müslümanların elinden çıktı. 16 Temmuz 1212’de gerçekleşen Las Navas ve Tolosa Muharebesinde Katolikler galip geldi. 1230 yılında Kastilya ve Leon Krallıklarının tekrardan birleşmesi Katoliklerin elini daha da güçlendirdi. Bu tarihten sonra saldırıların şiddeti artarak devam etti.
30 Aziran 1236 tarihinde Müslümanlar Endülüs’ün hem başkenti hem de önemli bir bedediyet merkezi olan Kurtuba’yı kaybettiler. İşgallerden sonra Müslümanların bir kısmı henüz Hristiyanların eline geçmemiş olan Endülüs şehirlerine taşındı. Bazıları ise Kuzey Afrika’ya göç etmeye mecbur kaldı. Göç edenler genelde şehrin ileri gelen aileleri de mensup ve ulemal sınıfından kişilerdi.
Katolikler tüm bu işgaller sırasında İspanya’da Din ve Irk Birliğini Sağlama Adı altında Endülüs Müslümanlarına yönelik kültürel asimilasyon sürecini başlattılar. 1300’de Müslümanların saçlarını dinlerini gösterecek şekilde kestirmeleri zorunlu kılındı. 1371 yılında Kastilya’da ikinci Henry kıyafetlerine dinlerini gösteren bir işaret takmalarını emretti. Bu genellikle sol omuzlarında kırmızı bir daire şeklinde görülüyordu.
Bu emrin uygulandığı yıllarda sokak aralarında pek çok Müslüman saldırıya uğrayarak hayatını kaybetti. 1388’de Palencia konserinde Hristiyanlar resmi geçit yaparken hem Müslümanların hem de Yahudilerin düzleri üstüne çökmelerine ve tüm Hristiyan yortularını kutlamalarına karar verildi. Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki tüm zaruret dışı komşuluk ilişkileri yasaklandı. Bu yasağa uymayanların ağır şekilde işkence göreceği açıklandı.
1412’de çıkarılan bir kanunname ile Müslümanların yalnızca tek kapısı olan etrafı duvarlarla çevrili bir mahallede oturmaları zorunlu kalındı. Ama bunlar henüz hiçbir şey sayılırdı. 1492’de Nasriler yani Beni Ahmer Devleti’nin başkenti Gırnata, Katolik Hükümdarlar, İzabella ve Ferdinand’ın emriyle işgal edilip düşünce Müslümanların en düzüsteki siyasi ve askeri varlığı sona erdi. Esas zorluklar bundan sonra baş gösterdi.
Müslümanlara yönelik baskılar kademeli olarak artırıldı. Bir anda tüm Müslümanları sürgün etmek ya da öldürmek Katoliklere mantıklı gelmemişti. Çünkü Müslümanlar tarım, hayvancılık, kasaplık, marangozluk, dokumacılık, boyacılık ve daha pek çok iş kolunda kalifiyelerdi. Bu alanlarda en ölüsü kalkındıran Hristiyanlardan çok Müslümanlardı. İşte bu yüzden ekonomik anlamda sıkıntıya düşmek istemeyen Katolikler başlangıçta daha kademeli ve anlayışlı gibi gözüken bir asimilasyon politikası uyguladılar.
Ama kısa süre sonra durum değişti. 12 Şubat 1502 tarihinde ilan edilen bir fermanla birlikte Kastilya ve civarında hiçbir Müslümanın kalmamasına karar verildi. Bu tarihten itibaren Kastilya’daki tüm Müslümanlar Hristiyan sayıldı. Yani insanlar dinlerinden vazgeçmeye zorlandı. Elbette Müslümanlar buna boyun eğmeyip birçok isyan düzenlemeye çalıştı. Ancak Katolikler bu isyanları kanlı bir şekilde bastırıyordu.
Zamanla daha da ileri giderek, Granada’dan başlayarak tüm Endülüs şehirlerinde Müslümanları toplu törenlerle zorla vaftiz etmeye başladılar. Bu vaftiz törenlerinden sonra Hristiyan olmaya zorladıkları Müslümanlara Christianos, Convertitos ve Moros yani daha kısa şekliyle Moriskos adı verildi. Moriskos tabiri kendi istekleriyle ya da kendi istekleri dışında Hristiyanlığa giren bütün Müslümanlar için kullanıldı. Ancak bu Müslümanlar kendi içlerinde inançlarını korumaya devam ediyordu.
Katolikler Moriskoların kalben Müslüman olduklarını ve evlerinde gizli gizli ibadetlerini gerçekleştirdiklerini çok iyi biliyordu. Bu yüzden onların tüm faaliyetlerini gözlemlemeye başladılar. Oruç tutmaları, defil merasimleri, dini bayramlar, düğünler, yeme içme adetleri ve diğer pek çok konuda İslam’a uygun yaşayanları tespit edip cezalandırıyorlardı. Cezalar elbette bir İspanyol geleneği haline gelen Engizisyoneli ile gerçekleştiriyordu.
Mikkel de Epalzan’ın da belirttiği üzere Endülüs Müslümanlarının hakikaten din değiştirip gerçek birer Hristiyan olduklarına inanılmadığı için İspanyol Engizisyonu onları sürekli kontrol ediyordu. Müslümanlar mahkemenin acımazı soruşturmalarından korunmak ve bu uygulamalara karşı takınmaları gereken tavır için Kuzey Afrika’daki ulema’ya başvuruyorlardı. Mesela hemen hemen bütün ibadethaneleri kapatıldığı halde namazlarını sekratas meskitas denilen gizli camilerde kılıyorlardı. Böylece bir araya gelmelerine engel olunamıyordu. Zaten bu ibadeti evlerinde de yerine getirebildiklerinden Engizisyon namaz konusunda onları kısıtlamakta başarılı olamamıştı. Pazar günleri kiliseye aile gitmeleri, İslam’a göre haram olan yiyecek ve içecekleri tüketmeleri zorunluydu. Bunları yapmayanlara Muhammed’in cemaati adı veriliyor ve hepsi sorgulanıyordu. Ayrıca definlerde ölüyi temiz bir kefene sarmak veya gün içerisinde nehir kenarlarında görülmek suçtu. Çünkü günde birden fazla kez nehire temizlenmeye gidiyorlarsa bu abdest aldıkları anlamına geliyordu. Bu yasaklara uymayanlar Engizisyon tarafından takip ve soruşturmaya alınıyordu. Yaptıklarının İspanya’nın dini bütünlüğüne zarar verdiği gerekçesiyle işkence görüyor, diri diri yakılıyorlardı. Engizisyon görevlilerine göre bir kadın kocasının iştirakı olmadan suç işleyemezdi. Çocuksa ebeveyninin rehberliği olmadan sapkınlığa düşemezdi. Yani ailenin bir ferdi mahkemenin eline düştüğünde geri kalanında onu takip ederdi. Tüm aile bireyleri işlemlerin en sonunda götürüldükleri oto defi töreninde karşılaşırlardı. Mahkumlar katoliklerin karşısında af dileyip samimi şekilde Hristiyan olduğunu kanıtlayamazlarsa yakılması için devlet görevlilerine teslim ediliyorlardı. Bir şahidin 1577 yılının Haziran ayında naklettiğine göre Ursula de Mendoza isimli Granada Engizisyon bölgesine dahil olan genç bir Müslüman kadın İnebahtlı Savaşı’nda Don Juan’ın zafer kazandığını duyduğunda bir başka Müslüman kıza Arapça olarak ”Bu sene bizim için çok kötü geçti.” diye yakınmıştı. Bu da Müslümanlar için çok kötü geçtiği anlamını taşıdığından genç kız Engizisyon’un takibine alınmıştı. İş saatleri içerisinde birkaç kez kollarını ve başını yıkarken görülen bahşevam Miguel Canete 1606 yılında abdest aldığı gerekçesiyle yargılandı ve ağır işkence gördü. 1597’de yakalanan Bartoloma Sanchez de temizliğine gerekenden fazla özen gösterdiği ve bunun abdest aldığına bir delil olduğu gerekçesiyle işkenceye maruz kaldı. Uzun süren işkencelerden sonra 3 sene kürek cezası, sonra ömür boyu hapis ve müsaadele ele cezalandırıldı. Tüm bunlar Katolikler için yeterli değildi. Ne kadar baskılasalar da Müslümanların en düz topraklarında yeniden güç kazanmasından ve Katolik yönetime karşı başarılı olmalarından hep korkuyorlardı.
İşte bu yüzden yıllar süren bu korkunç politikalardan sonra son sürgün kararı verildi. Sürgünün önemli gerekçelerinden biri de onların İspanya’nın düşmanı olan Türkler ve Kuzey Afrika’daki Müslüman hanedanlıklarla iş birliği yaptıklarına dair inançtı. İspanyol yöneticileri 1609 yılında Morisco’lardan kurtulmak için nihayet çözümü bulduklarını söylediler.
Buna göre özel bir alanı toplanarak toplumdan teşhit edilmeleri, toplu katliama tabi tutulmaları, İspanya dışına topluca sürgün edilmeleri ve Güney Amerika’daki maden ocaklarına götürülüp çalıştırılmaları gibi seçenekler ortaya atıldı. Üyelerden bazıları Morisco’ların rehbersiz, küreksiz ve aydınlatma için herhangi bir araç verilmeden gemilere bindirilip denize gönderilmesini bir kısmı da topluca Kuzey Afrika’ya sürgün edilmelerini teklif etmişti.
Toplu sürgün seçeneğinin devlet konseyince benimselmesi kral 3. Philippe’ye harekete geçirdi. Böylece kral, Vatikan’a bir mektup göndererek sürgün için papadan izin istedi. Papa 5. Louis, Morisco’ların ikna ve eğitim yoluyla Hristiyan olmaya devam etmeleri yönündeki Roma-Englizisyon mahkemesinin görüşünü benimselmesine rağmen İspanya’dan gelen heyetin ısrarlarına daha fazla dayanamayarak sürgüne onay verdi. Sürgün kararının 23 Nisan 1609’da açıkça ilan edilmesine hükmedildi. Bu karar alındığı zaman dış siyasette İspanya açısından elverişliydi. Bu sırada Morisco’lara yardım etme ihtimali en yüksek olan imparatorluk Osmanlıydı elbette. Ancak Osmanlı en çalkantılı ve kaos dolu yıllarını yaşıyordu. Doğu sınırlarını korumak için Safevilerle mücadele ediyor, içeride ise isyanlar ve karışıklıklarla uğraşıyordu. Kuzey Afrika’daki Müslüman hanedanlıklarda iç işlerinde karışıklıklarla boğuşuyordu. İngiltere İspanyollarla sadakat anlaşması yapmış, Fransızlar ise tek başlarına İspanya’ya karşı savaşı başlatacak gücü kendinde bulamamıştı. Yani İspanya dış işleri açısından en rahat döneminde bu sürgün kararını almıştı. İspanya kralı 3. Filip yerel yöneticilere gönderdiği ferman da Morisco’ların neden sürgün edilmeleri gerektiği konusunda açıklamalarda bulunuyordu.
Morisco’ların iyi birer Hristiyan olmaları hususunda 10 yıllardır gerçekleştirilen faaliyetlerinin dikbaşlılıkları ve kendi dinlerinden vazgeçmemeleri nedeniyle büyük oranda başarısız olduğunu, Hristiyanlığa geçenlerin de din değiştirip yeniden Müslüman olduklarını, bu durumun kutsal değerlerini incittiğini söylüyordu. Ferman da sürgün emrini şöyle veriyordu. Bu fermanın yayınlanmasından itibaren 3 gün içerisinde Belense’ye de bulunan Morisco’ların belirlenen limanlara gitmeleri ve gemilere binmeleri sağlanacaktır. Taşıyabildikleri kadar mallarını yanlarında götürebilecekler, geride kalan arazileri ise gözetiminde bulundukları senyörlere bırakılacaktır. Berberistan’a varana kadar onlara kötü muamele edilmeyecek, şahsi eşyaları alınmayacak ve kötü söz söylenmeyecektir. Bu hükümlere uymayan görevliler ölüm cezasıyla cezalandırılacaktır. 3 günden sonra evlerinin uzağında veya başka bir yerde yakalananlar, hakim karşısına çıkmayı reddederlerse öldürüleceklerdir.
Sürgüne gönderilen Morisco’ların evleri, şeker pancarı değirmenleri, pirinç tarlaları ve su değirmenleri onların yerine yerleştirilen Hıristiyanlara verilecektir. Elbette Morisco’ların sürgünü, Filip’in ferman da belirttiği gibi saygı ve huzur içinde gerçekleşmedi. Yolculuk esnasında ve sonrasında büyük sıkıntılarla karşılaştılar. Taşıdıkları değerli eşyaları almak isteyen Katolikler tarafından devamlı saldırıya uğradılar.
Belenciye bölgesindeki San Mateo yolu katledilen Morisco’ların cesetleriyle doldu. Avrupa ve Afrika topraklarına göç eden Morisco’ların bir kısmı da bu sırada yaygın olan veba ve bezleri bulaşıcı hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetti. Fransa’ya ulaşan on binlerce Morisco hastalık taşıdıkları gerekçesiyle bazı bölgelere girişlerine izin verilmeyince soyguncu çetelerin hedefi haline getirilerek can güvenlikleri tehlikeye atıldı. İspanyadan bir an evvel ayrılmak isteyen Morisco’lar ise gemi kapitanlarıyla ücret karşılığı anlaşarak Kuzey Afrika’ya göç etmek istedi. Bu yöntem, gemi kapitanlarının daha fazla para kazanmak maksadıyla Morisco’ları denizin ortasında gemiden atmasıyla zaman zaman trajediyle sonuçlandı. Ulaştıkları coğrafyalarda yerel halkın tepkisini çekenlerin bir kısmı da yapılan saldırılarda hayatını kaybetti. İspanyada kalmak için çabalayanlar ise köle olarak çalıştırıldı veya işkence gördü.
Asırlar süren büyük bir medeniyetin temellerini atan Endülüs Müslümanlarından geriye iz bırakmamak için büyük çaba harcandı. Böylece 17. asrın ilk yarısına kadar geçen sürede İspanyadan yaklaşık 3 milyon Müslüman ülke dışına sürgün edilerek İspanyadaki İslam varlığına son verildi. Morisco’ların sürgünü hakkında yorumlarınızı bekliyoruz.
Bir sı
İlk Yorumu Siz Yapın