"Enter"a basıp içeriğe geçin

Fare Hikayeleri | Mesnevi’den Hikayeler 19. Bölüm

Fare Hikayeleri | Mesnevi’den Hikayeler 19. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=nXr72siH_Ic.

Evet. Bizi sağlık ve afiyet içerisinde bir araya getiren Mevla’ya şükürler olsun. Nasılsınız?
Her şey yolundadır, saht ve afiyetiniz. Çok şükür. Hoş geldiniz diyelim. İslam alimleri, benlik ve kibri, şeytanın karakteri ve şirke en yakın büyük günah olarak tanımlar. Nisa suresi 36. ayette,
Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez buyrularak, kibirden uzak durulması emredilirken, İsra suresi 37. ayetinde ise, yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin buyrulmuştur. Ne kadar doğru.
Ebûz Erden rivayet edildiğine göre, Nebî Ekrem şöyle buyurdu. Üç sınıf insan vardır ki, kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için elim, yani can yakıcı bir azap vardır.
Vay ne kadar korkutucu, ne kadar sarsıcı bir emir. Ravî dedi ki, Resulullah bu cümleyi üç kere tekrarladı, sonra Ebûz Er, o halde bu kimseler tam bir mahrumiyet ve hüsrana uğramışlardır. Onlar kimlerdir ey Allah’ın Resulü diye sordu. Resul Ekrem de, elbisesini kibirle yerlerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yere yemin ederek ticaret malını iyi bir fiyata satmaya çalışanlardır cevabını verdi.
Hal böyleyken dostlar, çağımızın en büyük hastalığı kibir ve benlik. Bizi mahveden şey de bu zaten, insanoğlunun en büyük derdi, kibir ve benlik duygusu. Ne açı.
Evet, kendimizi bile tam anlamaktan ve tanımlamaktan yoksunuz. Biz daha kendimizi bile tam olarak anlamazken, diğer insanları bir bakışta, birkaç kelimeyle, birkaç dedikodu ile anladığımızı iddia edip, onlar hakkında yorum yapar, yargılar ve onları küçük görürsek, o zaman kendimizi üstün kılarsak ziyandayız ve inanın büyük bir zannederiz.
Söylediklerimin, yaptıklarımın hepsinden vazgeçtim. Pişman oldum. Çünkü ne sözde mana, ne de manada söz kaldı.
Deyip, Hz. Şems’in diliyle gelelim hikayemize.
Efendim rivayet olunur ki, Bağdat’ın zengin sokaklarında bir fare yaşardı. Bu minik fare, diğer arkadaşlarından farklı olarak oldukça yetenekliydi.
Bağdat sokaklarını avucunun içi gibi bilirdi. En lezzetli yemeklerin yerini bulur, arkadaşlarıyla keyif içinde yaşardı. Eee, hal böyle olunca herkes de fareye bir hürmet, bir hürmet sormayın gitsin.
Zavallı fare, kerameti kendinde sanarak gün be gün böbürlenmeye başladı. Ne acı, şu koca Bağdat’ta benden daha akıllısı, daha kurnazı yok demeye başladı.
Gel zaman, git zaman fare kendisiyle öyle böbürlenmeye başladı ki büyüyen benli Bağdat’a sığmaz oldu. Aman Allah’ım. Artık fare dünyayı görmeyi ve başka diyarlara gidip aklı ve zekası ile oradaki hayvanları da kendine hayran bırakmak istiyordu.
Böylece fare bir gün azığını hazır etti, arkadaşlarıyla vedalaşarak Bağdat’ı terk etti. Fare bir süre yol aldıktan sonra bir kervandan geri kalmış bir deve ile karşılaştı. Zavallı deve yolunu kaybetmiş kervanından ayrı düşmüştü. Fare devenin durumunu öğrenince ben dünyayı keşfe çıkmış bir gezginim. Elimden her şey gelir, iş sürer, yol bulurum. Gel seninle yol arkadaşı olalım, ben sana yardım ederim, sen de uçsuz bucaksız çöllerde bana yarenlik edersin dedi.
Deve çaresiz. Farenin bu teklifini kabul etti. İki yeni arkadaş böylece çıktılar yola. Yol boyunca iki yeni yoldaş başladılar konuşmaya.
Deve arkadaşlarından, yeşil vadilerden, gezip gördüğü diyarlardan duyup öğrendiği bilgilerden bahsetmeye başladı.
Fare ise her fırsatta Bağdat sokaklarının kendisinden sorulduğunu, Bağdat’taki tüm hayvanların ona ne kadar hayran olduğunu anlattı da anlattı. Vay efendim zamanın birinde şöyle yaptıydım, ötekisinde böyle yaptıydım, berisinde böyle yaptıydım.
Fare yol boyunca yeni arkadaşına kendini anlatıp durdu. Böylece Fare ile Deve çölde bir hayli yol aldılar. Gerçekten de bir iki gün geçmemişti ki Fare, Devenin kaybettiği kervanın izini bulmayı başardı.
Yeni arkadaşına dönerek minik Fare, gördün mü? Şaşkın ben sana demedim mi? Elimden her iş gelir, iz sürer senin kaybettiğin kervanını bulurum demedim mi? Deve zavallı mahcup, haa haa dediydin. Hem de yol boyunca her fırsatta dediydin dedi. Fare kendinden emin Devenin yolarını tutarak yeniden yola koyuldular. Fare önünde Deve arkada yol alırlarken Fare kendisiyle gururlandı. Gururlandıkça da kendine sevgisi dile döküldü. Ben ne büyük bir kılavuzum, koca bir Deveyi yularından tutmuş çekip götürüyorum.
Vallahi Bağdat ne ki dünyadaki en akıllı hayvan kesin benim.
Fare konuştukça iyice daralsa da zavallı Deve sessiz sedasız hıh hıh diyerek yeni arkadaşının kalbini kırmamaya çalışarak peşinden devam ediyordu.
Gölgeciler de pek maharetli. Derken iki arkadaş coşkun bir ırmağın kenarına geldiler.
Fare ırmağı görünce duraladı. Suya dalsa kuşkusuz boğulurdu. Deve farenin durakladığını görünce hayrola dostum dedi. Niçin durdun? Dal şu ırmağı karşı tarafa geçiverelim. Yol boyunca kendine metyeler sunan, dünyada başaramayacağı şey olmadığını söyleyen Fare, utancından delik arıyordu kaçmak için. Boynunu büktü. Ben bu ırmağı nasıl geçerim? Görmüyor musun? Su çok derin.
Deve hele bir görelim ne kadarmış bu su diyerek ırmağa yürüdü. Su ancak dizlerine kadar geliyordu. Güldü. Fareye ak korkak arkadaşım. Derin dediğin su ancak diz boyu. Korkacak ne var? Haydi dal suya da karşıya geçelim.
Fare coşkun akan nehrin korkusundan tir tir titriyordu. Bir taraftan da korkusunu belli etmemeye çalışıyordu. Yahu en şaşkın dizden dize fark var. Şu ırmak sana diz boyu ama bana koca bir umman.
Sana iki adımlık bir su birikintisi bana aşılamayan koca bir nehir. Yol boyunca Fare’nin böbürlenmesinden daralmış olan deve sonunda dayanamadı ve konuşmaya başladı.
Öyleyse bir daha küstahlık yapma. Kendi boyunda kendince çok şey olabilirsin ama bu alemde gördüm ki en büyükten daha büyükleri en zekisinden de daha zekileri var.
Ee onların hepsinden de daha öte olan Allah var. Yol boyunca kalbin kırılmasın diye sustun ama sana bir yol arkadaşı övdü.
Boyundan büyük işlere girişme kendini sev ama kendinle böbürlenme gez öğren bil ama bilgin ile övdü. Deve daha da konuşacaktı ki arkadaşının iyice ezilmesini istemedi ve kesip tenkiydi arkadaşına dönerek. Haydi haydi titreyip durma sıçra da hörgücüme bin. Yol boyunca şaşkın diyerek küçük gördüğün halimle seni de senin gibi yüzlercesini de karşıya geçirebilirim. O yüzden rahatla ama bu dediklerimi de sakın unutma dedi.
Dikkatli bir ara, yol boyunca arkadaşını küçümseyip kendisiyle böbürlendiğine utanarak devenin sırtına bindi.
Ve bu arkadaş böylece yollarına devam ettiler. İnsanın bedeninde ruhudur edep.
Allah erlerinin gözü gönlünün nurudur edep. Adem alem-i sufliden değil alem-i ulviden’dir. Şu dönen feleğin dönüşündeki letaftır edep.
Eğer şeytanın başını ezmek istersen gözünü aç ve gör ki şeytanın katilidir ancak edep. Ademoğlunda edep bulunmazsa o Adem değildir. İnsan ile hayvan arasındaki farktır edep.
Gözünü aç da bak bir kelamullah’a. Ayet ayet cümle Kur’andır edep. İman nedir diye sordum akıldan. Akıl can kulağıma söyleyerek dedi imandır edep.
Ey şemsi tebrizi sen sır ilahisin sus. Simsiyah gecelerde semaların en parlağıdır edep.
Efendim Mesnevi’de hayvanlar alemi hikayesi çok. İbret almak için daha neler var? Beni kesmedi bir tane daha anlatmamı ister misiniz? Hadi o zaman. Efendim bir korulukta gürül gürül akan Irmağ’ın kıyısındaki yosunlu kayalar arasında bir sabah su kurbağısı ile fare karşılaştı. Selam sabah ettikten sonra bir hayli söyleştiler. Arkadaş oldular. Ertesi gün tekrar buluştular. Gün boyu birbirlerine yarenlik ettiler. Birlikte iyice karadılar. Birlikte dolaştılar. Akşam karanlığı inmeye başlayınca yine fare kayanın koguğuna kurbağa ise suyun dibine çekildi. Güneş çıkıp sabah olunca kurbağa sudan çıkarak seslendi. Fare koguktan çıkarak birlikte gezmeye başladılar. Söyleşiyorlardı. Fare sevgili dostum dedi. Geceleri sıkılıyorum bazen. Sana öyle alıştım ki. Kurbağa ben de dedi. Ama ben suda kalmalıyım. Yapabileceğim bir şey yok. Fare düşündüm dedi. Geceleyin de görüşebiliriz aslında. Nasıl diye sordu kurbağa. Fare senin ayağına bir ip bağlayalım. Diğer ucunu da benim kuyruğuma bağlarız. Gece canımız sıkıldığında ipi oynatırız. Sen sudan çıkarsın. Ben de yuvamdan çıkarım. Buluşuruz dedi. Kurbağa bu fikri beğendi. Tabii ya dedi. Şimdiye kadar niçin düşünmedik bunu? İki kafadar bir ip bulup ve kendilerini birbirlerine bağladılar. Artık geceleri de görüşebiliyorlardı. Ne var ki fareyi bir zamandır izleyen alacak harga karanlık inip de yuvalarına çekilmeyi düşünürlerken…
…hızla inerek fareyi kaptığı gibi havalandı. Kurbağa ayağından fareye bağlı olduğu için o da havalanmaya başladı. Fareyle birlikte havalanan kurbağa bir yandan hayıflanıyor, kendi kendine de söyleniyordu.
Kendi dengi kendi cinsinden olmayan biriyle dostluk kurarsan olacağı budur diyordu.
Efendim kıssalarımızı anlattık anlatmasına da bakalım bu kısallardaki öz konusunda işin ehline söylüyor. Hadi bir de ona kulak verelim.
Fare ile kurbağa hikayesi Mesnevi’deki tüm hikayelerde olduğu gibi sembollerle örülüdür.
Bu semboller üzerinden devşirilecek manalar bir yandan ahlaki öğütler içerir, hepimize hitap eden diğer taraftan Mevlana’nın……insana, insanın geleceğine, insanın mahiyetine ilişkin metafizik kavrayışıyla ilgili imalar barındırır.
Ahlaki öğütler cihetinden baktığımızda burada farenin esasen kötü çevreye, kötü dosta, kötülüğe tekabül ettiğini görürüz. Buna mukabil kurbağanın temiz bir su içerisinde yaşayan, steril bir ortam dahilinde kötülerle alakasını kesmiş……kendi hemdemleriyle aynı dünyayı paylaşan iyi insana tekabül ettiğini görürüz.
Mevlana ahlaki öğütler bağlamında buradan şöyle bir değerlendirme çıkartır. Fare kurbağa ile dost olmak istediğinde ona bir ip uzatarak kendi aralarında ayrılmaz bir alaka tesis etmek ister.
Ancak bu alaka kurbağa için yalnızca sohbet alakası değildir. Aynı zamanda farenin kaderine rapt olma, farenin kaderine bağlanma alakasıdır. Dostlar biraz böyledir. Demişler ya dostun kimseye onunla haşrolursun. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.
Mevlana oldukça veciz bir biçimde bu değişi şerh eder görünür. Farenin kaderi başkadır kurbağanın kaderi başka. Fare suyun dışında tehlikelerle dolu bir yerde yaşar.
Onun karşı karşıya bulunduğu tehditlerden en önemlisi de yapıp ettiklerinden dolayı belki de ya da bizatihi içinde bulunduğu ortamdan dolayı daima ona musallat olan bir kargadır. Karga fareyi kapıp gidiverince kurbağa farenin kaderine rapt olduğundan dolayı gitmemezlik edemez. Fare ile beraber onun kaderini paylaşarak heba olur. Buradan çıkartılması gereken çokça ders var. Buradan daha fazla ders çıkarmaya çalışmak belki de hikayenin bizatihi kendisini zorlamak anlamına gelir. Dostlar, çevre, hemdem olduklarımız, hemdem olduğumuz hal, hemdem olduğumuz vasat, dostlar, arkadaşlar bunların tamamı bu hikaye içerisine zerk edilir. Fare bedene ve bedensel güçlere tekabül ederken karga bedensel güçlerin kendisiyle alakalı olarak varlık kazandıkları arzu nesnelerine, heva nesnelerine tekabül eder. Mevlana bu seviyede şunu demek ister. Ruh bedenle alakasını keşfetmeli, onunla musahabet etmeli, sohbet etmeli, hemdem olmalı ancak ipi elinden bırakmamalıdır.
Yoksa hevaya gark olur gider, ömrü faniyi, ömrü baki uğruna heba etmiş olur.
Mevzuyu işin ehlinden dinlemenin tadı da bir başka. Efendim, ruha şifa Mesnevi’den bugünlük de bu kadar. Kalın sağlıcakla ve muhabbetle. Unutmayın, bahar çok yakın.
Altyazı M.K. Altyazı M.K.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir