Gönül Üç Günlük Ay Gibidir – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=5pxsQUHbIxU.
Erenlerin Diyarından Selamun Aleyküm Erenlere Gönülverenler. Özbekistan’ın Taciçistan sınırına 50 km kadar mesafedeki Denav bölgesinde Hacı Alaeddin Attar Kudüs-i Sürruh’un huzurundan size sesleniyoruz. Merhaba efendim, hoş geldiniz.
Bir gün Hacı Alaeddin Attar Kudüs-i Sürruh Şahı Nakşibend Efendimizin huzurunda otururlarken, Alaa demiş Şahı Nakşibend Hazretleri Alaeddin Attar Hazretleri. Demiş Alaa gel. Oturmuş dizinin dibine, gözlerini dikmiş gözlerine. Muhabbet bizden size midir, sizden bize midir diye sormuş.
Ben mi seni seviyorum da sen beni sevebiliyorsun? Yoksa sen mi beni sevdiğin için ben de seni seviyorum? Minvalinde bir soru. Alaeddin Attar Efendimiz Kudüs-i Sürruh belki şöyle düşünmüş olacak ki, onların bizi sevmeye ihtiyaçları yok. Bizde onlar tarafından sevilecek bir hal yok. Hani o benim neyimi, niye sevsin ki? Düşünce bu. Bu düşünce içerisinde gerçi Evliya-ı Kiram Hazretleri de bir an kalbi boşluğa düşürürler ve oradan öğretmek istedikleri bir şey var. Belki Şahı Nakşibend Efendimizin bir orada cilvesi de var. Bir an boşluğa düşerek demiş ki, efendim bizden size olsa gerektir. Biz sizi seviyoruz. Şahı Nakşibend Kudüs-i Sürruh öyle mi? Buyurup elini ribayet o ki Alaeddin Attar Hazretlerinin omzuna koymuş.
O elin omza dokunuşuyla beraber nasıl bir tasarrufsa artık. Öyle bir hal yaşatmış ki Alaeddin Attar’ına. Hacı Alaeddin Attar Kudüs-i Sürruh, o an kendimi bomboş hissettim diyor. Muhabbet manasına hiçbir şey göremedim kalbimde. Bomboş.
Boşluğa düştüm. Bir müddet sonra elini çekti omzumdan ve bana eski halimi yad etti. Hafif tebessümle buyurdu ki, seven sevmezse sevilen sevemez.
Yani eğer maşuhtan aşığa bir muhabbet olmayacaksa, olmamışsa, aşığın maşûna duyduğu muhabbet onun muslatına sebep olmaz. Onunla muslat gerçekleşmez. Muhabbet büyükten küçüğe, büyük küçüğü sever de, küçük o sevginden kendi gönül aynasına yansıyanla,
kendisine düşenle sarhoş olur. O sarhoşluk içerisinde ben sevdim zanneder. Halbuki seven büyüktür. Allah sever, kul sevdim zanneder. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam sever ümmetini. Mürşid-i Kamiller, müridlerini severler.
Onlar sevilendir. Haa hakiki aşkda da. Aşık kim, maşuk kim, aşk neyin nesi hala tarif edilebiliyorsa, zaten diyorlar ki orada aşk yoktur. Muhabbet odu evvel düşer maşûa andan aşığa, şem’i gör kim yanmadan yandırmadı pervaneyi. Mum önce kendisi yanar da sonra etrafında sema eden pervaneleri yakar. Dolayısıyla aşkın odu da önce maşûn gönlüne düşer, ondan yayılanla aşık yanar. Şimdi senelerdir menkıbelerini okumuşuz. Tebessüm etmişiz, öğrenmişiz.
Kalbimizin nerede olduğunu senelerdir kendilerinden öğrenmişiz. Hadi şu kutlu mekanda anıverelim adını. Doktor Ahmet amca Allah rahmet etsin derdi ki şu kadar sene tıp okudum ama cilveyi Rabbaniye bak ki kalbimin yerini okuma yazma bilmeyen bir zattan öğrendim. Seyyid Abdul Hakim el-Hüseyinî Hazretlerinden bahisle, mürşidinden bahisle.
Bedenimizde taşıdığımız kalbin ne işe yaradığını, nerede durduğunu, nasıl olması gerektiğini, ne olursa Mevla’ya kurbiyet elde edeceğini kendilerinden talim ettiğimiz zatların Mevla nasip etmiş, çıkmış gelmişiz. Huzurlarından kalp sahiplerine sesleniyoruz. Aşağıda Kabil-i Şerif’in başında Büktüm Boynumu ve Hacı Alaeddin Attar Kudüsesi Ruh’a bu size girişte anlattığım gönül meselesini anlattım. Ve dedim ki, eyles hermeslem ki idrak etmezem dünya nedir? Men kimem sâkı olan kimdir? Meyyu sahbâ nedir? Gerçi canandan dilu şeyda için kam isterim. Sorsa canan bilmezem kamu dilu şeyda nedir?
Gönlün ne olduğunu bilmiyorum efendim dedim. Aynı sizin gibi hani sormuş diye birinde size Şahı Nakşibend Hazretleri. Aynı öyleyim. Muhabbetin nereden nereye gelip gittiğini bilmiyorum. Ama sevmişsiniz ki gelmişiz. Dâhik olduğumuz için değil, muhtaç olduğumuz için sevmişsiniz. Bizi kapınızdan boş çevirmeyin diye yakarıp niyaz ettim.
Alaeddin Attar Hazretleri, Attar malumunuz güzel koku satıcılarına verilen isim. Hazretim Attarlıkla meşgul olmamış. Ama iki sebepten ya güzel kokuyu sevdiğinden, güzel kokular süründüğünden ona Alaeddin Attar demişler. Yahut da sohbetinden, meclisinden o güzel kokular çıktığından dolayı Alaeddin Attar demişler.
Es sohbeti dervişan boy Muhammed Ahmed. Hazreti Mevlana diyor ya dervislerin sohbetinden Muhammed Mustafa Aleyhisselatü Vesselam’ın kokusu gelir. Onun için Attar, Alaeddin Attar. Daha gencecik yaşında gönlüne aşk ve muhabbet düşmüş. İlim derdi düşmüş.
Abisi ve kardeşi babalarından düşen mirası alıp ticarette meşgul olurken, o mirastan kendine düşen payı da kardeşlerine bırakarak medresede ilim tahsil etmeye başlamış. Şahı Nehşibend Hazretlerinin kerimesi evlenecek çağa gelince, Hazret, rivayet o ki elini arkaya atıp medresenin yolunu tutmuş. Medreseye girip baksa bir oda, odada bir hasır, bir kaç kitap, bu oda kimindir diyor. Alaeddin Attar’ındır efendim diyorlar. Çağırın onu. Geliyor. Buyursunlar efendim. Ve Alaeddin Attar Kudüs-i Asr-ı Ruh’a dönüp bir kızım var. Onu seninle evlendirmeyi muradet ediyorum diyor. Şereftir efendim diyor mahcubiyetle boynunu büküyor ve Şahı Nehşibend efendimizle bu suretle damat oluyor.
Şahı Nehşibend Hazretleri aynı Üftade Hazretlerinin Aziz Mahmud-ü Dayı Hazretleri ciğer sattırması gibi hikmeti nedir, sebebi nedir, niye olur, neyin nesidir biz bilmeyiz ama yaparlar bunu. Yapmışlar. Alaeddin Attar’ına da dönmüş ve demiş ki, elmas at. Çarşıya çık ve elma sat. Düşünün şimdi.
Zengin babanın evladı Alaeddin Attar, o abilerin kardeşi olan Alaeddin Attar, ilim sahibi olan Alaeddin Attar, çarşıda elinde bir elma tepsisi, mürşidi emretti diye elma, elma, elma, elma satıyor. Bir kaç gün sonra abisi ve kardeşi bu durumdan çok rahatsız olmuş. Kardeşimiz nasıl böyle bir şey yapar? Alimdir, imkanı vardır.
Onların rahatsızlığı Şahın Hakçı Mendefendimizin kulağına gelince, öyle mi? Buyurmuş. Gel, şimdi gideceksin kardeşlerinin dükkanın önünde satacaksın o elmayı ve yüksek sesle bağırarak satacaksın. Gidmiş dükkanın önünde elma satıyor. Abisi ve kardeşi tabii iyice rahatsız olmuşlar bu durumdan. Nefslerine dokunmuş.
Geliyorlar ve diyorlar ki yapma bunu, satma, satacağım. Bari dükkanın önünde satma, satarım. Bana değil mi ki bunu mürşidim emretmiş, dükkanın önünde sat demiş, o zaman ben bu elmayı bu dükkanın önünde bağıra bağıra satarım ve satmış. Orada satılan bir elmadır. Orada rahatsız olan iki kardeştir. Ama bilinmez ki Şahın Hakçı Mendefend Kudüs-ü Sürruh Ala’sının gönlünde ne gibi işler işler o anda.
Kasr-ı Arifan’a döndüğü vakit dergâha Şahın Hakçı Mendefendimiz diyor ki tamam artık elma satmana hacet kalmadı. Mesele halloldu ve başlıyor dervişlik yapmaya dervişlik yapmaya. Çok sevmiş, yanından ayırmazmış Şahın Hakçı Mendefendimiz Alaeddin Atlar’ı. Hatta diğer dervişler de acaba’sını düşünürlermiş. Neden, niçin böyle?
Acabası aslında anlaşılacaktır. Çünkü Şahın Hakçı Mendefendimiz henüz hayattayken bazı müritlerinin terbiyesini Alaeddin Atlar Kudüs-ü Sürruh’a teslim edecek ve diyecektir ki onlarla sen ilgilen. O onlarla ilgilendikten sonra da dönüp dervişana Alaeddin bizim yükümüzü hafifletti diyecektir. Şahın Hakçı Mendefend Kudüs-ü Sürruh’un Alem-i Cemale göçüşünden sonra Alaeddin Atlar Hazretlerinin etrafında
diğer halifeler de olmak üzere bütün müridan pervane olacaktır. Yakup-ı Çarhi Hazretleri kalkıp Alaeddin Atlar’ın yanına gelecektir. Çünkü ona bir mektup yazar ve der ki, Şahın Hakçı Mendefend’in vasiyeti hakkında ne düşünüyorsun? Hani sana demişti ya, ben gittikten sonra Alaeddin’in yanında ol, o gitti ve ben şimdi buradayım çağın-ı yandan. Ne düşünüyorsun? Gelir. Muhammed Parisa Hazretleri gelir Alaeddin Atlar Hazretlerine bendelik ederler, yine intisap ederler ve yol onunla beraber yürür gider. Sisilet-i Zeheb’in kol başlarından, büyük saatlerinden Mevla derecatını âli eylesin, bizleri şefaatine nail eylesin. O muhabbet, o gönle nasıl bir düşmüşse bakın hala o çera yanmaya devam ediyor. 7 asır geçmiş üstünden hala o çera yanıyor, aşkla insanları kendine çekiyor, insanlar dünyanın dört bir tarafından kalkıp bu mekana geliyorlar. Küçücük bir şehirden o Alaeddin Atlar Kudüsü Ruh burada. Gelelim ve onun huzurunda duralım. Gelelim ve onun o kokusundan, Allah bilan burun hala alır o kokuyu, o kokudan istifade edelim.
Asiyet bu, gönül o gönül. Bir gün Şahı Nakşibend Efendimiz çağırır, der ki Ala gel, ne konuşuyordunuz? Konuştukları mesele şudur dervişlerin, Alaeddin Atlar Kudüsü Ruh Harezm’e gittiğinde bir derviş Muhammed yanına yaklaşır ve der ki, gönül nedir Alaeddin, sen ne düşünüyorsun gönül konusunda? Ben gönlüm mahiyetini bilmiyorum diye cevap verir.
Bilmiyorum demek bilenlerin karıdır. Bilmiyorum diyene bildirirler. Bilmiyorum der. O derviş Alaeddin Atlar’a dönüp der ki gönül üç günlük ay gibidir. Böyle tarif eder. Kasr-ı Arifan’a geldiklerinde dervişlerle gönül hakkında mülahaza ederlerken, Şahı Nakşibend Efendimiz bakar ve çağırır der ki Ala gel, gelir. Ne konuşuyordunuz? Gönülden konuşuyorduk efendim.
Ne diyorlardı gönül için? Harezm’de bir derviş Muhammed ile karşılaştım efendim. Bana gönlü tarif etti ve dedi ki, üç günlük ay gibidir. Sen ne dedin? Mahiyetini bilmiyorum dedim. Tebessüm eder. Mübarek ayaklarını Alaeddin Atlar Hazretlerinin ayağının üstüne koyar. O ayak diğer ayağının üstüne geldiği anda Alaeddin Atlar Hazretleri kendinden geçer. O anı şöyle tarif edecektir, tasvir edecektir. Bir baktım ki kainatta yaratılmış ne varsa bütün mevcudat benim içimde. Onun hepsini içimde seyrettim.
Ayağını çekti, halim bana iade etti ve dedi ki bu gönülden bir cüzdür. Gönül o dervişin dediği değildir. O kendi bildiğini tarif etmiş. Gönül öyle bir sırdır ki Allah-u Teala yerlere göklere sığmadım. Mümin kulumun gönlüne sığdım buyurdu. Gönlü bilen onu bulur. Gönlü bulan onu bilir. Ölçüyü böyle koyar Şahı Nakşibend Hazretleri.
Ve şimdi bu sohbetin üzerinden geçmiş asırlar gönlü bilmiyoruz. Onu bilmiyoruz. Ne gönlü bulabildik ne onu bulabildik. Erenlere gönül verenler ne de bilenlere gönül verebildik. Veremediğimizi biliyoruz onların huzuruna geldiğimiz vakit.
Bulamadığımızı biliyoruz bulanların huzuruna geldiğimiz vakit. Hacı Alaeddin Attar Kudüs-i Sezirruhu’nun huzurundan dua eder, dua bekleriz. Gönül, gönül mühimdir.
Yunus der ki ey hoca, istersen var bin hacca, hepsinden iyice bir gönüle girmektir. Eyvallah.
İlk Yorumu Siz Yapın