Linki kullanabilirsiniz https://youtu.be/qrDhkmPrUeM?list=PLWXQ0iArMOp8K103D-hJLttj2xxK4EVHe” target=”_blank” rel=”noopener”>Hadi Özışık ve Postmodernist Tokat – Böyle Buyurdu Kültür – Prof. Nevzat Kaya – B10 videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için tıklayınız.
Hocam merhaba. Merhaba. Merakla beklenen yeni bölümümüzde konumuz çirkinliğin estetiği. Çirkinliğin estetiği nedir hocam? Nelson Goodman’ın çirkinliğin paradoksundan yola çıkarak tanımlayabiliriz. Çirkinliğin estetiği aslında insanlarda daha ziyade patolojik unsurlardan zevk alma özelliğine değiniyor Nelson Goodman. Neyi kastediyor? Mesela diyor ki ayılabayılak korkmak deyimi, korku filmlerini seyretmek, beden dünyaları adlı vücutlardan yapılmış, plastine edilmiş vücutlardan yapılmış, tergilere gitmek. Yani diyor ki insanoğlunun güzel olarak alınladığı şeyde daha genel bir bakış açısı lazım ve çirkinide insanın ilgisini çeken güzellik konutasyonuna dahil olması gerektiğini söylüyor Nelson Goodman. Çirkinin estetiği çok ilginç bir fenomen. Teorik olarak felsefi olarak da yine 18. yüzyılda ve 19. yüzyılda tam romantizmde teorize edilen bir olgudur. Çok ilginç aslında kültür tarihsel olarak neyin kapanışıdır? Bütün o fil helenik klasikizmleri çirkinin estetiği kuramları tamamıyla geçmişe gönderiyorlar değil mi? Dolayısıyla. Victor Hugo’nun Quasimodo’su giriyor mu buna yoksa? Gayet tabi ki giriyor yani düşünsenize Notre Dame’ın cambru bir roman ve kahraman kim? Beyaz adlı prens değil Quasimodo. Bana su verdi iç tedir diyor. Ve ilginç bakın erkek taraf çirkin esmeralda kadın taraf güzel. Bakınız bu perspektiften de bakmak lazım. Erkeğin güzelliğini yitirmesi ve kadının güzelleşmesi son derece modern bir dinamiktir. Romantizm de başlar. Erkeğe atfedilen manevi güzellik görsel olarak kadına geçiyor ve erkek kamburlaşıyor. Burada ne başlıyor? Modernizm başlıyor işte. Eski dogmalar, aksiyomlar, idealize etme durumları tamamıyla ne oluyor? Geçmişe ait bir demode, tozlanmış, raflara kaldırılması gereken bir unsur olarak karşımıza çıkıyor değil mi? Güzellik faşist bir şey midir? Hayır. Güzellik faşist bir şey değildir.
Ama güzellik kültü faşizme giden patikayı otobana çevirebilir. Çünkü tekrarlamak gerekirse güzellik hep nedir? Standarttır. Göze batmamayla ilintilidir. Dolayısıyla bir ortalama hüviyetine sahip olduğu için güzellik ISO 9001 belgeleri standartizasyona götürüyor. E kolektif bağlamında bu standartizasyonlar aşırı uçağa geldiklerinde bu ortalamaya uymayan unsurlar bağlamında mesela gayet tabi ki standartize edilmiş bir dış görünüşe. Yani hangi cümleye götürüyor? Almanlar sarışın olur, uzun boylu olur ve mavi gözlü olur değil mi? Evet bunu geçen bölümde de konuşmuştuk ama… Yani bu tehlikeli. Güzellik tarif edildiği zaman hayırlara vesile değildir. Peki faşizmin o mimarisindeki hatta fotoğraflarında sinemasında bile inanılmaz bir berraklıkla… Muhteşemlik. Evet muhteşem bir oran hayran bırakıyor aslında mimarisi bile öyle. Tabi tabi çok tehlikeli. Niye? Çünkü faşist estetik mesela Lenny Riesnstahl… Büyük sinemacı. 1936 Berlin olimpiyatları falan. Faşist estetik ne yapıyor biliyor musun? Heroizmi, epik olanı, mitosu modernleştirerek teknoloji ile görünür kılıyor. Faşizmenin, çekiciliğinin ve propagandaya bu denli uygun olmasının sebebi burada saklı. Ne yapıyor? Çok arkayık bir şeyi yani Nibelungen şarkısını, İlyada’yı modern teknolojiden günümüze getiriyor. Dolayısıyla son derece araçsal bir şey amaçsal değil. İnsanlar da işte o kitlelerde wow duygusunu uyandırmak istiyor. O yüzden faşizm çok tehlikeli demagogik bir ideolojidir.
Miti araçsallaştıran her türlü unsur ideolojiktir. Mesela Apple bana faşizan gelir hep estetiği itibariyle. Size öyle geliyor mu? Gayet tabi ki. Şimdi böyle bir şey popüler kültürde bilgisayar deyip diğerine Apple diyorsanız… iPhone diyip diğerine cep telefonu, cellphone diyorsanız bu nereye götürüyor? Tasliflere götürüyor değil mi? Bakınız Apple’ın merkezi binası bile. Norman Foster yeni yaptı evet. O yeni yapılan. O da bu bağlamda yanlış anlaşılmak istemem. Ülketim ve insider miti o binada bile o araçsal estetiğe mitik olanla estetik olanı nasıl teknolojik payda da bir araya getirmesi açısından son derece önemli bir göstergedir. Neyi gösteriyor bu bize? Özellikle kitleselleşen çağlarda yani bunun için ya Nürnberg’teki o zeppelin meydanını alabilirsiniz. Nasi Almanya’sına örnek olarak ya da Apple firmasının yeni binasını alabilirsiniz. Kitle ile bu tarz dikte edilen estetik unsurlar bir araya geldi mi hep garip garip bir hirarşist sistemleri oluşur. Dinamik olarak insanlara etkileme bağlamın birbirinden pek ayrı değil aslında. Ama işte bu da bizi şuna sürüklüyor. Sanki mesela Apple’ı beğenince suçlu gibi oluyoruz ya. Nasıl ne olacak ne yapalım yani? Samsung mu alalım hocam ne yapalım? Tabii ki Samsung yani almayalım ya da Apple da almayalım. Neyi beğeniyorsanız? Bu beğenme aslında içimizdeki faşistin sesi mi yoksa çünkü bir yandan da güzel. Güzel bir yandan pahalı hem kitlesel o pahalılığından kaynaklanan bir biçimde aynı zamanda da sünop bir tarafı var. Ne oluyor? Son derece suni fay hatları oluşuyor anlatabildim mi? Bunları nerede görüyoruz? Bir kere daha söylemiştim bunu işte yeni iPhone çıkacak. 10 sene evvel daha dramatikti bu. Yani iki gece önceden çadır kuruyorlar storların önünde. Alıyor ilk alan dışarıda fotoğraf çekiliyor bir bir celebration. Celebrity olma durumu var çıkarıyor gösteriyor millet ayılıyor bayılıyor. Yani ne oluyorsunuz? Imaginatif bir kas sisteminde yukarılara doğru yükseliyorsunuz. Bunu da nasıl yapıyorsunuz? Logolarla en süper cep telefonu şimdiye kadar ürettiğimiz bu.
Diskur da söylemde hep nasıl süper latif böyle estetize olmaz süper latife dair bir diskur. Kesinlikle söylemsel olarak çok çok çok feci fücur bir biçimde hiyerarşileştirmeye götürür. Ama hiyerarşisiz toplum olur mu ki? Kapitalizm de olmaz. Atıyorum bir yerde o ürün insanlara az para ödeniyor neredeyse köle kıvamında çalışıyorlar. Ama bütün dünyaya korkunç pahalı bir biçimde satılıyor değil mi? Hocam bugün komünist olmuşsunuz. Hayır komünist olmadım. Kapitalizm de bu böyledir. Kapitalizm nasıl ayakta kalıyor? Böyle hiyerarşik sistemlerle eğer komünist olsaydık Moskova’da üretilen Apple telefonları bütün dünyaya dağıtılırdı. 6 milyar ürün değil mi? Ne olmazdı? Hiyerarşi olmazdı değil mi? Mesela çok ilginç Hindistan’da Apple bir türlü köksalamıyor. Neden? Çünkü Hindistan nasıl bir ülke? Cep telefonunu alıyorsunuz şeyden alıyorsunuz drugstore’dan alıyorsunuz. Bakkaldan alıyorsunuz. Ve fiyatı atıyorum 20 dolar 20 euro. Siz Hindistan’da 1100 dolara 1000 euroya iPhone satamazsınız. Neyi görüyoruz burada? Hindistan’a aslında Apple değil, iPhone değil ne gidememiş? O inanılmaz kapitalizm gidememiş henüz. Ve aslında modernizm mi gidememiş oluyor yoksa yanlış mı anlıyorum ben? Evet kapitalizm anlamında modernizm gitmemiş oluyor. Peki demin şey demiştiniz ya Victor Hugo ile yani örnekleyerek modernizm aslında çirkinli de estetize etti diyebilirsek yanlış mı anladım? Hayır yanlış anlamadın. Yani işte öyle modernizmde estetik fırtınanın gözü mekan değiştiriyor. Eskiden klasik çağlarda estetik fırtınanın gözü neyin üstündeydi? Kahramanın üstündeydi değil mi? Siegfried’in üstünde, Achille’in üstünde, Agamemnon’un üstünde. Modernizmde bak erkekten kadına geçiyor Esmeralda’ya geçiyor. Erkek yamru yumru patates gibi grotesk bir varlık kadın ise Esmeralda. Benim Bizet’in Carmen’inde o Esmeralda’dan bazı elementler vardır hiç şüphem yok. Bu da bize neden modernist olmanın daha iyi bir şey olduğunu göstermiyor mu hocam? Gösteriyor tabii ki. Modernizm kadınla erkeği ve bütün konotasyonlarını yer değiştirttiriyor. O yüzden zaten Nietzsche diyor Tanrı öldü. Hangi Tanrı öldü? Yeni düzeni temsil edemeyen bu yeni çağa uyum sağlayamayan eski apolonik filhelenik çağların Tanrısı ölüyor. Yeni Tanrı son derece şekilsiz şemalsiz hatta cinsiyeti bile pek belli değil. Peki buna rağmen niye yıkılıyor bu modernizm? Modernizm yıkılmıyor. Modernizm dağılıyor yıkılmıyor. Modernizm başlıyor ikiye bölünüyor hamilelik gibi. Sonra dörde bölünüyor. O dörtlü 16’ye bölünüyor. 256’ye bölünüyor. Lineer gitmiyor. Demometrik ilerliyor değil mi? Ne yapıyor? Postmodernizm.
Bakınız orada da daha modernizm var. Yani modernizmin bütün ilgsel bölünmelerini katmerleyerek geometrik bir biçimde milyarlarca ayrı birimlere ayırıyor. Yani ana söylem üstünlük Quasimodo’dan Esmeralda’ya geçti. Allah! Postmodernizm bağlamında bunlara neler neler içkin. Erkekten kadın. Güzellikten çirkin. Atı erkilden ana erki. Kültürden doğa. Anlatabildim mi? Ve bon bunlar da kendi içinde bölünüyor. Mesela Notre Dame’ın Kambor’u. Notre Dame bir kilise. Hristiyanlık. Din. Victor Hugo’yu doğrudan doğruyu Nice’ye bağlayabilirsiniz. Yani görüyorsunuz nasıl. Çağa olgunlaşmış bir meyve gibi. Dert hep aynı söylemi biçimleri farklı. Peki güzel bir noktaya geldik. Hep merak ettiğim bir şeye geldik. Binary oppositions diye bir konsept vardı. İkiliz hızlılıklar. Her şeyin karşısı. Yani güzel, çirkin, iyi, kötü, siyah, beyaz. Tabii dediğiniz kadar çok bölününce bir şeyi çok bölerseniz artık bölünemez hale gelir ya. Bunlar kalmadı diye bir teori vardı. Postmodernistlerin çok sevdiği. Ama şimdi işte 2021 yılında. Yani bugün artık güzel nedir hocam? Veya çirkin nedir? Artık bugün güzeli veya çirkini tarif etmeye çalışırsanız vay faşist derler sana. Çok tehlikeli. Böyle şeylere hiç kalkışma. Ne diyeceksin? Son derece izafi kavramlar. Ama duyu verilerine göre baktığımız zaman. Duyu verileri işte bak duyu veri derken yine bir meta öyküye referans veriyorsun ilker hoca. Duyu. O senin duyun benim duyumda bu. Ben mesela bir potka kakaayı güzel bulabilirim. Siz bulmazsınız. Anlatabildim mi? Postmodernistin bunu diyecektir. Neden bunu diyecektir bunu demek zorunda. O kadar güzel bir şey söylediniz ki. O kadar çok artık en incik cinciğine kadar atomuna kadar geldi ki karşıtını bulamıyor. Herhangi bir şeye saldırma ya da referans verme alanı, yüzeyi bulamıyor. Bundan kaynaklanıyor ki.
Her şey izafi deniliyor anlatabildim mi? Ne yaptı postmodernizm? Kaş yapayım derken göz çıkardı. Postmodernizmi özetleyeyim bu bağlamda. 5-6 senedir zaten Terry Eagleton 2005’lerden itibaren bu yönden konuşmaya başladı. Postmodernizmin gafları tadında konuşarak. Şimdi sebebiyet verdi ve patlamak üzere olan düdüklü tencereden basıncı havayı ısıyı nasıl alırız diye ellerine ovuşturarak dehşeti düşmüş bir biçimde çare arıyor. Çünkü kendi kazdığı kuyuya kendisi düşmek üzere. Niye? Neyi biliyor? Çünkü bu kadar dağınıklıktan sonra bunu sıkı tutunun ancak okkalı bir sopa. Birleştirme. Yeniden ilmekleri bir araya getirme. Bunun çözümü bunun rahatlaması antropolojik olarak bunun nötralize edilmesi değil mi? Böyle bir şey olacağını postmodern kültür farkında o yüzden şimdi neyden den vurmaya çalışıyor? Aaaa postümanizm. Çok güzel her şey bir araya geliyor niye olmasın olabilir. Dedikleriniz çok doğru güzel ama yine de bir güzellik var yani Apple daha güzel mesela. Bu konuda bir tartışma olabilir mi? Olur suni tartışma olabilir. Suni tartışma olabilir. Şimdi güzellikten ziyade pratikliğe bakmak lazım. Ben eskiden cep telefonu kullandığım zaman o yeni numaraları 90’lı yıllarda biliyorsunuz cep telefonları öyle modern değildi gayet manuel geçiriyorduk. Onları yeniden gönderin arkadaşlar Allah’a bir de bazen yüklüyorsun sonra olmuş oluyor hepsi 3’er 4’er nütsah var anlatabildim mi? Öyle bir şey ki düğmeye basıyorsunuz çat eski aletinize dönüyor. Apple’ın güzelliği işte o klasisist düz çizgileri pratikliğinde saklı. Anlatabildim mi? Minimal. Ve çok pratik ve anında ben yeniyim değil hep kullandığım aletim ben dedirtiyor insana. Güzel artık son derece izafi bir şey. Ne kadar özelseniz ne kadar postmodern bir monatsanız sizin güzellik tanımınız o denli ekstravagan ve sofistiki olmalı. Yani ne banal sindikraf ortası beğeniyor. Çok büyük bir banallik yani hatta Hz. Öküz bile olabilirsiniz sindikraf orta. Ay ne banal benli kadın ay ne güzel ve dümdüz. Ama hocam aynı argümanla şey de diyebilirim ne kadar zevkli bak benli kadını beğeniyor da diyebilirim. Ama işte ben yetmiyor. Ha daha da şey olacak. Ben yetmiyor daha da şey olacak yani mesela alt dudağında şöyle bir jilet olacak. Seninle öpüştüğü zaman senin ağzın burnun paramparça olacak değil mi? E tabii yani güzel olan hep de bir challenge teşkil etmek zorunda. Ay güzel bir kadınla bir yaradayım ay ne güzel çiçekler.
Hayır benim evimde et yiyen bitkiler var mesela. Anlatabildim mi? Venüs kapanı. Dolayısıyla kosmoden çağda her bir ekstravagantlık sizi mainstreamde daha seçkin kılabilecek ve kendi şahsınıza münihasırlığınızın altını kalın kalın çizecek bir şey olmalı. Dolayısıyla bütün tarifler sırf güzellik değil çirkinlik güvenirlik her şey her şey bütün sıfatları şey yapabiliriz burada cinsellik mesela artık deniliyor ki ne saçma cinsellik sadece vaginal genital bir şey değil. Aslında bu çok absürt eğer cinsellik diyorsanız cinsel organlarla çok ilintili olmalı yani dişi dişi erkek erkek erkek dişi de deniliyor ki hiç önemli değil cinsel organ. Şimdi düşünün güzelliği bunu güzelliğe aktarır. Güzelliği tartıştığınız zaman kesinlikle ölçülebilen felsefenin estetik kuramlarıyla tespit edebileceğiniz verilerin geçersiz olduğunu görüyoruz değil mi? Hep ne var? Eski klasikizmlerden bir intikam alma operasyonu var. Neden bir intikam alma operasyonu bu insanlar manyak mı? Niye yani böyle nefret dolular? Farklılaşmak için herhalde değil mi? Aynen o farklılaşmak için. Yani eski güzel muzeyalle kalmış olan klasikist kalmış olan unsurları ne yapıyorlar mesela? Kiş vasıtasıyla modernize ediyorlar. Hocam bilmeyenlerimiz için kiş nedir diyeyim. Kiş nedir biliyor musunuz? Eski unsurların çok boğucu bir biçimde yenilenmesi kabuk değiştirmesi ama eski olana da referans vermesi aynı zamanda. Ne demek istiyorum bununla? Mesela şu Apolo Belvedere’nin ismini alalım. Zaten burada bu haliyle durması bu konsepte zaten kiş. Ama şimdi mesela ben buna ne yaparım? Kırmızı ruj sürerim anlatabildim mi? Sanat oluruz ama hocam yapmayın.
Hayır işte LGBT bayraklı atkı sarabilirim. Ama çok ilginç mesela bu Apolo Belvedere ve Mükelenç’in Davut heykeli neyin ikonları? Bir de gelin Avrupa’da herhangi bir gaybara herhangi bir etablisim ona ya Apolon vardır ya Mükelenç’in Davut’u vardır. Yani ne oluyor eskinin ulvi motifleri günümüzün son derece kitle unsurlarının birer sembolü haliyle geliyor. Bu da ne yapıyor? Eski seçkinci çikin motifi fahişeleştiriyor mainstream yapıyor anlatabildim mi? Peki siz o heykeli ne için oraya koydunuz? Kiş olarak mı yoksa? Ben şu yüzden koydum. Hatene’ye gittim 2-3 defa gördüm çok hoşuma gitti. Niye? Yani işte Nietzsche, Apolo, Dionysos bir de bu Almanya’da birçok kurumun kuruluşun armasında vardır. Kütüphanelerde, müzelerde, orada burada. Apolon mesela benim gözlükcüğümün markasıydı bakın görmek. Hani böyle bir şey var. Aslında ben de ne yapmışım? Nostalji yapmışım anlatabildim mi? Hem özel nostalji ama hem de postmodernizm bağlamında da 19. yüzyılda sona eren filhelenik klasistist kültürün neden mi banalleştirildi? Tamam onu sormak istiyorum. Bir edebiyat profesörü işte video çekiyoruz şu anda arkasında da o heykel var. Bunu bağlamından ayırıp değerlendirmek imkansız. Yani bunu siz oraya bir şaka olarak da koymuş olabilirsiniz. Gerçekten ona tapiyoda olabilirsiniz veya ona bakıp başka şeyler de yapıyor olabilirsiniz. Evet postmodernizmde referanssızlığı çok önemli. Dediğin her şey mümkün olabilir. Halbuki ben mümkün mertebe en klasik anlamında aldım. Ben Alman edebiyatçısıyım, karşılaştırmalı edebiyat uzmanıyım ve en sevdiğim alanlardan bir tanesi Tragedia’nın müziğin ruhundan doğuşum. Oradan ince Apolonic Videonizyak’ta. Hem mesela 19. yüzyıl anlamında aldım. Tam onu soracağım mesela ben size geldim diyelim ki veya bu videoyu yaparken dedim ki hocam arkanızdaki heykel çok güzel. Siz de beni anlayamıyorsunuz bu durumda. Tabii ki. Ben neye güceltiyorum belli değil aslında. Tabii ki çok güzel bir noktaya parmak bastın çünkü neyi dile getirdin şu an biliyor musun? Güzellik ve çirkinlik izafi dedim ya. Dolayısıyla arkanızdaki heykel ne güzel demenle benim o heykeli oraya koyduğum mümkün değil ortak bir şeyde buluşabilmemiz.
Yani dünyada ne kadar Çinli varsa o kadar anlam olan ağ var. Peki nasıl anlaşacağız birbirimizle yani? Anlaşmıyoruz ki. Sen bana mesela diyorsun içinden ama salak koymuş oraya mermerden şeyi. Anlatabildin mi? Ben de içimden diyorum ki. Ay ilker hocam ne anlarsın sen apolondan atıyorum. Bu tipik işte atomize olmuş bireyin sadece kendisinin anladığı bir dünya kurup başkasından anlayış beklemek gibi bir saçmalık. Bu korkunç bir yalnızlık getirir ama tabii. Good morning. Good morning Vietnam. Kesinlikle. Yalnızız tabii ki. Lafı yalnızız. Hep dediğim işte bu. Hiç bir zaman dünya bu kadar sosyalleşip aynı zamanda bu denli yalnız olmadık kimse. O yüzden birbirimizi anlamamız imkansız. O yüzden mesela postmodern edebiyat kurumu diyor ki yazarın ölümü. Yazar niye ölüyor? Ertugür Ehm senin bilmem kimden etkilenmene hangi aşkı anlatmana o hikaye ancak okuyucunun kendi şahsına münaseb. Belki de son derece sapık psikopat beyninde nasıl şekilleniyorsa dillen dileniyorsa geçerli olan bu diyor ki yazara. Güle güle. Yazar bu bağlamda ne? Bütün maneviyatın roman edebiyat. Onun kaynağı pınarı değil mi? Ne diyor ki? Hadi sen doğur doğurduğun piç kurusunun adını biz koyarız. Gerçekten merak ettiğim şey şu. Niye bazı şeyler aşağılanıyor? Yani şunu demek istiyorum. Aslında yine de gruplar oluşuyor. Heykel örneğinden gidersek ben geldim. Bu heykel ne güzel hocam nereden aldınız dedim. Siz de içinizden dediniz ki ulan ne salak herif ben onu şaka için oraya koymuştum dediniz. Sonra da okula gittiniz mesela ya biliyor musunuz? İlker böyle dedi böyle dedi dediniz. Genellikle mesela akademide alay edilir böyle bir şeyle yani. İlker benden heykelin çayını istedi ulan git bin tane var. Dolayısıyla yine aslında bütün bu kaosun içinde hiyararşiler beliriyor. O nasıl oluyor? Beliriyor ama inanılmaz uyduruk ve anlık hiyararşiler beliriyor. Yani o hiyararşiler de usuluktan teyare. Şöyle ki. Yani gidiyorum diyorum ki okuldaki meslektaşım ya bu ilker ne salak ya. Bana sordu heykeli nereden almışım.
O da diyor ki aaa hakikaten salakmış. Sonra diyor hadi görüşürüz görüşürüz diyorum ki. Salak sensin salak. İlker salak değil. Anladın mı? Osuruktan teyare selam söyle bu yarı. Burada şimdi biz kim nerede buluşacağız güzellikle çirkinlikle. İntihar edin be intihar edin. Peki hocam vakti geldi ya. Bir kültür krizinden bahsediyoruz ya her bölümde. Yani kültür krizi. Kültür büyük bir olasılıkla geçkin olduğu dönemlerde. Askerlikte duyduğum bir kavramı söyleyecektim de burada mümkün değil söyleyemem. Kafasını gözünü dağıttı. Yoldan çıktı. Hep söylüyorum. Yani bu böyle paklanmaz bu. Hadi şimdi bütün dünyanın milli eğitim bakanları buluşsun. Hasan Ali Yücel klasiklerini okusun herkes. Bütün dünyada. Onu soracaktım. Dorian Gray’den bahsediyorsunuz ya sürekli nasıl kurtuluruz bu şeyden klasikleri okuyarak mı kurtuluruz diyecek. Kurtulamayız. Öyle mi? Çünkü o kafa yapısı yok artık. Bir şey söyleyeceğim güleceksin bana. Klasikler niye bizi artık kurtaramaz? Çünkü kelimenin tam anlamıyla hiçbirimizde artık eskilerin, büyüklerimizin Allah korkusu dediği şey kalmadı. Şimdi bak. Tabii. Oedipus geliyor annesiyle evleniyor. Onunla dört çocuk gibi. Anlıyor musun? Allah. Şimdi artık buna nasıl tepki veriliyor? Aman. Gençmiş demek ki annesi. Güzel. Anlıyor musun? Yani burada düzeltilecek kaporta yok. Kaporta yok. Yani klasiklerle, sen penseyle, çekişle, olmayan kaportaya geliyorsun. Hava. Yok. Gitti gider. Ben hep bunu söylerim. Bu hiç önemsenmiyor. Benim için çok önemlidir. Tanrı öldü dediğinde. Ya da Darwin. Biz maymundan geliyoruz. Darwin bunu asla diyemiştir. Evet o kadar mutsiz değil. Ama dolayısıyla bir çıkarım var böyle. Bu bir kere repertuara girdiğinde bunu ters kepçe gelseniz, her gün sizi Sophocles’e ezbere okutsalar, bu bilgi bir daha kafadan çıkmaz. Söylemeseler mi? Hayır. Hayır. Hayır. Söyleyecekler tabii ki. Ama geri dönüş yok. Mümkün değil. Kültürden, kültürel gelişimden ve kültürel evrimden. Aa burası bana kadar artık çok fazla oldu durdurun treni. Acil frene basın ben iniyorum. Mümkün değil bu.
Yanımda oturan arkadaş çok z kuşağı bir soru sordu hocam. Sor yavrum. Bu neden kötü diyor. Şimdi bak kötü olmayabilir. Ama dağılıyor. Kendiliğinden bir araya gelecek kabiliyeti kalmadı. Bu şöyle bir tehdit doğuruyor bana göre ufukta. Her şey böyle dağılınca yarın bir gün mutlaka bir yerden çok fazla dağılındı. Bunu bir araya getirmemiz lazım ve kırmızı düğmeye basılır korkusu var bende. Aslında biraz mesela bu marmara ölüyor ya oraya getireceğim. Kimse bir şey yapmıyor. Bakın bunu kastediyorum. 30 yıldır yapılmadı. 30 yıldır ulan bir leş varmış haberimiz yok. Çürüyor burnumuzun dibinde. Şimdi ölü osuruyor. İstanbul’un güneyinde bir leş var, bir zombi var. Herkes böyle. Aa ne kötü. İşte bak bu bu. Birisi çıkıp diyecek ki gelin buraya. Şimdi hepiniz müsilajı yiyerek temizliyorsunuz. Sanatabildim mi? Yapmazsanız bunu, bu müsilajı yemezseniz, birisi demezse bunu şöyle bir şey olur. Mesela atıyorum. Kolera mı çıkar? Hint vebası mı çıkar? Verem mi olur? Gans’ın sır mikropları orada da mı görülür? Yani her halükarda bu aşırı katı halden sıvı hale, sıvı halden gaz haline, gaz halinden öyle dağılıyorsun ki iki metrede bir bir atoma denk geliyorsun. İnanılmaz bir elektrik çarpmayla bir araya getirilme potansiyelini ve tehlikesini görüyorum. Niye görüyorum? Çok basit. En basitinden dünyamızı kurtarmak için. Ve bu böyle bir ekolojik perspektiften gelse bile o kadar dağılınmış bir bir bir bir spektrom var ki dinamizm bile ilk etapta ne olmak zorunda insanları bir araya getirmek için biliyor musunuz? Birazcık faşizan olmak zorunda. Hocam harika ya bugün sopaya geldik sonunda. Hayır bu böyledir. Arkadaşlar biz insanız. Bizim repertuvarımız belli. Bizde ne köy olur ne kasaba. Bizde ne melaike ne de peygamber. Biz çok çizofrenik. Hayır çizofrenik varlığız. Hem çok fasülyeden nimet gibi tekil olmak istiyoruz. Hem de sosyalist hem suyuz hem zeytinyağı zeytinyağlaştığımız zaman canımız su çekiyor sıvı olduğumuz zaman su gibi. Hayır ben zeytinyağım diyoruz. Yani bizim mindımız parçalanmış bölünmüş. Hangi anlamda kullanıyorum bu parçalanmış ve bölünmüş. Samuel Huntington bizim ülkemize parçalanmış ülkeler Türkiye’de çok garip bir ülke parçalanmış bir ülke hem modernleşmek ister hem de İslamlar. Aslında ben Samuel Huntington’u şimdi düzel diyorum. Türkiye özelinde öyle olabilir ama bütün dünya böyle işte şimdi. Tüm dünya kültürü böyle.
Hem yani Olympos dağın tepesindeki zerdüş de olacağım. Hem aynı zamanda bir buçuk milyon follower’ın bana tapınacak. Ne istiyorsun manyak. Ne istiyorsun sen. Sen bir poponla kaç takım koltuğa oturmak istiyorsun yani. Gideceksen defol git. Ya da bir parti şeyse ol. Parti animal. Parti animal ol. Dorian Gray ol. Ne yapacaksan yap. Ama kararını ver. Hayır yani 7 kişiyi öldürdükten sonra en son öldürdüğü kişiyi üzüldüğü için bir sen bile şöyle şurada bir burukluk yaşadığı için onu battaniyeye sarıp çöp kutusuna atıyor. Peki hocam siz de şimdi mesela ünlü oldunuz ya. Lütfen. Popüler kültürün bir parçasınız şu anda yine. Popüler kültürün bir parçasıyım. Hiç etkilemedi daha başında. Hala romizom kruzu hayatımı süredir. Ama o dediğiniz sizofrenik durum sizin tarafınızdan da yaşanıyor olmalı. Yaşanıyor. Ama şöyle yaşanıyor yani. Ay daha fazla gelsin daha fazla. Alakası da alakası insanların bana mail yazması yani bunu kötü anlamda söylemiyorum. Soru sorunu bazen tedirgin edici buluyor. Bu gedi sarf etti bu Michael Jackson bu Madonna neler çekmiş oldu. Ama hakikaten düşünsenize çok acıkıyorlar. Onların durumu çok daha kötü. Duyguyu ikna edebildi mi hocam? Hala kötülüğünü ikna olmak istemiyorum. Kötü değil kızım kötü değil zaten. Kötü değil işte bak sizler böyle ah o kadar korkunç ki sizler bizden çok daha masumsunuz. Ama dayağı siz yiyeceksiniz çünkü biz geberip gideceğiz. Benim söylediğim bu. Benim söylediğim bu. Benim söylediğim bu çocuğu. Bak ben 1973’te Nürnberg’e gittiğimde Nürnberg’in Beyazıt meydanı. Orada daha 1945’li yıkılmış binalar vardı. Ne demek istediğimi anlatabiliyor musun? Biz ilkokulda Almanya’da hocalarımız böyle kulaklarımızı kütlete kütlete çekerler. Biz bunu yaşadık. Öğretmen girdiği zaman Baviera’da pazartesi sabah dua edilir. Cuma öğleden sonra dua edilir. Öğretmen girdiği zaman herkes ayağa fırlar. Önce hoca otur derdi. Geldik Türkiye’ye ben kalkıyorum gayet normal. Baviera eyaleti. Almanya’da eyalet sistemi var. Baviera’da böyle. Sonuç Türkiye’ye çok benziyor. Berlin’den gelen böyle oturuyor hali. Hadeviz ışık gibi. Geliyor hoca Sedat Hoca. Hay bayılıyorum ya o Hadev. Allah’ım ya hele o sevimli kardeşine.
Nasıl üzüldüm nasıl üzüldüm canım benim. İşte postmodernizm böyle bir şey duygu. Bir iniyor tokat nereden geldiğini bilmeden. 16’ya bölünmüş. Bunu söylüyorum. Bak nereden geleceğini kim bilebilirdi. Son size bir şey sorayım. Aramızda sürekli bir şey tartışıyoruz. Beni boomerlıkla suçluyorlar. Size şöyle bir problem sunayım. Benim bir teknem var. Yok ama işte diyelim ki benim bir yatım var. Geliyorum diyorum ki buradaki çalışan arkadaşlarından birine. Ya haftasonu gelsene. Yatla gidelim Bodrum’a diyorum. Şimdi ben diyorum ki oğlum bu olmaz. Yani bu direkt olarak seks’e davettir. Arkadaş bunlarda diyorlar ki hocam siz ne kadar eski kafalısınız. Arkadaş olabiliriz ve gidebiliriz diyorlar. Hayır arkadaş kim ama? Duygu da olabilir gülse de olabilir buradaki herhangi birisi. Ben o zaman sana katılmıyor. Öyle mi? Ben diğerlerine katılıyorum. Ama mesela. Onlar bunu kategorik olarak reddediyor. Hayır o çok saçma ve çok gayri insani. Çok gayri insani böyle. Bodrum’a geldik. Ne oluyor lan tekledesiniz. Bunlar bilmez Mavi Gölü. Brun Shield. Ne var ya bilmez bunlar. Çocuklar birdenbire böyle. Böyle olur. Böyle. Hayır bir şey bak asıl bir şey söyleyeyim mi Duygucuk. Şimdi bak bu hiç kötü değil hangi anlamda kullanıyorum biliyor musun? Aynen temin senin kullandığın anlamda kullanıyor. Öyle olsa bile. It doesn’t matter. Ne olacak ki ya? Ne olacak yani? Ayrıca sana bir şey daha söyleyeceğim. Arkadaşlık da olabilir öteki de olabilir ya. Yani birisi benim sandviçimi yiyebilir yani. Ama şimdi siz yine postmodernist oldunuz hocam. Hayır postmodernist olmadım. Postmodern değil. Bence cinselliğin bizim biyolojimiz bağlamındaki tasarlanış biçimi bu. Tasarlanış biçimi. Belki kadınlarla farklıdır. Ondan da emin değilim. Bu da kültürel. Geçen gün Gülsü’yle konuşurken bu konuyu yine her gün açılan bir konu bu bizim aramızda. İşin ilginci ne tekne var ne hani bir elektrik var. Gülsü şey dedi ben arkadaşımla asla yapmam falan filan dedi. Ulan dedim millet annesiyle babasıyla yapıyor. Aynen demin dediniz ya ödüpus gibi. Nasıl olur biz sapık mıyız dedi. Bak olmayabilir de olmayabilir de ama olabilir de. Ben işte buna karşıyım. Kategorik olarak ben buna kesinlikle karşı değilim. Çünkü asıl postmodern olan bu anlamsızlık. Ve cürcün aslında böyle ne olur yanlış anlamayın millet kesinlikle görüşünüz bu. Ben bunu aşağılamıyorum filan. Böyle garip boş kümeye yani 2 bölü 0 misalindeki matematiksel olarak boş kümeye sebebiyet verecek anlam arayışları. Aaa benim arkadaşım. O ona bakmıyor. O ona bakıyor. Heteroseksüel pipi kuku bitti. Evet aslında modernist bir geri dönüş oluyor onların yaptığı. İşte işte. Aynı modernist bir regression ya da backlash yaşayan bunlar. Bu atomize olma hiç de kötü değil diyor biliyorlar. Aynı nefesle. Evet o çok iyi.
Yarın bir gün işte o tokat indiğinde o tokatın nereden indiğini bile anlamayacaklar. Bunu söylüyorum. Yoksa ben benim kızımın son derece samimi. Ben senin samimi, iyi kalpli ve dürüst olduğunu biliyorum yani. Ama işte öyle olmuyor. Öyle olmuyor. Bir de büyük konuşmamak lazım. Olabilir. Hayır insanız. Hayır çocuklar saçmalamayın. Hepimiz insanız. Şimdi hocam büyük ihtimalle ikna edememişsinizdir oyunu. Hayır olur tabii ki. Çok şey ay çok burnuna dik. Evet evet korkunç. Bir de şöyle müşfik. Bir de böyle müşfik müşfik ikna olmuş gibi yapar. Ay çok. Ama sopa inecek bir gün hocam sopa. İnşallah inmez. Ben inşallah insin demiyorum. Ama şey sizi haklı çıkarıyor. Bütün dünyada otoriterliğe gidişmeyi görüyor. Hayır işte bak diyorlar ki ay ne güzel. Ha şunu da diyelim. Diyorlar ki bak İsrail’de ne kadar güzel Netanyahu’yu şey yaptılar. Gelen daha kötü. Hayır gelen bir de öyle şey ki Demirtaş, Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu kurmuş koalisyonu. Ve diyorlar ki bu üçü Netanyahu’yu yendik. Bak işte popülizm var. Popülizm var. Donald Trump, Netanyahu, Putin başka ülke gelmiyor aklıma. Bunları yıkacak olanlarda son derece Frankenstein tasarınları. Ne demek istediğimi anlatabiliyor mu? Kesinlikle. Ya böyle popülist bir Adolf gelecek ya da böyle Lenin ve Stalin gibi bu dünyayı düzeltmemiz lazım. Kurun komiteyi diyecek birileri gelecek yani. Söylediğim bu. Bu koronanın komplo teorilerine inanıyor musunuz? Hayır hiç inanmıyorum. Aslında tam tam dediğinize denk geliyor ya onun için sordum. Şöyle inanırdım. Bu korona sırf atıyorum Çin’de olsaydı Hindistan’da olsaydı inanırdı. Ama Avrupa’yı Amerika’yı böyle salladıktan sonra komplo olamaz. Mesela Sub Sahara Afrika’yı insanlığa insansızlaştıran bir hastalık çıkarsa kesin komplo olur. Komplo olmasa da sonuçta sizin dediğiniz oldu ya. Mesela işte alkol yasaklandı gece kulüpleri kapalı şu anda falan bunların hepsini kabul etmedik. Kabul etmedik hep bağlamında göreceksin. Hayır bağlamında göreceksin. Öyle mi? Bak bana güven tekrar geri gelecek. Uçağa böyle bir şey uçağa böyle bir şey. Osuruk’tan teyare selam söyle oyare. O zaman programımızın sloganı bu olsun hocam. Ay sakın öyle söyle. Yani baksana neler oluyor. Baksana 128 milyar yok. Venezuela’ya birisi ağızlık maske götürmüş. Ay peynir almaya gitmiş. Arkadaşlarda alkol yasaklanıyor. Aman yasaklasınlar. Biz de bir 10 gün içmeyiz yani. Ne yapalım? Peki hocam bir sonraki bölümde görüşmek üzere o zaman görüşürüz.
İlk Yorumu Siz Yapın