"Enter"a basıp içeriğe geçin

Harun Reşid ve Behlül Dânâ Kıssaları – Bölüm1 – Serdar Tuncer

Harun Reşid ve Behlül Dânâ Kıssaları – Bölüm1 – Serdar Tuncer

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=xA0W3b21yno.

Bir Ramazan günü Halife Harun Eşit demiş ki, ”Bahlülüm, git de akşam namazına gelenleri iftara davet et. Hepsi gelsin sarayımızda iftar verelim.” ”Hay hay.” demiş. Bahlülhane. Camiye varmış, namaza gelenleri toplamış, iftar vakti gelmiş. Üç kişi. Halife demiş ki, ”Bu ne? Bir ton hazırlık yapılmış içeride. Onlarca, yüzlerce kişiyi ağırlayacak hazırlık var. Behlül üç kişiyle geliyor.” ”Bu ne?” demiş. ”Sultanım, bu üçü namaza gelmişti.” ”Ya üç kişi mi vardı cemaatte?” ”Yoo.” demiş. Yüzlerce kişi vardı.
”Niye? Namaza gelenler bu üçüydü.” ”Nasıl yani?” ”Cami’nin çıkışında durdum, cemaatte sordum. İmam, ilk rekatla Zammı Sûre olarak ne okudu? Sadece bu üçü bildilerdi. Öbürler namazdaydı ama huzurda değildi. Bana deseydiniz ki, camiye gelenleri al, iftara getir. Hepsini getirecektim. Ama siz camiye gelenleri getir demediniz, sultanım. İftara gelenleri getir dediniz. İftara gelenler de ancak bu üçüydü. Hikmeti görüyor musunuz? Bir yandan tebessüm ettirecek, bir yandan insana böyle bir inceden inceye ”Lan, ben acaba namaza durduğumda camiye mi gidiyorum, namaza mı gidiyorum? O cemaatin içinde ben olsaydım iftara davet edilir miydim, geçer gidenlerden mi olurdum?” Dedirtecek hikmet. Bu bir gün Halife Harun Reşit, ya bitmiyor, Halife Harun Reşit demiş ki
”Fakirlere, fukaralara yardım dağıtalım.” Sürekli dağıtıyor hazretim. Behlül Dânâ Hazretleri demiş ki ”Sultanım, müsaade ederseniz bu defa ben dağıtayım, olmaz mı?” ”Olur.” demiş ”Hay hay.” Behlül Dânâ yardımları dağıtmış. Akşama doğru millet toplanmış sarayın önüne. İsyan çıkmış. Bağırıyorlar, çağırıyorlar. ”Olur mu böyle şey, böyle yardım mı dağıtılır kardeşim?” Halife bakmış camdan. ”Ne yaptın sen Behlül?” demiş. ”Dağıtmadın mı?” ”Dıdım sultanım.” ”Bunlar niye isyan ediyor?”
”Bilmem sultanım, çağırın bakayım.” demiş. Almışlar içeriye birkaç kişi. ”Derdiniz ne sizin, ne oldu yardım dağıtılmış?” ”Sultanım böyle yardım mı dağıtırlar Allah aşkına?” diyorlar. ”Ne oldu?” diyor. ”Nasıl dağıttı yardımı?” ”Bir liras olana, bir lira daha verdi. On liras olana, on lira daha verdi. Yüz liras olana, yüz lira daha verdi. Hiç olmayana da hiç vermedi.” Halife şaşırmış. ”Lan Behlül ne yaptın?” ”Sultanım Allah’ın vermediğini ben de vermem.” ”Allah kimene kadar verdiyse ben de ona o kadar vereceğim.” Vardır böyle zatlan.
Ve bu zatların ahvalinden bize hep kısadan hisseler çıkar. İyi ki vardırlar. Ve yaşamaya devam ederler de, gerçi kıssayı herkes dinler de, hisseyi alabilmek de bir nasip meselesidir. Bazen anlatan alamaz da o kıssanın içerisindeki alınması gereken hisseyi. Dinleyen dahi alamaz da, dinleyen alır götürür bir başkasına anlatır. İşte o anlattığı oradan hissesini alır. Nasip deyince, biz sadece ya da rızık deyince, nasip deyince, zannediyoruz ki cebimize giren para değil. İşte bak bu hisse de nasiptir. Aşk da nasiptir. Muhabbet de rızıktır. Allah-u Teala’nın huzuruna çıkabilenlerden olmak da nasiptir.
O nasip ederse olur, etmezse olmaz. Onun için diyor ibadetini, tatini yapabilen bir insan, ben nasıl bunları yapıyorum? Deyip de havaya girip yapamayanlara bakıp, ah bunları da yapamıyor. Diyeceğine, diyecek ki Allah’ım sen ki onu huzuruna kabul etmezken, bunu hak edecek hiçbir şey yapmadığım halde, beni huzuruna kabul ettin. Aman ya Rabbi,
ben bu nimetin hakkını nasıl vereceğim? Dememiş mi İbn-i Atavla El-İskenderî Hazretleri? Şaşarım diyor, ibadet edip de karşılık bekleyenlerin haline. İbadet edebilenlerden olmak mükafatın ta kendisiyken. İbadet edebiliyor olmak mükafattır. Allah-u Teala kimse vermez. Arz edebiliyor mu? Derin sular.
Bir gün girmiş Behlül Hazretleri, Behlül Abi falan diyesi geliyor insanın falan, bu kadar yakın hissediyorsa, Emre Han, Behlül Abi, Behlül Abi bir gün girmiş taht odasına, ulan bakmış taht boş, Harun Reşit de yok, geçmiş tahta şöyle bir kurulmuş, bu sultanlık nasıl bir şeymiş bir bakayım filan. Görevliler fark edince, ya kapı açıya indirmişler, birkaç da kırbaç vurmuşlar filan.
Kırbacı yerken diyormuş ki, ah Harun Reşit, vah Harun Reşit, yazık Harun Reşit’e, ah Harun Reşit, vah Harun Reşit. O sırada Harun Reşit gelmiş, halife demiş ki, ya dayağı sen yiyorsun ama ah Harun Reşit, vah Harun Reşit diyorsun, hayır olsun. Ah be sultanım demiş, yanlışlıkla şuraya bir müddet oturdum da bu kadar kırbaç yedin demiş. Sen ki aklın yettiğinden beri burada oturuyorsun,
senin yiyeceğin kırbaçları düşünüyorum da, onun için sana ah vah ediyorum. Halife durmuş böyle bir, belül haklı. Hatırlar mısınız Safer Efendi Hazretlerinin bir sözünü birinde arz etmiştim. Allah rahmet etsin, Hazretim buyurulmuş ki, yerinde bir söz, yerinde bir menkıbe, yerinde bir bakış, hatta yerinde bir sükut, binlerce cilt kitaptan daha çok şey anlatır.
Ama yerinde, yeri gelince olacak bu. İşte Behlül-i Dânâ Hazretleri o yeri denk getirenlerden birisi. Bakın, salih dost da bir nasiptir ve bir rızıktır. Yani Hazreti Behlül Harun Reşit’in nasibidir ve rızkına dahildir. O zaman Allah-u Teâlâ’dan rızık isterken, kalbimizde rızık kelimesinin içini biz ne ile dolduruyorsak,
Allah bize onunla ikram edecektir. Rızkın içini doldurmak lazım. Salihâ eş, salih eş rızıktandır. Sabah namazına muhabbetle kalkabilenlerden olmak rızıktandır. Evliya-ı kirâm hazeratının kadrini, kıymetini bilenlerden olmak rızıktandır. Bazen olur dersin ki, o da mı bilecek. Muhabbet başka bir şeydir. Hatırlayamayacağım ama eski bestekârlardan birisi şahane bir beste yapmış. Böyle lüzumsuz, musikiden de çok anlamayan, bilmeyen birisi de onu eleştirmiş. O eleştiri duyan kişi de bestekâr hazretin huzuruna geliyor diyor ki, efendim filanca diyor sizin eseriniz için şöyle şöyle dedi. Tek bir söz söylemiş. Ama şahane. Ne diyor öyle mi?
O da mı anlasın? Nasıl? O da mı anlasın? Bazen muhabbet her yönle tenezzül etmez. Bu demek birazdı. O anlamaz. O rızkın için iyi doldurarak Allah-u Câlâ’ya dua etmek lazım. Behlül-i Dâni hazretleri mezarlıklarda çok otururmuş. Varır gidermiş mezarlıkta. Böyle ayaklarını falan sallıyormuş.
Bir gün içerisinde bir gün oturuyor. Birisi görmüş, ne yapıyorsun Behlül demiş. İşin gücün buralar. Vallahi demiş buradakiler ne benim gıybetimi yapıyor, ne dedikodumu ediyor, ne bana iftira ediyor. Bunlar zararsız demiş. Ötekiler var ya ötekiler. İnsan korkması gereken dirilerdir de döner ölülerden korkar. Bir gün mezarlıkta yine böyle yeraltı dünyasının abileriyle sohbet ederken
Behlül abi uyuyakalmış açıkta. Halife Harun Reşit de tam o sıra demiş ki, Behlül’ü bana bir çağırın gelin bakayım. Arıyorlar falan nerededir bu mezarlıktadır. Gelmişler bakmışlar mışıl mışıl uyuyor. Uyanmışlar kalk, halife çağırıyor falan kalkmış. Ya ne yaptınız demiş ya. Beni saltanatımdan ettiniz kardeşim. Kızmış onlara hey heylenmiş, öykürmüş biraz falan. Onlar da şaşırmış. Ne saltanatı hani? Mezarlıkta kumun, toprağın içinde, pasağın içinde uyuyor.
Seni kaldırıyorlar, halife çağırıyor. Sen diyorsun ki beni saltanatımdan ettiniz. Halifenin huzuruna gelince gülerek demişler ki, efendim mezarlıkta uyuyordu. Bizi uyandırınca bize de böyle böyle sistem etti. Harun Reşit anlamış. Burada da bir anlatmak istediği var Behlül’ün. Hayrola Behlül diyor ne saltanatı? Sultanım demiş ya sormayın. Senin adamların gelip beni çağırdığı sıra bir rüya görüyordum. Rüyamda padişahdım. Tahta kuruldum, oturduğum, sağa sola emirler veriyorum.
Tam böyle o saltanatın tadını çıkaracağım. Seninkiler geldi, dürterek uyandırdı. İlahi Behlül demiş ya. Rüyadaki saltanattan ne olacak? Yani rüyadaki saltanattan uyandırıldım diye mi bu kadar sistemi diyor? Sultanım demiş. Senin saltanatanın benimkinden ne farkı var? Ben uyurken rüyada bir saltanattaydım. Beni uyandırdılar, saltanatım bitti. Sen uyanıkken bir saltanatın var.
Son nefesi verip gözünü kapattığın anda saltanatın bitecek. Hangimizin saltanatı itibara daha layık Allah aşkına? Benimki bir anlıktı. Uyandırdılar ve bitti. Ama seninki gözünü kapattığın anda uykudan uyanacaksın ve bitecek. Hangimizin hayal kırıklığı daha büyük? Divayet ederler ki Halife Harun Eşid bu söz üzerine oturup epey bir gözyaşı dökmüş, ağlamış, nasihat. Sabrı hakkı çağıracak. Harun Eşid’i Harun Eşid’den koruyor. Dışarıdakinden değil. Dışarıdaki hiç kimse insanın kendisine vereceği zararı o insana veremez. Haysiyet. Ancak senin sana ettiğinle zedelenecek bir şeydir. Ve seni insan eden yegane şey de işte o haysiyettir. Başka türlü rencide olmaz. Son bir şey daha anlatayım. Çok başınıza ağrıttım. Ne kadar çok düştü bu teftede. Düşüyor, taklidiyor. Ona üşü gücü düşüyor. Tamam düş. Şimdi bu düşüyor ya. Delikanlılık bizde kalsın. Ama yere de bırakılmaz ki. Olmaz. Niye? Ben bir Allah dostundan duymuştum. Değil üstümde yazı olan bir kağıt. İki şey anlatayım. Böyle bir yerde giderken yerde bir gazete var. Bunu diyor oradan al. Efendim diyorlar işte lüzumsuz bir gazete. Alın diyorsun alın. Hikmeti bilemedik efendim.
Demiş onu da hiç yazmıyor mu böyle bir Ahmetli yazmıyor mu, Muhammed yazmıyor mu, Mustafa yazmıyor mu? Efendimiz Aysat ve Samim ismi vardır. Belki Allah’ın adı vardır falan. Alın onu oradan demiş. Saygı. Birinde de yerde boş bir kağıt ve onu oradan kaldırın demiş. Edepsizlik olmuyor. Efendim boştur kağıt. Boş da olsa ona demiş Allah yazılır, Muhammed yazılır, İslam yazılır, ayet yazılır, hadis yazılır. Yazılabilir.
Böyle bir ne diyelim ona? Potansiyeli var kağıtın. O zaman bunun kendisine yazılma ihtimali olan şeyin de yerde durması hoş değil. Şeriat, tarikat, yoldur varana, marifet, hakikat andan içerim diye buna diyorlar. Her beşer suretli insan olamaz kırk yerden yarılıp kıl olmayınca diye buna diyorlar. Bir anlık gaflete bile orada yer yok. Çok uzattım.
Bir gün halk Harun Reşide şikayete gelmiş. Efendim bu Behlül’den bıktık demişler ya. Ona nasihat ediyor, ötekini ikaz ediyor, berikine bir şey… Ne yapıyor kötü bir şey mi yapıyor aslında? Behlülü dana abi, Behlül abi kötü bir şey mi yapıyor? Yok. Fakat insanlara eksiğini gösteriyor. Hatasını gösteriyor. Ya da yapması gereken doğruyu, güzeli, iyiyi işaret ediyor. İnsan hatalarını fark ettikçe düzeltip daha iyi bir insan olacağını bilir. İyi güzel doğru kendisine tarif edildikçe onların hakkını vermeye çalışıp daha iyiye varacağını da bilir de… Hatasını gösterenden de haz etmez, doğruyu işaret edenden de haz etmez. Çünkü hatasını gösteren kendisine ayna tutmaktadır.
Parçalamak ister insan aynayı, güzellerden değilse şayet. Öbürü de iyiye doğruya davet eden de bir bedel ödenecek bir şeye çağırmaktadır onu. İnsan bedel ödemeye de pek gelmez. İnsan ister ki hem elli kuruş hem şoför mahalli hem de muhtarın kızını göreyim. Ama öyle bir dünya yoktur. Behlül dana hazretlerine şikayet etmişler.
Bize nasihat ediyor, bir bıraksın bizi, bir salsın efendim her koyun kendi bacağından asılır. Ne karışıyor bize? Bak her koyun kendi bacağından asılır. Öyle midir? Bakın Behlülcesi nasıl? Harun Eşid de Behlül ağabeyi çağırmış. Demiş ki böyle böyle söylüyorlar insanları bir sal. Rahat bırak artık falan. Peki demiş. Gitmiş 4-5 tane koyun almış. Koyunları kesmiş. Şehrin aşağı yukarı her mahallesine koyunlardan birinin bacağını asmış. Öbürünün kafasını asmış ötekini berikini.
Halkla gülmüş. Bu Behlül de acayip demişler. Acayip dene bak bilal. Deli ne olacak başkanı yapın. 3 gün sonra ortalık kokmaya başlamış. 5 gün sonra kokudan durulmaz olmuş şehirde. Ne oldu? Behlül demiş ki her koyun kendi bacağından asılır kabul de kokusu bütün şehri sarar. Yani sen ben o hatayı yapmıyorum deme. Hata yapana da mani olman lazım.
Çünkü o kendi bacağından asılacak zannettiğin koyunun yediği haltın bedeli ceremesi der eskiler sana da fatura edilir. Sana da kesilir. Onun için her birimiz hem kendimizden hem de ulaşabileceğimiz insanların iyi güzel ve doğru insan olmasından mes’ulüz. وَتَوَاصَوُ بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوُ بِالصَّبْرِ
Ve hakkı tavsiyeleşenler birbirlerine tavsiye ederler. Sen ona edeceksin sonra o gelecek sana edecek. İşte böyledir efendim Behlül abi ile Harun Reşid’in hikayesi. Aziz dostlar kısadan hisselerden ne çıkarttık onlar kalbinize emanet. Ben bilmem ama en azından şunu yapmak lazım. Ben Harun Reşid değilim belki de benim etrafımda bir Behlül abi var mı?
Varsa o nasibe hamd etmek lazım. Yoksa Allah’ım bana Behlül abilerden bir rızık ihsan eyle diye Cenab-ı Hakk’a niyaz etmek lazım. Her şey gelir geçer de o sabrı ve hakkı tavsiye eden salih dostun vesilesiyle kazandığınız geçmez. Siz varmadan evvel varır orada sizi bekler.
Bir de gazete adı ne olursa olsun yerde tutmayın. Kağıt boş bile olsa yere atmayın.
Olmaz. Eyvallah.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir