"Enter"a basıp içeriğe geçin

Hitchcock ve Film Okumaları – Böyle Buyurdu Kültür – Prof. Nevzat Kaya – B04

Linki kullanabilirsiniz https://youtu.be/CKkMFfOWov0?list=PLWXQ0iArMOp8K103D-hJLttj2xxK4EVHe” target=”_blank” rel=”noopener”>Hitchcock ve Film Okumaları – Böyle Buyurdu Kültür – Prof. Nevzat Kaya – B04 videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için tıklayınız.

Hocam merhaba. Merhaba. Özledik. Nasılsınız? İyiyim teşekkür ederim. Ben de özledim. Bugünkü konumuz film okumaları. Okuruz. Siz mi çıkarıyorsunuz bunları hocam? Film okumaları ne demek? Hayır. Hayır bu 90’lı yıllarda başlayan bir terimdir. Ben mesela Türkçe’yi daha sonradan, ikinci bir denemede öğrendiğim için daha çok dikkatimi çekiyordum. Mesela bir olay oluyordu Türkiye’de. Deniliyordu ki bu olayı böyle okumak lazım. Yani daha o zaman benim çok garibime gidiyordu. Her şey okunur oldu. Niye? Çünkü her şeyin metin oldu. Filmde metin oldu. Herhangi bir olayda metin oldu. Alan Sokoli’yi yine anacağım. Tabii ki bu moda oldu. Yani her şey okunuyor. Doğa bile bir metin haline geldi. Doğa da metin haline gelince ne yapıyorsunuz? Doğayı da okuyorsunuz değil mi? Her şeyin canına okundu diyebiliriz yani böylelikle. Birazcık da eleştiriyorum.

Çünkü okuma çok fazla deli cesaretine kapa açtı bana göre. Okuma dediğiniz eski 19. yüzyıl klasik Alman Hermenöiti’nden yola çıktığımızda bir şey okuyabilmek için birazcık birikimle de yaklaşmak gerekiyor. Yani hem yüksek okuma hem işkembeden atma ne oldu? E kelimenin tam anlamıyla eşitlendi tabii ki. O da öyle okuyor oldu. O da evrenini öyle anlamlandırıyor oldu. Aslında bir önceki bölümde Lerida’dan bahsettiğimizde buna biraz girmiştik. Bütün okumaları mümkün kılıyor demiştik. Onunla da ilgisi var herhalde değil mi? Tabii tabii yani bu post strukturalizmin böyle bir de post modernizmin genel olarak yüksek ile altın farkını elimine ediyor ya her şey mübah her şey eşit. Bu çok saçma. Astrofizik de bunu yapabiliyor musunuz İlker Hoca? Sanırım yapamazsınız. Nasıl ya herhangi birisi gelip şimdi ben teknolojiyi böyle bir okuyayım diyebiliyor mu diye mi? Ama işte bizde oho ağzı olan konuşuyor ağzı olan konuşuyor. Canına okuyor. Herkes film okuyabilir mi yoksa sadece buna ehliyeti olanlar mı okuyabilir? Ehliyeti olmak nasıl olacak? Alımlayan zaten filmi okuyor. Her filmi seyreden filmi okuyor. Otobiyografik bir şeyimize tekabül ediyor. Bir yerde bir bağ kuruyoruz. Bir oyuncu bize daha sempatik geliyor. Ötekisi daha antipatik geliyor. Zaten okuma antropolojik bir dinamik. Ama sizin bahsettiğiniz şey tabii ki bambaşka ve profesyonel bir okuma gerektiren bir şey. Ben de bu bağlamda son derece modernistim yani.

Herhangi birisi işkembeden atıp aaa burada şu kastediliyor dediği zaman benim de tüylerim diken diken oluyor. Öyle kastedilmiyor. Öyle bir sorun yok mu hocam? Sonuçta yine deri deye döneceğiz ama bütün yorumlar eşitse aslında ben onu ilk gördüğümde de okuduğumda kendi hayatım üzerinden okuyorum ya. Dediğiniz gibi alımlarken. Bir başkası da gelip mesela atıyorum bir astrolok da gelip o filmi onun üzerinden okuyabilir. Bir tarihçi tarih üzerinden okuyabilir ve vesaire vesaire yani sonsuz okuma arasında bazıları diğerlerinden daha değerli mi? Hayır bazıları diğerlerinden daha değerli değil ama herkes haddini bilecek. Siz çocuğunuzu anaokuluna götürdüğünüz zaman kriminoloji eğitimi görmüş birisine mi teslim edersiniz yoksa eğitim bilimcisi birisine mi teslim edersiniz? Gayet tabii ki atış serbest. Eğer piyasa bulabiliyorsa atsın tutsun. Eğer o anaokulu öğrenci bulabiliyorsa atsın tutsun. Peki tam bu noktada bir şey soracağım mesela Alfred Hitchcock’un filmleri yapıldıkları dönemlerde aslında hep or görülürdü. Ticari sinemacı diye bakılırdı. Sonradan özellikle akademisyenler arasında büyük patladı ve fırnak içinde yüzlerce binlerce okumaya tabi tutuldu. Fakat ben Hitchcock’un hani sevdiğim için biliyorum hayatını okumuşluğum röportajlarını okumuşluğum çok var. Aslında Hitchcock tamamen anti intelektüel biriydi ve bütün bu yorumlar hakkında hiçbir şey dememiştir. Çoğu zamanda çaresiz bırakmıştır yorumcularını. Şimdi mesela aynı durum Tarantino için de geçerli o da çok okunuyor. David Lynch için geçerli. Fakat aslında o ikisi de öyle yani bu üç isim özellikle anti intelektüel görünüyorlar.

Peki sizce bu adamların filmleri bu derece okunmalı mı yoksa bu over reading mi oluyor? Over reading olduğunu düşünmüyorum şöyle bir şey var. Alfred Hitchcock’un filmleri kültür tarihsel olarak o kadar büyük bir fay hattının üstündeki bütün modernizm sonrası, humanosantrizmi yerle bir eden bütün karşıt diskurlar, insan merkezi geçiliğini yok eden karşıt diskurlar birdenbire özellikle 70’li yıllar ya da 60’lı yılların ortasından itibaren karşımıza Alfred Hitchcock sinemasında çıkıyor. Mesela bunun en önemli olayı nedir? En klasik Alfred Hitchcock verisi McGuffin olayı. Mesela Psycho’daki o 50 bin lira. Marion Crane o 50 bin lirayı çalıyor diyoruz ki vay hırsız. Sonra filmin 20. dakikasında ve bu sinema tarihinde ilktir oyuncu başrol oyuncu ve sempatizmizi kazanmış başrol oyuncu. Ve bir Hollywood starı. Yani Janet Lee duş altında delik deşik ediliyor ve ölüsüyle birlikte arabanın bagajında o çalıntı parada atılıyor. Bakınız bu inanılmaz avantgarde bir şey ama bunu Alfred Hitchcock avantgarde olayım diye yapmıyor yani postmodernler. Sonradan bunu kendilerini burada keşfediyorlar. Ne yapıyor Alfred Hitchcock biliyor musunuz? Fable öyküyü feci bir biçimde trak diye boynunu kırıyor. Başrol oyuncu ölmüş. Çalıntı paranın önemi gitmiş. Ne oluyor? Öykü kendisini yeniden yaratıyor. Şimdi bunlar niye günümüzde böyle okunuyor? Çünkü orada postmodernizmin klasiklerinden olan öykünün kırılması narasyonun bizi götürüyormuş gibi yaptığı yere götürmemesi. 6. isteki twist homo sapiensse Alfred Hitchcock’un bu mekkafeni neanderthal gibi bir şey anlatabildin mi? Ama Alfred Hitchcock’un postmodernizm anlamında sonradan klasikleşmesinin sebebini biliyor musunuz? Alfred Hitchcock bunu filmin ortasında yapıyor. Yani saikonun jeneriyini hatırlayın. Kırık harfler dans ediyor.

Harfler kırık. O iki farklı beyaz siyah şeritler birbirine geçiyor. Norman Bates, Anthony Perkins biliyoruz. Bir tarafı aydınlık, bir tarafı karanlık şizofren kişi. Ne yapıyor? Narasyonu da dolayısıyla performatif bir biçimde Alfred Hitchcock bir şizofren hale getiriyor. Bunu işte aslında postmodern okuyucular, Alfred Hitchcock okuyucuları bunlardan yola çıkarak bir nevi bilinç altından yola çıkarak bir Alfred Hitchcock’a yönelme söz konusu. Alfred Hitchcock’un bütün filmleri Vertigo mesela hep bu kırılma bir geleneğin, göreneğin, standardın, adabın kırılmasına yönelik. Sıradan adamın hayatının kırılma noktası aslında değil mi? Kırılma noktası ve yani sıradan adam nasıl bir kabus içinde buluyor? Ajan filmi çekiyor, ajan filminin şemasını patlatıyor. Korku filmi çekiyor, sayko. Korku filmi yani hiç gotik bir biçimde. Bir hortlak, bir beyaz kadın, bir gotik unsur yok. Son derece modernist bir biçimde. Filmin sonundaki kolok çok iyidir. İkiye bölünmüş. Şimdi annesi tamamıyla şeyi ele geçirdi. Gücü ele geçirdi. Yani o aşırı siyah beyaz niye görüyoruz aslında Alfred Hitchcock’ta? Modernizmin kündlüğünü görüyoruz. Şöyle bir şey var Alfred Hitchcock’ta. Ya normalsin, ya normal değilsin, ya hainsin, ya masumsun. Bunu yaparken Alfred Hitchcock bu banal narasyona avantgarde bir şema yapıştırıyor. Yani bütün narasyon türlerini yerle bir ediyor. Kelemenin tam anlamıyla sıkı tutunun dekonstruksiyonu uğratıyor Alfred Hitchcock’ta. Dekonstruksiyon kelemesi yokken. Ortada yokken. Teorik olarak bile ortada yokken ki teorisi ne kadar teorik o da ayrı bir tartışılma konusu.

Hitchcock’un hayatını okuduğunuz zaman aslında entelektüel biri değil. Nasıl bunu? Şimdi çok güzel Hitchcock entelektüel biri değil. Hatta bugün yaşasa korkunç yani bazen şüpheleniyorum Donald Trump var ya bir şey olabilirdi. Evet evet ama Alfred Hitchcock kendisi kırık birisi. Neyi kastediyorum bununla? Alfred Hitchcock İngiltere gibi bir ülkede hani bu öyle garip bir şey ki Allah’ım katolik ve cizvit okuluna gidiyor. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Atıyorum Afganistan’da Fransız Katolik Kız Lisesine gitmek gibi kendisini çevreleyen evren ile dahil olduğu kültürel vatanı diyeyim ben size. Korkunç bir tezattan oluşuyor. Yani bütün filmlerindeki o narasyonun kırılması bütün o kahramanların ikili durumlarda kalması Vertigo bunun için en güzel örnek. Alfred Hitchcock’un kendi biyografik bölünmüşlüğünden kaynaklanıyor. Alfred Hitchcock şizofrenik bir biçimde sokaktayken arkadaşlarıyla beraberken tipik British humor rahmet eden. Çok şaka Cemet. Şakacı ama aynı zamanda cizvit eğitiminden geçen korkunç bölünmüş bir kişilik. Alfred Hitchcock sineması aslında kendi hayatını performatif bir biçimde sıkı tutunun metaforlaştırıyor. Bunu bilerek mi yapıyor? Tabii ki bunu bilerek yapmıyor. Alfred Hitchcock’un dehası çok psikopatolojik kaynaklı. Yani şunu kastediyorum bu kadar farklı unsurları bir araya getirebilmek hakikaten her baba yiğidin harcı değil. Mesela ben şuna inanırım. Bu hiçbir yerde okuyamazsınız. Alfred Hitchcock’un inanılmaz bir topuklu ayakkabı stiletto fetişi vardır. Bu bilinir. Yani o kadınlar… Kadınlarla sorunu var evet. Bir de aslında şey kendisi de dışlanmış bir yani hilkat garibası gibi ya. Ya tabii ki saboğlu, şişman, çirkin… Kadınlara bakın Grace Kelly, Kim Novak, Janet Lee çocuklar. Bir de onları hep böyle çok çektiriyor kadınlara yani. Evet öyle bir şey. Böyle sorunlu bir tarafımız da var. Ben mesela Alfred Hitchcock’un bu taraflarında bir nevi o Cizvit okullarında gördüğü baskıyı gördüğü ve o baskının temsilcisi olan Meryem Ana’dan bir nevi ana tanrıçadan o kadınları onunla eşleyip bir nevi onun intikam çektiklerinin intikamını alıyor kadınlardan. Bir de tabii ki son derece sadomasoşist bir ilişkide söz konusu. Yani Meryem Ana günah işledin yine. Cizvit okulu dışarısı son derece. Tırnak içinde söylüyorum layık ve komik ve yığın kültürüne sahip İngiltere. İçeride ise suçluluk duygusu ne yaptırıyor? Kim Novak kuleden bir katolik manastırdan düşüyor. Ötekisi kuşlardaki kuşlar tarafından parçalanıyor. O delik deşik edilme olayı. Bir nevi inançlı insanların kanaması. Harni deseniz ona kese. Alfred Hitchcock sanat tarihinin sanat tarihini çok geniş alıyorum. En yaratıcı ve süblimasyonu becermiş. Bunu hiç hiç kötü anlamda söylemiyorum. Ben Alfred Hitchcock’u çok seviyorum.

Psikopatların başında gelir yani. Alfred Hitchcock da şu şansa sahibiz aslında. Ne neden nasıl ne doğru evriliyor. Çok güzel görebiliriz ve Alfred Hitchcock ne kadar tipik bu bağlamda. Modernizmin acısını yaşamış. 19. yüzyılın sonunda 1899 doğumluğu. 1999’da doğuyor. 4 yaşına kadar Victoria çağı. Sonra o klasik modernizm. İngiltere’yi İngiltere yapan yani bütün kültürel avantgardlıkların vatana olan İngiltere’de bütün bunları tanıklık ediyor. Aynı zamanda tutucu, katolik, cizvit bir çevre. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Bu mesela Türkiye’nin modernleşmesine çok benziyor. Türkiye’yi hatırlatıyor bu. Yani aşırı uçlar arasında. Bundan ya çok büyük bir yaratıcılık çıkar, süblimasyon becerilirse ya da çok zor bir şey çıkar. Yani Alfred Hitchcock burada neyi kanıtlamış oluyor biliyor musunuz? Bir ciniyes son derece kendisini çevreleyen evrenle harmonik bir ilişki sürdürememesine rağmen nasıl ciniyes olabiliyor. Yani Shakespeare nasıl Shakespeare olduğu etli kanlı canlı bir biçimde Alfred Hitchcock’da biz şey yapabiliyoruz. Dolayısıyla postmodern okumalar için Alfred Hitchcock müsait olmayacak da kim müsait olacak? Çünkü Alfred Hitchcock postmodernizmin yıllar sonra dinlendirdiği, ay ama gözleri yeşil olan ve sırışın olmayan insanlar bir araya gelsin. 7 kişiler aynı anda seks yapmak isteyenler bir araya gelsin ve bunlar eşit diskuron sahip olsun anlatabildim mi? Bu bölünmüşlüğü Alfred Hitchcock zaten bize sunmuş. O yüzden Alfred Hitchcock ve öğresi ve yani eserleri bu tipler için aslında ne? Fareliköy’ün kavalcısı. Dolayısıyla Quentin Tarantino’ya ele aldığımız zaman tabi ki Quentin Tarantino, Alfred Hitchcock’la mukayese ettiğimizde son derece çakmak alıyor. Teşekkür ederim hocam. Yani o diyor ki bakın şimdi bakın bakın bitmedi daha korkunçunu bulacağım. Hayır bitti mi sanıyorsunuz? Hayır Big Mac yani artık saatler küçük eşyalar popaya giriyor. Bunu Alfred Hitchcock bir virtüöz. Tam bir ingiliz beyefendisi olarak. Bir müzik olsa klasik müzik olsa konuştuğumuz şey Beethoven diyeceğim yani Alfred Beethoven. Quentin Tarantino da işte Raymond Lefevre. Do you do you do you? Bak şimdi David Lynch var. David Lynch kesinlikle Tarantino gibi bir pozcu değil. İnsan olarak da çok seviyorum çünkü. David Lynch böyle şimdi ben bir film çekeceğim. Hayır her seferinde David G’min ödü kopuyor. Ne acaba çürük domates, açaklarımı hem burada bir şey yaptım. Bir de David Lynch’e şey dikkatimi çekiyor. Ne zaman kendisi bir şeyi beğenmediği zaman o hakikaten enfes bir şey oluyor. Yani burada neyi görüyoruz biliyor musunuz? David Lynch’in doğal bir outsider olduğunu görüyoruz. Doğal bir outsider. Mesela David Lynch’in şöyle huyları varmış. Yani bir kokteylde birisiyle karşılaşıyor diyor ki. Aa işte sen bunu yapabiliyor musun? Filmimde mutlaka oynayacaksın. Mesela arkadaşlarım var yanında diyorlar ki aman Allah’ım. Aman Allah’ım niye bu başımıza belalar açacak gibi. Demin ilginç bir kelime kullandınız.

Ben de onu söylerim. Pozculuk Tarantino konusunda veya ben Lantimos’u da pozcu buluyorum. Pozcu. Pozcu. Pozculuk tanımınız ne? Pozculuk şu. Şimdi kokteyldeyiz ya da kırmızı halının üstündeyiz. Yani şöyle yapmalıyım ki şu şu tepkiler oluşsun. Şu şu konuşmalara doğru gitsin. Mesela benim için hiç pozcu olmayan rejisörler. Asfond Trier. Allah’ın yani lokomotifi. David Lynch. Traktor. Yani öğretsen bile yapamaz. Beceremez. Cüzine gözüne bulaşır. Ama mesela ay Lantimos ondan sonra. Wes Anderson. Evet. Evet. Ondan sonra o böyle çok pohpohlanan, ellediği her şey altına dönüşen rejisörler vardır ya. Onlar bir kere öyledir. Ama mesela kim değildir biliyor musunuz? Charlie Kaufman da değildir. Gerçek deli. Charlie Kaufman o kadar derin bir insan ki. I’m thinking of ending things. Allah’ım bir insan. Yani bir kişi üzerinden bir kolektif tragediyat. Bu kadar güzel anlatılabilir mi ya? Çok enteresan da hakikaten. Bu kadar güzel anlatılabilir mi? O yaşlı adamcağızın acısını. Olamaz böyle bir şey. Bunu böyle yansıtabilmek için bunu tatmış olması gerekiyor. Bunu da kim tadabilir biliyor musunuz? Bunu da ancak işte Charlie Kaufman gibi. David Lynch gibi. Mesela David Lynch’ın Mulholland Rife’nde birkaç sahne vardır. Naomi Watts. O çözülme ana vardır ya. O evde kahve yapar ya o suratındaki umutsuz. O görüntüyü iki üç defa seyrettim ben. Yani film hakkında bir okuma yapıyordum. Resmen depresyona girdi. Soğuk mutfak. Tabii ki o Naomi Watts. Süper süper bir kadın. Çünkü o da kendi hayatına oynuyor aslında orada. Yani diyorsun ki bunları böyle dilinizi ısırarak seyredin. Burada hakikaten kan akıyor kan. Quentin Tarantino. Onları bunları patlatıyor ya filminde sürekli. O kan değil. O ketçap. O ketçap. O taco sosu. Tırnak içinde söylüyorum. Tabii ki hepsi sanat eseri. Tabii ki hepsinin başımızın üstünde yeri var. İnsaniye açıdan Charlie Kaufman’ı, Alfred Hitchcock’u, David Lynch’i çok çok daha ciddi alıyorum. Ben kendim için konuşuyorum. Çünkü hakikaten onlar kan kullanıyorlar. Yani o psycho da Janet Leigh’in kanı akıyor ya o quetin deliğine. O ne biliyor musunuz? Naomi Bates bakıyor duvar deliğinden. O röntgenci bakış ile o kanın aktığı, Lavebon’un quetin deliği birbirine tekabül ediyor. Gözetilme, baskı altına alınma, gücü hissetme ve hissettirme ve hatta o güç isterse senin hayatını elinden alabileceğine dair. He’s böyle popcorn gibi pus pus pus yiyoruz.

Onu sevgili seyirciler lütfen Tarantino filminde yapsınlar. Once upon a time in Hollywood. Oh yeah! Ay yani bazen işte eğlenceli olmak zorunda ya ve eğlenceli ya, bazen işte böyle oturuyorsun, eğlencem diyorsun, böyle banal bir beklentin bir milim çok fazla yüksekte olduğu zaman eğlenemeye biliyorsun. Doğru. Diyorsun ki yapamadı yani. Yani bu neye benziyor? Böyle bir şey çok sevinirsiniz ya, çok abartırsınız, abartırsınız, sonra aslında normal geçer de sizi kesmez. Öyle bir şey oluyor. Şimdi mesela Charlie Kaufman da bu açıdan çok farklı. Charlie Kaufman’ın bir dahaki filminin inşallah çeker. Yani yaşı ilerledikçe benim ödüm kopuyor. Ama daha genç. Genç ama bu film mesela kaç yıldan sonra ilk filmi. Para bulamıyor. E salak işte bunlar. Hiç kork da Psycho’ya çok zor para bulmuş bu arada. E tabii çünkü demişler ki ne yapıyorsun sen? Bu ne? Aa bu ne korkunç bir şey. Tabii ki onlar için bir nevi. Bizim şimdi biz nasırlaşmışız. O dönem için o film bir porno arkadaşla sinemaya kilitliyormuş manyak insanları. Premierlerde içerisi ciğerci ciyak ciğer. Dedim ki bizim günümüzdeki o trash filmleri seyretseler. Saw gibi, Testeri gibi. Herhalde millet toplu sokağı. İntihar ederdi yani, intihar ederdi. Seyrettiniz mi Hitchcock diye bir film var. Bu Psycho’yu yapış macerasına. Anthony Hopkins oynuyor. Tabii tabii. Bansür kurulundan şey diyorlar. Bir Amerikan filminde klozet göstermek mi? Olmaz böyle bir şey değil. Tabii işte bak burası o kadar süper ki bir Amerikan filminde klozet gösterilir mi? Amerika o kadar modern, o kadar modernizmin aydınlık tarafında ki o kadar klasistik ki Amerikalılar tuvalete bile gitmez. Dolayısıyla sen tuvalete olmayan, gerek olmayan bir ülkede. Psikalitik açıdan çok ilginç. Tuvalet klozet görünüyor. The Janet Lee, Marion Crain ne atıyor onun içine? Kağıt atıyor. Bin dolar. 3000 liraya araba aldım. Şu kadar çanta aldım. Bir vıt vıt vıt. Money. Money is shit. Yani orada Janet Lee o sansür kurulu açısından ne yapıyor biliyor musun? Tuvalete büyük abdestini yapıyor. Affedilir bir şey değil ve psikanalizi zorlayan bir film. Sonunda zaten bir psikolog ya da psikiyatrist normal bts teşhis koyuyor. Bu bağlamda da bunu ele aldılarsa tabii ki sansür kurulunun gazabına uğrar. Çok çekmiş bir adamdır. Çok. Yani İngiltere’ye döndüğünde de yaşlılığında da İngiltere artık İngiltere değil. Bıraktığı İngiltere değil. Mesela o açıdan Frenzy filmi bir vedadır. Bütün o sokaktaki pazarlar Londra Belediyesi artık onları kaldırıyor. O film aslında o pazar kültürlerini mahalledeki pazar kültürlerini bir omajdan başka hiçbir şey değil. Amerika’da zar zor uyum sağlıyor. Sonra vatanına dönüyor. Yine zar zor. Tam bir 20. yüzyıl hayatım. Bana sorsalar hayatımın sonunda 20. yüzyılın ne sizin için temsil ediyor derlerse hiç gözümü kıpmadan Alfret Hitchcock derim. Çok doğru söylediniz hocam. Bir video var YouTube’da size de göstereyim. Belki de görmüşsünüzdür. Ölmeden bir yıl önce galiba evet. EFI ödülü alıyor. Adam çok yalnız ve korkmuş görünmüyor mu? Orada bana mı öyle geliyor? Şimdi duyguya gösteriyorum başka bir ekranda da. Aslında hakikaten felaket dışlanmış bir tip. Tabii ki tabii ki. Ondan sonra mesela Hollywood bu bağlamda yani David Lynch o Mulholland Drive’da o kadar haklı ki o insanları hiç kötü niyet olmaksızın kıymamakinalarına atıyorlar. Birbirlerine düşman oluyorlar. Mutsuz oluyorlar. İntihar ediyorlar ya o Hollywood. O da çok güzel yansıyor. O 50’li yılların sonunda ve 60’lı yılların başındaki başarısını bir daha elde edemeyince resmen anında o Hollywood altın yumurtlayan tavuk hüviyetini kaybedince tık kapı dışarı ediyor.

Ve her zaman Hollywood Alfred Hitchcock’a kısa boyluluğunu, garipliğini, çirkinliğini, kadın düşmanlığını, tabii çok politik, koray, daha o zaman, daha o zaman hep yüzüne çarpmıştır. O kadar komplek sahibi olmuştur ki Alfred Hitchcock. Psychofilminde Marion Crane bir oda diyor ya başım ağrıyor. Tom Bick bir kız var. O Alfred Hitchcock’un kızı. Yani kendisi de sürekli filmlerinin ilk dakikalarında çıkıyor. Artık yani kızını bile koyuyor yani buradan bunu nasıl okuyorum, ne demek istiyor Nevzat Kaya. O kadar adiler ki hiç başka bir meslektaşı, şu kızını gönderdi. Ne demek istediğimi anlatabildim mi? Orada bile o kadar yalnızlar ki Almanların deyimiyle, aynı bun teku renkli bir inek gibiler, hilkat garibeleri. Dönüyorlar İngiltere’ye, orada da artık Hitchcock olmuş, yine bir iti var oluş biçimi. Anlatabildim mi? Yani Alfred Hitchcock hayatı boyunca ikili evrenlerde yaşamış yani. Bir de hep şaklabanlığa vuruyor tabii. Eee tabii ki, tabii ki. Palyaçoğlu’a vuruyor zaman zaman. Mesela o şeyde çok güzel yaşıyor, onun terapi gibi geldiğini inanıyorum ona. Alfred Hitchcock Presents. Dırım dır dır dır dır dır dır dır dır. Yani orada istediği gibi konuşuyor, istediğini yapabiliyor. Orada son derece kendisi olabiliyor. Kendisini narsistlik bir perspektiften sunuyor sözüm ona. Kendisiyle son derece kolay dalga geçebiliyor çünkü adam yani İngiliz. Anlatabildim mi? Yani çok sevilir atıp tutulmak. Böyle titriyenin arkasında ama yani benim burnumun direği sızlar. Alfred Hitchcock çok derin bir insan. Kişiliğini kastetmiyorum. 20. Yüzyılda nelerin nelerin yolunda gitmediğinin inanılmaz bir parmak izi hem yaşadığı hayatı itibariyle hem bütün sinemaya sanata bonkör bir biçimde hediye ettikleriyle. Asas konumuza dönürsek film okumalarından sonra yani Hitchcock’un yıldız olması aslında trufodan doğru oluyor. Hitchcock aslında önemli biri miymiş deyip 60’lardan sonra 70’lerde ve 80’lerde ve 90’larda şaha çıkıyor. Yani aslında dünyanın en iyi filmi sayılan Vertigo zamanında öyle görülmüş bir film değil. Son derece sıradan bir film olarak görülüyor. Bugün yaşasa acaba bütün bu hakkında yazılanlara ne derdi? Onu merak ediyorum. Bence bugün yaşasa çok akıllı bir adam. Derdik gördünüz mü? Ben işte bunu kastettim. Mesela Vertigo Vertigo neden bu kadar? Fetiş biçiminde yıllar yılı neydi o Orson Welles’in filmi? Sizin kayn. Ayy evet yani ben benim de hiç sevmediğim bir film. Lenç citizen kayn o niye Vertigo şimdi? Çünkü bakın o kadar avant-garde o zaman için o kadar absürt dertler ki bir kıyafet gibi hikayeleri deniyorum. Kadın o adamın karısı oluyor, zengin oluyor, müzede bir romantik hikaye uyduruyor. Aloysius’un adı. Gizem tapımlarında bizim başroldeki saf James Youn, vagina denta ala düşüyor, Salvador Dali bilmem ne kadını görüyor yine Allah’ım o asil kadın köylü kezbanmış. Bunları siz tanıdık gelmiyor mu? Buluşma sitelerinde işte 1.81 boyundayım, yeşil gözlüğüm, aylık maaşım 17.500 lira. Sonra buluştuğunuzda bir buçuk metresiniz ve 1500 lira maaşınız ne demek istediğimi anlatabiliyor mu? Ha son derece özel burjuva dertlerini Vertigo’nun burjuva dertleri günümüzün günlük ekmeği oldu. Yani Alfred Hitchcock ne yaptı? Bir müneccim misali modernizm tecrübesinden kaynaklanan bir biçimde bize varacağımız yerleri buyurun arkadaşlar şöyle gidin diye söyledi. Bakınız şunu bile iddia ediyorum ben. Kuşlar filmi de bu bağlamda çok avantgarde. O vardır ya bir tane ornitolog kadın restoranda dünyanın sonu geldi. Her insana 20 kuş düşüyor. Bunların hepsi saldırganlaşırsa. Orada ne saklı biliyor musunuz? Orada pandemi saklı arkadaşlar.

Doğru. Alfred Hitchcock bizim postmodern apokalipsisimizin Hazreti Musa’sı yani diyor ki ve böyle olacak diyor. Peki ama bunları aslında biliyorsunuz ucuz romanlara çok meraklıydı. Sayko da aslında çok ucuz romanlardı. Onu nasıl becerebiliyor? İşte onu nasıl becerebiliyor biliyor musunuz? İşte Alfred Hitchcock mükemmelliği burada saklı. İnanılmaz koyu tutucu bir eğitim var ve ona nefretvari bir davranış karşı bir davranış olarak işte o junk şeyleri okuyor. O romanlar bir de sırf ucuz roman değil de böyle son derece pornografik, ne yapıyor? Bunları birleştiriyor. Ne yapıyor? Kendi cizvik eğitimini, british olma durumunu ne yapıyor? O romanlarla hamburgerleştiriyor. Ben bunu anlatırken neyin tanımını yaptım? Postmodernizmin tanımını yaptım. Yani yüksek kültürle alt kültürü birleştirip inanılmaz orijinal bir üçüncü çıkarıyor ortaya. Alfred amca çok taklitçisi oldu. Brian De Palma’lar, Claude Chabrol’ler hatta bir yere kadar truffo. Sonra bugün David Fincher ve daha benim de bilmediğim bir sürü taklitçisi oldu. Fakat hiçbiri o başarıyı yüklenmedi. Olamaz, neden olamaz? Çünkü 3000 parçalı bir puzlunuz var. Yap bozunuz var. Bir tane kaldı elinizde onu oraya yerleştirir. Siz de alfret hiç okun işte büyük sanatçılığını, büyük dehasını görüyoruz burada tam zamanının insanı hiçbir örneği olmaksızın bunları gökten zembille tırnak içinde söylüyorum. Uydurdu, yarattı, var etti. Anlatabildim mi şimdi Brian De Palma, Keri, Ay süper güzel severim de Brian Palma’yı. Ama yok söndü gitti yani şey getiremedi arkasını onu diyorum. Tabii ki şeyi de yok varisi de yok. Yok varisi de yok. Niye? Çünkü çok işte inanılmaz derecede kültürel dinamikler bu adamda böyle bu şekilde bir araya geldiği için. Öyle yani bu Shakespeare gibi bir şey. Dünya kültür tarihinde böyle birkaç insan var. Mesela Sofokles inanılmaz Kral Oedipus’un üstlü Oedipus Konanosta’yı okuduğum zaman ben sonunda hengür şakır ağlarım her seferinde be kardeşim ya her seferinde de olur mu ya inanılmaz bir şey Shakespeare, Göthe evet alfret hiç kokta böyle birisi. Şimdi ben film okumalarına karşıyım. Şu nedenle karşıyım. Mesela saykonun okumalarında genellikle şey vardır. Ev 3 katlı biliyorsunuz saykodaki otel. Mesela bunu hatta cicek söylüyor. En üst katta annesini saklıyor. İt işte ego süperego ya da tersi hatırlamıyorum. Yani o 3 katı bu it süperego ve ego’ya benzetiyor. Mesela bu okuma bana zorlama geliyor. Siz ne diyorsunuz? Zorlamanın ötesinde çok banal. Banal bir okuma bu. Çünkü bak aynı olayı şeyde de var. I’m thinking of ending things. Yukarıda çocuğun gençlik odası.

Orada baba var. Aşağıda çamaşır makinesi annesi diyor ki kızayın aşağı. Bu öyle bilinen bir şey ki bu mitolojiden bile biliniyor. Aşağıdaki pandora’nın kutusu. Yukarısı ateinanın beyni. Yani alfret hiç kok bundan çok çok daha öte. Alfret hiç kok bundan çok çok daha öte. Çünkü ben trufoyla kitabı ön sözde yazmıştım. Orada şöyle diyor hiç kok. Yatay bir mimari var. Yani motel yatay. Ona kontrast olması için dikey bir mimari seçtim. 3 katlı yaptım diyor. Halbuki gj’kin okuması doğru olabilir. Yani dediğiniz gibi uyuyor formatı ama aslında hiç hukukun yapış nedeni o değil. Görsel. Değil tabi ki. Hem görsel hem şöyle bir şey var. Yatay, toprak ve orada fallik bir biçimde o ev. Şimdi ben o perspektiften konuşayım. Orada kimin borusu ötüyor biliyor musun? Kimin fallusu o? Fallik kadın olan Norma Bates’in heykeli o. Aynen böyle o eski ana tanrıçalar gibi. Ne yapıyor Norma Bates? Kendi oğlunu kendisine benzetiyor. Onu hadım ederek. Onu hep aşağı düzlüğe, toprağa göndererek kendisine benzetiyor. Ne demek bir ana tanrıçanın oğlunu, ilksel ye doğumunu kendisine benzetmesi? Ayıla bayıla onun hadım edilmesi demek. En sonunda da zaten Norma Bates neye dönüşüyor? O ne harfi? Hadım ediliyor. Ve Norma Bates, Norma Bates’e dönüşüyor. O evde ben size söyleyeyim yiyecek mi? Yiyecek mi? Bunları boş verin. Psyco’daki ev ne biliyor musunuz aslında? Mitolojik açıdan. Efes’teki Artemis tapınağı. Ama bu da bir okuma. Ama nasıl bir okuma? Bizi 30 bin yıl öncesine götüren bir okuma. Böyle bir sorunsala götüren okuma. Neden ana tanrıçanın bütün hirodülleri ana tanrıçaya benzemek uğruna sıkı tutunun, sivri taşlarla kendi kendilerine hadım ediyorlar. Bir okuma. Yani ben bunu çıftırtmıyorum atmosfere. Geberiyor bu insanla. Atis, Kibbele, Afrodit, Adonis. Onlar hep hadım ediliyorlar. Erkekler ana tanrıçaya tapınabilmek için, onun tapınağında görev alabilmek için hala Hindistan’da var. Hala belgeseller var bu konuda. Ona benziyorlar. Nasıl benziyorlar ona?

Kendilerini hadım ederek. Yani niye ben şimdi? Bu da bir okuma. Gayet tabii ki bu da bir okuma. Ama böyle bir okuma değil. Süper ego. Oh yeah! Bodrum katı. Eat. Oh tabii ki orta katlar mutfaklar biz. Hayır abi kan akıyor ya. Kan akıyor. Çatır çutur. Ben bunu Zeki Müren’le Bülent Ersoy’a kadar getiririm. Zeki Müren, hadım olmayan tırnak içinde sanat güneşi. Bülent Ersoy, artımız efezyanın ta kendisi. O üstündeki kürkler bile bütün o Artemis’in üstündeki hayvanlar, Potniateron, hayvanların efendisi. Ve ondan sonra şarkı söyledi mi dönülmez akşamını. İşte o evin sahibesi kim biliyor musun? Bu. Çok iyi. O herhangi bir biçimde baklava hamuru gibi yerde açamaz. Orada sadece böcekler dolaşır. Marion Crane, kuş, Norman Bates, kuş. Hepsi kuş. Hannibal’a bağlayayım. Hannibal lektir de yediği bütün insanlara ne der? Domuz onlar. Domuz. Domuz. Onlar yaşamayı hak etmiyor. Onlar domuz. Tam Hitchcock yiyen bir kapanış oldu. Herhalde Hitchcock. Hitchcock. En büyük geniuslarda. En büyük doğallığıyla, zamana uygunluğuyla, her açıda. Bütün bu okumalar Hitchcock’u zenginleştirdi mi yoksa aslında zarar mı verdi? Aa hayır. İsteseler bile zarar veremezler. Alfred Hitchcock 20. yüzyılı meselleştirmiş. Bunu 22. yüzyılda da tartışacaklar. 23. yüzyılda da tartışacaklar. Ama tartışmalar şu açıdan çok önemli ve olumlu. İsterse kötü şeyler söylesinler. Alfred Hitchcock’un son derece avantgarde olduğunu, dünya kültürüne katkısı olduğunu, sinemayı çok çok değişiklikler ve yeniklikler getirdiği hususunda hem fikiriz ne olduğu bir Alfred Hitchcock ranesansı yaşadık. Özellikle 90’lı yıllarda. Ben de mesela o zaman, mesela benim için Vertigo çok ilginç bir filmdir. Hep böyle uyuyakalırdım filmin başında. Uyanırdım. Ay sonunda yine bir kadın kuleden düşüyor. Diyordum ki Allah’ım ne saçma bir film bu ya. Hiç bağlantı kuramıyorum. Bir de öyle bir film. Annemi diyordum ki Allah rahmet eylesin. Ne oldu? Ay böyle yapıyordu. Ya bu kadın aslında ölmüştü. Ama öteki… Haydi be git başımdan. Aslında bugün yeteri kadar değeri bilinmeyen ama ileride Hitchcock gibi patlayacak yönetmenler var mı sizce? Var. Mesela Charlie Kaufman. Charlie Kaufman. İleri de Charlie Kaufman’dan psikoantropolog olarak bahsedecekler. Bakın psikoantropolog. Bir dönemin ruhunu verdiği için mi diyorsun? Hem bir dönemin hem de yani bilemeyeceği şeyleri biliyor adam ya. Yani bir yaşlı denepresif bir insanın sanırlarıyla empati kurabiliyor bu. İnanılmaz bir hüner. Evet hocam. Ben çok severim Hitchcock’u. Onun için güzel oldu bugünkü konuşma. Ay Hitchcock sevilmez mi ya? Hitchcock sevilmez mi? Hitchcock’u sevmeyen taş olsun yani. Sevin tabii ki. Çocuklar bir de hayır bizim için öyle ucuz ki. Adam o senaryolarını götürüyor millet diyor ki bu manyak. Ay nelerle nelerle boğuşuyor. Şimdi ki Quentin Tarantino pesenengi dengengengen. Gidir seni dengengengen şirkin. Şirkin. Teşekkür ederiz. Öpüyoruz çok. Görüşmek üzere. Hadi görüşürüz.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir