"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | 22. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | 22. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=1ZCGy_Vb_qY.

Merhabalar efendim, İhmal Edilebilir nasihatlarda Aliye Balatlı ile birlikteyiz. Yine onun evindeyiz. Bu sefer mekanı biraz bahçeye taşıdık. Yazdan da fırsat bilerek. Onunla aslında nehir söyleşi gibi de yaptığımız hem kendi hayat öyküsü hem Türkiye’nin
hikayesi, ikisini bir arada harmanladığımız hem de dünya hikayesi aslında değişen kavramlar, konular üzerine yaptığımız söyleşiyi bu sefer bahçede İhmal Edilebilir nasihatlerin baya ilerlemiş bir bölümü olarak devam ediyoruz. Fakat tabii hep bir sizin hayat hikayenizi konuşurken bir başlık açıyoruz. O başlıkla da böyle bir açılıyoruz yani hani oydu oydu oydu filan derken böyle bir yazarlığınız kısmında gelip kaldık.
En son olarak yazar olmaya neden karar verdiniz ve biraz bahsettiniz önceki bölümlerde ama şimdi biraz daha bu programda yazarlık olarak romanlarınız ilk romanlarınız, ortaya çıkış süreçleri, etkiler, tepkiler filan bunları konuşmak istiyorum. Devlet planlama teşkilatında çalışırken oradan ayrıldınız ve kitap yazmaya başladınız. Yok arada bir şey dönemim var. Bizim İngilizçede bir dergi çıkardım. Pardon pardon evet. Bizim İngilizce iddialıydı. Adından da belli yani hala sürdürdüğüm bir iddia o. Çocuklara İngilizce öğretiyoruz ama çocuklar aldıkları İngilizce ile hani gerek okullarda olsun gerek işte kurslarda işte İngiliz kültür, Amerikan kültür vesaire resmi gayri resmi olaya kendilerini anlatarak başlamıyorlar. Ayşe Hanım Türkiye’nin bu genel derdi kendini anlatarak derken kastım. Şimdi diyelim ki bir kursa girdiniz bir işte 3 ay 5 ay neyse gittiniz geldiniz. Sonunda benim annem emekli öğretmen diyemiyorsunuz. Neden? Çünkü emekli kelimesi bizde geçerli bir kelime bir tarafta karşılığı yok veya ben ıspanak sevmem diyemiyorsunuz. Neden? Çünkü emekli öğretilen sebze bezelye niye çünkü İngilizler bezelye yiyor ıspanak yiyor gibi kültürel farklar aslında kelimelerinizi ve kendinizi anlatmanıza engel oluyor. Cami. Eyvah nasıl diyeceğiz biz cami yok. Dua mekanı filan yani şey işte minare aha da bak ezandır filan ya bu kendinize ait hiçbir şey anlatamıyorsunuz. Sonra bir şey keşfettim.
Niye bu kadar insan İngilizce öğrenmek için kurslara koşturur koşturur da bir türlü bu işin içinden çıkamaz ki Türkiye’de bu çok ciddi bir sorun hala yabancı. Herkes için geçerli ve benim gördüğüm hala da ısrarla öyle olduğu kanısındayım. Bunun nedeni dili dil olmaktan çıkarıp başka bir kültürü öğrenmeye ittiğimiz için çocukları niye kitaplar İngiltere’de basılıyor.
Amerika’da basılıyor İngiltere’de İngilizce ikinci büyük ihracat kalemidir. Benim bildiğim sanayi bir tür aslında. Tabii tabii müthiş bir şey kitabıydı. Şu suydu bu suydu falan. İyi hoş da yani bizim çocuklar dönüp dolaşıp kısmeti de diyor ve diyemiyor. Demediği için de tut gelmiş birbiri gibi bizim İngiliz buradan aslında geliş buradan gelen bir kelime 1981 ve 84 arası evet evet evet evet evet evet. Ve orada siz bizim kelimelerimizi mi öğretmeyi hedeflediniz. Aynen öyle yani ben bir Türk, Geli dil öğrenmeye, İngilizce öğrenmeye kalkan bir Türk öğrencinin kendi biyografisini anlatabilmesini sağlamak istedim.
Kendisinin annesi ailesi kendine anlatabilirsin kültürü, töresi, yaşamanı, çizofreni yönlemeye çalıştık. Çünkü günlük hayatımızda kullandığımız kelimeler var. Dediğim gibi emeklilik işte şu ydu buydu bir sürü yani aile ilişkilerimizden tutun da günlük yaşantımızda sayın yani bir sürü kelime var.
Şimdi bu kendi İngilizce kursuna gittiğiniz zaman öyle bir kopuyorsunuz ki hani İngiltere’de olsanız hani belki akşam yemeğinde herkesle birlikte bezeli yerken aha bu pi dersiniz. Şimdi pi yok. Tabii ıspanak yiyorsunuz. Börek yiyorsunuz mantı yiyorsunuz ayran nasıl denir. Gelsene bir ayran ısmarlayayım diyecek nasıl diyecek onu anlatabilir miyim şimdi şeyi gördüm bu sıkıntıyı gördüm ve bu sıkıntı insanların ben İngilizce bilmiyorum demesine yolaştığını gördüm. Oysa öyle değil. Onun için tuttum dur dedim bu böyle olacak bizim İngiliz yapayım bunu bir dergi gibi dergiydi. Evet dergiydi kalın bir şey kalın olduğu için dergi gibi dedim hani kalın bir şey
de şöyle bir iş yaptım o zaman gırgır çok revaçtaydı. Çok satıyordu bir milyona yakın sat. Ne bir üç üç üç üç ben bir milyonla hatırlıyorum. Üç üç oldu söylenirdi. Ramiyette Oğuz Aral dostumdu. Oğuz’a dedim ki çok da huysuzluğuyla bilinirdi işte sizler beyin sizlerleri başında boza pişirir. Öğretir çocuk yani işte tarama yaptın yapmadın falan hep dinleriz bu hikayede. Bir gün şey dedim ki bana sen beğenmediklerini yollasana çizen çocuklar çizen çocuklar ne yapacaksın dedi dedim böyleyken Allah Allah ama gönderdi. Gönderince ben bu çocuklarla oturdum. Çizgi roman yapmaya başladım. Hocam bu hikayenin bu kısmını hiç bilmiyordum ilk defa dinliyorum. Anlatmadınız daha önce değil ki hiç denklemedi herhalde çizgi romanında da. Tamamen buranın çizgi romanı. Peki siz yazıyorsunuz çocuklara veriyorsunuz. Karşılıkla onlar da yazıyor ben de yazıyorum. Gerleri atıyoruz gülmekten. Oğuz Aral’ın da tırnak içinde hış bundan kurtulduk. Bak kanıngını rahmet eylesin. Oturup sabahları kadar bunları böyle yapmaya başladım. Şimdi bir dakika şimdi bu nasıl yapacağız daha. Bu bir dakika şimdi nedir derdimiz bir turist’e geçip laf etmek. Peki tuttuk bir hayali kız bulduk. Şeymiş İngiliz beydi Amerika’lığının hatırlamıyorum. Bir turist geldi İstanbul’a. Genç bir kız işte bizden de bir afili delikanlı. İşte çayda karşılaşıyorlar. Sultan Ahmet’i. Oralarda yok Sultan Ahmet’te. Sultan Ahmet’ten Taksim’e gidiyorlar. Şimdi o yol sırasında biz hakikaten kare kare kare resimlerini çektik.
Öyle patladı olay patladı. Arkasına tabi şey veriyorsunuz Sözcük Dağarcık vesaire vesaire. Ondan sonra şimdi gene 75 senede muhtacı olduğumuz günler şeyler tamamen kesilmiş vaziyette. Yurt dışından gelen paralar yabancı dergiler falan. Ve bizim İngiliz tamamen Türk ve şey patlaya çıktı tabi. Ve çıktığı gün ben korka korka o zaman Levent’e otururdum.
Korka korka çıktım dergiyi göreceğim hani şeyde. Hani dergi yok eyvah. Dağıtmadılar. Bir başıma kaynar iki adım bir başka yer daha falan. Korka korka sordum dedim ya bizim İngiliz’te biterdi geldi mi. Kardeşim neymiş bizim İngiliz dedi gelme seni bitti nedir bu plan. Ben bir sevindim. Bir sevindim ve eğer daha aynı gün saat 11’de falan bitti.
Aynı hafta içinde ya aynı ay içinde üç defa basılık dergi. Yani 150 bin tıraş bir dergi için yani müthiş bir şey. Ve rahmetli o zaman işte bana gelseydim bu dergi çıksatmaz derdim dedi. Mesela o yüzden gelmedim zaten ben falan. Ama öyle bir dönemim oldu. Yani 3 yıl 84’e kadar çıktı mı? Evet çıktı. Sonra niye bitirdiniz?
Çünkü dergi benim çıkartmamın ilk nedeni vardı. Bu tuhaf olacak ama bir ev alma kiradan kurtulmak istiyordum. İki kızımın okul masrafını bir yere koyabilmek istiyordum. Ve dolayısıyla şunu halledeyim. Ama devam etse ederdi bizim İngiliz herhalde. Şimdi ederdi ama bensiz olmuyordu. Bakın bir noktaya geldi tabi Cumhuriyet Gazetesi ile bunu ortakla şey yapıyorduk. Bir noktaya geldi. Kim günaydındı herhalde o zaman? Simavilerin günaydını herhalde onlar istedi. Şimdi iki şey bozuldu. Birincisi dergi bu kadar iyi tutunca çok şey girdi araya. Popülerisi. Bana göre çatlak çatlak ses girdi. Yani o derginin marifeti bizim olmasıydı. Şimdi böyle bir şey alıp da sofistika yaparsanız şahitim o zaman olmuyor. Profesyonelleştiği anda diyelim profesyoneldir yine ama çok profesyonelleştiği anda büyüsü bozuluyor. Büyüsü bozuluyor. Ve öyle bir büyü bozulma zamanına girdi. Sonra işte devretme imkanı da oldu. Tamam dedim ben yani. Çünkü istediğimi yapmıştım. Kendimi hakikaten bir daire alabildim. Tamam küçük 85 metrekare filan ama kiradan kurtuldum. Çocuk için bir lokma para bir tarafı. Dergi devret falan. Çünkü o zaman işini de kendim yapıyordum. Böyle işler de çok zor yani bir fark koyduğunuz zaman bizim. Hele beni tanırsınız yani bizimden benim bir amcayım vardır. Ve büyüdür o. O büyü kaçarsa o gidiyor. Ve o gitmesin diye çabalıyordum. Ama tabi devir içinde bir o zamanın işte paraselide yani. Reddetmemem gereken bir miktar falan. Vallahi Ayşe Hanım 48 saat neredeyse istihariye yattım balkonda. Allah’ım ne yapayım diye. Ne yapayım bu işi yani. Bir yandan diyorum çok mu şımardım. Çocuk var. Şey var okuyacak daha. Çok mu şımardım. Ama ben yazmak istiyorum başka şey yazmak istiyorum. Ağlamaca falan 48 saat. Sonunda Allah’a da ilah ederek şey korkma. Onun üzerine ben kalktım büyük bir huzurla. Siz buyurun dedim şey dergeye. Ben tehlif ama ben ben yokum. Onlar da onu yapamadı. Ama şimdi onu da söyleyeyim. Çıksa mesela bizim İngiliz gibi bir dergi aslında. Şimdi istiyorum tekrar. Yani şimdi çocuklar çünkü Cadılar Bayramı İngilizce kitap. Şimdi mesela işte biraz önce Christmas örneğini verdiğiniz gibi.
Çocukların İngilizce şeylerine zaman zaman baktım. Cadılar Bayramı kutluyorlar. Yani bütün o kültür ve yaşantının her aşamasında. Hatta şimdi bebeklikten itibaren izletilen yapılan çocuk videolar var İngilizce. Onların hepsinde bütün bir İngiliz nasıl yaşar otobüse. Aynen onu yapıyorsunuz. Yani nasıl bir aile hayatı vardır. Yani bütün bunların hepsini şarkıyla İngilizce vesaire öğretiyor.
Bunu iki türlü yani bir bu tarafının sakıncası. Yani bu sakıncayı önlüyorsunuz böyle yaparsanız. Bir de ben bunu Kapadokya’da istiyorum şimdi. Belki üniversitenin bir yan faaliyeti olarak da istiyorum. Hem üniversiteye gelir olur diye düşünüyorum. Açıkça konuşuyoruz yani. Şurada yabancı yok. Bir onun için istiyorum. Ama daha önemlisi şimdi turistik bölge. Kimsenin kalkıp Shakespeare okuyacak hali yok.
Ama bu çocuk komidir, ayçıdır, meydancıdır, arabadadır, şudur budur. Bu çocukların içeriye ihtiyacı var. İki çift laf söylemeye ihtiyacı var. Ben bunun en iyi yolunu bizim İngilizce’den geçtiğini düşünüyorum. Onların ihtiyacı olacak olan kelimeleri onlara… Evet evet evet. On beş günde bir falan gibi. Haftada bir, on beş günde, ayda bir. Ele gelir söyler halinde. Ama matrak. Çok da güzel çizerlerimiz var. Yani çok da yapılabilir.
Çok da güzel, genç çizerler var bir sürü. Olmaz mı efendim? Yani o gırgırın çıktığı dönemlerde bir avuç adamdı. Tabii ki. 80’lerden bahsediyoruz. 80’lerin başlarında. Şimdi havada karada olur artık. Ama bunu böyle yapmak istiyorum. Fakat minnettarım tabii. Dergici minnettarım. Allah nasip etti diye minnettarım. Ama ben o şeyi topladım. Beni rahatlatacak ve esas yapmak istediğimi ki yazmakta.
Bu arada 40’ınıza da geldiniz tabii. Tabii tabii. Ona da geldim. Ve ondan sonra artık tamam diye. Şimdi ne oluyor? Bir ara Yasko Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı da yapmışsınız. Yaptım yaptım. Onun bir nedeni şey yazmak istiyorum. Muhit’i tanımak istiyorum. Ben malum edebiyat çıkışlı biri değilim. Hem Muhit’i tanımak istiyorum. Kim ne yapıyor, nasıl yapıyorlar diye bakmak istiyorum. Yasko’ya giriş nedeni mi o? Ben böyle Manny Skript’e elimi alıp, Metin’e elimi alıp. İşte o yayın evisinin bu yayın evi benim gezerken kendimi göremedim. Hani bunu basar mısınız kitabım var falan. Bunu istemedim. Ve kooperatif fikri bana çok daha şey geldi. Yasko da zaten o dönem içinde. Kooperatif de tabii tabii. Bu bana çok daha insancıl geldi. Ve daha benim yapabileceğim bir işte.
İyi oldu. Ondan sonra iş başıma kaldı. Başkan yardımcılığı falan. Neden? O arada birileri hırlaştı birileriyle. İşte sanatçı şeysi yani. Kaprisi. Vardır ya kaprisi. Bir de öyle bir başıma kaldı. Ondan öyle oldu. Ama esas mesele açıkçası şeydi. Buydu. Nitekim ilk kitap şeyden çıktı. Yasko’dan. İlk Yaseminler tütermi. Tütermi hala şeyden çıktı. Bunu buna gelmeden önce bir de ya basmadığım bir kitabım var dediniz. Yazdığım geçen programlarda. O işte şey zamanım istedik. İstediğim istariye yattığım zamanlardaki sıkıntı. Bana ne lazımdı kitabın adı. Ve şunu bilmek istiyordum kendimle ilgili. İki tane geceliğin olacak. Birini yıkayıp birini geleceksin.
Üçüncü gecelikli istiyorsan bu işe girme. Bunu soruyordum kendim sorumlulukla. Çünkü böyle bir disiplin gerektiriyordu. Bu böyle bir disiplin gerektiriyor. İki gecelik. Razı mısın? Çantamla ayakkabım aynı renk olamayacak. Razı mısın? Efendim işte her mevsim. Dini bir çizme alamayacaksın. Hatta belki hiç alamayacaksın.
Razı mısın? Böyle bir araştırması. Günler gelecek yataktan evden çıkamayacaksın. Tatile hak götüre olacak. Bitirmen lazım. Bütün bunlara razıysan bu işe gir. Yoksa hiç benden oynamayın dedim kendime. Yazarlık olarak aslında. Evet evet. Yani ya da benden hiç oynamayın dedim kendime. Hafta sonu yazarlığıyla bu iş olmaz.
Ve şeyle de olmaz. İlham işi değildir. Ter işidir. Hep bunu söylerim. Böyle İlham geldi ver bana çınaraltında oturayım da bilmem ne döktüreyim filan. Döktürürsün. Davan olması lazım. Senin dava nedir? Problemi mesele buydu. Senin dava niye bu kadar yazmak istiyordu? Ama geçmiş programlarda şeyi konuştuk. Nereden nereye geldiğimi. Eğer benzeleyin Japonya’dan yola çıkıyorsanız. Döktü şu bu filan o anlattığım hikayeyi hatırlayın. Matematik şu bu. Bu turu attığınız zaman bir davanız oluyor. Bu davayı becerebildiğiniz kadar aktarmak istiyorsunuz. Şimdi başka çeşit bir şey kullanılamaz mıydı? Mesela ne gibi metin yazabilirdim. Deneme yazabilirdim filan. Ama hayır. Roman. Neden romanın hinterlanda büyüktür.
Yani ben size romanla bir sürü şey anlatırım çünkü romanda müziği kullanabilirim. Tarih kullanırım. Sosyoloji vardır. Bilim vardır. Deyim kullanırım. Bilim kullanırım. Ne yapıp yapıp derdimi anlatabileceğim tek şey bu form. Onun için ben bu işe girdim. Yani roman şekline soktum. Yani ben şunun gibi yapacağım dünyada ünlü bir romancı veya şöyle bir roman yazacağım diye bir şeyiniz var mıydı?
Oldu tabi. Şöyle oldu Rusları çok takdir ettim en çok. Romanda. Romanda evet. O ekip tostlar. Onları çok takdir ettim. Çünkü şunu da gördüm. Şimdi benzer şeyler var. Yani onlarda da.
Çarlık vesaire vesaire tabi sonra prezilyum başlarında komiserler şunlar bunlar harfleri söylüyor. Aslında bir dağılmayı anlatır. Yani niye savaşı kaybettiği. Askerin niye dağıldığını anlatır. Bunu anlatır. Bir savaş nasıl kayboldu. Oradaki bütün acayip bir şeyler. Müfettiş bunu anlatır. Yani kalkıp çara dar dar dar muhalefet edemiyorsunuz. Etseniz işe yaramıyor çünkü der der der konuşunuz. Ne olacak kafanızı vurduğu zaman adam orada kalıyor muhalefet yapmak istedikleri bu değil. Yayım attı bunu. Ben bunu hep çok çok şey yapmışımdır. Ruslarda takdir tabii nehirizmden tutun da mesela korkinin anası bir şeydir. Yani böyle o komünist fikrinin nasıl halka yayıldığını daha iyi anlatabilirdi. Yani nasıl yapacak başka türlü ilk romanı basmadınız. İlk romanda işte bugün karar verdim ki evet hiçbir şey beni yazmak kadar huzur vermeyecek. Bunu anlat. Yani 90 tane şeyim de olsa geceliyim de olsa 25 bin tane pavucum da olsa falan da filan da filan. Hiç umurumda değil. Ve sonunda baktım para umurumda değil. Sakın yanlışlanamayın. Evet geçinmek için her zaman. Siz bir ekonomistiniz de bu arada yani şimdi buna karar verdiğiniz zaman artık ondan sonra eve çekildim. Dergide dedim kusura bakmayın. Ben artık burada bunu bitireceğim. Allah’a sığındım baya sığındım yani. Ondan sonra oturdum ve kalkmam acısına yazarlara yazar olmak isteyenlere buradan bunu bir öğüt olarak söyleyelim. Söyleyelim. Çünkü yani sıkıldım kalkayım bir tur atayım ay çay içeyim dur bir tane telefon edeyim. Hele şimdi o kadar çok şey var ki yani bir işte oyun oynayayım iki çekirdek çıktatayım filan. Hayır. Hayır. Karar verip oturup bitirmek gerekiyor. Bir de niye yazdığınızı bilmek gerekiyor. Niye yazıyorsunuz ki? Benim bir derdim vardı. Hala var. Hala var bir derdim var. Bir kere onu bilmek lazım. Ha forma karar verirsiniz. Şiir de yazarsınız şey değil. Form başka bir şey. Ama niye yapıyorsunuz bu işi? Buna karar vermek lazım. Derler ki dünyada topu topu üçlü senaryo vardır. Evir ve çevirir insanlar bunu anlatır derler. Doğrudur. İnsan kombinasyonu kadar yazmak için. Kombinasyon var değil mi? Tabii. Ama bir şey var yani nasıl yapacaksınız? Sizinsiniz bana uymaz ki. Bu başka bir şey bu. Sen ne kadar senaryo aynıysa da şey tamamen değişebilir. Durumlar. Durum size sunuş biçimi. Algısı. Algısı. Bu tamamen değişebilir. Onun için yapılmalıdır. Ama klişe tabi. Eğer şey yapmıyorsanız. Yeterince okumuşsunuz yoksa o Jack London’ın 40 yaş demesinin bir nedeni de odur. Tekrara düşersiniz. Ve kalıplar olur. Siz gene onu söylermeye başlarsınız. Türkçe’deki şu anda artık öyle değil herhalde ama. Türkçe’de kalıplar var. İşte yakamaz. Yakamaz ay ışığı parlayan yaprakların üzerinde bir memle falan filan. Yani kalıptır neredeyse. Şimdi öyle değil artık. Ama benim zamanımda 15 yaşındaki 3 çocukla 2 saatin şair olurdu. Böyle de bir şey vardı. Söyleyin. Iştı yak. Evet. Iştı yak vardı. Enflasyon vardı her tarafta. Evet. Enflasyon. Elinden çiziktirirdi filan. İyi bir tarafı yok. Tabi ki vardı. O beni kesmedi. İlk yazdınız. Romanı niye yayınlamadınız peki? Şimdi ben bu kadar yazı yazmış. Bilim bunlarda kişisel bir şey yoktur. Henüz yok. Günay Rodoplu tabi meselesi hep size çok zor. Açılamayan o Günay Rodoplu bu şey oldu yapıştı. Hatta böyle geçenlerde bir misafirimiz geldi ortak biliyorsun. Semen size Günay Rodoplu ne kadar sizsiniz diye sordu. Bu hep oldu. Kulaklar için nasıl Mustafa Demirkanlı şeyi basan. İlki basan. Bir gün böyle bir şey yaptı. Dedik ya ben ne yapacağım? Günay Rodoplu ile tanıştırıyorum. Sen görürsün dedi. Şaka yapıyor.
Günay Rodoplu ile tanıştırıyorum diye bir şey yap düzenleyeceğim dedi. Bir toplantı. Toplantı düzenleyeceğim para keseceğim kapıda dedi. Bir yayınları sahibi olarak bence çok iyi bir fikir. Değil tabi yani değil tabi. Ama nedir yaptığınız herkes sizin bir parçanız. İlk romanınızı demek ki yayınlamayacaksınız. Hayır hayır hayır. Çok kişisel bulduğunuz için. Hayır hayır. İkinci roman Yaseminler Tütermi. Bana ne lazım?
Bana ne lazımdı. Evet. Yaseminler Tütermi hala yayınlandığı zaman da büyük bir aksaldı. Bir Kıbrıs hikayesi aslında. Bir Eleni Naciye ve bir Rumken Müslüman olan bir kadının hikayesi. Evet. Böyle çok kısa özetle buradaki meseleniz neydi ve kısa hikaye çok çarpıcı. Ben de bu arada tabi bu kitabı okunmamışım. Çalışırken daha iyi. Bu okrama fark etti. Ne güzel olmuş ha. Bak.
Evet okuyacağım bir şey kalmış böyle bir şey çalışırken fark ettim. Ama hikayesi çok çarpıcı. Kıbrıs Harekatı’nın filan hemen arkası bir dönem. Yani 74’ler filan Kıbrıs Harekatı. Hani kitabın yayınlanması 84. Sizden dinleyelim. Şimdi Kıbrıs’ı hatırlayın o dönemi hatırlayın. Makaryos’u hatırlayın. Eyoka’yı hatırlayın. Efendim Makaryos zaten anokronistik yani bir bir şey.
Yani haçlı papaz bayağı tarih hatası bir adam falan. Adamın tarih hatası olduğu bir şey değil mi? Millet de onun peşinden gidiyor. Koskoca bir ürün al. Avrupa hatta. Tabi canım yani. Yunanistan gidiyor. Ve olmadık işler. Ne oluyor diye bakıyorsunuz yani. Ve Kıbrıs’a ben gittim. Çok da az kaldım ama Kıbrıslılarla kızımı babası Kıbrıs’ta olduğu için bir hep bir ilişkim. Yakın bildiğiniz bir.
Evet biliyorum yani ne oluyor şeyi gördüm. İnanç. İnançta bir duru. Pür inanç var. Bir de bunun ellenmiş oynanmış hali oluyor. Genetik bozulmuş şey gibi mi bakmak lazım? Meyve sebze vesaire gibi. Belki belki belki belki. Ve görüyorsunuz ki ne kadar çok el içine girerse hani gazetelindir zannediyorum. Hakikat bir noktaydı onu çoğalttılar. Cahiller çoğalttılar. Hakikaten böyle bir şey var onu gördüm. Bir noktanın büyümesi var. Ve bu büyüdüğü zaman abuk sabuk işler çıkıyor. Ama. Pür şey.
Duru inanç. Ellenmemiş saf. Başka bir şey. Şimdi Kıbrıs’ta. Bir veya iki kişi tanıdım böyle. Bunlardan bir tanesi benim Allah rahmet eylesin kayınvalidemdi. Müthiş müthiş bir hanım. Mesela ayağı insan gittiğine inanmazdı. Yanına iki tane ayakkabı koysan sığmaz kızım buna baksana diye. O kadar saf. Bütüş. 12-13 çocuk. Yaptı. Tabii tabii müthiş bir kadın. Ve ilk ilk Türkiye’ye geldi. Allah Allah. Çocuğum. Bu bizim oradakine benziyor. Bütün aylar benim. Müthiş müthiş.
Çok çok sevdim. Çok sevdim öyle böyle değil yani. Buradan yola çıkıp bir tane daha bir tane daha görmeye başladım ve herkese dua ederdim. O saflığın da getirdiği bir şey. Tabii canım. Fesatlık yok. Yani şimdi bir tarafta makaryos filan bunu görüyorum. Bir tarafta. Karpasların ucundaki Andreas şeyine gidip. Dua edip.
Onu oradaki kuyudan zemzem suyu içip filan. Ben böyle eyvah bu hasta olacak içmesi derken. Kuyu ne vaziyettedir kim bilir bu kuyu derken. Şimdi bunu görüyorsunuz. Ve bundan yola çıkıp duyduğun bir hikayeye atap etmeye bunu anlatmak istedim. Bir gerçeği var hikayenin. Bir Rum kızı Müslüman oluyor. Bir Türk ile evleniyor. Yani işte Müslüman olmuyor da kitabı. Dikkat baktığınız zaman oluyor güya alıyor. İşte Eleni Naciye isimli alıyor diyor. Kaçırıyor. Şimdi öyle tuhaftır ki ne getiren kaçıran belli ki o şeylere göre Müslüman ne kadar. Müslüman olan ne kadar Müslüman. Kadıncağız Müslüman oldu diye şeyden atan kiliseden atan zangoç baba ne kadar hıristiyan.
Ne? Tabi bu arada sonunu söylemeyeyim ama kadının bütün başına gelenler. 3 tane bir bakıyorsunuz. 3 tane aklınıza tanırım kelime için ama yani hırt. Paşet yüzünden başına gelir bir sürü şey geliyor. Onların ne olduğu belli değil. Ve bu benim için ciddi bir iç acısı.
Yani bu Yaseminler tüter mi? Aslında Kıbrıs’ta Yasemin. Tütmek, kokmak anlamındadır Kıbrıs’ta. Yaseminler kokuyor mu hala anlamında? Tüter mi o demektir? Yaseminler tüter Kıbrıs’ta. Yani o saflık, o temizlik. Tabi canım. Hala kaldı mı meselesi? Tütüyor mu hala? Böyle bir hikaye. Şimdi önce yazdım.
Bir zamanla geldi Barış Derneği davasında hapsisi falan çıkmıştı bir sürü arkadaşa. Onlar, hatta Ahmet İsvan, Reha İsvan falan. Onlar kitabı çok sevdi. Bir de öyle bir hikayesi var. Rahmetliydi anadılma Reha İsvan’ı. Onu tanıdı mı? Çok kıymetli birisiydi. Çok. Allah rahmet eylesin. Yani başka türlü bir iş. Şunu görüyorsunuz. Bu ellenmişlik. Bu şey. Ama benim şu anda yaptığım nasihatnameye de bu vardı. Bu hikayeyi ben yazdım. Fakat gördüğüm bir şey var. Peki bunu bozanlar kimler? Bozanlar kimler? Nasıl bozuluyor? Nasıl bozuluyor? Nasıl? Kasıtlı mı? Şimdi dönüp bakıyorsunuz Eleni Naciye’ye. Orada değil. Ama benim kayınvalidem Güllü Fatma da orada değildi. Olayın şeysi yok ki. Bir faili yok bence. Hayır yok hiç faili yok. Onlar mazlum. Mağdur mu mağdur da değil aslında. Değil. Acayip bir şey. Peki bu nasıl anlatılır? Kalkıp tarih okuduğu bildiğim için işte.
Eğitimli olduğum için. Ben o hale nasıl geldiğini biliyorum. Ama roman yazdığınız zaman bunu oradaki şahsıda söyle demiyorsunuz. Söylediğiniz zaman komik karton karakter oluyor. Kalkıp tutuk mu atacak? Eleni Naciye’ye yakışan olmuyor tabi. Bu o değil yani Eleni Naciye’ye atamaz. Ditekimi o karıştığı zaman karton karakterler çıkar. Veya böyle şey hani. Sahiciliği kalmaz roman. Olacak iş değil.
Birden bir ayman var. Vakan Ünis koydum oraya. Evet. Sonra kitaplarınızda da var sizin yer yer böyle. Şimdi mesela son yazdığınız kitapta da var. Pencere açtığınız. Ama bu o değil evet. Çünkü bu şey. Bu Kıbrıs’ı şeyden başlayıp yani taa İsa’dan başlayıp. Bugüne kadar gelen temel metinlerin kısaltılmışıdır.
Bunları koydum. Yani eğitimli birisi. O metinleri okursa Kıbrıs’ın olduğunu görür. İki türlü okuyabilirsiniz. Bu metinlerden okuyabilirsiniz. Bir de hikayeden okuyabilirsiniz. Bu aynı şeydir. Tabi hikaye bir duygu geçiriyor bir tarafıyla. Metinlerden farklı olarak. Tabi canım. Bir hiss geçiriyor. Şimdi size çok komik bir şey söyleyeyim. Döneniyorum. Bunu nasıl anlatacağım.
Aslında işin bu olduğunu nasıl anlatacağım. Birden bakın ise yaparım ben bunu diye aydım. Bir Osmanlı metodu kubularak. Bakın ise ben bunu yaparım. Fakat ben bunu dedim. Bir baş dönmesi. Bir baş dönmesi düştüm. Bakın şimdi. Yahu ne oluyor falan. Büyük tansiyon 10.5. Küçük 10. Arada yarım kalmış. 2.5 ay çektim adam oluncaya kadar bu iş. Ve tamamen şey. Asa bir. Çünkü bunu çözmeniz gerek. Bunu çözmenin getirdiği şey. Yani bunu niye söylüyorum. Yani yazarken ruhunuz ve bedeninizle size eşlik ediyor. Nasıl bir şey oluyor onu anlatmaya çalışıyor. Bu acayip bir şey bu. Bu acayip bir şey. Ve bunu ben okuyamazdım sonuna kadar. Son sayfalarında. Rahmetli Emir Galip sandalci ile. Getir kızım bakayım şuna diye. Emir Galip babamın arkadaşıydı sandalci. Ben bunu ona okurken. Burama takıldı ağlıyorum. Emir abi ağla ben ağla. Arkadaşlar aslında görebiliyorsun. Bakan nöbüs notlara da çok şey. Çok seçici. Tabii bu bir romanın kendi hikayesi kadar. Ayrı bir şey isteyen notlar. Tabii çünkü başka türlü anlatamaz.
Başka türlü anlatamazsınız. Böyle bir serüveni var. Böyle bu başladı. Tabii dedikodusu var. Bu böyle çıktı. Çıktıktan sonra. Bunun tepkiler şeyler. Tepki nereden geliyor? Hadi konuşmayalım bu akşam. Ayıp olur. Yani bu akşam.
Ayıp olur. Peki de olmaz ama yani. Belki bir gün ifşa ederim. Bu kitap çıktıktan sonra çok kısa sürede. 2. 3. baskısı yaptı. Bildiğim kadar. Tabi tabi tabi. Aslında büyük bir toplumda gördü. Gördü gördü. Benim hiç birinci kitabım hiç olmadı. Benim sanki aşağı. Belki o 40’a kadar beklemenin. Ben ne yazmak istediğimi biliyordum.
Arka arkaya koydum. Yasemin Ertütem hala var mıdır? İçinizde ayrı bir yeri? Hayır. Yok. Yani diğer kitap varız içinde. Çünkü onu yaparken şunu ben düşünüyordum. Onu yazarken arkada bu vardı. Öteki vardı. Beriki vardı falan. Önemli olan başta okurguyu oturtmak. Anladığım kadarıyla sizde. Buradaki vakan Nüvis ile birlikte hikayeyi oturtmak. Onu oturttuktan sonra yazı geliyor.
Herhalde beraberinde. Hızlıca ilerliyor. Evet. Tabi. Hatırlamıyorum hiç. Hatırlamıyorum. Peki asıl işkenceciyi konuşacağız. Ama bugünlük program süresi sonuçlandı. Aslında yazarlık. Bu ilgi çekiyor mu? Konuşacağız bunları da. Vallahi ben çok ilgiyle dinliyorum. İzleyicinin de dinlediğini tahmin ediyorum. Çünkü bu bir ilgi.
Dinlediğini tahmin ediyorum. Çünkü programlarımızdan pek çok notla. İzleyicilerimiz zaman zaman sorularla dönüyor. Doğrusu sizin hikayeniz aslında biraz da dediğim gibi Türkiye’nin hikayesi. Mesela bizim engelli işte Gırgır’da Oğuz Aral’dan destek almanız bir sürü diğer hikayelerle ilgili birçok şey de aslında yeni duyuyoruz. Çünkü parça parça her birimiz belki bu hikayeleri paylaşıyoruz. Ama bir bütün olarak. Doğru.
Yazarlığın ötesinde de Türkiye’nin anlaşılması açısından önemli diye. Ona katılıyorum. Ona katılıyorum çünkü şey vardı. Yani bu bir Kıbrıs romanı. Yani Yaseminler Tüter mi bir Kıbrıs. Kıbrıs romanı ama şu da doğru. Gene rahmetli Kezban vardı. Onk yayınemi. Bu kitabı çok sevdim.
Bizim yayın evlerinden birine götürdü. Yayın evi basmadı biliyor musunuz bunu. Kezban bunu benim istediğimden değil. Ben Yasko ile zaten bu iş hallediyordum da. Ama Kezban olur mu ya yaptığı için Türk romanı değil dedi. Şimdi söylesem yayın evine pes dersiniz yani. Ama başka bir şeyse oldu bunun. Öyle de olur böyle de olur türü. Başka bir dünya. Tabii bir de belki o dönemin sol, sağ, keskin ayrımları. O her zaman mesele. O ayrımların içinden geçmiş, geri geçmiş hatta geçmemiş içinde olan o grup için romanınızın bence tarafı belli olmamıştır muhtemelen. Vallahi onda haklısınız. Çünkü orada en büyük dert Türkçe’ydi. En büyük dert Türkçe’ydi. Şimdi adını da hatırlayacağım rahmetli oldu. Samim Kocagöz. Ya kitap çok güzel Alevcim ama. Asüde diyorsun. Ya dingin de. Niye asüde diyorsun. Ya Samim abi asüde nerede dingin nerede. Dingin denir mi? Bu asüde. Bundan çok karşılaştım. Evet diliniz o. Dil tabii her zaman çok ciddi sorun oldu. Aydın despotizm de giden bir şey tabi bu konudaki. Tabii canım. Yani tabi tabi. Bir misanesi bir örneği. Teşekkür ediyorum ilk defada paylaştığınız birçok anınız bu vesileyle. Bu vesileyle haberdar oldu izleyicilerimizle birlikte efendim ihmal edilebilir nasihatlerde bugünlük bu kadar. Bugün bir nasihatimiz olacak mı hocam? Yazarlara için arada verdik onu. Evet.
Eğer yazacaksanız halkınızı başınıza toplayın. Bu bir disiplin meselesidir. Oturun yerinizden kalkmadan 30 sayfa çala kalem yazın. Bir test koyuyoruz böylece bir 30 sayfa hiç kalkmadan yazmak. Tabi birçok kişi sınıfta kalır başta ben diyerek. Çala kalem 30 sayfa yazarsınız. Eğer bunu kariyer edinecekseniz. Yoksa bırak. Elbette efendim bugünlük bu kadar bir virgül koyuyoruz. İhmal edilebilir nasihatleri.
Haftaya yine görüşmek üzere hoşçakalın diyorum.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir