İhmal Edilebilir Nasihatler | 28. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=20VB_SceXfs.
İyi akşamlar efendim. İhmal edilebilir nasihatlarda geçen hafta turbo kapitalizmi konuşmuştuk. Bir virgül koyduk. Süleyman Seyfi Öğün hocam, Aleyha Valatlı hocamla birlikte şimdi o koyduğumuz bir gülden devam edeceğiz.
Kitle kültürünü ve özgürlük kavramını biraz da bunun üzerinden konuşacağız. Tam özgürlüğe geldik. Siz bir giriş yaptınız. Kitle turbo kapitalizmin özgürlük kavramını nasıl neye evirdiğini çevirdiğini konuşurken. Şimdi o kaldığımız yerden devam edelim. Hocam özellikle bugün kitlelerin kendilerini özgür hissetmesi, bireyin kendilerini özgür hissetmesi, ulusların devletlerinin kendilerini özgür hissetmesi hani bir sürü kapsamda
gerçekten muhteva ve içerik olarak neyi ortaya koyuyor? Şimdi şöyle yani kendi ülkelerinin tanımından başlamayı tercih ediyorum. Land of the free bu çok önemli. Özgür insanların memleketi. Peki nasıl oluyor diye bakıyorsunuz.
Geriye gidip bu insanların neden kurtulduklarını görünce özgürlük kavramının onlarda kullanıldığı biçimiyle bizde kullanıldığın bir kere aynı olmadığını görüyorsunuz. Şöyle biz temlekeciler ilk işte çıkıyor oraya. Land of the free zengin olma özgürlüğüdür Ayşen. Bunun adını kalın kalın kalın çizmek gerekir.
Zengin olma özgürlüğü özgürlüğün fırsatçı yorumu. Evet budur evet kendi kendi çıkarını kendi zenginliğini öpülen birey zenginliğini birey zenginliğini çünkü bunun gerisi de vardır. Yani pursuit of happiness dedikleri şey insan insan mutluluğun peşinde koşar. Yani özgürlük mutluluğun peşinden koşmak.
Bunlar kendisine Tanrı tarafından verilmiş haklardır diye başlar bildirge meşhur. Şimdi iki türlü bakabilirsiniz buna mesela babasının vesayeti altında inleyen bir genç kızsanız özgürlükliği pençeden dışarıya bakmak. Perseus of happiness yanlık komşudaki olana iki çift lafede binmek tabii canım. Ya da dur ya düşün yakamdan istediğimi okuyayım oy vereyim falan. Tabii toplumların gelişmişlik düzeyi de başka dünyada. Tabii her toplum için kapsadığı özgürlük anlamı da farklı olabilir. Şimdi yalnız sen şu yüzden Amerika’dan başlayalım dedim. Bin altı yüzlerden başlatıyorum. Kelime oradan nevşine mavuluyor ve etleniyor.
Kelime’nin özgün kullanımı daha önce hiç yok mu özgürlük kavramına dair atıf yoğunluk. Bu ölçüde yok. Hayır tabii ki yok. Bir de şeyde yok benim bildiğim bir anayasa da falan bir şey yok. Hayır anayasa da ilk defa kullanan Amerika bağımsızlık bildirgesi tabi tabi. Şimdi gene es geçtiğimiz şeyler var. İşte Magna Carta Magna Carta işte dünyanın ilk anayasası ve böylece kralların yetkileri budanmıştır. Alakası yoktur. Çünkü nedir Magna Carta? Efendim Magna Carta ifadesiz muhtesim bir kralın tepesine resmen binen asilleri topraklara sahip çıkmasıdır. Kralın kolu bükülmüştür. Yoksa yetkisini azaldı mazalda yoktur.
Yani halkın güç kazanması filan gibi bir şey söz konusu değildir. Demiyoruz öyle asillerle kendi arasındaki kendi asiller ve kral kendi aralarında daha fazla işte kavga etmemek için paylaşmışlar. Modern devletin temeli filan da sayanlar var biliyorsunuz. Sayanlar. Ama bunun özgürlükle falan bir alakası yok.
Yani bizim senedi ittifak neyse bu odur. Nedir şey yapıyorsunuz? Hatta Türkiye’deki demokrasinin gelişememesine bir sebep olarak Batı’da bizden önce gelişmesine bir sebep olarak efendim onlar daha işte 1200 300’lerde Magna Carta ya şey yazmış bir ulus biz daha işte bu nedenle daha çok geriden geliyoruz diye bir parantezide hafif sizi kızdırarak masaya koyayım. Hüzünleniyorum. İnanın nasıl niye kızayım yani kızmak söz konusu değil ama kalbim acıyor. Bakın sadece olmayan bir şeyin üzerine inşa ettiğiniz herhangi bir yapı yıkılma mahkum oluyor. Buna gerek yok. Onun için hüzünleniyorum. Bu doğru değil. Böyle bir şey yok. Çünkü tutuyorsunuz kendinize tahane ediyorsunuz durup dururken böyle değil bu gelişme böyle değil.
Yani şöyle düşünün eğer sizin Hasbel Kader bir kralınız olsa ve o kral efendim gerçekten haklarını veriyor olsa şeylerin dere beylerine Magna Carta olmaz. Ya bu bir tarihi meseledir. Toprak alışverişi meselesidir. E kulu bükünmüştür adamın ve zaten çok da uzun sürmedi. Büken kral da gitti oradan birkaç senedir. Onun John’un şey kısabı bir şey. Yani şöyle bir şey var galiba. Yani bazı şeyleri biz bağlamından çok kopararak anlıyoruz. Çok işimize geldi gibi. Mesela Magna Carta bir özgürlük belgesi vesaire. Öyle değil yani o dönemin tarihsel çevresine bakmak lazım. Oradaki güç ilişkilerine bakmak lazım. Benzer olarak güçler ayrımlıdır böyledir. Montesquieu niye kanunların ruhunu yazdı? Bunu Fransa tarihi üzerinden okursanız yani baktı ki kral saray toplumu, kilise bir tarafta burjuvalar denilen işte köksüz parvenu dedikleri ama güçlü bir başka kesim var. Bunların arasında kavga yatışacak gibi gözükmüyor. Ne yapayım diye düşündü adam. Yani şunları yatıştıracak ne olabilir? Çünkü Fransa gümbür diyecek belli bunu hissediyor 18. Yüzyılın ortası. Ya dedik yani paylaşın bunları. Yani mesela yasama işini bırakın artık burjuvalara onlar yapsın. Ama yürütmeyi kral yapsın. Yargıyı da ahlak ehlidir kilise yapsın. Bunu söyledi bağlamından kopararak düşünüyoruz her şeyi.
Halbuki bunlara tarihsel olarak bakmak lazım. Amerika ne için? Özgürlükler ülkesi burada özgürlük ne manaya geliyor? Amerika’ya gelen adam Amerika’yı nasıl gördü? Geride ne bıraktı? Bunlara bakarak anlayabiliriz. Yeni yeni homeland demeye başladılar. Amerika’da vatan kavramı yoktu İngilizce. Bununla dair bir dizi bile yaptılar hocam. Bir siyahi dizisi. Siz onu söylemeye çalışıyorum. Şimdi ülke düşünün ki nerelisin dediği zaman sana Irlandalıyım der. Veya bilmem İngiliz’im, İngiliz’im çudurdur. Memleket dediği zaman, home dediği zaman her zaman şeyini söyler. Kendi orjinin geldiği yeri söyler. Şimdi ittir kaktır işte bu homeland momlantina lafları yeni geliyor. Böyle bir şey yok idi. Yani ne gibi sanki çok uzatmaları oynayan Geser Bayten gibi şey gibi. Misafir işçiler. Şimdi para kazanmak özgürlüğü.
Toprak sahibi olmak özgürlüğü. İdayelerinizi zenginlik bağında, idalyelerinizi gerçekleştirmek özgürlüğü. Ve sizse diyorlar ki buyurun. İstediğinizi yapabilirsiniz. Tabii diyorlar. Ve o kadar diyorlar ki bir zamanında Vesprinye şirketi yerleşecek her yeni gelen müstemlekeciye. Şu kadar diyorum toprak vaat ediyordu.
Kimin toprak? Kızılderiliği tabi. Kızılderiliği sopalıyor, kovuyor. Tabii tabii tabii. Beş, on, on beş ne istiyorsanız. Şimdi böyle açılan bir toprak var. Şimdi özgürlük burada çok önemli Amerikalı için. Varlığının sebebi. Fırsatçı yorumu değil mi bu? Elbette. Bize göre en azından öyle yani biz özgürlüğe buna… Peki bu kavram yani Amerika’nın kuruluşunda ve Amerika’nın özünde bu özgürlük tanımı. Bu şekilde yer alırken bu kavram nasıl tarihin modernitenin zamanın akışı içinde başka bir şeye dönüşüp bir kurtuluş reçetesi haline geldi peki? Ama kapitalizmden dolayı görmüyor musunuz aynı şey bu. Bu değişmedi ki. Yani onu görürüm bu kapitalist reçetedir. Bir şey vardır. Yani Amerika topraklarına ilk ayak basan Amerikalılarının bakışıyla bugün dünya yöneten zengin dünyanın… Hayır, fark yoktur. Hala özgürlükten bahseder. Trump da öyle özgürlükten bahsediyor. Hayır, hala öyledir. Bunların Trumpvari tiplerinden birisidir. Özgürlük bayrağını açmaktan bahseder. Neden bahsediyor? Kudistan bahsederken. Adam onu özgürlüğü görür. Bütün bir Ortadoğu meselesi. Özgürlük. Mesela petrol kullanma özgürlüğünden bahseder. Petrol ona aittir. Böyle bir şey düşünebilir misiniz Türkiye’den bakarken?
Ama bunun özgürlüğünün bir parçası. Sadece kızıl dereleri tepelemek değildir. Bugün karşısında duran… Iraklılarında, Suriyelilerinde… Kim varsa ve üçümüz birden yalvarsak… İnsanlar bunu böyle okuyamıyor hala Türkiye. Hala Amerika bir kurtuluş reçetesi olarak maalesef. Artık bayağı da söndü ama yani o rüyayı eskisi gibi ayakta tutmakta bir aile zorlanıyorlar.
Çocuklar karşılıklı söylemler biraz tabii sonu 10 yılda biraz… Aynen öyle bir laftır. Misafir misafir istemez ev sahibi hiçbirini istemiyor. Eskiden belki bu kadar rahatsız olmuyorlardı ama şimdi çok rahatsız olmaya başladılar. Bu sonu sonu değil çünkü… Bu kadar durdurak bilmez bir hale geldiği zaman… Bunlar dünyanın yarısını kesmeden bu iş yapamayacaklar. Rahat etmeyecekler.
Bu şeyle ilgili aklıma benim Sartre’nin sözü geliyor. Sorumluluktur. Sorumluluktur. Şimdi bu Avrupai bir laftır. Yani Avrupa’nın… Özgür sorumluluktur tanımını söylüyorsunuz. Evet Avrupa’da davalar var, kavgalar var, büyük ifadeler var, felsefe var, birtakım derinlikler. Zaten Avrupa’dan kaçanlar o davaların ağırlığından kaçan insanlardır. Yatırımcıları kastetmiyorum tabii İngiliz yatırımcıları o ayrı onların gidişi.
Ama vasat ortalama Amerikalı bir şeylerden kaçmış adamdır ve geçmişini geride bırakır. Yani geçmişinden bir sorumluluk almaz. Müthiş bir amnezi imkanı sunar o bakir coğrafyona. Ve direkt olarak ufka bakar, geleceğe bakar. Hep geleceğe düşürür. Tabii ki de kızı delilleri yok sayarsanız çok. Tabii ki de. O TK yani gidin gidebildiğiniz kadar tabii ki. Engel yok. Engel varsa onlar zaten halledilir. Kölelerde çalıştırılır zaten topraklar mermi hale getirilir. Bu girişim fırsat vesaire gibi şeylerle eşlenerek. Engellenmemişlik bunun bence esas içinde yatan şey. Yani özgür adam engellenmemiş adamdır. Engellenmeyince bir bakıma ne var? Ama bir sürü şey onu bağlamıyor artık yani. Özgürlüğü bir bak. Kötülük de bu buradan. Yani sorumluluk gibi bir şeyden kopuk. Ve aynı bir kötülük muhasebesinden kopuk. Unutmayın ki aynı zamanda Tarık’ın caydırıcılığından kurtuluyorsunuz.
O zaman niye durduruyor sizi gidip ailemin toprağını gasp edip çoluğunun çocuğunu öldürmekten? Tandı’nın caydırıcılığından kurtuluyorsunuz diyorsunuz ama yine de kiliseler var tabii ki. Ne fark eder? Şöyle vicdani bir tanrı olduğu için esas yani o vasf ideolojisi. Yani şöyle basit bir şeyle konuşalım isterseniz. Mesela 24 saat insan kendisiyle meşgul olamaz.
Yani dışarıda bir şeyleri yapıyordur. Bir şeylerle meşguldür. Mesela ne zaman kendimize döneriz? Ve hasta başımızı koyduğumuz zaman veya koltuğa oturduğumuz evimizde döneriz yani. Şimdi bu açık. Zaten engelliyor. Yani içinizi hapsettiğiniz bir tanrı var. Dışarı çıkamıyor ki o. O sizinle beraber. Ama siz ilginizi ondan başka bir yere kaydırdığınız zaman o yok. Dolayısıyla engelleyici bir vasfı yok. Yani size dışarıdan seslenmiyor. Dışarıdan bir şey söylemiyor. İçinizden. İçinizde de zaten şeyiniz yok ki. Her zaman baş başa değilsiniz ki. Dıştan tezahürü yoksa şimdi iki şey var ben araya girmek istediğim. Bir kiliselerin olması bunu söylemeniz. Tabii. Kilise bir rutin ibadet biçimidir. Kilise isterse tıkış tıkış olsun. Kilise bunu zaten yani tanrının varlığının ve caydırıcılığının kilisede hissetmezsiniz. Bu bir. İkincisi Hristiyan’ı unutmayın. İsa’nın hakkı İsa’ya. Sezar’ın hakkı Sezar’ıdır. Zaten baştan bu dualizm vardır ve istediği kadar çok kilise koysun. Bu değildir. Siz de onun içine gider. Ve Sezar’ın hakkından hiç dahileşmeden. Bunu yapabilirsiniz.
Yani kilise ne kızılderillerinin mahvedilmesini ne köleliği efendim ne mezhep savaşlarını. Sonradan ne yehudilerin kesilmesini hiçbir tanesini önlememiştir ve papa bir pozisyon almamıştır. Şimdi bir kere bunu böyle görelim. İkincisi. Papa’nın ihaneti vardır meşhur bir ihaneti vardır yeni ahide açtığınız zaman orada Hz. İsa’ya atfedilen nasihatler vardır. Emirler vardır. Şimdi şöyle bildiğin düşünün tanrına ne olur size diyor ki işte ölümeyeceksin vesaire filan işte. Keşke elimle altımda olsa da okuyabilsem.
Yani birisi şatlak atarsam başını öbür tarafa çevirirsin filan falan. İsa bambaşka bir söylemle yeni ahitte yaralır. Bambaşka bir söylemdir. O yüzden. Her hristiyan isevi değildir. İsevilik ayrı bir şeydir hristiyanlık ayrı bir şeydir. Şimdi Meksika’da örneğin kilisenin şeyleri vardı.
Kendi köleleri vardı. Amerika’da hiç o kadar büyüyemedi yani güzel bir o tarafta ama köleleri vardı. Şeyde Avrupa’da bir derebeydir. Başlı başını kendi toprakları olan ordusu olan. Şimdi Papa birinci haçlı seferlerindeki meşhur söylemi İtalya’daki. O metinde Papa’nın söylediği her şey insanın kine 80 derece tersidir. Papa’nın ihaneti söz konusudur. Söz konusu olur da ne olur hiçbir şey olmamıştır. Hiç. Şimdi özgürlük lafı gene böyle askıda kalır. Birisi özgürlük dediği anda eğer batılıysa ve İngilizce konuşursa.
Bilin ki o ekonomik rahat bırakım istediğimi yapayımdır. Bir de şöyle bir şey var. Fransız devrimi ilk defa bitiştirilmesi son derece zor. Ama insanlığın ev ödevi yani insanlığı aynı anda hem özgür hem de eşit kılacak ne olabilir? Bunu bir formülü bugüne kadar bulunmuş değil. Ama en azından bu gerilimi ortaya koydu. Bakın Amerikan devrimde öyle bir şey yoktur eşitlik diye bir şey yoktur.
Bize de tersine şu ileriye sürülür. Eşitlik diye bir şey yoktur. El 5 parmağı eşit mi? Tanrı isteseydi herkes eşit yarattı deyip tekrar sıyırtılır. Tekrar bir dini referansı. Şimdi hocamın az önce kız Sarsırk meselesine ben bir geri dönmek istiyorum.
2 dakika Türkiye’de yine bizim bilmediğimiz okumadığımız bir dönem var. Anxiety age dedikleri, tedirginlik çağ dedikleri bir zaman var. Yani iki dünya savaşının ortasından daha sonra gelen işte bu Sarsın, Simone de Beauvoir’ın, Mavre Kavkan’ın bu dönemde Pitty Grimm falan akademik tarafında işin.
Hanımefendi bu akla fikre bu kadar bir şey veriyorsunuz. Kıymeti verdiniz bu değeri verdiniz verdiniz verdiniz bir yere kadar getirdiniz. Şimdi işte Eric Frum falan. Peki ama bir dakika çıkıyor ortaya. Bir dünya savaşı felaket. Avrupa içinde felaket malum. İkinci dünya savaşı atom bombası vesaire. 100 milyon kişi toplam ölen iki dünya savaşı.
Aklı evvel ve vicdan sahibi. Aydınlar ki Sartut kesinlikle onlardan biridir. Yani onu becerdi becermedi. Doktinin şöyle bu ayrı bir şey ama. Ya ne oldu burada var. Sorumluluğu getirdiği zamanda odur. Yani hiç değilse bunun bir şeyse olmadı. Cezaire özgürlüğe destek vermesi filan da hani sömürgeciliğe karşı çıkışta falan. Büyük ihtimalle bundan da. Fanonla yakınlığı bu yüzden.
Ben Franco şey değilim. Yani Franco’yu az bilirim Fransa’yı. Ama büyük ihtimalle bundandır. Çünkü adamın ruhunu tanır insan. Biraz kitap okuduktan sonra. Büyük ihtimalle ondandır. Ama çok ağır bir dönemdir hakikaten. Yani Aydınlar’ın şimdi ne yapacağız bunu dediği dönemdir. Çabuk unuttular Allah’tan. O tezellik çağı geçti. Çabuk çabuk unuttular. Unuttular üzerine başka şey geldi falan filan. Ama Amerika’da olmadı.
Amerika’da böyle bir şey olmadı. Ya da çok münferittir. Mesela Toro gibi bir adam da vermiştir. Ama Avrupa’nın hakikaten Amerika’dan bu anlamda bir farkı var. Yani Avrupa o ağır davaların içinde belli açmazları görüyor. Ve entelektüel dünyada böyle namus ehli insanlar onları göğüs üsteye çalışıyorlar.
Yani Kammü böyledir, Sartır böyledir, Marlo Ponti böyledir. Yani o ahlakçı kusak. Yani ahlak felsefesi yapan adamlar. Çok normal değil mi? Elinde kalmış böyle bir şey. Ben buraya kadar getirdim bunu. Şuna da kaderim, burada da kaderim. Hatta mutlak kaderim mutlak. E sonra bu ne? Yani özgürlüğün engellenmemekle bir alakası olmadığını söylüyor Sartır. Sartır tabii çok eleştirel Amerika’ya, Amerika’ya çok eleştirel bakan bir adamdır. O kuşak zaten Amerika’ya eleştiren, bu yüzden eleştiren. Çünkü böyle uçucu, engellenmemiş, hiçbir ahlaki temeli olmayan bir özgürlük kavrayışının Avrupa algısı biraz eleştirel bir algı olacak. Bunu net söyleyebiliriz. Bir de şu var tabii, mesela demin Erifron’dan bahsetti. Erifron biliyorsunuz şeye dair, bu Frankfurt Okulu’na dair. Bu Frankfurt Okulu’nun söylediği şey bence çok daha önemli ve bizi daha net görmemizi sağlıyor. Bu adamlar Marx’ı eleştiriyorlar. Çünkü Marx kapitalizmin bütün vahşetine rağmen bir tarihsel ilerleme olduğunu söylüyordu. Dediler ki sen aydınlanma felsefesinin dialektiğini göremedin ki.
Halbuki sen çok dialeklikten bahsederdin. Bu biraz Engels etkisi galiba. Engels çok pozitivist bir adam ve Marx’ı biraz orada… İkisi de pozitivist belki ben de. Marx o kadar değil. Gençlik yazıları daha prüdoncudur, daha romantiktir yani daha başkadır. Fakat biraz o başka bir kulvara çekiyor, o anti-düring kulvari ki çok pozitivist yani. Doğaya egemen olmak vesaire filan.
Şimdi bu kapitalizmin vahşetiyle eşitliksizci dünyasıyla özgürlüğün eşitlik olmadan kavramlaştırılmasına karşı bir tepki. Çünkü bütün mesele özgürlük meselesini önce bir bireysel fantazi meselesi olmaktan çıkarıyor. Bir toplumsal çevredeki bireylerin meselesi haline getirmek iddiası.
Bu kolay iş değil, bu hala günümüzün ev ödevi, özgürlük ve eşitlik tespih taneleri gibi bir araya gelmiyor. Birbirini itiyor hatta. Öyle bir denge noktası nerede tutturacağız? Bireysel özgürlük ya toplumsal özgürlük kavramlar üzerinde hala… Özgürlük bence toplumsal olamaz. Yani hala bu da tartışılıyor. Ama toplumsalın içindeki bireylerin özgürlüğü. Çünkü öbürü toplumsaldan ayrıştırarak bakıyor. Şeyde karışıyor Ayşen’ın, bağımsızlıkla özgürlük karışıyor.
Hangisinden hangisinden? Toplum bağımsız. Toplumlar bağımsız. Şimdi bu ayrı iki kelimedir. Özgürlüğe geldiğinde zaman bunun zaten bir negatif, bir de pozitif vardır. Yani özgür olmak demek bir şey yapmak kadar yapmamak anlamına da gelir. Özgürlüğün aynı zamanda geçişkenli bir fiil olduğunu da söylüyorsunuz. Ne için özgürlük? Hayır demek de özgürlüktür. Sadece şey değil bunu bir şey yapmak değil yapmamak özgürlüğü diye de bir mesele vardır. Ama şimdi bütün bunu mesela Amerikan diyelim anlayışında yapmamak özgürlüğü diye bir şey olamaz. Çünkü eğer bu şeyse ekonomi yok yani yok olursunuz. Tabii o… Hadi fırsatsın.
Ekonomin gidişatı içinde öyle ama mesela aile gelenekler içinde ailenin sürdürülmesi filan filan da tabi ilhamla söylüyorum bunu. Püriten aile. Evet bu aile isyan etmek işte yapmamak işte bir geleneği devam ettirmemek bir özgürlük olarak sunuluyor tabi bu bir tema bir kültürel tema olarak da sunuluyor. Valla ben size bir şey söyleyeyim bir dikkat edin bakın bu aile filmlerinde bile çocuğun freedomından bahsedilmez. Bakın dikkat edin. Tabi başımdan gitmiyor. Hayır orada bile yoktur. Bakın bir daha bakın. Bir 18 yaş efsanesi vardır biliyorsunuz orada 18 yaşından sonra çocuğun özgür bırakılması. Türkçe konuştuğumuz için özgür bırakılması. Ne diye ne diyebilirim. Gelmişin deyip çocuğu. Devlet işi bırakılması. Kendi başına bırakılması diyebilirim. Tabii odur yani. Bakın şöyle söyleyeyim İngilizce’den çıkartayım size. Yani I let my child free diye bir şey yoktur. Böyle bir kelime yok böyle bir anlayış yok ki bu. Onu biz söylüyoruz. Biz yakıştırıyoruz o şey. Yani işte özgür bırakmak çocuğu falan gibi. Hayır bırak seçsin demek ayrı şeydir. Özgür bırakmak başka bir şey. Bırak seçsin demekle özgür bırakmayı birbirine. Tabii ki. Tabii ki çünkü seçsin dediğim zaman yemeğe ben koyuyorum. B.C. birinden birini seç.
Yine Sartır farkı mesela Sartır da seçmekten bahseder ama moral seçmek. Başka bir şeydir o. Öteki Lali Tayin seçmek. Refah için seçmek. Hazları için seçmek. You leave home. Evi bırakır gidersiniz. O kadar. Devre dışı. Ayneden devre dışı. Bu kadar ama daha fazla bir şey değildir. Neyin özgürlüğü. Yani Türkçeyi de perişan ettiğimizden bu yana anlamları da.
Ne kadar zorlanıyoruz bir kavramı anlatmak için. Bunun için aslında bu programda bu kavramları özellikle açıyoruz. Ki hep beraber bunlara nereden bakacağız. Yani bir şey seyrederken okurken dinlerken böyle bir kavram önümüze geldiğinde. Çok zor. Nereden bakacağız. Çok zor efendim. Çok zor. Yani bir bütün içinde oturup yani bunu demek istemiyor. Bunu anlamak lazım. E o da yapılamadığı için bu hale geliyor.
Yani özgürlük için yürüyüş yapıyoruz. İşte hayvan haklarını savunuyoruz. İşte ona da başka bir özgürlük tanımı koyuyoruz. Yürüyüş yapıyoruz. Sormayın. İşte azınlık haklara ilgili yürüyüş yapıyoruz. Özgürlük tanımını koyuyoruz. Kadın hakları için özgürlük tanımını koyuyoruz. 16 Haziran olaylarında fiit tarihinde ben işçilerin. Özgürlük istiyoruz dedi diye zam istediklerini bilirim. Eminim bunu gören de vardır. Özgürlüğümüz istiyoruz diyor.
Nedir acaba istediği hani özgürlüğüm için çalışmak mı istemiyor. Hani bir de buna şey bakın yani düz gözle bakın. Özgürlüğümü istiyorum. Ne demek çalışmak mı istemiyor. Falan yani tutuyor gibi filan hayır değil zam. Hani teyiden sizi söylüyorum zam da buna girer. Çünkü o da bir çıkar beklentisi. O fark etmiyor. Tabii tabii o noktada çok güzel örtüşüyor. Bu tabi modernite ve sonrasında post modernite ile birlikte işte bir devamladığım bir
sürekliliğin zedelenmesi de var aynı zamanda işte geleneğin getirdiği bir takım değerlerin filanda böyle bir kesintiye uğraması zedelenmesi veya kopması kopartılması neyse hani toplumların şu şeyin içinde şimdi bu post modern dünyada bu özgürlük tanımına nasıl bir değer biçiliyor. Doğrusunu isterseniz bence teslim oldular. Yani Avrupa bilmiyorum hocam katılır mısınız ama. Bence kapitalizme teslim olundu. Tabi ki post moderniteyi kapitalizme teslim olmak gibi alabilirmesini. Olabilir diye düşünürüm yani çıkıp kavga edemiyorsunuz artık. Ay tamam deyip geriye çekilip işte kuşa böceği nereye tapıyorsanız satma falan başlıyorsunuz ve kendinize düşüyorsunuz. Ay bari yaşayacağım şu dünyada ay bari keyfimce yaşayayım. Ay bari dokunmayın bana bırakın da hani artık ne yapacaksam yapayım. Peki teslim olmasak yapacağımız bir şey var mı ki? İşte o zaten özgürlüğün moral değerlerini tartışmayı gerektiriyor. Şimdi bir reklam vardı bir pop starımız oynuyordu. Özgür Kız hatırlıyor musunuz? Evet evet. Yani ne yaptığına bakıyorsunuz? Geziyor. Dağ tepe dere geziyor. Yani onu engelleyen hiçbir şey yok. Yani mizansen bu. Hatırlamıyorum ki. Ben çok iyi hatırladım filmdeki. Özgür Kız. Özgür Kız yani engellenmemiş. Yani aslında onu yaparken de hat şey yapıyor. Yani bir telefon reklamı yapıyor. Telefon reklamı. Bağımsız da değil. Bağımsız. Özgür olmak nedir? Bir rahat kılınmak. İki tabii bu refan araçlarıyla aletleriyle tüketimle vesaire oluyor. İki tüketimin içinde sanal tercihler yapma kapasitesi geliştirmek. Her türlü ağırlığın alınmış olduğunu ona hissettirmek. Sorumluluğun diyebilir miyiz? Tabii ki her türlü ağır. Yani özgürlük kavramı bu kadar uçucu mu olacak? Yoksa ağır bir kavram mıdır o? Şimdi tercihler bugün bunun hafifleştirilmesine matuftur. Her hafifleştirilen şeyin içinde de bir içerik kaybı vardır zaten. Gaz haline geçtiğiniz zaman yani böyle bir başka hale geçiyor. Bu özgürlüğün gaz haline geçiyor. Ama şöyle, tüketimi kolaylaştırıcı bir kavram özgürlük yani öyle son oluyor. Özgürlük bir ödev değil artık. Ödev ahlakı içinde olan bir şey değil. Şimdi söylemeye çalıştığımız hep o. Başından itibaren o. Tabii. Başından itibaren işte bu. Her türlü hafiflenme, hafifletilme ve müdahalesiz kılınma.
Aynı zamanda sorumsuz kılınma. Yani bir sürü şeyden sorumsuz oluyorsunuz. Ayrı eden, aniden, babadan. Yani sonuçta mesela dini bir simgeyi bile tartışken, bunun zamanında tabii çok tartışmıştık bu kavramı içinde mi kullanalım. Başörtüsü, örtme özgürlüğü. Bireysel bir şey evet. Burada da özgürlük tanımını kullanalım mı, kullanılmayalım mı filan tartışması. Yani bütün bu aslında her şeyin içine de giren bir kavram, bir tanım.
Tabii, iyi bir alet. İsviçre çakısı gibi iş görüyor. İsviçre çakısı gibi gerçekten. Yani ben de avokado diyecektim. Yani şekerli de yenir. Tatlısını da yaparsınız, limon sıkarsınız, salatası olur. Yani böyle bir şey. Ama tabii ki acıklı olan tarafı. Mürekkep yalamış insanların dikkatli kullanması gerekir. İşte bak bu çok önemli evet. Ve tabii bunu bir ne diyelim sembolleştir, sloganlaştırarak peşinden bir kitleyi sürükleyecek konularda dikkatli olmak gerekir. Yine Sartre duyan bir söz var. Özgürlük en büyük mahkumiyettir. Bu ağrını hissettiriyor. Bağlardan kurtulmak, engellerden kurtulmak, kendimizi açmak da bugün özgürlük tanımının içine giriyor. Hafiflemek yani.
Sizi bir şey bağlamıyor. Bunun kaydı şartı yok. Turizm en büyük özgürlük. Gez gezebildiğin kadar. Tüketim özgürlüğü deniliyor. Kendini anlatmak, kendisiyle özdeş bir dünya kurmak kendine. Yani kendi mahremiyeti yok ama kendisinden ibaret görüyor dünyayı hala.
Hafiflemek böyle bir şey. Yani hafifletilmiş karşılığıyla mı yoksa bunun tarihsel ağırlık noktalarından hareketle mi özgürlüğü konuşacağız, tartışacağız. Başka ahlaki karanlarla bunu nasıl eşleştireceğiz. En büyük ödevimiz eşitlik ve özgürlük arasındaki dengeyi bulmak. Bunu adil hale getirmek. Özgürlük ve eşitlik arasındaki dengeyi bulmak ve adil hale getirmek. Ama adil olan o değil midir zaten? Adil olan o değil midir? Bu dengenin bulunduğu bir zaman değil mi? Hayır yok hala bunun hakkından gelemedik ama bu çocuğun ev ödevini sahiplenmesi veya sahiplenmemesi meselesidir. Bunu sahipleniyor muyuz? Sahiplenmiyor muyuz? Vahim olan artık bunun sahiplenilmiş olmaktan çıkarılması. Halbuki öyle bir özgürlük falan yok. Bir süre sonra bu karşımıza ağır boğranlarda büyük bir bedel olarak geliyor.
O zaman çakılıyoruz yani yüzüne. Bütün bu hikayelerin aslı çıkmıyor. Tüketimde kıtlık tehlikesi arasında bugün insanlık bocalıyor. İşte şeylerin Rusları nefret ediyor ya, kıtlık Allah’tan, açlık insanlardan gelir derler. Birçok Avrupalı, son derece iyi yetişmiş genç çok rahat gidip işit örgütüne katılabiliyor.
Bunu bir özgürlük alan olarak görüyor. Hayır hayır öyle bir şey yoktur. Bakın o bir ahlaki kavganın sonucunda olmuyor. Çünkü ahlaki bir meseleyi ahlaki tutmak bunu her şekilde ya da bir şekilde gözden çıkarılabilir bir şey olarak görüyorsanız hangi ahlak adına yaparsanız yapın bu ahlaksızlıktır. Dolayısıyla işit ahlaksız bir tercihtir. Bakınız değerlerin değeri adalettir.
Çünkü adaletin içinde iyi, kötü, doğruyu, yanlışı. Çünkü bir şey bir yerde iyiyken başka yerde kötü olabilir. Ama onun nereden ne şekilde değişeceğine bakmadan iyiliğin sürdürülebilir bir iyilik haline getirilmesi ancak o adil olanın takibiyle mümkün olur. Peki neden bir adım daha ileriye getir götürün? Neden? Ya eşrefi, bahlulukatı, zediyiz? Ben de onu soracaktım işte şimdi tam. Bu budur söylediği zaten oradan. Yani bir Müslümanın özgürlüğe bakışı nasıl olmalı, nasıl olabilir? Bir eşrefi, bahlulukat olduğunu kabul edeceğimizini etmiyor musun? Varlıkların şereflisi. Varlıkların şereflisinin sorumluluğu vardır. Adetullah diye bir şey vardır. Siz gidip bir yere at olmaması, atıp malıkları da öldüremezsiniz. Böyle bir şey yok. Bir de Mustafa Kutlu’nun dediği gibi Hududullah vardır. Ayrıca. Bir de Hududullah vardır. Şimdi bunu ortaya koyduğunuz zaman bunun dışında buyurun özgürlüğünüzü. Ama bu özgürlük ne zaman şeref evrilir? Burada durmak lazım. Her şeyde olduğu gibi özgürlükte, bilimde, sayın ama şeref evriltemezsiniz. Evrilmesine izin vermezsiniz. Böyle bir sorumluluğunuz var. Ya da vazgeçin. Eşref-i mahlukat falan değil. Neyse ne bir defa yaşayacağım falan. Eğer bu ise bu ayrı bir şey. Ama eşref-i mahlukatsınız ve ömrünüzün mezara girmenizden öte bir anlamı olduğu.
Bir ahiret inancınız varsa. Ahiret veya değil yani şöyle de olmayabilir. Ahiret dahi olmasa. Ayşe Hanım bu dünyada yer işgal etmiş olmaktan doğan bir şey. Sorumluluğunuz varsa. Yani anıdır bu. Öyle mi yani anılarınızda. Bu bedeki boşsa dağ, hoşsa dağ falan filan. Bütün bu buna varsa. Bağlar yani bağlar.
O zamanki şeyiniz, tavrınız gerçekten farklı olur. Olmak zorundadır. Bir müslüman bunun içinde hareket etmek de yükümlüdir. Eğer müslüman ise değilse zaten nasıl istiyorsa yapsın. Bugün ihmal edilebilir nasihati olarak ne söyleyelim bütün bunların özetinde? Nasihat verme imtiyazı Alev ablanın. Allah Allah. Olur mu öyle? Konu sizden nasihat. Allah aşkına. Tamam yani eğer öyleyse ama ya işte bu mahlukatınız ya değilse. Bunun idraki ve sorumluluğu bize aittir. Eğer lakabı, şanını, tanımı kendimize layık görüyorsak o zaman özgürlüğün gideceği sınırı iyi hesaplamamız lazım. Adetullah’ı ve hududullah’ı. Hududullah’ın ne olduğunu bilmek lazım.
Yeryüzü bir ayettir belki buradan da. Elbette ki zaten şey olduğunuz zaman mahlukların en şereflisi olduğunuz zaman. Vay yeryüzünün bir ayet olduğunu unutana. Başka neye karşılık? Şerefli olmakla gururlu olmak, kibirli olmak ayrı şeyler. Tabii ki ayrı şeylerdir. Vay, vay, vay onu gözden kaçırana. Tabii ki dünya bir ayettir.
Burada şerefli olmakla gururlu ve kibirli olmayı ayrı da galiba bu programda bir küçük nasihat olarak. Bu büyük nasihat. Bu büyük nasihat efendim. Çünkü karışıyor. Şerefli olmakla gururlu ve kibirli olmak karışıyor. Bakın vakur olmak da karışır. Şerefli insan vakur olur. Vakur. Ama vakur kibir değildir. Değildir. Ve kar başka bir şey. Peki bir sonraki programda bunların detaylarını konuşalım. Konuşalım hakikaten. Kaysiyet. Şeref. Şeref. Bu onur kavramları konuşalım. Onurluk. Bir şey de var. Bütün bu konuşmalarda şöyle bir reaksiyon da alıyoruz. Batı karşıtlı, klasik bir batı karşıtlı yapıyorsunuz. Klasik. Evet. Klasik bir batı. Klasik diyemezdim ben ama. Klasik bir batı karşıtlı yapıyorsunuz. Bütün bunlar bir batı, klasik batı karşıtlı çerçevesi için anılabilir mi? Değil ki öyle. Değil ki öyle.
Kafa yıkamaya karışıyoruz. Beyn yıkamaya. Bu kadar basit değil mi bu? Peki. Bir şey daha söyleyebilirim. Bizim batı diye koyduğumuz şeyler aslında ben mesela kişisel olarak pek onu kullanmama tercihindeyim ama yer yer kullanıyoruz. Çünkü kendilerine batı da diyor bunlar. Yani öyle çevreler var. Bu sadece batıyla sınırlı bir hikaye değil. Demin Alev Hanım söylediği, sahri bir şeydir bu. Bakın bugün batıllaşmanın en yüksek aşamasını Çin temsil ediyor. E Çin ne? Hep konuştuğumuz şeydir bu. Japonya nedir doğu mudur Allah’ını severseniz yani. Batılı’yı Kamçatkı’yı da bulursunuz, Nairobi’de de bulursunuz. Efendim Ken’in aynında da bulursunuz. Bir ayrım üzerine dayanmıyor. Eğer içimizde bir batı varsa herkesin yegan yegan kendi batısıyla hesaplaşması tercih şayandır. Tavsiye edilir.
Ama bu da yaptığımız şey bu çerçevede batı karşıtlığın ötesinde ne ifade ediyor? Bu dünyaya eleştirel bakmaktır. Bugünkü hali hazır medeniyete eleştirel bakmaktır. Hali hazır hakim medeniyete. Evet, hakim medeniyete eleştirel bakmaktır. Ekonomisiyle birtakım siyasal kurumlarıyla, kültürüyle vesaire. Ama bunu böyle Avrupa, Amerika bunları ele alıyoruz keyzi olarak. Ama bugün Amerika her yerde demeyi ihmal etmiyoruz. McDonald’s Hindistan’da da çıkıyor karşımıza. Starbucks’ı unutmayın. Starbucks. Dolayısıyla aslında hepimiz çok Amerikaniz olduk kendimizden bu meseleyi atarak da konuşmuyoruz. Ama bununla hesaplaşma halindeyiz. Biraz böyle anlarsa eleştirenler bizi daha doğru anlamış olur. Hayır ben öyle bir konuda anlamıyorum. Yani daha iyi eleştirebilen varsa buyursun. Masamız da açık senden. Masa açıktır.
Öğrenelim. Evet biz öğrenelim. Artı övebilen varsa o da buyursun. Evet, eleştirebileni de övebileni de buraya davet ediyoruz aslında ikisini de. Ben çok çok teşekkür ediyorum. İkinize de Süleyman Seyfi Öğün Hoca’ma da. Size de, anne ve Allah’tan hocam. Ben de bir başka programda görüşmek üzere.
Hoşçakalın.
İlk Yorumu Siz Yapın