İhmal Edilebilir Nasihatler | Amerika Temsilciler Meclisi | 35. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=4Zut0HbfjHU.
Merhabalar efendim, İhmal Edilebilir Nasihatler’de Ali Balatlı ve Süleyman Seyfi Öğren hocamla birlikteyiz. Hoş geldiniz diyorum her şeyden önce.
Nasihat namibinin 2. cildinin girişinde diyorsunuz ki dünyaya dair gerçekleri yeni yeni keşfettiğimiz bir süreçtir yaşadığımız. Yeniden öğrenmeye üşenmeyin, ezber bozmaktan yükselmeyin, gözleriniz faltaşı gibi açık, zihniniz kılıç gibi keskin olsun, küsmeyin siz de kendi ev ödevinizi yapın.
Aslında bu gün ki program biraz böyle bir ev ödevini başlangıcı çünkü Amerika Temsilciler Meclisi 1915 olaylarını Ermeni Soykırımı olarak tanımlayan kararı onayladı. Şimdi küsmeyin ev ödevinizi yapından yola çıkarak bu kararı nasıl yorumladınız ve burada bizim ev ödevimiz ne olmalı diyerek başlayın efendim buyurun. Önce bir kere bir kere yazsana güzel gülmeliyiz. Değil mi? E canım tabi yani bu kadar aşağılık bir şey mi olur bir şeye kızıyorsunuz sonra onun intikamına çocuk gibi yani. Bir şey gibi düşünün biz neye kızmış olabiliriz mesela F-35’leri diyelim vermediler veya bir şey. Bir şeye sinirlenmişiz, neye sinirlenmişiz? Bizim Hakan Atilla’yı hapsetmelerine sinirlenmişiz. Mütiş kızmışız peki şimdi ne yapacağız bunun karşılığı? Bunun karşılığı olarak gideceğiz diyeceğiz ki siz 2. Dünya Savaşı’nda Japonları esir kamplarına aldınız. 90 bin Japon dur. Japon vatandaşlarınızı kamplara aldınız. O insanlığı şöyle zulmettiniz böyle zulmettiniz deyip Rejis’ten karar çıkartacağız. E çıkaralım biz de çıkaralım ne olacak?
Daha da iyisi var tabi. Sonra onların şeyse ilk değildir sonunda değildir. Malum o meşhur gözyaşı yola hikayesi var 1830. Kızılderileri. Dehçeli.
Dehçelikleri yer zaman şimdi o tabi çok tuhaf bir şeydir çünkü 8200 küsur kilometrelik bir mesafe 9 vilayet eyalet. İstanbul ile Cape Town’un arası küçük ama aynı mesafedir 8300 kilometre. Mesafeyi düşünün adamları nasıl yetiyorsunuz yani?
Evet evet nasıl bir yol? Bitmez tükenmez bir şey. Uçak 12 saate falan gittiğiniz bir yolculuktan. Tabi tabi yani bence pratikte yapılacak iş tehcüre tehcir çekmektir. Hemen birleşelim. İlk ne ayırırsak partilere hemen biz de bir deklarasyon yayınlayalım birden fazla mesela. Ama tabi Amerika gibi bir etkimiz olmaz yani burada tabi. Oradan bunları ne ettiyse olacak ki. Zor oyunu bozar Ayşe Hanım. Serelerdir yapmadık diyoruz yapmadık yapmadık. Arşivleri de yaşımıza izin vermeyen adamlar bunlar. Yani ne olacak bunun sonucunda? Oynamıyorum. Siz özellikle Hristiyanlığı bilmeden Batı’yı anlamamız mümkün değil diyorsunuz. Aslında biraz bu programın içerisinde de bu artı planı anlama gayreti var. Bu Hristiyanlık tarihinin bu olaylarda da etkisi rolü ne biraz buradan aslında belki başlamakta fayda var. İsterseniz hocama da bir konuda fikrine sorayım. Hocam siz ne düşünüyorsunuz? Buna tabi katılıyorum ama bunu tehcir olarak görmüyorlar ki. Bir kere oradan çıkartmışlar. Bunu tehcir olarak pek değerlendirmiyorlar. Soykırım diyorlar. Aman canım yani evet.
Bu biraz tabi başka bir mesele yani biz buna tehcir diyoruz. Bunu mesela Türkiye Cumhuriyeti resmi siyasette kabul ediyor ve savaşın sorumlu şartları itibariyle bir yere koyuyor. Yani şunu demek istiyoruz yani sen Japonlara iki dünya savaşında ne yaptıysan biz de birinci dünya savaşında bunu yaptık. Fakat bununla kalmıyorlar. Bu soykırım kavramını zorluyorlar. Esas mesele bence biraz da o.
Bu soykırım meselesini ilk defa hani böyle literatüre sokmak falan biliyorsunuz. Holocaust yani bu Yahudilere yapılan bir şey. Evet şimdi bu Yahudi kırmını, soykırımını gerçekten de öyle ne hazırlıyor ona bir bakmak gerekiyor. Bunu hazırlayan şey bir kere çok ileri bir modernlik, çok ileri bir bürokratik akıl.
Çok mahir kurt, profesyonel muazzam bir arka plan, teknoloji vesaire yani Batı’nın ne kadar övündüğü şey varsa bunları tam kapasite kullanarak akıl dışı bir şeye doğru sevk ediyorum. Hatırlar mısınız Nuremberg’de himler? Evet. Himler sorguya çekilirken hakim nasıl öldürdünüz bu kadar adamı der.
Himlerin şöyle bir geri çekilip şöyle bir düşünmesi var, şey diye cevap verir. Vallahi işte adam başına öldürücü gaz şu kadar metreküp, oda’nın metreküpü şu, şu kadar adam içine tıktığımızda şu kadar dakikada diye derhal. Ne istediniz? Tam bir teknolojik. Tam bir teknolojik mesele bu. Yani bu aslında modernliğin. Şeytani bir şey aslında. Yani modernliğin işte Rahmani bir şey olmadığını çok akıl yüklü bir şeyin nasıl akıl dışı amaçlar için seferber edileceğini gösteriyor. Tabii şimdi buradan doğan sonuçlar var. Sonuçta Yahudiler bütün bu bedelleri ödedikten sonra bir fırsat da ele geçirdiler. Yani yüz yıllarca tanımayan şimdi biraz sonra herhalde Alev Hanım onların ayrıntılı arka planını bize anlatacaktır.
O Yahudi düşmanlığının vardığı bu yüksek aşamayı, bu öldürücü yıkıcı aşamayı sonuçta yeni bir varoluş şeyi haline, zemini haline getirdiler. Onlar da bunun endüstrisini kurdular ve tek bir şeyde direniyorlar bugüne kadar. O lokos essizdir, tektir, biriciktir. Ve sadece Yahudilere yapılan o lokos. Şimdi bunun baskısı altında her sene 30 tane film çekiyorlar, propaganda faaliyetleri devam ediyor vesaire ve Hristiyan Batı’yı bunaltmış vaziyetteler. Şimdi ne yaptı Hristiyan Batı buna karşı? Bir ikrar etti, nedamet getirdi yani günah çıkarttı. İki, bu suçlamayı rutinize hale getirdi.
Yani işte her seneyi devriyede kendine bir çekidüzen veriyor, kurbanları anlıyor vesaire. Fakat bu rutinleşmenin bir avantajı şudur, rahatlatır, duyguyu ortadan kaldırır, bilgiyi bırakır, duyguyu ortadan kaldırır. Bu avantajı kullanıyor Hristiyan Batı ama buna rağmen bazen bunalıyor ve rutinden çıkmak için suç ortağırıyor.
İşte bu Avrupa sahanın yükselişinde. Değil mi yani bunu Türkler de yaptı. En kolay işte Türkler ya hatta Türkler onlardan önce yaptı falan. Ama şimdi sorgulamak lazım. Öyle bir teknolojimiz yoktu ki, öyle bir bürokrasimiz yoktu ki. Fakrızları içerisinde bir dünya savaşını yürütmeye çalışıyor. Ben hiç bu kadar dere düşündüklerini zannetmiyorum. Bu topum alıyorum, gidiyorum kadar şey. Aşağıdaki adi bir iş bu. E maalakal.
Ama şu farkla şimdi Pelosi var başında işin. Temsilciler meclisi. Şimdi Pelosi yıllardır bu işin peşindedir. Çünkü Kaliforniya’lı oy aldığı yer orası, Fresno. Ermenilerin olduğu yer. Senelilerdir. Bu kadın Ermeni parası ile hareket eder. Şöyle bir geriye baksanız ne zaman bu işe gelmiş olsa. Gündeme gelmiş olsa bunun arkasında şey vardır. Bu Pelosi vardır. Pelosi’nin ilk defa biti kanlandı. Çünkü Pelosi bir ev hanım. Son talibde Pelosi’nin çok zengin bir koca. Oradan büyük para var. Ama yani ne bir, yani şu ne bu böyle bir ele gelir hiçbir tarafı olmayan bir hatun.
Dediğim gibi her seferinde bu Fresno’lu Ermeniler kanlandığıyla getirirdi zaten. Bir biçimde zıp zıp zıplardı ilk defa. Sizi temin ederim bunun bu hale gelmesinin ve Ermenilerle falan çok uzun bir ilgisi de yok. Hayır efendim bu Trump’ın kuyruğuna basmak. Trump’ın kuyruğuna basın. Şöyle öbür taraftan efendim biz şeyde güçlüyüz.
Söyleyin adını. Mecliste güçlüyüz. İmajını vermek. Trump’a dur diyebiliriz. Dünya işte böyle bir hatun hiç olmadık bir yerden ortaya çıkıp karşısındakini dövmeye kalkabilir. Bu böyle bir hatun. Birmek Tarzım zaten malum şahsı immek. Kim bu diye baktığım için böyle biri bu.
Hem demokratları hem elitist muhafazakar cumhuriyetçileri birleştiren bir şey var. Ne bileyim bir hınç yüklü bir ikimi var. Bunu Ermeni meselesi üzerinden açığa çıkart. Bu da Amerikan muhafazakarları içinde Pelos’i nereye düşüyor? Pelos’i. Valla Pelos’i Kaliforniya’da. Kaliforniya bir alemdir.
Kaliforniya’nın kendi dini vardır. Yarı pagan yarı hippie. Liberal. Ama onu bırak bırakın para. Oyun deposu. Bakın iki yer vardır oyların güçlü bir şekilde Ermeni oylarının toparlanında biri. Kaliforniya ve Fresno. Bu kadının olduğu yer. Ötekisi de şeydir Massachusetts.
O Latin Amerika’da iki şeylerdi herhalde değil mi? Onlarda da böyle bir Ermeni nüfusu Latin Amerika’da Uruguay parlamentosuna böyle bir karar aldırıyor. Lübnan’da da var veya Arjantin’de filan. Dünyanın genkolişini de biz de aldırır mıydık yani? Biz aldırırız tabii çok ciddi insanlarla bak. Ay ne bileyim Allah’ın derdi bir iş olmuş bilmem kaç sene evvel ona onu yapmış. Tamam tamam diye el kaldırıp indiriyorsun da yani. Tabii oy verenler açısından baktığınızda böyle bir yerin düşünecek. Haritada yerini gösterebilcek kadar cahil insanlar. Soykurumun sonuçlarını konuşurken söylerken işte bir Avrupa’nın kendi suçuna günahına bir ortak arama söyledi. Tabii Avrupa’da daha çok o. Bir diğer şey de tabii finans etme. İsrail Devleti’nin finansörü Almanya’nın soykırımda verdiği paralarda ciddi bir rakam var. Her yıl Almanya hala ödüyor bildiğim kadarıyla daha ödeyecekleri. Evet evet ciddi bir rakam şu anda rakam hakkında yok. Ciddi bir para Alman hükumeti İsrail’e soykırım cezası olarak ödeyip şimdi bir de böyle başka bir bütçe. Tabii yani buradan bu karar çıktı biz de ya hay Allah değilp herhalde selam duracağız bu karara. Sonra ne arzu ederdiniz bilmiyorum. Birkaç para verelim size. Ay aman biz ettik siz etmeyin mi diyeceğiz taf yani. Şöyle Ermeni Diyasporosu’nda bu paralar hesap ediliyor. Bu rakamlar üstünden ciddi bir söylem var işte şu kadar kişi şu kadar rakam sayılar falan. Baya bir işin bir matematiği var. Şimdi biz tabii programın içeriği itibariyle aslında gündem ve günceli değil arka plana döneceğiz. Gözündeki Merte’yi görmeyen alemin gözündeki çöpü görür diye bir deyim var. Evet. Bu deyim nereden çıkmıştır hocam? Tuzak kuruyorsunuz bana.
Bu şeyle ilgili yani Amerikalılar’ın yapı hikayesidir bu. Kendi Merte’yi görmez gözündeki. Bir Türkçe atasözü değil bu. Hayır bu İncil’den bu. Ben de çok uzun zaman çay zannederdim. Bizim atasözümüz zannederdim değil. İncil, Matta’dan. Matta İncil’inden. Şey hatta aldım da size durun okuyayım onu.
Türkçe’sinin kusuruna bakmayın çünkü eski bir çeviri şeyden. Hem Kutulakitap’tan doğrudan çevirin. Diyor ki hükmetmeyin ki hükmü olmayasınız. Hükmetmeyin ki hüküm olunmayasınız. Size de hükmetmesinler anlamında. Diyor İhsan Binsi. Çünkü ne hükümle hükmederseniz onunla hükmü olunacaksınız. Ölçünüz ölçü ile de size ölçülecektir.
Ne yaparsan elirle gelirsin elinde hikayesine. O hikaye. Beni için kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki Merte’yi seçmezsin. Yağut nasıl kardeşine bırak gözündeki çöpü çıkarayım dersin. İşte Mertek senin gözünde. Ey ikiyüzlü. Önce kendi gözünden Merte’yi çıkar. O vakit çöpü kardeşinin gözünden çıkarmak için iyi görürsün.
Tabii Türkçesi kötü ama tembihim de herhalde isabet oluyor. Herhalde kabul edersiniz. Bu bence bir faciadır. Bu kadar yere göre güya koyamadıkları insan mese. Bunu söylemiş olsun veya söylendiğine inanılmış olsun. Bir o kadar önemlidir bence fark etmez. Şu ve ku hikayesi. Ondan sonra siz kalkın. Hiç böyle bir şey yapmayın. Ama görmemiz gereken bence bir şey var anlamamız gereken. Şimdi Godhead derler. Bu Godhead teslis aslında. Üçü bir arada Godhead. Baya God ve head şapkı anlamında. Kutsal Ruh Baba ve o üçlüsü de Godhead denir bunlar. Bir set.
Allah seti gibi tövbe. Çatari seti gibi bir laf tövbe. Efendim şimdi bu Godhead denilen şey güven olmaz Hıristiyanlıkta hiç. Ama hiç güven olmaz. Cahidircilik bağlamında da güven olmaz. Kötülüğe karşı cahidircilik bağlamında da güven olmaz.
Bir şey daha söyleyeyim. Biz deriz ki bunun yatacak yeri yok. Dediğimiz bir laf vardır. Günahları fersah fersah yatacak yeri yok. O kadar eminizdir ki yani cehenneme bile almazlar gibi. Böyle bir kelimenin Hıristiyanlıkta karşılığı yoktur. Çünkü Godhead’e gelen işlenen suçlar doğrudan işlenir.
Allah tövbe. Tanrı da Türk ya diyemem. Tenbri’den geliyor. Onu da yapamam. God diyeceğim en iyisi. Günah onların pratiğinde. God’a karşı işlenen günahtır.
Başka insanın karşı işlenen bizim günah dediğimiz şeyler sayılmaz. Çünkü biz günahı ve suçu neredeyse şanlımlı kullanırız. Hatta işte helal midir, yasal mıdır falan lafları da buradan çıkan. Ve ikisi birleştiği sürece bizde anlamlıdır. Doğru mu? Burada öyle değil. İşlediğiniz suç hep şeye karşı.
Yani ben bir insana zarar verdiğimde Hıristiyanlığın ilahiyatına göre bir suç işlemiş olmuyorum Allah katında. Hayır olmuyorsunuz. Problem de buradan zaten. Ceza görmüyor musunuz? Görüyorsunuz. O ceza seküler bir cezadır. Onu yargı verir. Şöyle diyebilirsiniz biraz daha derinlikli.
Peki bu yargı oluştururken hiç mi dini duyarlılıklardan yararlanılmadı falan tabi ki vardır her zaman. Tabi ki vardır ama kesin ayrım vardır. Tanrıya karşı işlenen suçlar ayrıdır. Efendim insanın karşı işlediği şeyler İsa’ya ait olanlar ayrıdır.
Ceza ait olan suçlar ayrıdır. Bu çok zor bir iştir. Neden? Bizcilerin toplumlar için hala Hıristiyan tanrısının iyi niyetini devreye gireceğini uman toplumlar için.
Bu çok tuhaf bir durumdır. Ortada kalırız. Hiç mi acımaz mesela? Hayır acımaz. İncil de veya İncilin farklı yorumlarında hiç… Mesela sana birisi bir yanağına vurursa öbür yanağını çevir gibi bizim çok bildiğimiz gibi böyle. İnsana zarar vermeyi engelleyici emir yokmuş. Bir on emir vardır mesela. Bütün dinlerin ortaklığı. Öldürmeyeceksin, zina yapacaksın falan. Giden çalmayacaksın falan. Bunların hiçbirisi Hıristiyanlık ilahiyatının içinde bir suç teşkil etmiyor mu? Hiçbiri suç teşkil etmiyor diye bir şey yok. Tabii ki iççe girdiği durumlar var. Sonra suç kavramı nereden geliyor? Her suç kavramı bir tür ilahi olanla bir ilişkisi zaten vardır. Buna doğru söylemeye çalıştım. Cahidirciliği yoktur. İnsanın karşı işlediği suçları caydırmaz şey. Godhead. Bunu söylemeye çalışıyorum. Birazcık konuşacağım, başka çare yok. Bunu açıklamam lazım.
Şimdi bakın Ayşe Hanımcığım. Şöyle görün. İnsan iyileştirilmiş bir gad dahil etmeye çalışın. İyice insan iyileştirilmiş bir gad dahil etmeye çalışın. Bu insan iyileştirilmiş gad sizinle düpe düz yarışır.
Ve kendisi için istediği şeyler vardır. Bana şöyle tapacaksın, böyle tapacaksın. Kızdırmayacaksın. Benim için şöyle adak keseceksin, böyle ne yapacaksın falan. Yahuva’ya bakın. Yahuva bunun çok iyi örneğidir. Bunu yapmazsanız benim için sizi şöyle asarım keserim falan. Yahuva da hiçbir şekilde bir başka insanı bunu yaparsanız asarım keserim demez.
Doğrudan kendisiyle insanoğlu arasındadır. Nitekim Kutsal kitabın ahit lafına da dikkat edin. Eski ahit, yeni ahit, ne ahit? Ve konuşulmaya başladığı zaman, anlatmaya başladıkları zaman gad ile yapılan bir mukaveleden bahsedilir. Ahit bir mukaveledir. Birincisi de bir mukavele, ikincisi de mukavele.
Yaradanlar buna mukavele yapıyorsunuz. Bu ne demekse böyle bir şey. Bu mukavele ve buna mukaveleye uymadığınız takdirde başınıza gelmeyen kalmıyor. Şimdi bir adım atın bunu daha ileriye. Dolayısıyla siz ne yaparsanız yapın. Hangi sevap bizim anlamda, bu düşündüğümüz anlamda. İşlerseniz işleyin. Ne kadar iyi bir insan olursanız olun. Bu gadı memnun etmeyebilir. Ve hiçbir şekilde cennete giden yolları size açmayabilir. Açmak zorunda değil. Hiç fark etmez. Kadın kimi cennetine alacağı tamamen keyfidir. Öyle yazar, istediğini alır, istediğini almaz. Siz çok iyi bir insan iseniz iyiliğinize de kalır gidersiniz. Bu şeydir bu çok. Kiliseye bağışlar falan burada başka bir katapol. Hiç fark etmez. Hiç fark etmez. Kiliseye bağışı siz, kiliseyi şey diye görmek zorundasınız. Siz hatta Katolik kilisesini devlet gibi görmek zorundasınız. Eğer siz o bağışı yapmaz iseniz çocuklarınızın gayrimişru olmadığına dair kağıdı alamazsınız. Bu kadar basit.
Bunu görün yani hiçbir zaman kiliseye tanrı için bağış yapılmaz. Kilise dofranlar için bağış yapılır. Yaşayanlar. Ve de şunu da unutmayın. Nihayet Hristiyanlık imparatorluğu döküldüğü dönemde. Adı Roma’nın döküldüğü dönemde işte.
Gelmen kavimleri oradan tırtıklıyor bunlar tırtıklıyor falan filan. Can Sividi olmuştur imparatorlara. Tabi ve kime? Habsburglara. Habsburg dediğiniz nedir Allah aşkına. Habsburglar senelerin hanedanı ve Şeyh Pagan iken Hristiyan olurlar.
Ve başlarlar imparator vermeye Avrupa’nın çeşitli ülkelerine ve de doğrudan büyük rolü Holy Roman İmparatorluğu’na. Kusturama İmparatorluğu’na. Şimdi dinik almış kullanıyor adam zaten. Ya şöyle bir şey düşünebiliyor musunuz yani nasıl bir dindir ki Kudüs’e savaşmaya
gidecek Kudüs’e savaşmaya giderken aha da orada eğer yol da ölür de İsa’nın işte işine yarar bir hale gelirse diye para talep eder kilise. Şehit olmak için güya para alırsın verirsiniz değil mi? Evet cennette toprak da satıyor. Nasıl efendim? Toprak da satıyor cennette. Onu söylüyorum yani bu çok çok farklı bir meseledir. Yani hiçbir zaman Hristiyan Tanrısı’na bizim anladığımız anlamda güvenilmez. Caydırıcı ve falan yoktur. İnsanları caydırıcıl derken insanları kötülük yapmaktan caydırıcı. O da caydırcılığı o. Şöyle de bir şey var zaten insan kıymetlendirmesi itibariyle bu fark bizde çok ihmal ediliyor ama Alev Hanım’ın tespiti bence çok orijinal ve önemli.
İnsan kıymetlendirmesi ile ilgili çok temelde bir farklılık var çünkü ilk günahın çocukları olmak ve apriyor olarak yani sizin hayat tecrübelerinizden tamamen bağımsız olarak bununla sonsuza kadar lanetlenmiş olmak yani insan sefil bir varlıktır. İnsan hakkındaki kıymet hükmü Hristiyanlığın bir zati bu halbuki mesela İslamiyet’te bunun tam zıttı. Hatırlayalım mesela Baptizm nedir yani bu dünyaya sen kirlenmiş kerih bir varlık olarak geliyorsun. Bir damlacık bebek yani daha bir şey yok işte suya sokmak temsili onu temizlemeye çalışmak. Bir şey de mesela bunu anlamalıyız cennetine almak cennetine almak dediği zaman söyledikleri şey ölümsüzlük bahşetmektir. Şimdi bu kavramlar bizde yoktur böyle kavramlar. Ölümsüzlük bahşedecek. Onu istediğine bahşedecek. Az önce buyurduğum gazap hikayesi de yanmaktır sür git yanıyorsunuz. Yani böyle bir kavram nasıl olacak yani düşünsenize yanıyorsunuz ölüyorsunuz bir daha küller havaya hadi bir daha falan. Bir bitmez tükenmez bir şey bu. Bir şey de düşüyordu millet. Yani dolayısıyla bir insan kıymet hükmü olarak bir yerde değil dolayısıyla Alev Hanım’ın söylediği o tespit ki bence çok önemli ve çok orijinal. Daha evvel ben böyle bir tespitte duymadım doğrusu. Biraz da buna dayanıyor. Tespitin bir daha altını çizerse. Tespit şu anlayabildiğim kadarıyla ben doğru mu anlamışım bilmiyorum ama Tanrı’ya
karşı işlenen suçlar. Birinci derecede insana karşı işlenmiş suçlar ise ayrı bir düzenlemenin o da olursa seküler seküler bir şey bu işte Agustinian ayrımında tam karşılığı. Halbuki İslamiyet de şu var bu tarafını biz pek yani o kadar kanıksamışız ki başka türlü olamaz gibi düşünüyorum. O yüzden de toksikliğinin kanıksamaktan çıkmak lazım. Evet dünyaya masum geliriz. Bu masumiyet fikri o kadar kıymetli bir fikir ki amellerimize göre yani bizim irademizle yaptığımız şeylere göre ya selamet bizi bekler veya ceza bekler, kurtuluş bekler. O da sonsuzluk değildir yani.
Son tahlilde çünkü Rahman ve Rahim olandır ve o bir de insanı kıymetlendirirken malum işte eşrefe malukat diyor sana nefesimden üfle yani bunlar o kadar farklı bir yere getiriyor ki şimdi Alev abla konuşurken aklıma geldi yani mesela şunu söylüyor Rabbimizde bana her şeyle gelin ama kul hakkıyla gelmeyin.
Yani şunu demek istiyor orada benim bile yapacak bir şeyim yok. İnsana verdiğin zarar senin terafi edeceğin bir zarar olmalı. Yani hakla buluşmakla halkla buluşmak arasında. Bir dakika o zaman yanlış anlaşılmasın yani hristiyanlık gibi anlaşılmasın. Kul hakkı evet o sana ait bir şey diyor ama ben bağışlamam seni.
Bu helallik istiyor. Bu inanılmaz bir ayrımdır hristiyanlıkla. Hristiyanlık arasında çok temel ayrım. En büyük en saygın en derin en etik en ciddi iştir. Yani ümit ve imsarlık ve yaşama sevinci. Bu minyatürlerde böyle naif diye biraz küçümsenir. Hiçbir minyatürde dramatik bir sahne yoktur. Hayır yoktur hakikaten. Hep bir yaşama sevinci vardır. Halbuki mesela orta çağ resim tarihi üzerine ben biraz okumuştum zamanında. Çok ilginç belli bir tabloda hep insan genel olarak böyle baskılanır küçümsenir ezilir. Nihayet bir evreden işte hümanizma çağında işte biraz insan ön plana çıktı diye bunu düğün bayram ederler yani. Doğa çiçekte renkler. Renkler işte insan biraz daha ön planda kompozisyonda diye bununla övünüyorlar yani. Halbuki çok feri bir durum değil mi? Bizatihi bir durum.
Bu hükümetin anlaşılması bizim batıya analiz etmemiz anlamamız da bir kilit görünen o ki yani bu programdadır. Kesinlikle kilit. Herkes bizim kendimiz anlamamız için kilit. Yani malum siz olmazsanız ben yokum zaten siz olmazsanız ben anlamam ki kendimi. Bir şeyle kıyaslayacağım bunu öyle mi? Kıyaslayarak hepimiz bir yere oturuyoruz. Şimdi sizi hiç anlamadıysam kendim hiç anlayamam.
Beni rencide eden şahsen. İslamiyet’i bu kadar kolay harcıyor olmamızdır. Tabii tabii. İster adımız ilahiyatçı olsun, ister de yani tuzmanı olsun, ister efendim tarihçi olsun çudur budur. Seküler ya da değil, edebiyatçı ya da değil, sanatçı ya da değil. Yani bu hepsini koyuyorum orta yere. Ama neyle kavga ettiğimizi.
Aslında ve niye daha üstün daha klas daha elit daha seçkin sayın. Yani sonuna kadar götürürüm gelmeleri. Bunu bir türlü anlamadık. Hani hümanizma hümanizma diye aptal aptal dolaşırız ortalıkta yıllardır. Kelimeyi bile ne demek olduğunu bilmeden hala bilmiyoruz ne olduğunu.
Ama hümanizma yani insancılık olarak bakarsam. İnsancılık, insancılık da değil, insancı olmak. İnsancı diye bakarsam. Yani kadim insancı İslamiyet’tir yahu. Ama tam imaj diyeceğim şimdi imaj şahında tam ters. Hristiyanlık çok aydınlık daha mutlu işte daha sevecen daha sevgilisi.
İslam’da daha cabbar ve daha karanlık bir din imajı. Eskiden de böyleydi bu yeni değil şimdiki çağ böyle. Ama yani bu hep böyle. Bakın şurada ben size yanımı da aldım getirdim. Şimdi 3 şey var Hristiyanlık’ta benim gördüğüm. Siz Hz. İhsan’ın istismar edilen en çok istismar edilen peygamber olduğunu söylüyorsunuz. Önce İbrahim’i peygamberler arasında en çok istismar edilen, istismar edilen, ihanet gören şeydir. Hz. İsa’dır. Neden? İlk ihanet Paulus’la başlar. Malum Tarsuslu Paulus. Demek ki kaç İsa’dan sonra 60 70 80 yılları. İsa’nın ölümünden sonra. Bu adam Nasıralı’dır malum. İsa Nasıralı’dır. Bir ailenin 4 çocuğundan bir tanesidir kardeşi vardır annesi vardır vesaire falan. Ve hemen yakın çevresinde zaten resul olarak tanınır. Şeydir çünkü kendi ortaya koyduğu bir takım kurallar vardır. İnsanlar ona uyar. Hatta bir küçük kilisesi. Sonuçta başına gelenleri biliyoruz falan. Ya şeyin bunu alıp. Paulus’un bu figürü alıp. Nasıl demiyor onu figürana alıp bu karakteri alıp. Allah’ın oğluna döndürmesi var. Allah’ın oğluna çevirir bunu. Ve bütün ailesinin ısrarına rağmen hayır diye deyip öle yapar. Şimdi neden? Diye de bakacaksınız olaya. Hristiyanlıktaki ilk istismar kırılmanın bu olduğunu söylüyor.
Çok ucuz bir kırılma olduğu kanısındayım. Önce bir şey söyleyeyim yani. Şunu hiç unutmayın. Kutsal kitap dediğiniz. 400’ü aşkın müellifi 1500 senede yazdı. 1500 sene süreyle yazdı. Hani bu şimdi yazmış. Bir derlemedir.
Ve bir yılın benzeri derlemenin içinde o dönemin konjunkturuna uygun olarak toplanan metinlerden oluşmuş. İznik konsülü bir antolojik çalışma o zaman. Aynen öyle. Bir antolojik çalışmadır. Üstelik de gayri ahlaki bir antolojik çalışmadır. Çünkü içeriye koyduğu kadarını da dışarıda bırakmıştır. Tabi yazmalarım falan filan. O arada yakılanlar edilenler gayret edilenler bir sürü.
Her neyse şimdi kutsal kitabın %40’ı derler aşağı yukarı. Paulus’un kendi kaleminden çıkmadır. Bir düşünün şimdi. Ve allar ve pullar ve allar ve pullar İsa’yı getirir şey yapar. Allah’ın oğlu yapar. Peki niye? Ne oluyor şimdi? Ne oluyorsa şu.
İsa’yı zaten bir resul vesaire kabul eden toplumlar var. Ama daha ileriye götüremiyor. Yani hıristiyanlığı kabul ettirmek zor. Kadim Arap ve grupları arasında. Monoteist çünkü.
Yani ne oluyor bunu yapamıyor. Kolay kolay. Gaudilere hiç şey yapamıyor. Dokunamıyor. Diğerlerine de dokunamıyor. Niye diğerlerine dokunamıyor? Çünkü İsa’ya yakıştırdığı bütün nitelikler. Mitolojiden alıyor. Yunan mitolojisinden alıyor.
Yunan mitolojisi nereden alıyor? O da daha önce Mısır’dan alıyor. Ates vesaire vesaire. Efendim insanlık uğruna ölen ve tekrar dirilen ve insanlığı kurtaran Tanrı. Dionysos. Çarap yüzün vesaire Tanrısı. Niye Tarsus vazgeçti mezopotamya da yürümekten Mısır’a gitmekten de Efez’e geldi?
Orada bir yol geçti. Arkasından Roma’ya gitti. Tam tersi bir yol. Tam tersi istikabete gidiyor. Daha kolaydı. Aşk hanım. Çünkü benzetiyorsunuz. Bütün dinler böyledir. Bir şey anlatırlarken benzettikleri eski dinden kalan bir şey varsa benzettikleri hemen benzetir. Öyle yürürler. İnsanoğlu biraz aşına aldığı şeyi daha kolay kabul ediyor. Tabii. Bir fasıldırı böyle getiriyor.
Bakıyorsunuz olmadık nitelikler yükleniyor. Nasıralı delikanlıya. Çocuklar dönmüş ki, yani yok öyle bir şey değil ama hepsi konuyor. Şey de kolay. Roma topraklarına geçiyorsunuz. O da daha kolay. Adı değişiyor sadece. Dionysos oluyor Bakos. Genelde aynı adam. Genelde aynı şey. Genelde oradan götürmeye.
Bakıyorsunuz. Böyle bir şey. Şimdi bu ilk şeydir. Bozulma ve kırılma. İlk büyük ihanettir. Bununla ilgili bu Çemberli Taş da çok tipik biliyorsunuz. Çemberli Taş’ın üstünde Konstantin heykeli var. Şehrin kurucusu. Fakat baktığınız zaman Konstantin, baktığınız zaman aynı zamanda İsa. Baktığı zaman aynı zamanda Apollo.
Üçünü de çağrıştırıyor. Tam sizin söylediğinizde örtüşüyor. Böyle olmalı. Böyle olmak zorunda. Eğer bu yola sokuyoruz. Çünkü değişen yerinde ise bir adam, romancı gibi bir adam yaratıyorsunuz. Bir şey yap yapıyorsunuz. Fakat tabii yeterince, yeterince hakim olamıyorsunuz dünyaya da. Böyle de bir tarafı var için.
Çünkü kitap dediğim gibi 40 meclif var. 1500 sayfa var. Bu 1500 sayfa benim içine başka şeyler de giriyor. Hikayeler de giriyor. Rüyalar giriyor. Tabii canım. Şimdi mesela ikinci kırılım, benim tespri ettiğim ikinci kırılım. Kaçkada zamanda ilahiyat okuyasaymışız. Süleyman’cığım. Siz bu tavsiye ediyorsunuz buradan. İlahiyat okuyun diyorsunuz zaten.
Ama adam gibi ilahiyat tabii. Okuyamazdık. Benim ilahiyatı hakikaten ülkelerine bilmem için hiç olmazsa şeyce bilmem lazımdı. Arapça bir şey değil ama hakikaten katince bilmek lazımdı. İğretince bilmek lazımdı. Eski Yunanc’a bilmek lazımdı. Çünkü bu metinler böyle yani söküp atacaksınız. Tabii bir ömür vermek lazım ama değermiş. Rahmetli iyi bilirdi.
Aytunç. Altındal. Gün geçtikçe de onun başına bir şey geldiğine inanmaya başladım. Çünkü hakikaten iyi bilirdi. Kim nerede falan. Neyse. Şimdi ikinci kırılma noktası. Şey. Papa’nın. Papa. Birinci haçlı seferleri. Şimdi şuradan bakın. Tarih 1070ler mi ne zaman? 1090. 1090-1095.
Şimdi size şurada şunu söyleyeceğim. Şimdi size şunu söyleyeceğim. Çünkü bir adamın bir İsa’nınki var konuştuğu bir de Papa’nınki var. Şimdi Papa’nınkini söyleyeyim size. Evet 1095’te bunun ünlü Clermont Nutku. Papa’nın. Papa’nın. İkinci Urban.
Ünlü Clermont Nutku. Avrupalı şövalyelere. Hadi kalkın yiğitler gidiyoruz yapıyor. Nereye gidiyorlarsa. Şimdi bakın. Çok da güzel bir metindir. Çevirince nasıl oluyor. Ey Frank ırkı. Kadın sevdiği ve seçtiği ırk. Kudüs sınırlarından ve Kostantinople’dan
çıkan müessif bir rapor. Kadı külliyen yabancı Melun bir ırkın. Biz Türkler oluyoruz malum. Melun ırkı. Evet yabancı Melun ırkın. Biz Türkler yani. Şiddette işgal ettikleri Hristiyan topraklarını yağma ve yangınlarla boşalttıkları. Haberi gelmiş. Ezir aldıkların bir kısmını kendi ülkelerine götürdüler. Neredeyse bizim ülkemizde düşünün diğerlerini korkunç işkencilerle öldürdüler. Pisliklerini bulaştırdıkları mihrapları hak ile eksan ettiler. Şimdilerde Yunan krallığını parçalıyorlar. İşgal ettikleri topraklar. Oysa işgal ettikleri topraklar. Bir ucundan diğer ucunu iki ayda bulamayacağınız kadar geniştir. Oysa sizin halen iskan ettiğiniz dört bir yanı bu dağlık toprak parçası büyük nüfusunuza dar gelmektedir. Sizi yaşatacak kadar ürünü bile zar zor veriyor. Bu nedendir ki birbirinizi öldürüyor ve yiyor bitiriyor ve savaş çıkarıyorsunuz. Ve çoğunuz iç savaşta da yok oluyor. Kudüs hepsinden daha verimli topraktır. Hazc-i cennetidir. O toprağı aylaksız ırktan geri alın kendinize bağlayın.
1095. Amin. Veled tayin amin. Şimdi bu ne dedik 1095. Şimdi bir küçük ara şunu koyayım. Bunu da okuyayım size. Bir de şimdi Theodor Roosevelt. Üçüncü kırılma. Yok bu da hala iki deyiz. İki deyiz. Çünkü İsa’yı okuyacağım size şimdi. Ama bu arada tabi devam ettiğini söyleyeceğim bunu.
Roosevelt ne diyor Müslümanların Hıristiyanlar karşısındaki zaferlerinin her zaman bela ile sonuçlandığı da görüldü. Türklerin ve Tatarların zaferlerinden mutlak kötülükten şiir evil diyor yani. Başka bir şey çıkmadı. Medenice peygı oluşturan insanların kızıl direlilere yaptıkları şeyler korkunç dahi olsa bu çatışmaların gayepleri bizler muazzam bir milletin istikbalindeki ihtişamının derin demellerine atıyoruz.
Maşallah değil mi şimdi? Bu da yaklaşık olarak 1800. 1800-1800 50-1819 arası yani bu 1900’lere gelmeden daha. Demek ötekili arasında 800 yıl var. Şimdi böyleyken Papa Efendi deminki büyük nur tüka atan. Papa Urban. Urban Efendi bunu atarken evdeki kitapta ne yazıyor halbuki?
Evdeki kitapta yazan şu. Hocam bir şey söyleyecekti galiba. Bunu dinleyelim. Şunu söylemek istiyorum bu 1095 tarihi. Şimdi bu tabi Roma ikiye ayrılınca malum bu Batı kilisesi ve Doğu kilisesi arasında da bir kan davası çıkıyor.
Çünkü Doğu kilisesi yani İstanbul’daki kilise iktidara yakın bir tür sezaropopizm ülkesi işliyor. Öteki tarafta bağımsız bir kurum. Şimdi kim kime tabi olacak filan bunun kavgası. Bu kan davası günümüze kadar neredeyse sürmüş biliyorsunuz. Şimdi bu 1080’li yıllarda galiba 1085 İstanbul’da bir kriz oluyor. Ve bizde de olmuştur ya Osmanlı’da böyle Baldırı çıplak, Başı kabak tayfesinin isyanı filan anlatılır. Öyle bir isyan. Kayıklara doluşuyorlar, bunlar gidip Balatayı basıyorlar. Ve oradaki Venedikli filan, Florensalı tüccarların varlıklarını talan ediyorlar. Kıyım da oluyor. Çünkü suçlu olarak onları görüyorlar. Hep böyle. Şimdi bu haber Papa’ya gelince Papa çok sinirleniyor, bunun itikamını almak istiyor. O ara başında bir başka bela daha var. Avrupa’daki şövalye fazlası. Bunu da atmak istiyordu. Şimdi o metni okurken, yani buralarda durmayın gidin oralara dönün. Başka soru. Tabii tabii.
Bu seferberliği yaptığı zaman işte 1204 İstanbul’u işgal ediyorlar, o Latin işgalinde İstanbul’un çektiği o korkunç kıyım, yıkım. Bir daha olmadı canım. Bir daha kimse yapmadı. Yani aslında birbirlerini yerken. Kendi aralarındaki. Yani amaç aslında çok belki Kudüs’e gitmek falan da değil. Şu İstanbul’u bir yağmalamak yani. Bir daha oraya gelsen o da yetecek yani doğru.
Ve oraya geliyor birinci dalga. Yani kendi kardeş kavgalarını da bir anlamda böyle kamufle ederek. Tabii gene Matadan. Ve İsa kalabalıkları görüp dağa çıktı. Ve oturunca Şakirtleri yanına geldiler ve ağzını açıp onları öğreterek dedik ki İsa şimdi. Göz yerine göz, diş yerine diş delildiğini işittiniz fakat ben size derim.
Düşmanlarınıza çok zayıflak bir şey yapmak, kötüye karşı koymak ve senin yanağına kim vurursa ona ötekini de çevir. Ve bir eğer mahkemeye seninle gidip gömleğini almak isterse ona abanı da bırak. Ve kim seni bir mil gitmeye zorlarsa onunla iki mil git. Senden dileğine ver, senden ödünç isteyenle yüz çevirme. Sen komşunu sevecek ve düşmanlarından nefret edeceksin. Düşmanlarınızı sevin ve size eza edenler için dua edin ki Göktar’da olan babamızın oğulları olasınız. Zira o güneşini kötülerin ve iyilerin üstüne de doğurur. Kötülerini ve iyilerini üzerlerine. Bu düşünceyi nasıl buluyorsunuz? Bu düşünceyi kendi içinde nasıl buluyorsunuz? Ne bağlamında? Yani biraz aşırı bir düşünce değil mi bu?
Tabii. Benim aklıma şey geldi, Aliye İzzet Begoğici geldi. O savaşın ki en kötü şartlar içinde söylediği bir söz. Düşmanınıza karşı savaşacaksınız ama ona bir borcunuz var. Adalettir. Adalettir, başka borç olmaz düşmanın. Bu ne kadar ölçülü bir düşünce değil mi? Tabii. Bu tarafa doğru uçmuşuz şimdi.
Zira o güneşini kötülerini ve iyilerini üzerine doğurur. Şimdi burada da haklı ama bak. Zira o güneşini kötülerini ve iyilerini üstüne doğurur. Doğurur çünkü umurunda değil yukarıdakinin. İsa adı şey bu yahu, hristiyan tanrısının ne işi var? İşte o doğuruyor, o sana doğuruyor, bana doğuruyor. Ne haliniz varsa görüyorsunuz anlamında. Öyle değil mi? Ve salih olanların da olmayanların üzerine yağmur yağdırır. Demin hep söylemeye çalıştırma, güvenilmez.
İnsanla kavga da güvenilmez. Ve yalnız kardeşlerinizi selamlarsanız fazla ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyorlar mı? Bundan dolayı semavi babanız kâmil olduğu gibi siz de kâmil olun. Hükmetmeyin ki küm olunmayasınız falan diye gidiyor. Şimdi elindeki kitap buyken bu ikinci şeydir. Kırılma, Papa’nın haçlı seferi 1095. Bu tabii içinde bir sürü var. Keşke el-Hayyatçı olsam da daha mevzul miktarda şeyle gelebilsem. Ama gelemiyorum. Ve üçüncüsü benim gördüğüm. Üçüncüsü Amerikan kökenli. Orada bir virül koyalım. Ne olduğunu söyleyelim. Bir sonraki programda konuşmaya devam edelim. Süremiz bitti. Üçüncü kırılmanın başlığını verelim. Onu nasıl verelim?
İdmanlı Hristiyanlık diye verelim. Adaleli Hristiyanlık. Maskeli Hristiyanlık. Hormonlu Hristiyanlık. Bu laf güzel. Hormonlu Hristiyanlık. Güçle beslenen bir Hristiyanlık. Şimdi son özet olarak söylüyorum. Hz. İsa’nın dünyada en çok istismar edilen peygamber olduğunu okuyacaksınız.
Hristiyanlığın geçirdiği üç önemli kırılmanın datayı anlamak açısından önemini işarete ediyorsunuz. Birinde Paulus’un Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu olarak tanımlaması var. İkincisinde Papa’nın Hacılı Seferi var. Kudüs’e yönlendirmesi var. Üçüncüsü de Theodor Roosevelt’in Amerika’nın İdmanlı Hristiyanlık veya Güç Hormonlu Hristiyanlık diye tanımladığınız şey.
Her halükarda Ayşe Hanım yani her halükarda Hristiyan pratikini çok iyi bilmemiz lazım bizim toplumumuzun. Bundan başa çıkacak isek. Çok iyi bilmemiz lazım. Başka türlüsünü düşünemiyorum. Başka türlüsünü düşünemiyorum. Ve bunu da yapabilmek için bütün meselelerimizle ortaya çıkmamız lazım bizim.
Yani Kültür Bakanlığı Kültür Bakanlığı ne bilip insanın başına her bir şeyin geldiği yere belki bir işaret koymalı gibi. Bu topraklardaki tarihleri. Bir işaret bak burada ne oldu diye. Tersi de bizim için yapması lazım. Bu bütün olursa ancak bir anlam ifade edecek. Ancak öyle baktırtacağız. Başka türlü merak da uyandıramayız.
Bir tarih de var. Fakat bizde de senin dinin sana, benim ayettir zaten bu da hani senin dinin sana, benim dinim bana, mantıda belki bu konulara Hristiyanlık vs. gibi konulara fazla ilgi göstermememize sebep oluyor diye düşündüm. Siz konuşurken. Haklısınız ama benim dinimi bilmiyor. Bir. Karşı taraf hiç bilmiyor. Yani benim dinim diyorsa birisi sizlerle değil. Hangisimiş senin dinin gel bir anlat bakalım demeniz lazım.
Bir mutlaka bir arka plana bakmamız lazım. Benim dinim bana diye bir şey yok. Yani anlatır. Getirilen nokta korkunç. Getirilen noktada Hristiyanlık ve İslamiyet arasındaki farkı biz görmez olduk. Orada şöyle bir şey de var. Yani bu çok önemli bu teolojik arka plan orada yatan kodlar. Şöyle de bir zihin yanılsaması yaşıyoruz. Bunlar bir zamanlar Batı’da böyleydi ama işte bunlar artık modernleştiler. Halbuki o modernlik dediğimiz şey o kodların yeniden tarifi ve bunun üzerine sadece teoloji değil koca bir bilimsel sosyal bilimsel dünya kuruluyor. Ekonomi. Ekonomi teknoloji. Ekonomi ne istiyorsunuz? Bu teolojik arasındaki farkı o kodların orada neye dönüştüğünü bilmeden mutlak yol göstericiler gibi o kavramlara sarılıyor. Bir tür başka teoloji doğuyor orada. Çartlık bir başka teoloji. Akademik bir teoloji doğuyor yani. Halbuki onların sorgulamasından geçiyor ve onun için bu arka planlara dönmekte fayda var. Mutlaka bilmemiz gerekir. Bir zihin detoksu yaptık yine yapıyoruz. İnşallah.
Gözleriniz faltaşı gibi açık zihniniz kılıç gibi keskin olsun diyelim bu programın nasihatını ne olarak belirleyelim hocam? Zaten bu yeter. Gözleriniz faltaşı gibi açık zihniniz kılıç gibi keskin olsun. Küsmeyin diyoruz. Öğrenme ev ödevinizi yapın. Yapın ev ödevinizi görün. Öğrenmesine görün Süryaniler niye bize kızıyor? Müslüman olmayan yani Hristiyan olmayan Türklere niye kızıyor Süryaniler?
Niye kızdıklarını bir olma gayret etsek bileceğiz. Bir dahaki sefere. Çünkü orada es-seviye ayrımını koyuyorsunuz ortaya Hristiyanlık ve İseviye. Monofisist. Arabiyeler falan da es-seviye ayrımını koyuyorsunuz. Bir sonraki programa burada bir virgül koyuyoruz.
Hoşçakalın.
İlk Yorumu Siz Yapın