"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | Amerikan Zihniyeti | 23. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | Amerikan Zihniyeti | 23. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=DJLuOYVrME4.

Merhabalar, İhmal Edilebilir Nasihatlerde Alev Alatlı ve Süleyman Seyfi Öğün Hocamla birlikteyiz. İkinize hoş geldiniz mi diyorum artık, biz size mi hoş geldik? Hani nasıl böyle, biz bütün bir sütüdi olarak Alev Hanım’ın evine kurulmuş vaziyetteyiz, böyle bir kalabalık.
Her seferinde hocam bizi ağırlıyor sağ olsun. Bugün efendim bir sürprizimiz var, bu sürprizimizi siz söyleyin isterseniz. Şimdiye kadar sözünü ettiğimiz nasihat namelerin ilk iki cildi çıktı. Ve artık izleyicilerimiz bunu kitap olarak da görebilirler. Fesuphanallah ile başladı bildiğim kadarıyla. Niye Fesuphanallah ilk cildin?
Hocam biliyor kitapları da bu şimdilik 11 ciltlik bir seri aslında nasihatname. Yaşamamın kefaleti diyelim. Ömrümün. Türkiye’ye ödeme gayreti. Ne biliyorsam, ne tecrübe ettiysem şaykırı bu dünyayla ilgili veya bugüne kadar kestiğim ahkam,
isterdiğim hükümler öyle yani nasihatlar vesaire, nasihatımsız şeyler. Bunların niye olduğunu söylüyor bu şey. Bunu yapmaya çalıştım bu 11 cilte. Ve tabi Amerika ile başladı. Domine eden o Amerika, Anglo Saxon bütün bir ekip. Ve dünya bu hale nasıl geldi onu anlatmaya çalışıyorum.
Dünya bu hale nasıl geldi deyince tabi son 20 asırla falan oynamak gerekiyor. Ben de son yıl falan son 5 yıl 10 yıl falan diyeceksiniz zannetmiştim. 20 asır diyorsunuz. 20 asır tabi. Şöyle söylersem hemen anlarsınız yani Avrupa’yı bilmeden Amerika’yı bilmek mümkün değil. Şeyi bilmezseniz, Roma’yı bilmezseniz Avrupa’yı bilemiyorsunuz.
Dün alabildiyseniz onu bilemiyorsunuz falan falan. Ve dolayısıyla mecburen bir 20 asırla oynamak gerekli. İsa’dan sonraki tarihi diyelim. Öyle hatta öncesine de çok korkutucu gibi geliyor. Bu insanların romanı desem ne dersiniz? Şey değil ders kitabı değil. Çok kolay okunabilen de bir formatta yazıldı.
Yani Ali abla sağ olsun daha kitap baskıya verilmeden önce birinci cildin ve ikinci cildin metinlerini lütfedip bana vermişti. Estağfurullah. Ben birinci cildi okudum. Henüz ikinci cildi okumadım. Siz fesupanallah’tasınız. Evet fesupanallah okudum. Dolayısıyla söyleyebileceklerim genel anlamda onunla ilgildir. Şimdi bir kere bir piramiter yapı var bu kitapta.
Yani eğer siz çok üst noktaya yani bütün kenarların birleştiği noktaya dikkat ederseniz, evet Amerika’yı anlatıyor ağırlıklı olarak. Ama aşağıda katmanlar var. Yani çok daha tarihsel arka planlara bizi götürüyor, bağlıyor. Şimdi bu esasında bu kitabın önemi şu.
Amerika kadar çok fazla bildiğimiz ama Amerika kadar hiç bilmediğimiz bir şey yok bu dünyada. Amerika içimizde, her yerde. Tükettiğimiz şeylerde, seyrettiğimiz filmlerde Amerika’yı konuşuyoruz, Amerikan başkanların isimlerinden bahsediyoruz, işte Amerika’nın ne bileyim yıldızlarını biliyoruz vs. Aslında Amerika’yı bilmiyoruz.
Bu muaf bir şey. Bu kitapta Amerikalı kimdir? Amerikan zihniyeti nasıl bir zihniyettir? Amerikalılar kimlerdir? Nasıl düşünürler? Tabii oradan onu çıkarabiliyoruz. Yani aşağı yukarı nasıl akıl yürütürler? Bunu çıkarsamak mümkün. Ama daha çok o zihniyet formasyonu üzerinde duruyor. Bunun çok teolojik arka planı var. Dokter Nair teolojik arka planı var.
Bunları açımlıyor katman katman. Burada bir parantez açmak istiyorum. Biz Amerika deyince aslında işin oradaki dini akımları, dini tabloyu diyelim çok da bilmiyoruz. Bilmiyoruz yani. Buna dahi hiçbir fikrim yok. Tabii tabii. Amerika deyince daha tüketim kapitalizmi, plan, şirketler filan. Amerikanın mafyasını biliyoruz. Falan mafyasını biliyoruz. Onda ne kadar biliyoruz? Yani Martin Scorsese bize ne kadar anlattıysa o kadar biliyoruz. Halbuki bunun arkasında çok katmanlı şeyler. Mafya deyip de geçmeyin yani.
Bunun da arkasında çok acayip şeyler var. Yani önemli olan o katmanları ortaya çıkarmak bir tür Amerika’nın arkeolojisi, geneolojisi diyebileceğim bir şey yapılıyor bu kitapta. Şimdi buna soyunan çok Türkiye’de. Yani özellikle bu komplo teorileri işte evanjelikler bilmem. Sorsanız evanjelik kim bilmiyor.
Ve Rothschild ailesi diyor ama kim bunlar bildiği yok. Yarım emalak bilgiler filan. Bu öyle bir şey değil. Generik bilgiler diyelim. Generik bilgiler. Bu öyle değil. Yani alıyor işte diyelim ki bir vasf nasıl bir şeydir. İşte Amerika’yı kuran zihniyet diyelim ki o baronlar dünyası nedir? Bunlar nereden geldiler? Neleri getirdiler gelirken Amerika’ya? Orada getirdikleri şeyi yeni kıtadan yeniden nasıl ürettiler? Bütün bunları buluyor. Yani bir tür bir zihniyet tarihi okuması bilmem doğru mu söylüyorum ama şeye dönük. Daha çok böyle kılcal damarlara girerek yapılmış bir şey. Hani okuma kolaylığı da bir anlamda o. Yani siz kılcal damarlardan yola çıktığınız zaman daha hayata dönük şeyler görüyorsunuz.
Kan dolaşımı Amerika’nın içerisinde Amerika’nın kafasını, Amerika’nın aklını daha iyi okutuyor. Okuyucuya da müthiş bir keşfetme zevki açılıyor. Bu dünyayı her şeyle, müziğiyle, inceliğiyle, kiliseleriyle, sineması ile, aile meselesiyle, doğumuyla her şeyle birden ele alıyor.
Mesela Sokrat ve kaliteli Dör meselesi, özenik cemiyetlerinden bugüne bir sürü. Bunların hepsini böyle bir arada işliyor. Şey oluyor Ayşe Hanım yani… Bu Amerika’da bir tıfılı da biraz hocam. Bu Amerika’da Beautiful bunların çok meşhur şarkısıdır malum. İşte Amerika Amerika God Save You falan hep dinlenmiş. Amerika’da Beautiful. Şimdi Amerika’da, Amerika yazdığınız zaman yani hocamın söylediği gibi yazdığınız zaman
yani Beautiful lafını duyuyorsunuz, duyuyorsunuz. Fesuphanallah bu mu Beautiful diyorsunuz. Onun için adı Fesuphanallah. İkinci cilt de öyle. Burada da Olu Amerikan Hemen. Olu Amerikan Hemen, Hafazan Allah. Bu çok önemsel bir kavram hocam. Yani güçlü John Wayne, şey gibi Robocop bilmem ne işte, Superman gibi tiplerin nasıl bulaştı Amerika’ya?
Nereden çıktı? Ve ne kadar inanıyorlar anlattığım bir şey. Hafazan Allah dememin nedeni de odur. Yani Amerikan Deniz piyadeleri, seyirler falan. Hafazan Allah. Efendim şu güneydoğuda olan biten malum bu sevdeki Irak’ta savaşan tipoloji. Yani paralı askerler. Paralı askerler tabi. Bir arka planı var ve bu arka planın içinde ooo din var, erkeklik kavramı var vs. vs. Ve üçüncü cilt de onu görüyorsunuz. Şiddet bir erkeklik aynidir. Bu Theodore Roosevelt’ın lafı. Şimdi nasıl oluyor da erkeklik dediğimiz şey bir şiddet ritüeline dönüşüyor ve kabul görüyor.
Şimdi bunları çok önemsiyorum çünkü biz malum Kurtlar Vadisi’nde bile aman bu ne iştir filan diyerekten Bu ne şiddeti empozesidir. Şiddeti empozesidir diyerekten midesi bulandığını iddiayla şeyiz. Ulusuz ve bizim ince yürekli entelektüellerimiz tarafından hep itinmiştir şey. F.E.F. F.A.F. F.E.F. Şimdi o kadar naif kalıyoruz ki.
Bu sahici Hemenlerin yanında ve bu görülsün istiyorum çok Türkler tarafından. Yani Hemen orada ve bir başka kalkıp lafı söyleyebiliyor. Üçüncü cildin başında Theodore Roosevelt, Ayşe Hanım herhalde şey. Yani Amerikan tarihinin tabi daha önce da kötüler de vardı işte Thomas Jefferson filan gibi ama bu adam çok zeki.
Çok çok zeki çok çok şeytan bir zeka. Tabii çok zeki söylediği şu var der ki beyaz adam olarak dünyaya hakim olacaksak ki olmalıyız. Çünkü bizden başka bu dünyada taş üstüne taş koyan kimse yok. En vahşi ve yabani taraflarımızı idame ettirmeye mecburuz. En vahşi tarafı evet. Kan dökmekten korkmayacağız. Adam doğramaktan korkmayacağız. Bunu yapamazsak uydu da atamayacağız gökyüzüne gibi. Nasıl diabolik şeytani bir şeydir düşünün. Ürpertiyor. Ürpertiyor ama tanımamız lazım. Ama bunları şey yapıyorlar değil mi? Hani sizin burada yapmak istediğiniz şey öyle güzellemelerle bunlar bize anlatıyor ki. Tabii tabii. Öyle bir estetizasyon ve normalleştirme var ki. Tabii tabii. Yani vahşi batı lafı çok sevimli değil. Böyle bir macera heyecan var. Vahşi diyor ki öyle. Ve vahşet var. Binlerce şey öldürüyorsunuz. O zaman şöyle bir şey de çıkıyor. Yani Amerikan üst kültürüyle alt kültür arasında bir fark yok. Elbette yok çünkü hani güzelleme diyorsunuz. O güzelleme bizi değil kendisine yapıyor o güzelleme. Esas mesela orada kendine yapıyor o güzel. Kendini hakikaten öyle zannediyor Ayşe Hanım. Bu değişik bir şeydir. Kapitalizmin oluşma sürecini anlatırken iki şeyden söz edersiniz Amerikalılar için. Bir Kızıldere’leri öldürür. Toprağını alır. Bir köle getirir. O toprağı işletir üretir. İkisi de vahşi. Aslında bu kısmına hiç kapitalizmini bu servet birikiminin bu kısmına hiç de bakmıyoruz. Yani biz hep şuna üzülürüz. Türkiye’de işte servet birikimini oluşturamadık. İşte batı oluşturduğu filan işte o güzelleme dediği odur. Toprağı şeyden alıyorsunuz Kızıldere’den. Peki 100 bin köle getirirseniz diyorum 100 bin üretirseniz. 200 bin getirirseniz 200 bin üretirseniz. Ve şey açık. Alan açık. Alan açık hiçbir şeye 5 kuruş ödemiyorsunuz. Böyle bir ekonomik maliyet dostlar başına değil.
Hakikaten sıfır maliyet. Tabii işte zaten herhalde Amerika Almanya şey Avrupa farkı da o. Yani mesela Karl Marx ücretli emek diyor. Yani tamam minimumdur. Belki ancak karnını doyuracak kadar bir şeydir. Ama bir şeydir orada sıfır. Sıfır maliyet. Maliyet sıfır. Getiriyorsunuz ve bununla ne kadar çok getirirseniz işte o kadar çok büyütüyorsunuz.
Tabi o büyük işte gemilerde ve insanların çok kötü koşullarda getirildiği dönemler. Yani dönemler dediğiniz zaman bile içim sızlıyor. Çocuklar köleler hiçbir şekilde bitmiyor. Bu böyle şeyler konuşuldu da daha önce yaptığımız programlarda demem şöyle itirazlar geliyordu. İzleyicilerden de işte insan hakların en geliştiği yer orası.
İşte bireyin insanın en kıymetli yer olduğu yer orası siz hani bunu görmezden gelip nasıl böyle bir sağ ileri sürüyorsunuz? Ben onlar adına. Peki şimdi ben size bir şey söyleyeyim. Burada da var. Seneler seneler evvel. Peneskop. Kızıl derileri ki bunlar Amerika’nın New England bölgesindedir.
Yani kuzey doğu bölgesinde bir rezervasyon da yetiştiren insanlar bunlarla çok uzun ahbaplıklarım oldu. Bir bu medeniyet ki bu başını çekenler, şekli sokanlar Amerikalılar hiç kaçış yok. Yani Andros Akson’dur. Ama Amerikanın emeğinden tırnak içinde olmasa Andros Aksonlar tek başına bir iş yapamazlar. Belli ki büyük toprak lazım falan. Peki ve kimse kendini kandırmasın. Bu gezegen hızla çölleşiyor. Yok olup taşlaşıyor. Bu bu gezegen yok oluyor ve bu adamlar bize göçebe falan filan derlerken bahşiş ve bırakıp evet onu derken yolup yolup bir gezegeni. Ondan sonra hesabını yapıyor. Ayamı giderim, Mars’a mı giderim, nereye giderim? Bu en sefil göçebeden daha sefil bir talımdır.
Bunu görmek lazım. Kızılderiliği o aileyle diyelim ilişkiniz devam etti mi daha sonraki süreçte? Etti. Bu benim işte Dartmouth’tayken yani güneyde Master’mı yaptım ben sonra işte kuzeye geçtim. İşte orada herhalde ben düşünmesini bilmiyorum filan diye şey öğrenmeye başladım.
Pazifeye girdiğim yıllar bunlar dolanıyorum. Bu arada da bir yerde ders vermeye başladım. Kenan College diye bir yerde. Gidiyorum geliyorum bir gün Kenan College’de bir şey gördüm. O okulun küçük bir okulu, okulun kütüphanesinin bir de yanında konferans salonunda gibi bir yer var. Orada bir ekip gördüm. Yani sanki bizim görüklere getirdin oraya koydun gibi falan. O kadar benziyor.
O kadar benziyor yüzler benziyor. Ya ne oluyor burada falan? Elmacık kemikler çıkıyor. Tabii tabii. Yani konuştuk şey dahil canım. Şunu benim kız torunum bana yapmıştır. Bunları ilk onlarda gördüm ben. Evet. Ateba diye bir arkadaşım oldu bir hanım. Bir de onun kayınvalidesi var. Bana çoktav. Şimdi şurada Trail of Tears var. Üçüncü çoktavların sürüldüğü, Misisipe’ye sürüldüğü şeydir bu. Trail. Trail’dir Fatihah. Yoldur. Kadın çoktav olunca ben bütün ilgilendim anlamaya çalışıyorum. Nedir ne değildir falan. Çok taketum insanlar. Bize benziyorlar o bakıma. Yani hakikaten Kızılderili gibi duruyor. Hani vardır ya böyle bir durur. Mağrur. Mağrur ve şey derler ya işte büyük baba falan hakikaten duruyor yani. Ama tabii Türk olduğum için herhalde ben ona alışığım o duruşa. Kaçırmıyor insan. En azından beni kaçıran bir duruş değil. Biz bir ay sonra git gel falan. Ne yapıyorsun dedi kadın burada işte.
Yani okuma geldim işte şöyle böyle falan. E niye falan dedi. Dedim vallahi işte döneceğim otu çıkışlayayım hemen. Geri döneceğim otu’da hocalık yapmak istiyorum ve şey istiyorum. Biz çok yabancı hocayı gördük artık biz devralalım. Biz bu zamanımız geldi. Böyle bir baya bir vatan bildi. Sakarya nutku attım.
Çekilin çeğe kadıncağızı. Ne dedi falan. Ne dedi biliyor musunuz dedi ki bak. Nasıl gidiyor dersler dedi. Dedim vallahi işte. Bak kızım dedi Amerika’da dedi başarılı olabilmek için. Amerika’nın iğrenç tarihiyle. Mutabık olman gerekir. Bunu tabakada sağlayamazsan durma buralarda dedi.
Bu hayatımın dersidir. Ben adam. Niye olduğunu ondan sonra görmeye başladım. Ve hakikaten ne kadar farklı bir kültür olduğunu görmeye başladım. Ve bu tekumse olsun işte diğer kızılderili reisleri olsun. Ondan sonra işte onların hayatlarını ile falan çok ilgilendim. İşte burada görürsünüz okudunuz da tekumsenin filan bir vasiyeti vardır. Müslüman zannedersiniz hocam. Evet evet. Müslüman dersiniz yani insan o zaman şey anlıyor. Niye İslamiyet’ten peygamberler hep gelmiştir. Tekumse orada. Şimdi öyle bir noktaya geldim ki buna kime söylesem inanmayacak. Ama tekumsenin yazısı burada. Okuyun da görün ne demek istediğimi. Çok ilginç herhalde bu daha Latin Amerika diyeceğimiz yani Güney Amerika’daki yerli kültürleri. Tabii. Onları hiç bilmiyoruz. Orada neler yaşandığını hiç bilmiyoruz. Muazzam korkunç şeyler ama bir de kültürel olarak bir İtalyan kız sevgilisiyle karşılaşıyorlar filan. Kafede oturuyorlar heyecanlı yeni öğrendiği bir hikayeyi anlatıyor. Biliyor musun diyor. Bu Latin Amerika’da diyor. Bir diyor Avrupalı gezginci grup diyor. Yerlilerin desteğinde uzun bir yürüyüşe çıkmışlar. E diyor adam. Çok hızlı yürümek zorundalar. Ulaşmak istedikleri yere varabilmek için. Fakat işin tuhafı böyle belli bir süre yürüdükten sonra bu yerli grubun lideri duruyormuş. Onunla birlikte diğerleri de duruyormuş. Tabii bu Avrupalılar şaşırıyor. Bunlar niye duruyor dağın başında filan.
Bu sık sık tekrarlanınca sorun şu adam. Ya niye duruyorsunuz? Reis’in verdiği cevap çok ilginç. Diyor ki o kadar hızlı yürüdük ki ruhumuz geride kaldı. Onu bekliyoruz. Şimdi bu çok hoş bir hikaye. Mesela bizim Sufi kültürde tasavvü kültüründe de buna benzer. Neler var yani ne kadar aslında benziyor birbirine değil mi yani baktığınız zaman. Tabii içinde birlikte olduğunuz zaman onur kavramları. Evet. Onur şey. Fatih Uslayel diye bir profesör var huruflilik üzerine çalışmış Sorbonne’da. Konuğum olmuştu televizyonda. Onun yeni dinlediğim için söylüyorum. Söylediğim şey Latin Amerika’ya çok düşkün. Latin Amerika kültürüne. Hatta şey diyor ölürsem benim toprağım bir Türk mütehessinde toprağınız nereden alındıysa.
Hani orası sizi çek herhalde benim toprağım Latin Amerika’dan alındı diyecek kadar hani orasına böyle çok yakın Türkleri çok benzetiyorum. Diyor Latin Amerikalıları. Öyledir. Yani bizden biraz daha sıcak belki yani biz biraz daha o kadar sıcak değiliz. Ama o bile değil yani gece kondularımız benziyor. Aile ilişkileri benziyor.
Bunalımlarıyla sorunlarıyla işte ne bileyim o görüntüdeki erkek kültürü baskınlığı ki biraz sorumludur. Türk’ü görüntüde. Görüntüdedir aslı yoktur. O benziyor yani sertliğimiz benziyor. Mesela bir meseleyi hallederken hemen en keskin yollara girmemiz falan. Yani o kadar çok benziyor ki. Yani ama bunlar. Üst üste koyun yalnız.
Latin Amerika feminindir. Kuzey Amerika ile kıyasladığınızda. Tabii tabii. Yani erkeklik. Düşündüğümüz en alçak haliyle yani en aşağılık haliyle. Kuzey’in işidir. Tabii. Bu arada izleyicilerimize söyleyelim kitabın içinde bir akış var. Ama bu akışın içinde bir de necefli maşrafalarınız var. Evet. Ve pencereleriniz var. Necefli maşrafa nedir? Pencere nedir? Onu da izleyicilerimize koyalım.
Hatta yani bizim yaşımızda olanlar hatırlayabilir ama gençler necefli maşrafayı bilmeyebilir. Çünkü TRT bir tek TRT yayını vardı o zaman bozulduğu anda hemen bir maşrafa hemen çıkar. Bir beklerdik yayının geri gelmesini. Burada ne işi var bu necefli maşrafanın? Şimdi tabii siz şahitsiniz. Hocam da şahit bu. Ben çok uzun yıllar bu nasihatnameyle uğraşıyorum. Şey içinde içerik için değil. Bicim bulmak için çok uğraştım. Bu bir tarih kitabı değil bir şey değil. Akademik bir şey değil. Ama bir hadise olduğu zaman o hadisede mesela şu anda şurada oturuyoruz. Şu halimizdeki faktörler dışarıdan gelen müziğin sesinden tutun. Şu önümdeki bardağındaki suya kadar bir sürü hadise var. Onlar bir araya geldiği zaman bir olay ortaya çıkıyor.
Bunları doğru dürüst bir araya getirmezseniz o zaman içselleştiremiyorsunuz olayın ne olduğunu. Kuru bir tarih. Tek bir sebebe bağlayamazsınız. Bağlarsanız şahit o bilin ki o yanlış. Siz bunu çok İmre Kadızade’nin son savunmasını da altını çizdiğiniz bir şey. Türkiye’nin o kaos ortamına sürüklenmesinde bir… Birden fazla. Bir birden çok sebep var ama sebeplerden birisi de her meselede tek bir sebep arayışı olduğunu söylüyorsunuz. Tabii ki. Şimdi onu tersine çevirmeye çalıştım. Şimdi o birden fazla her bir açtığım pencere o olayın bir tarafı. Yani şimdi 1620’de ilk Amerikan gemisi efendim şeye çıktı. Peki o gemi kimin gemisi? Şimdi bir kere oradan başlıyor. Şimdi mesela ilk gelen gemideki adamlardan bir tanesi Katolik olduğu için İngiltere’den kaçan bir adam. Gelin görün o adamın babası da idam edilmiş bir adam.
Neden? Çünkü Guy Fawkes’e yardım etmiş. Guy Fawkes kim? O acayip maskeleri Gezi’de takıyordu işte o adam. Benim gibi yetişmiş biriyseniz mesela Gezi’de ben o maskeleri görünce ağlamaklı oldum. Çünkü o maske bana bütün bu hikayeyi anlatıyor. Ta geriye kadar anlatıyor. Ve diyorsunuz şimdi bu ne? Yani Guy Fawkes burada bunun maskesi bu.
Peki şimdi bu maske dönüp dolaşıp Ümraniyeli çocuğun üstü çeyizinden ne arıyor? Ne zaman bir kalıp buldunuz? Kim yaptı ve niye yaptı? Hangi devamlılıkla? Şimdi bu mümkün değil yani bir kalıp. Şimdi bilirsiniz plastik şey kolay dökülmez bu kalıb ister. Bu kalıp nereden geldi? Önce bir film mi çıktı zaten? Film de başladı.
Şimdi tabi de yani akışa bakar mısınız? Nereden geliyor ve ne alakası var? Guy Fawkes denen adam protestanlardan kurtulmak için bir katoliktir. Buna kadar da haklıydı çünkü çok kötü kesiyorlardı falan. O katliamdan kaçan adam gebi de. Bir özgürlük savaşçısı. Hayır özgürlük savaşçısı. Guy Fawkes diye böyle sunuyor. Şimdi sembolize edilen sunulan haliyle demek istiyor. Tabii özgürlük savaşçısı dediğiniz Papa için savaşıyor. Bu nasıl özgürlükse kilise gelsin istiyor. Özgürlük savaşçısı falan değil. Ha şudur o kadar zulmediyorlardaki katoliklere protestanlar kim olsa cin tepeze çıkıp kraldan kurtulmaya kalkabilirdi. Bu ayrı bir şey. Benceleyin okuma yapan birisiniz içinize oturuyor bu. Ondan sonra bakmaya başlıyorsunuz bu nereden geliyor diye. Şerik bu maskeye gelme nedeni. İşte bin altı yosu yirmide. Dediğim gibi ilk çıkanların arasında bu adamcağız da vardır dedesi idamlık olmuş işte kardeşliğe. Amerika’ya gidenler. Amerika’ya gidenler şimdi. Ama adam soylu kendi şatası var falan filan. Şimdi o resmi çekmek zorundasınız. Yani oraya giren insanların hepsi çapulcu değil. Aralarında mesela John Smith diye bir başka adam vardır. İstanbul Hüseyin’in her şey var mesela böyle bir başlık. Böyle resimlerin her birine ben pencere diyorum. Yani o pencereyi açın şuradan bakın kapatın. Peki bu adamı öldüren yani idam edenlerin penceresinden de bir daha bakın olaya gibi pencere pencere.
Fakat bu arada tamamen alakasız gibi duran başka malumat var. Araya sokmaya çalıştım. İşte ona da Necefli Manşrap’a diyorum. O alakasız gibi duranın alakası ne? Diyeyim ki bütün bunlar böyle olurken efendim Güney Londra’da veba salgını var. O arada da yorumlarım kaç bin kişi gidiyor. Şimdi biri burada kızıl derleri kesiyor. Ötekisi buradan bu parayı kazanıyor. Şimdi veba salgını Necefli Manşrap’a.
Ama bir nüfus nazar istiyorsanız o yıllara bakmak için Avrupa için ki benim hep yapmak istediğimi olmuştur. Şöyle baktığım zaman onu görmek istiyorum burada. Şimdi bunu gördüğüm zaman ikinci bir Necefli Manşrap’a yapıyorum. Bu veba salgının da İngiliz çocuklarının sokakta oynadıkları bir oyun vardır. Böyle el ele tutuşup dönerler.
Rüzgarlar, kutu çizme çizme. Zıplıyoruz zıplıyoruz ve biz de ölüyoruz. Sonra düşüp ölüyoruz diye. Şimdi böyle bir oyun bu. Hala gelir. Kuru bir zihniyet tarihi falan değil tabii. Yani bunu kılcal damar benzetmesiyle anlattım. Bunların nasıl dallandığı, budaklandığı. Burada semboller de anlatılıyor. Yani mesela bu maske örneği bir sembollür. Dahası şu Amerika’yı kendi içinde okuma da değil. Hayırdır? Yani bunu mesela sinkronik bir şekilde aynı anda veya ondan 100 sene sonra veya 200 sene sonra. Bugün bazen. Bazen bugün o damarlar nereye ne taşıdı dünyada. Yani kılcal damarların da kılcal damarlarına doğru gidiyor. Yani dolayısıyla Türkiye’de olup biten bir şey. Mesela benim hatırladığım o iştah örneği var kitapta. Evet evet iştah şey. Yani nasıl oluyor? Kadın kadın gencisi. Amerika’da bir iştah derneği kuruluyor. Sonra çıkarttığı magazinler var. Sonra bizim burada Diyarbakır’da da bir tane kuruluyor. Yüzyıllar sonra. Ve bunların arasındaki benzerliği.
Bakıyorsunuz. Acayip ondan sonra. Hakikaten bakışla ilgili çok. Ondan sonra bir bakıyorsunuz daha geçenlerde gördüm. İzola aşiretinden iki grup birbirine girdi. Niye kadar ölü falan dergiyi çıkaran izola aşireti. Aynı zamanda. Gelini adı iştah ve diyor ki işte iştah kadınların özgürlüğü vesaire falan.
Şimdi tekrar Türkiye düşünüyorsunuz. Biz Müslüman değil miydik? Adi canımız nerede işler nerede o nereden geliyor. Böyle düşünmeye başladığınız zaman o kılcağı damarın ucunu görmeye başlıyorsunuz. Bu tabi. Artık bizde rutine giren kutlanan günler içinde belki geçerli işte kadınlar günü anneler günü işte. O kadar sembolik değil hayatımızın içinde bir şey oluşturuyor ki.
Dediğiniz doğru yani şimdi o kadar olağanlaşmış ki bunlar. Hani bu şey Fransızlar kullanıyor ya banal. Yani banal kötü düşük kalite falan değil sadece banal. Aynı zamanda çok olağanlaştırdığımız günlük hayatımıza yaydığımız her şey. Onun içerisinde aslında biz o kadar Amerikanizya bir hayat sürüyoruz ki farkında değiliz ama. Yani zannediyoruz ki bu işte insanlık havuzundan bize damladı geldi. Veya iyi bir şey nesi var falan gibi bir anlamda bunlara soğuk duş etkisi de yaratıyor. Kitaptaki şeyler bağlantılar yani biraz soğuk duş yemeği gözü alacak. Şimdi söylemeye çalışıyorum.
Günüye giren 1606 6 da 7 de 22 de geldim. 1606 veya 7’dir onlar virjineye gelirler güney. Ama 10 sene kadar sonra da kuzeye giderler. Bir başka grup gider fakat her iki tarafı da gelenlerin içinde asiller var. Anlamamız gereken şeyler var Oxford aşağı Oxford yukarı Oxford ingiliz bütün çocuklar elinde Oxford ingiliz.
Oxford Bingilik Okul ve Enderun gibidir. Hristiyan şeyi yırtıştırır. Hristiyanlığın bir fotozit kemik. Sembolik şeyleri de aynıları da var. Tabii canım yani bu böyle bir döngü. Dünya böyle bir yer yani ben geldim gidiyorum 21. yüzyıl. Eğer bildiğimi bırakabilirsem Ayşe Hanım geri belki diye umuyorum.
Benden gençler veya işte Allah uzun ömür versin başımızdan eksik etmesin. Sağ olun ama yani bir avansla girin istiyorum. Bu bilgilerle girin yani avans avans bu bilgiler avans. Çünkü şunu toplamak için benim yaşıma gelmiş olmak lazım veya böyle bir tuhaf eğitimden geçmiş olmak veya böyle bir tuhaf yapı. E bende var. Benim de ne gelirse üstüne ek gelsin.
Çok büyük bir fırsat kaçtı. Düşünün ki gerliler hakikaten çiçek gibi bakmışlardı Amerika’ya. Yani orada 20 30 40 50 bin yıldır yaşayan insanlar çiçek gibiydi o güzelim kıtalar. Ve dünyanın son kışlaklarıydı onlar. Getirmiyorsunuz bir nifak yuvası haline getirdiniz. Ve şu gelen noktaya bakın.
Genesuami buzul git. Mesela bu federalistlerin falan iyi anlaşılması lazım bence bu. Kurucu babalar falan veya Amerika’nın liberal değerleri falan gibi. Bunların peşine çok kolay takılıyoruz. Ezberlerle ve derinliksiz şeylerle. Yani Amerika’yı kuran hiçbir şekilde liberalizm falan değildi. Amerika trösttür.
Yani şeyin sözü galiba rekabet günahtır. Evet burada da var. Rakıfelerin rekabeti istemiyor. Muazzam bir güç temerküsü her manada. Yani şimdi bunları iyi bilmek lazım. Bu federalistler kimlerdi tek tek işte Benjamin Franklin kimdi. Edison kimdi. Bu Gilded Era dedikleri dönemde Amerika’da olup bitenlerin maliyetleri nelerdi. Hep böyle çok yüzeyel şeyleri, damı tıbbi şeyleri toplayıp mutlak ve en sağlam hakikatler gibi görüp bir nirengi noktası alma alışkanlığımız var. Bunlara bir şok etkisi yaratır bu kitap. Yani bunların aslı böyle değildir. O zaman bir sorgulama başlar.
Ve federaliler belki kendilerini sorgulayacaklardır. Piyasa ekonomisi filan denilen şeyin aslında bir boşluk. Hiçbir karşılığı olmadığını göreceklerdir. Amerikan tröst tarihini göreceklerdir. Orada yaşanan acımazsızlıklar. Yani düşünebiliyor musunuz? İktisat dersi şöyle başlasa ne kadar iktisat olur? Mademki modern iktisat anlatılıyor ve sermaye tarihidir o. Yani hoca şöyle diyerek başlasa ne güzel olur değil mi? Arkadaşlar sermaye birikimi kanlı bir tarihdir diye başlasa. Tabii. Bunu birilerinin başardığı bir durum bizim de başaramadığımız gibi göstermese. O zaman her şey ne kadar farklı olur yani. Ama tam tersi oluyor. Tam tersi oluyor. İşte bir büyük merhale, ilerleme, medenileşme vesaire gibi şeyler. Bunların iç yüzü bu kitapta.
Tabii tersine dönüyor işte. Yani bizim Topkapı’nın tevazuyla övünüyor olmamız lazım. Evet. Koştur koştur. Bu ne biçim kokuşuk bina demek değil. Olur mu canım? Biz Beyaz Saray’ın sadeliğini hep ön plana getiriyoruz. Tam tersi. Yani tam başka bir bakış var yani. Yani Beyaz Saray Amerika’yı çok açıklamaz zaten.
İkincisi yani Türkiye’de ölçüler tarihinin de böyle o işte Alev ablanın anlattığı o maço dünyanın hesap tanımaz, böyle muhtiriz, hırslı, Evet. Evet. Nasıl böyle bir ne diyeyim hesapsız bir yere evrildiği ölçülerin. Biz bunları ithal ettik. Yani mesela işte o koca koca dikey yapılaşmaları falan bunları yaparken bir anlamda
Amerikalılaşma konusundaki o gizli ev ödevimizin hakkından geldiğimizi filan zannettik. Halbuki böyle değil. Burada öyle diyor. Dünyaya dair gerçekleri yeni yeni keşfettiğimiz bir süreçtir. Yaşadığımız yeniden öğrenmeye üşenmeyin. Ezber bozmaktan yükselmeyin. Gözleriniz fal taşı gibi açık. Zihniniz kılıç gibi keskin olsun. Küsmeyin. Siz de kendi ev ödevinizi yapın. Tabii. Diyorsunuz. Bir şey ekleyebilirsem eğer yani bu kitabın önemi bu dizinin daha doğrusu önemi şurada ortaya çıkıyor. 1970’lerde Amerikan yüzyılının sonuna gelindi diyen erken haberciler istihsayla karşılandı. Amerika’da da aklı başında adamlar yok değil elbette var. Bir Barham var, bir Sivezi var, bir Wallerstein var, bir Andre Gunderfran. Bunlar söylüyorlardı.
Şimdi Bernie Sanders onların söylediklerini didip edip tekrar hatırlamaya çalışıyor. Ya da hatırlatmaya çalışıyor. Kendi hatırlıyor, hatırlatıyor vesaire. Yeni bir döneme giriyor dünya. O dünyaya uyum sağlama ve orada şahsiyetimizle yer almak istiyorsak şu kitap bir anlamda da şey gibidir. El rehberi. Bir zihinsel detoks’tur. Yani biraz da öyle görmek lazım. Çok teşekkür ederiz. Hem bir zihniyet tarihi hem de bir zihinsel detoks. Yani çok teşekkür ederim. İnşallah naik olsun. İnşallah. Efendim okuyun diyoruz. Bugünkü yayınımız bu kadar. Biz sohbete devam edeceğiz. Onu siz haftaya izleyeceksiniz. Okuyun ve bizi de izleyin diyoruz. Haftaya görüşmek üzere.
Hoşça kalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir