"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | Çin ve NATO | 40. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | Çin ve NATO | 40. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=zkYkBtaxBI4.

Efendim, ihmal edilebilir nasihatlerde merhaba diyoruz. Yine ihmal etmeyeceğinizi, etmeyeceğinizi umduğunuz nasihatleri konuşmak üzere.
Geçen programda teknoloji kitlelerin afyonudur sözünü Alev Alat’la söylemişti ve bunun üzerinden bir yorumla ilerlemiştik. Bu arada hocam aklıma takıldı. Toprağı bol olsun Marx dediniz. Başka böyle toprağı bol olsun diyeceğimiz kimler var sayısak? Çıkartabilcen bir sürü. Bayağı benim. Benim kişisel şeyim, öğrencilerime de söylediğim şey.
Bir kere modern dünyayı anlamak istiyorsanız temel anahtar Ruso’dur. Ruso, canca Ruso. Evet. Einstein. Einstein. İkinci derecede Ruso üzerinden Marx, Weber ve Freud’dür. Bu adamları takip etmek lazım. Anlamak açısından. Bize programa gelen yorumlarda aslında bizden çok kitap önerisi de istiyorlar. Yani arada ben sizler rica etsem bütün bunlara ilişki kitap önerisi de verseniz
çok mutlu olur izleyicimiz. Gördüğüm kadarıyla bir hali buna ilişkinde bir şey var, bir talep var. Yani bir kere Ruso tamamen okunmalı. Emile’de okunmalı. Yeni Heloaz’da okunmalı. Yok ya öyle söylemeyin. Öyle söyle. Okuduğu zaman çok fena oluyor. Öyle mi oluyor? Yok olmuyor. Yani öyle söylediğim zaman olmuyor. Çünkü siyak sibak karışıyor. Yani mesela Voltaire değil mi ya işte Diderot var.
Yani şimdi hangi bağlamda okuyacaklarını bilemiyorlar. Ama şöyle bir şey var bakın Voltaire demiyorum veya Diderot mesela asiklopedik bir çizgide değil. Ruso niye şunun için önemli? Belki onu söylemekte fayda var. Modern dünyanın el atmadığı hiçbir problem yok Ruso’da. Neresine istiyorsanız sizin problematiyeniz mesela dünyanın çok hızlı değişmesi sizi çok rahatsız ediyorsa Emile okuyun.
İşte olması muhafızakar olunur. Çok hoşunuza gidiyorsa dünyanın değişmesi yeni Heloaz okuyun. Çünkü anarşizan tabiatınız varsa yeni Heloaz. Muhafızakarsanız sosyal iseniz kontrasosyal ve eşitsizliğin kaynağı üzerine. Yani Ruso tam bir hafriyat adamı olduğu için. Kazmış kazmış çıkartmış. Her mesele yani. Her mesele.
Yani Stir nerede Ruso’nun kitaplarını yani yeni Heloaz’ı şey yapıyordu. Bayrak yapıyordu. Edmund Burke’de Emile yani. Birbirinden farklı yazarlarda. İnteresan şeyi var. Sizin tavsiyeniz ne olur hocam? Valla benim tecrübem şey oldu yavrum. Farklı bir tecrübem var benim galiba. Ben arka plan okumadan kimseye okuyamam veya okumaman gerektiğini keşfetmem. Arka plan derken kastınız. Kendi anıma yani.
Yani ne gibi işte Ruso. Yaşadığı tarih. Yaşadığı tarihin siyaseti, siyasi olaylar, ekonomik olaylar. Hangi şeyler, romancılar. Dönemde, çağdaşlı. Ne oluyor o dönem? O dönemi okumadan ben okumak gerektiği kanısım.
Ya da benim işime hiç yaramamıştır. Çocukluğumda okuduğum şeyi tekrar okumak zorunda kaldım. Çünkü okumuşum biliyorum zannediyorum. Ama bilmiyorum çünkü hangi bağlamda. Bağlam siz okumamak lazım. Bağlam olmayıca olmuyor. Bunu şeyde de gördüm. Rus çalışmaya başladığım zaman da gördüm. Bana sorarsanız çok severmişim. Cehov yok falan filan. İyi de kardeşim vişne bahçesinin sonundaki tak tak sesinin nereden geldiğini bilmiyorsan hiçbir şey ifade etmiyor. Onu bilmek lazım. Onu bilebilmek için çok zor değil. Ama o dönemi üşenmeyi okumak lazım. Bir de ben de merak ettim o tak tak sesi nereden geliyor? Valtan. Valtan. Valtan. Kapı vuruyorlar. Tamam. Dışarıda işte şey yapacaklar ya büyük devrim. Kapılar, kapılar kesiliyor. Kapılar gidiyor, kapılar gidiyor. Bizde hançerdir, Rusya’da baltadır. Balta en emin istrümandır Rusya’da. Öyle mi? Tabi tabi. Bir şey bilmek gerekiyor. Bağlam. Bağlam. Mesela harf ve su, herkes okumuş bayılmış falan derler. Vallahi yalan söylüyorum. En çok okunan romanlar arasında dünyada. Okumak istediler. İyi de eğer harf ve sulyü neden yazıldığını bilmiyorsanız ve onun aslında koskoca bir savaşın, napolyon savaşının hicvi olduğunu bilmiyorsanız adam orada yapmaya çalıştı, oturdu. Karakterleri de. Ne bileyim şimdi Türkiye’den bugün alsan bugünkü siyasileri alın. İşte AK Parti’den bilmem kim şu adamdı romanda işte CHP’den bilmem kim bu adamdı.
Genelkurmay başkanı şu adam falan filan gibidir o. Yani tamamen şeydir. Onu okuyun. Savaşı niye o kadar perişanlık olduğunu. Şeyde görürsünüz. Ama bu kontekst bağlamı da okumazsanız. Üstelik napolyonun Rusya seferi hakkında hiçbir fikriniz yoksa napolyon hakkında bir fikriniz yoksa beni neye sebep olduğunu ve
anlatabildiğim şey kalır. Yani lafla beregele bir okuma biçimi olur. O yüzden hocama ek olarak ben şeyi tavsiye ederim. Önce belki de yapacak iş bir dönem seçmeleridir. Yakın tarih veya orta yakın tarih ne demekse. Yakın tarih dediğim Cumhuriyet sonrası tarihi mesela.
Bir dönem diyin ki 50 yıllık 60 yıllık bir dönem. O dönemin aşağı yukarı o dönemi tanımlayan olaylar. Kronoloji. Kronoloji tabii önemli. Değişimler. Değişimler, anlaşmalar, iktisadi durum, evlasyon.
Yirdi çıktı sanatçılar tutan şarkılar gerçekten çok önemlidir. Bakın arkanı dönme çık istenmiyorsun artık diye şarkı söyleyince kadar Ajda Pekkan Türk feministi hareketi oturmadı. Hiç bunu unutmam. Ama sahnede o da hittir yani arkanı dönme çık istenmiyorsun artık. Arkanı dönme çık şarkısının yuhalanacağı yerde hit olması için toplumda bir şeyin dönmüş olması gerekir. Eğer dönmeyi başka türlü göremiyorsanız şarkıdan görürsünüz. Hitten görürsünüz. Okunan kitaptan, romandan, tergiden görürsünüz. Nereye, nasıl agılandığından görürsünüz. Nasıl oluyor da Asena rahmetli, yavrucak işte kadının adı yok diye inletti ortalığı. Ama bak başarı hazırlıkla, tesadüfler geldiği noktada olur. Şey burada olacak, hazırlığınız burada olacak, gelecek. Ajda’da başarı da olacak. Erol Semavi Günaydın gazetesini çıkartmaya başladığında herkes çok itiraz ediyor. Çünkü intihar haberlerine filan yer veriyor işte. O zaman Galata Köprüsü, Galata Köprüsü’nden atladı filan. İlk haber büyük şey oluyor, sansasyon yani nasıl intihar, nasıl böyle bir ölüm haberleri filan.
Ve bir şey yadırgama gazeteyi çıkartan ekipte filan. Ama daha sonra Günaydın markası o yoldan yürüyerek bir gazete, büyük bir gazete haline dönüşüyor. Bu çok doğru dediğiniz, yani ben tamamen katılıyorum. Şimdi mesela bu Skinner değil mi? Quentin Skinner ile Sidney Pocock tartışması. Evet, evet.
Yani bir fikire, bir fikir dünyasına onu kuşatan bağlamdan ayrı mı bakacağız? Yoksa o bağlam üzerinden mi bakacağız tartışması? Tarihselcilik tartışması yani. Şimdi ben de aynı kanaat değilim. Eflatun niye okunmalıdır? Eflatun okumak derseniz bu boşabı okumadır veya Kant niye okunur? Kant üzerinden dünya anlaşılmaz.
Ama o dünya üzerinden Kant’ın ne için öyle yazdı anlaşılır? Anlaşılır. İllaki bir arka plan okuması, dönem okuması. Eflatun Greklerde değil de Hindistan’da yaşasaydı bambaşka şeyler yazacaktı. Tabii. Değil mi? Tabii. Ve Auguste Kant niye pozitivizmin ilmi halini yazdı? Çünkü Fransa ve Fransa’nın mühendislik tarihi var. Onun içinden hayata bir bakış var. Weber Alman olmasaydı, ne yazacaktı? 200 yıl evvel yaşasaydı. Yine bir şey yazacaktı ama muhtemelen. Götel’in faustu içinde aynı şeyi söyleyebiliriz belki. Erol Tümayver’in örneğini sizin dönemsel işte. Ayrıca Pekkan’ın şarkısına örnek olarak verdim. O dönemin koşulları, toplumsal değişim ortaya çıkacak ürünü de ortaya koyuyor. Ruhu, gel zamanın ruhu neyi dayatır?
İktisadi koşullar neyi dayatır, neden böyle? Bakın, hedefsiz merak diye bir şey yok Ayşe Hanım. Güzel bir tanıdığı ama hedefsiz merak. Hedefsiz merak yoktur. Böyle serseri mayın gibi merak olmaz. Bir şeyi hedeflersiniz. Az önce bir delikanlı var burada doktora yapışmış. Antropolojik, sosyolojik. Anlatmaya çalışıyorduk. Bir şey hedefiniz olmalı. Hedefe gidersiniz. O yarısında o hedefin yanlış hedefi olduğunu da kestirebilirsiniz. Olsun o zaman seçersiniz bir tane daha. Ama bir dava alınmak zorunda. Şimdi eklektik okuma, maalesef bu kadar başarısız olmasının sebebi budur. Okuyayım diye hepimiz yaptık gençliğimizle onu. Ben ağadan başlayıp bütün okumağa kalktım. Boğaziçi Kütüphanesi’nin olacak iş midir yani? A’dan yazarlar sonra B’ler filan. Gidip gidip çekilse içmeyecek. Şimdi hiçbir şey ifade etmez hakikaten. Bir kontekst içinde olmak zorunda. Belki de bizim sıkıntılarımızdan bir tanesi de bu. Çocuklar okuyor okuyor. Bizde bir sorunsala karşılık gelmesi. Zihnimizdeki bir sorunsala. Tabii. Şimdi son zamanlarda ben şeyleri çok merak etmeye başladım. Namık Kemal filan o ekibi. Bildiğimi zannediyordum. Ama orada başka bir şey var. Onu deşmek lazım. Ne oluyor? Çünkü adam dönüyor, şiir yazıyor, tiyatro yapıyor, dönüyor, bilmem yapıyor. Dönüyor, eline silahı alıyor falan. Dönüyor hapiste. Çok enteresan insan. O dönem şimdi. Eğer bunu kabahatlerden demek ki bu benim sorunsalım şu anda. Şimdi girip, imzalanan anlaşmadan tutun bilmem neye varınca kadar uygularda. Efendim işte çocuğunu kaybeden prenses hanım yok bilmem kim ağlan, damat bilmem ne bey filan. Yani bilerek götürmek. Bana öyle gelir ki, izleyiciler bu yola girerlerse Allah hepsine uzun ömür versin. Yani insan her üç senesinde bir hayatını yenilebilir tamamen bir başka dönemi olarak. Başlatabilir. Tabii tabii yani şey yaparak öğrenerek. Evet bir dönemi bir bütün olarak okumayı sorunsal haline getirdiğiniz bir dönemi buradan. 25-30 yıllık bir şey. Bir kuşak diyelim. Değil mi 25-30 yıl bir kuşak eder. Bir kuşak. Nasıl bir kuşak? Böyle hoş bir kavramı. Petrarchus’un. Deli miye giriyor? Petrarchus kullanıyor. Bu Latin şey var ya şair.
Bir arkadaşı soruyor kaç yaşındasın Petrarch diyor. Bu da dur diyor benim diyor cebrim pek iyi değildir diyor bir hesaplayayım filan. Baya bir zaman geçiyor arkadaş diyor ya ne yapıyorsun ben sana kaç yaşındasın insan bilmez mi? Yok diyor son okuduğum kitap il ya da buna göre hesaplıyorum galiba 3000 yaşında filan olsam gerekir. Hocam da söylüyor ya benim ömrümü ömrünüze katın bu kitaplarımın nasihat nameli bunun için yazdım diyor.
Buna hani enlarged life genişletilmiş hayatta. Tabi. Meselesi. Benim de kayınvalidem ne derdi biliyor musun? Ne bileyim kızım doğduğumdan beri yaşarım derdi. Ama genişletilmiş hayatları hesaplarla birlikte oluşturmak mümkün. Efendim benim de bugünlerde sorun salım Çin mi? Çin. Nedense taktım ona ve bir türlü programlarda konuyu oraya getiremiyorum. Farkındaysanız 4-5 programdır hep Çin diyorum. Biliyorum siz bir Çin ile yatıp kalkıyorsunuz hakikaten. Bir Çin diyorum. Bir Çin’i sizden dinlemek istiyorum. Önce sizden başlayalım Süleyman hocamla mı başlayalım? Benden başlayalım çünkü benim söyleyeceğim daha sonrasını Süleyman hocaya bırakacağım. Peki devam edelim. Washington Post Çin NATO’nun yeni düşmanı mı diye bir başlık attı geçtiğimiz günlerde. Aman ne kadar adi bir başlık. Allah. Bu Çin ile Batı’nın kavgasının hikayesi nereden çıkıyor diye buradan sorarak gireyim. Çok açık değil mi yani nereden çıktığı da belli NATO’nun düşmanıymış. Allah Allah NATO’ya gelinceye kadar. Zaten pek ciddi bir şey söyleyeyim. Çin’e açısından bakarsınız NATO zırnının son deliği olup NATO’ya gelinceye kadar dünya kadar düşmanı vardır.
Onun için hiç kimse çok fazla telaşlanmasın diyelim. Şimdi son deliği bir kenara koyalım bu zırnının son deliği. Çin ve Batı karşılaşması ve karşıtlığının tarihine bir bakalım. Çirafyon savaşı. Çin ile Batı’nın karşıtlığı farklı.
Her şey yine Batı tarafından bakıp bana benziyor mu benzemiyor mu. Yürüyünce farklı. İki Çin bir millet değildir. Çin’e milletler rahmi denir. Yani milletler doğurur Çin. Bugün bile her bir eyaleti, kantonu dilinden yemek pişirme adabına kadar değişir. Dinleri değişir. Çin’de birden fazla dil var. En az 5-6 tane vardır. Ve bu insanlar bambaşka koşullarda yaşarlar.
Dünya bu kadar küçük değil. Teşneyiz hepimiz onu global köy falan demeyelim. Ne köyü ya? Bu koca bir dünya. Biz kendi boyumuzu unutmayalım. Bize göre. Bir altmış boyunda birileri için dünya çok büyük. Onlar bir yerde yaşayan bir halklar bütünüdür Çin. Onu öyle görmek lazım. Çin için böyle basmak alıp tanımlar yapılamaz. Kimden bahsediyorsun, hangi dönemden, ne diyorsun diye sorarlar adama. Bunu bir kabullenmek lazım. Şimdi böyle baktığınız zaman Çin’in Allah’ın bacaksız Lüksamburgu’na düşman olması veya olmaması gayet komik olur. Laf olarak da komik olur. Olmaz. Onun içinde Trump batının bir bütünü de var tabii ki. Lüksamburgu’nun çevresinde Trump’ın Amerikası da var, Merkel’in Almanya’sı da bir bütünü var. Varsa var ama o da belli değil. Kim demiş? Kim demiş? O da bir tuhaf. Yani yekpare, böyle battak üst bir, nasıl anlatmalı? Toplancı diyeyim bari. Toplancı kavramlar ve tanımlar yoktur böyle.
Bu konjonktürde NATO biraz kendini dışlanmış hissettiği ve de çalışanları zor duruma düşmekten korktukları için burnunu suyun dışına çıkarıp iki çift laf etmeye çalışıyor. Şimdi ne yapsın herkese bir şey lazım değil mi yani? Kunu. Evet. Bu da Çin.
Şunu da söyleyeyim, makalenin devamında üç önemli sorun tespit ediliyor. Batı bloğuyla, aslında NATO dediğimiz şeyin Batı bloğuyla Çin arasında bir kutuplar, iki okyanuslar, üç yüksek teknoloji. Bir ne? Kutuplar. Evet. İki okyanus, üç yüksek teknoloji. Tamam.
İttifak edebileceği alanlarda bir terorizm, yani terorizm derken eşitir İslam tabii bu şeyin içinde giriyor. İşte Afganistan’da bir işbirliği yapılmış. İşte iki çevreli tehditleri küresel ısınma falan filan gibi konularda işbirliği. Geri kalan hiçbir kısımda da bir işbirliği gözükmüyor imiş. Buyurun.
Yani Çin bir kere 19. yüzyıl İngiliz müstemlekeciliği, daha doğrusu Batı müstemlekeciliği, başta İngiliz olmak üzere, anlaşılmadan Çin’in ne olduğu anlaşılmaz. Çünkü Çin nihayet bir tepkidir. Yani tepkiyle kurulmuş bir ulus diye bek, caizse ulus diye bakın. Tepkidir bu. Nedir çünkü?
Bir bütleri kanlanır kanlanmaz. Hep konuştuğumuz işte Hindistan şirketleri, Doğu Hindistan şirketleri, işte Hollandalılarınki, arkadan İngilizlerinki, arkadan Fransızlarınki, hatta Ruslarınki kırk dükkük olmakla birlikte. Bu adamların o saldırgan sömürgeleşme dönemi, pasifik sömürgeleştirme dönemi, Çin bundan nasibini aldı. Ve Çin çok da direndi. Bakın her türlü rezilye rağmen Çin Hristiyan olmamış bir ülkedir. Çok uğraştılar üzerinde Çin’in her türlü dayak ve sopa ve misyon her şudur budur budur, Çin olmadı.
Güney Kore’yi yaptılar o meselede değil mi? Çin hayır. Çin olmadı. Çin’de şey yok mu Hristiyan gruplar var mı var ama marjinaldir.
Kendi başına yaşayan dünyayı, kendisini dünyanın mekanın sahibi olarak gören diyelim yeni tabiyle bir şey bu bir bir bir bir kavim Çin. Çok eski ve namuslu her bilim tarihi.
Uzman tarihçisi size söyleyecektir ki Çin teknolojide bilimde en az beş bin sene ileride ilerisinde olmuştur hep şeyin batı dünyasının bir kaç bin basar.
Aşağı yukarı her ele gelen buluşun kökü Çin’dendir. Tıptan işte. Tıptı, barutu, optikti vesayedir vesayedir. Yapar. Amaçın asyalıdır. Yapar kullanmak için yapar. Kullanım değeri üzerinden yapar. Kullanım değeri üzerinden yapar. En büyük meselede budur zaten. Kullanım değeri üzerinden gider Çin.
Değişim değeri üzerinden mi? Değil. Hep de o da böyle olmuştur. Şeyin ayması ne demek? Ne zaman azgınlık oldu? Azgınlık şeyden. İngilizlerin önce. Afyon’a aymaları. Ama Afyon’u da şey gibi düşünün. O zaman baharat gibi şey gibi. Temel madde. Temel madde yani. Ham madde gibi bu. Baharatlı pamuk, pamuk ti pardon. Kahve falan gibi düşünün. İlacı için kullanılan bir şey olduğunu düşünün. Onun ticareti derken bunun pek de güzel insanı uyuşturuyorlar. Uyuşturduğu nun keşiyorlar. Ha sadece şey değil. Bu uyuşturulup oturanlar sadece Çinliler değil.
Tam tersine batın. Daha şey girdi. Söyleyin. Moskova’dan tutun. Londra’ya kadar. Ve bunun üzerine Çin’e Afyon satma işine girdiler hep birlikte. Çok insan var. Çok tüketim olur. Çok tüketim olacak. Bir de Banqu. Çin hanedanı.
Dengelemeye kalkıncı olayı. Bu kadar çok satılmasın gibi uğraştığı zaman. Bu sefer kaçakçılık yapmaya başladılar. Nasıl bir kaçakçılıksa? Davulcuğuna çala çalıyor bir kaçakçılık. Yani siz kaçak gemiyi getirip getiriyorsunuz. Bir de filo geliyor arkanızdan. İngiliz filosuyla beraber oraya çöküyorsunuz. Ve zorla Afyon satıyorsunuz Çin’e.
Bir müfettiş gönderiyor galiba kral. Bir yerde böyle aklımda kalmıştım. İncelemek üzere konuyor. Müfettişin kraliçeye yazdığı bir mektup var. Beyazların barbar kraliçesi diyeyim. Söz ediliyor. Ne kadar tabii tarihi kayıtların içinde gerçek. O kadar vahim bir boyut alıyor ki iş ilerleyen zamanlarda. 40 milyona yakın Çinli’nin buna müktela olduğundan söz ediliyor.
Bir söylem ki onu hocam ayırnatacaktır bize. Mao’ya kadar işin ucu gider. Şimdi bilinmeyen ve üzerinde çok az konuşulan bir şey var. Çünkü resmi tarihten silindiğini Britannika aziklopedisi dahi yazar.
O da şu Amerika’nın ele gelen zenginler bugün hala isimleri olan finans dünyasında vesaire parayı şeyden yaparlar. Özellikle bir aile. Özellikle bir aile. Hangi aile diye sorsa? Astorlar. Astorlar. Astorlar. Astorlar ve çoluk, yani torunlar şuna vura gider ve orada Afyon satışına girerler, giderler, satarlar, gelirler falan filan. Ve ondan sonraki birikimi de oradan gelir. Şimdi bir, olabilecek en aşağılık savaşlardır Afyon savaşları.
Hani dağını yok etmeye kalkmaz. Adam halkını şeyden koruyor diye. Uyuşturucudan. Tabii canım. Ondan sonra bana batı diyorsunuz Allah aşkınıza yani. Yani Escobar filmi onun için çekilir. Astor ailesini kimse bilmez. Böyle bir şey var. Filmini izlerken bir de o göze bakmak lazım. Böyle bir bakın buna. Şimdi nasıl olur da şeyiniz olmaz, kuyruk acınız olmaz. Şimdi Çin buna rağmen sakindir. Çünkü bize benzer bir sürü tarafıyla biz ne kadar sakinizdir. Niye sahiplenmeyiz? Niye Ermeni tehçiri diye deliye döneriz de üç buçuk milyon Türk’ün öldürüldüğünü söylemeyiz. Bakan göçü üç buçuk milyondur. Çarp böyle bak kaç misli. Böyle bir şey Çin. Ama kendini kurtarabilmek için Çin bütün bu rezillikten de malum Mao’ydu. O’lan götürdü. Şimdi benim Çin’le, bunu da söyleyeceğim size hocam. Ben Çin’le doğrusunu isterseniz Rusya’da tanıştım. Ve Ruslar beni çok şaşırttı. Çünkü Çinlileri hiç sevmediklerini gördüm şey Rus entelektüellerinin. Senemek ötesinde bir de şey korkmak. Çok şaşırtıcı. Niye bu böyle falan? Şu anda Rus entelektüellerinden ziyade eskiler. Şuandakilerde de kısmen şeyse kalmış tabi onun. İzleri kalmış. Yecüç ve Mecüç’ten korkarlar. Ben diyecektim de demin annesini içine karıştırmayayım diye. Japonya’ya yenilgisi. Evet evet.
Niye diye baktım? Çok anlamaya çalışarak. Ben şunu gördüm. Onu paylaşmamda yarar var. Rusların, Rus entelektüellerinin az önce konuşuruzdu. Matematik kısmını tutmuyorlar bunlar. Şey yapamıyor.
A at B bebek değil modernist değiller. Pozitivist değiller. Ne zaman ne yapacakları belli değil. Bunlar Ruslar tarafından söylüyorum size. Muhayeleleri çok kısıtlı. Çok pragmatik. Mesela muhayelelerinin çok kısıtlı olmasının. Örnek olarak Hıristiyan olmamalarını veriyorlar çok da.
Mesela bir kadın oğlu, bir de kutsal ruh gibi tanrı seti hayal edemiyorlar. Oysa hayat böyle geçermiş diyor o zamanın Rus entelektüelleri. Dolayısıyla çok kaypak, ne yapacağı belli olmayan bir ekip olarak görüyor Çinliler ve korkuyor.
Şimdi ve fakat kısmında doğru. Çünkü Çinli, Çin’de duruma göre hareket edersiniz. Ne gibi duruma göre.
Vovivu derler bir şeyleri. Eğer bir kayıkta iseniz veya nehirde iseniz küreklerin uçlarını şöyle koyarsınız. Baka baka kendinizi ayarlaya ayarlaya gidersiniz. Fazil mantık gibi. Saçaklı mantık gibi. Bu budur.
Böyle böyle giden birinin ne kadar korkacağını ve sinirine dokunacağını düşünebiliyor musunuz? Ben mimtli doğal olarak da açık seçik düzgara göre giderim. Navza göre şerbet veririm der Çinli. Düzgara göre giderim, navza göre şerbet veririm. Bakarım ona göre hareket ederim.
E şimdi bunun karşısına şey koyun. Dedim dedik çaldım dedik bu böyle olur diye. Birini koyun da en azından korkuyor ve de geriye çekiliyor. Yetmiyor. Çin’in öbür dünya kavramları yoktur bu tarafta olduğu gibi. Atalarla uğraşır. Ama böyle cennet diyeceğin hem de gittin falan filan İbrahimiydi dinlerin muhayelesi içinde yoktur ki. Dinli inançlarında yoktur. Ve atalar ruhu derken o da şeydir. Ataların yolu. Tarih.
O tarih nasıl bir tarih? Yani onları hale getiren, bugün yaşamalarına izin veren davranışlar bütünü nedir? Doktrin. Doktrin nedir? Ve bu doktrine sadık kalır. Yaşamaya devam edersiniz. Tabi kompitüs başrollerdedir.
Kompitüsün formülü ettiği deyim. Hep var ama formülü kompitüs bir şekle sokmuştur. Zaten önemli de olan bir şey adım etmişliktir kompitüsün bir şey budur. Ve kompitüsse hatta bir rivayet edilir cehennemi sorarlar. Nedir cehennem filan diyerekten. Cevabı vardır. Bu dünyanın içinden çıkmadım ki cehennemin içinden çıkayım der ve şey yapar.
Bırakır işi orada tekrar şeye döner. Nasıl cebelleşilecek, nasıl götürülecek filan. Şimdi böyle bir çin. Bu çin eğer bugün kutuplarla ne ilgileniyorsa ilgilenir. Kim ilgilenmiyor ki diye sormak lazım.
Ama tabi bu karşı tarafın korkulu rüyasıdır. Çünkü şeyini sarsar. İktidarını sarsar. Bir de şeyini sarsar. Kültürü sarsar. Bunun kenarından dönüyorlar. Daha hiç bu söylediklerim falan konuşulmuyor malum. Tabii Kuşak Bey yol diye iki tane büyük projeleri var dünyayı kuşatan filan.
Şimdi o iki projeler ona gidiyor. Bakın batının iyi bir oyunu bu. İslamofobi var, İslam yok. Çin fobisi var, Çin yok. Nasıl oluyor? Atabiliyorum ne dediğimi. Tutuyor ve tezahüründen yola çıkıp, işte bilmiyorum günahlı kadar tavır alacak.
Çünkü büyük ihtimalle dersem ki bunlar böyle insanlar aynama ne güzel de atabı alalım diye gidip basılırlarına. Otururuz mesela. Doğru mu? Doğrudur. Şimdi bir de işin ekonomiye ve teknolojiye gelen boyutu var. Teknoloji ve ekonomi de bir dev haline de geliyor. Hocam sizin Çin’inizi dinleyelim. Alev Hoca’nın Çin resmini dinledik.
Ben de son zamanlarda böyle haseten Çin’i anlamaya dönük okumalar falan yapmaya çalışıyorum. Çok şaşırtıcı hakikaten. Bir kere Çin’in hikayesini anlamak için dünyada sermayenin hikayesini anlamak gerekiyor. Bunu ünlü iktisatçı sosyal düşünür aynı zamanda. David Harvey’e kelebeğe benzetiyor. Kelebek Çin’e kondu. Kelebek bir uçucu varlıktır biliyorsunuz. Ve hiç sabahat etmez aslında sabitnesi yoktur. Bir çiçeğe konar, sonra böyle birtakım çiçeklerin üzerinde dolaşır. Onlara konmaz gider sonra başka bir çiçeğe konar filan. Bu sermayenin tipik karakteristiği.
Şimdi dünyada aslında ikili yapılar hakim. Bir tarafına bakıyorsunuz. Mesela devlet, state diye bir şey. Bakın heykel de biliyorsunuz. Statut, değil mi statue. Duran donuk bir şey. Kaydeleri var. Kaydesi var dikkat edin. Devletin bir kaydesi var. İster geleneksel devlet ister modern devlet. Egemenlik hakkını belli bir coğrafya üzerinde tanımlıyor. Üstüne ulusu konduruyor. E ulus dediğiniz coğrafyası var, vatanı var filan. Şimdi modernliğin bir yüzü buradan geliyor. Yani çok statik bir tarih. Donuk bir tarih. Bürokrasi bunun meyvesi oluyor, çiçeği oluyor.
Ama bir de sermaye var. Sermaye çok hareketli bir şey. Hiç durmuyor. Durdu ki. Yeri yok yani sabit kadem değil eski tabirle. Şimdi bunu şöyle düşünmek lazım. Bir taraftan bakıyoruz. Sermaye bir birikim işi. Mesela Marx bunu çok iyi görmüştür.
Yani nasıl biriktiğini sermayenin nasıl yoğunlaştığını. Hatta nasıl da genişleyebileceğine dair belli vurguları var. Ama zayıftır o vurgular. Das Kapital’de. Ama mesela Rosa Luxemburg’un La Cumulation du Kapital’de çok kuvvetlidir o vurgun.
Yani expansion, genişleme ile accumulation birikim arasında Marx birikimi çok iyi vurgulamıştır ama expansion’ı görmemiştir. Genişlemeyi görmemiştir. Rosa Luxemburg hatta Lenin ama ona bakarsınız Hobson liberal olmasına rağmen çok iyi gördü bu genişleminin boyutlarını.
Yani sermaye bir yerde biriktiği zaman orada durmuyor. Mutlaka aşıyor. İşte bu devletle sermaye arasında da problem doğuruyor tabi. Siyasetle ekonomi arasında da bazen problem. Biraz jen gibi bir yapısı var sermayenin daha belki somutta. Her yere akan, çeşit alan, bildiğin bir şeyin içinde çekilen. Dedi Kocalı Hürmü. Dedi Kocalı. Dedi Kocalı. Dedi Kocalı. Dedi Kocalı. Dedi Kocalı.
Olamaz mısın? İşte bu yani. Şimdi bu nerede önce doğdu sermaye birikimi işte Haçlı Savaşları’ndan sonra işte Venedik, Cenabıh falan, Florence falan. Bankerler falan. Sonra nereye gitti? Orlando’ya gitti. Orada türe piyasalar yani lalet şeyine kadar değil mi?
Sonra oradan İngiltere’ye gitti. Sonra Amerika’ya gitti. Amerika da kalmadı. Japonya’ya ve Almanya’ya gitti tekrar. Oradan sonra bakıyorsunuz Güney Kore’ye gitti. Tayvan’a gitti. Singapur’a gitti. Sonra Çin’e geldi. Bir kere bu sürecin içinde göreceğiz. Çünkü bu yayılma meselesi, sermayenin yayılma meselesi çok zor bir mesele. Bir kere pazarını götürecek.
Mesela sermayenin gidişi nasıl olabilir? Mal üzerinden olabilir. Para üzerinden olabilir. Ve üretim üzerinden olabilir. En az hareket eden üretim. En zor taşıması. Mal nispeten ortada, en kolay da paradır. Para her yere gider. Ve en kolay şekilde gider.
Şimdi bu paranın gidişi meselesi genellikle ekonomileri var eden bir şeyin ekonomileri çökertmesiyle sonuçlanır. Yani ayrıldığı yeri çökertir. Ayrıldığı yeri bitirir. Gittiği yeri şenlendirir. Ama o şenlenme gittiği yeri aynı zamanda bitirmek içindir.
Gidecek başka yer. Daima kapitalizm, parayla ekonominin, üretiminin, evliliğinin devam ettiği bir şenlik dönemi, paranın evi terk etmesi ve evinde kadını yüzüstü bırakmak. Yani ekonomi yüzüstü bırakıp başka yere gitmesi demektir.
Tabii meğer ki kadın o arada aklını başına toplayıp, çok toptan umutsuz değildir onu söylemek için araya girdim. Meğer ki kadın o dönemi iyi değerlendirsin. Adam gittiği zaman toptan yoksul kalmasın. Ki mümkün tabii.
Şimdi bu mesela niye İngiltere dünyayı kolonize etti? Şimdi sebebi ham madde ihtiyacı. Hayır tek sebep bu değildir. Şimdi bu gidecek ne yapacak? Hindistan’a Manchester ürünlerini satacak. Hindistan bir pazar. Ama Hindistan’ın alın gücü yok. Bunu neyle karşılıyor? Çok zor bir süreç. Demin Alev Hanım’ın anlattığı bu afyon meselesi. Çin’e afyonu Hindistan üretiyor. Hindistan’da üretiliyor afyon. Çin’e satılıyor. Çin’de çünkü gümüş fazlası var. Gümüş Hindistan’a geliyor. Hindistan’dan tekrar İngiltere’ye gidiyor. Çevrimi çok zor. Yani İngiltere’nin, dünyayı sömürdü ham madde kaynakları falan. Şuttur, şudur, budur. Yani bunlar o kadar önemli çaydır, maydır. Esas pazar. Ama o pazarı ayakta tutamıyorsunuz. Çünkü kapitalizmin çelişkisi yoksullaştırma üzerine alın gücünü baskılamak, ondan sonra da bir üretim fazlası yaratmak.
Neyle alınacak onlara? O çember nasıl dönecek? Şimdi böyle Amerika’ya kadar geldi. Amerika’nın ise özelliği şuydu. Hiçbir zaman kolonizasyon yapmadı. Hatta Amerikan hegemonyası dekolonizasyon üzerine oturdu. Ve bu İngiltere’yi çökertmesidir Amerika’nın yani. Wilson prensipleri filan bile bunun içindir. Sonra gidecek Amerika’dan bir yere. Nereye gidecek? İşte…
Çin’e. Hayır, önce Almanya ve Japonya’ya. Sonra Çin’e geldi. Çin gelen sermaye itibariyle mesela işte Şenlendi, nasıl Şenlendi? 1900’lardan sonra, duvar yıkıldıktan sonra… 90’lardan sonra. 90’lardan sonra. Şimdi bakın elimizde 25-30 senelik bir tarih var.
1978’de Çin’de banka yoktu. Şimdi? Şimdi dünyanın en büyük beş bankası Çin. Sonra Japonlar’ınki geliyor, Amerikalılar’ınki geliyor. Çin her sene 20 milyon insanı istihdam sağlayan bir ekonomiye sahip. Her sene? Her sene 20 milyon. Her sene 20 milyon insana istihdam sağlayabilmek için çok büyük yatırımları.
Çok akıllıca, çok zekice yapılması lazım. Şimdilik yapıyor. Yani şimdilik yapıyor. Şimdi şöyle, bunun ilginç tarafı şudur. Demin çok güzel koydu. Çin pragmatizmi var ya. Şimdi biz zannediyoruz ki Çin’de parti her şeye hakim dediği dedik falan. Duvar yıkıldıktan sonra birçok eski sosyalist ülke kapitalizme geçti.
Yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Çin çıktı bu işin içinde. Nasıl çıktı? Rusya dahil. Rusya dahil? Rusya’daki Gazpola’yı yani başta 13 oligarkın sonra 7 senelik Gazpola hiç Çin’de olmadı.
Evet. Çünkü Çin şunu yaptı. Bu daha Jüceping döneminde birkaç arkadaş, bunlar gördüler bu işi. Yavaş yavaş bakir alanların çünkü Çin’in kuzeyi sanayileşmişti. Sosyalist ağır sanayi kuzeydeydi. Güney boştu ve tarım üzerine kuruluydu. Çok yoksuldu. Yavaş yavaş Hong Kong sermayesine ve Tayvan, ezeli düşmanı, Tayvan sermayesini açtılar.
İş gücünü tarımdan çektiler ve bunlar uzun süre kendilerini işçi bile görmediler çünkü toprağa tekrar geri dönüyorlardı. Özellikle kadın nüfusu çalışıyordu. Küçük küçük firmalar yavaş yavaş bunlar büyüdü derken Çin girişimciliğini buna monte ettiler. Tarımdaki artığı da oraya eklemlediler ve Çin büyümeye başladı. Bu emek yoğunlu bir büyümeydi. Emek yoğunlu. Teknoloji henüz yüksek teknoloji yok. Hayır hayır yok.
Tamamen. Söyleyeceksin tekaydı mı diyorsan kusura bakma. Bir de o pozitivist şavlonuna kendini bağlı hissetmediğin zaman o pragmadan işi götürebilecek en kolay sistem neyse sana uygun onu yapıyorsun. Tabi tabi.
Mesela prezidium dolayısıyla hocam yanlış söyleyin. Çünkü onu yeni öğrendim ben de mesela eski Çin prezidiumunu oluşturanların her birini birer eyaletin başına. Şimdi o tam da onu anlatacaktım. Şimdi bakın şöyle. Çok farklı bir bakış. Çin Komünist Partisi şunu yapıyor. Mesela genel birtakım standartlar belirliyor. Bizi de ayrıca da aylakomiz. Aylakomiz. Tabi tabi. O söylem değişmiyor zaten. Sonra diyor ki hadi yapın bunu. Nasıl istiyorsanız öyle yapın. Sayısız eyalet, yerel unsurlar, küçücük küçücük firmalar hepsi birbiriyle muazzam bir rekabete gelişiyor. Bunu asla engellemiyor.
Ve oradan çıkan en optimal sonuçları takip ediyor ve onu sonuçta modüler hale getiriyor. Ve onu bir rol haline de getiriyor ve devam ettiriyor. Tabi tabi. Mesela başka bir şey. Prezidium dedi ya şimdi sistem şöyle işliyor. Mezun oluyorsunuz Çin mülkiyesinden. Size diyorlar ki mesela Çin’de geri kalmış bir bölge. Git, üç buçuk senen var. Ne yapacaksan yap.
Oranın milli hasılısını arttır. Göre bu. Öyle gidip törenlerde caka satmak falan değil. Gidiyorlar bütün o yerel girişimcileri topluyorlar. Ve bunlarla beraber işte böyle nasıl yapalım bir genel rekabet ortamı. Dili gibi çalışıyorlar. Ve üç buçuk sene sonra. Çok organiktir Çin. Ve bu inorganikleri ödünü patlatır.
Üç buçuk sene sonra adam geliyor. Kırk soruluk, aytımlık bir şey var. Teste. Onu cevaplandırıyor. İşte diyor ki üç buçuk kat arttırdım. Nasıl yaptın diyorlar. Rapor yazıyor ve o arşive giriyor. Tamam diyorlar sen bunu başardın. Şimdi seni daha iyi bir yere gönderiyoruz filan. Böyle bir liyakata dayalı bir yara aşıları var. En son prezidiuma gidersiniz tabi. Ya o başarılı kariyersiz oraya taşır. Olaya zaten yapısı müsait değil adamların. Yapı öyle değil. Hiyararşi olmayınca bizdekiler ne? Adam azarlanmak için konmaz oraya. Ama şey olduğu zaman hiyararşi ve sert bürokrasi olduğu zaman bunun sonucunda büyük ihtimali. Sonucunda tabi canım. O tip valide çıkıyor bizden. Canını dişine takan valide çıkıyor. Peki bu teknoloji.
Ama o sistem o şeyi almıyor. Teknoloji devi değil mi? Şimdi ona geleceğiz. Nasıl oldu bu? Bu emek yoğunluklu kalkınmadan birden sermaye ağırlıklı ve teknoloji ağırlıklı kalkınmaya geçtiler. Kimse bunu beklemiyordu. Şu şerhle ki şansları nerede? 2008 krizidir bence. Hayır geçkede hayır. Fazilo şey. Saçaklamak. 70’ler akıllı makineler, kuantum devri. 70 sadece 70’likte 10 bin tane Çinli öğrenci vardı fazilocik okuyor. Tabi canım. Bunu siz söylemeyin. Bu çok çok önemli bir şey. Onlara çok uygun. Tarihselliklerini 2008 krizinden sonra buldular. Tamam. Ama böyle bir geliş var. Çince mesela matematik dilidir Türkçe gibi. 2-3 dilden beri Çince Korece Türkçe için söylerler araştırmalar var bugün bile. Çince öğrettiğin zaman matematiği çocuk çok daha hızlı götürüyor. Matematikte çok iyiler. Ama dilden gelen bir şey var. Bir mantıklı evet. 2008 krizinin özelliği şu. Bir anda bütün ekonomileri biliyorsunuz vurdu. Amerika’da filan. Durgunluk falan.
İşsizlik. Amerika’da işte 14-15 milyon insan işsiz. Ekonomisi Çin’e dayandığı için yani şey Amerika’ya dayandığı için Çin’in Amerika durunca Çin de durdu. Çin’deki maliyeti 30 milyon işsiz. Bir anda. Çin ne yaptı biliyor musunuz? Bunu görür görmez. Batı’nın yaptığının tam zıttı bir şey yaptı. Çünkü Batı’da şu oldu.
O zaman önce tasarruf yapalım diye özellikle muhafızakar siyasetler, cumhuriyetçiler Amerika’da falan hemen şeye girelim. Oysa problemlerinizi eski düşünüş biçim ile çözemezsiniz demiş Ayşe’den. Çin ise şunu yaptı. Derhal dediler iç piyasada bütün bankalara emir gitti. Şey vereceksiniz. Kredi. Kredi vereceksiniz ve muazzam bir altyapı şeyine giriştiler. Humvalı çalışmasına giriştiler. Ve housing. Tabii işsizlik istihdamı böylece. Köprüler, yollar, evler vesaire. Bir anda dünyayı kurtarmış oldular. Çünkü Latin Amerika’dan soya fasülyesi alıyorlar. Şili’den bütün bakır madenleri Çin’e çalışıyor. Avustralya’nın bütün mineral şeyleri Çin’e çalışıyor. Bu arada Şili ekonomisi de Çin’e satıyor. Efendim bizi de kurtardılar. Türkiye’yi de kurtardılar. Bütün dünyayı kurtardılar. Ve iki sene içerisinde 30 milyon işsiz 3 milyona düştü. Çok büyük bir rakam. Ama şimdi tabii bu iç piyasayı canlandırınca emek yoğunluklu ekonomi üzerinden bu gitmez. Çünkü mesela mortgage değil mi? Evet. İç talep.
Derken araba falan. Çin’in talep artışı, iç talep artışı. Çin’de bir kere emek yoğunluklu bir ekonomiyi sürdürmenin imkansız hale gelmesi sonucunu doğurdu. Bu Çin için alarma edici bir şeydi. İşte orada karar verdiler. Biz sermaye yoğunluklu, teknoloji yoğunluklu yeni bir atılım yapacağız. Ve yapay zekayı oynuyoruz. İşte o zaman o logik devreye girdi. Yani şeysi var, arka planı var. Düşünebiliyor musunuz? Yetiştirdi o insan. Bu önce Amerikalılar çok cezbetti. Apple’lar bilmem neler geldiler. Fakat şu an Apple satılmıyor. Çünkü başka bir markası var. Başka bir markası var ve dünyada bu artık şeyi çekiyor. Yani birinci derecede. Şimdi dolayısıyla Çin ne yapacak? Emek yoğunluklu sermayeyi dışa atacak. Vietnam’a satacak, Laos’a satacak vesaire.
Afrika’ya satacak. O tek yol, bilmem ne projesi o. Onun dışında daima katma değeri yüksek olan o ekonomileri ise tek elinde tutup her yere götürecek. Avrupa’ya da götürecek, Kanada’ya da götürecek. Götürebilir yani artık zaten. Yani dolayısıyla böyle bir dönüşüm var. Bu da batıyı korkutuyor. Dehşet korkutuyor. Ama sadece batıyı korkutmamalı, dünyayı korkutmalı. Çünkü bakın Çin’de 16 kişiye bir araba düşmesiyle, iş talebin canlanması yüzünden 8 kişiye bir araba düşerse, petrolün dibini görebiliriz bir anda. Evet başka bir tüketim ekonomisiyle. Dolayısıyla doğanın tahribatı artacaktır. İkinci olarak teknolojiyi konuşurken de zaten tehlikeyi söyledik.
Gezegenin yok olma sürecinde Çin’in getirdiği yeni yeni bir sürü başlık var. Süremiz bitti. Çin’i yine içimizde yeteri kadar konuşamadık. Durup durup konuşuruz. Durup durup tekrar programlarda gireceğiz. Bugün bir ihmal edebilir nasihatimiz var mı ikinizdendi? Sizden başlayalım. İhmal etmeyin diyeceğimiz. Çin’i ihmal etmeyin. Çin’i ihmal etmeyin. Çin’i ihmal etmeyin ancak rakamlarla kısıtlı kalmayın bu önemli. Yani Çin bugün başarıyorsa nasıl bir kültürel faktörün üzerine inşa ediyor bunu? Kültür ve inanç faktörünün üzerine. Bunu bilmek lazım. Bu bilim neden Çin’den gercesi yere korkulabilir veya hafife alınabilir?
Veya kendi ilişkilerimizle yanlış yaparız. Çünkü bizim Çin’e karşı tavrımız bir Amerikanın tavrı gibi olamaz. Olamaz. Sadece şeyden değil yani biz çici insanlarız falan anlamında değil. Şeyimiz farklıdır. Kubaşımız farklıdır. Tabii canım. Ve unutmayın ne ait Asya’dır. Asya’nın kendi ortak kavramları vardır.
Hatta postulatları vardır Asya’nın. Şunu da söyleyeyim de öyle kapatalım. Balık baştan kokar deriz biliyorsunuz. Evet. Kompocizun lafıdır biliyor musunuz? Öyle mi? Hepimizin hepimizin kulağın kompocizun. Bu da kulağınıza kip olsun. Son nasihatta bu. Balık baştan kokar. Evet efendim ihmal etmeyin bu nasihatleri diyerek bugün programı kapatıyoruz. Haftaya koyduğumuz noktadan devam edeceğiz.
Başka bir başlıkla hoşça kalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir