İhmal Edilebilir Nasihatler | Filistin & Edward Said | 45. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=ZKOzYLf73VA.
Merhabalar efendim. Bu akşam yine Alev Alatlı Süleyman Seyfi Öğün Hocam ile birlikte ihmal edilebilir nasihatler diye. Hocam geçen haftanın nasihatini unuttuk galiba şimdi hatırladım.
Daha doğrusu bölümü izleyince fark ettim ki geçen hafta nasihat vermeyi unutmuşuz. Hocam verdi işte duruşunuz duruşunuz duruşunuz. Türkiye duruşunu korumalı. Türkiye yani insanoğlu kendi duruşunu korumalı. Sen seni bil. Sen önce bir kendini bil. Duruşunu koy orta yere. Kırmızı çizgilerini koy. Bu kalalık etme ama sadık ol. Evet sadık ol. Sadık ol.
Belki bu bu olma da ne olur? Yani bu sadakada da taktığın bir özel anlam yok ama sen sadık değilsen kimseden yardım almasın. Sadakatın tek şeysi tanımak ve yardım alabilirliktir. Verebilirlik bir ana bir de alabilirliktir. Yani şunu istiyor Ayşe Hanım şunu isterse ver ve böyle hareket eder. Bilmiyorsan veyahut her dakika kendi şey değiştiriyorsan ben nasıl senden yana olayım birader.
Oturup beklemem lazım. Ben de ne sadık olmak bir kalıp olarak yerleşmeliyiz zihnimizin her yeri hayatımıza duruyoruz. Elbette ki çünkü başka türlü tutamayız birbirimizin ucunu. Değerleri bir de yaşama dürüstlüğüne vurmak lazım. Hangi değeri hangi hayatın içinde neyin karşılığı olarak konuşuyoruz. Bu bağlamları kaçırırsak gözden bağları daha doğrusu değerleri tartışmanın çok bir anlamı yok zaten. Yani onları aşındırmaktan başka da bir işe yaramayacak. Bence çok da çok da uygun bir şey söylüyorsun. Çünkü galiba olan bu oldu Türkiye’de biraz da. Yani şeyle beraber tabii tanzimat da başlayan onu hiç bunun günahını vebalini Atatürk’ün üstüne atmam. Cümrünün çok gerisi var. Ama cumhuriyete daha bir görünür oldu diyelim olan bir de. Orada hakikaten bir kopuş var. Yani bir olması gereken bir de olan arasındaki fark gibi.
Olması gereken de uydur uydur düşün. Söyle olan farklı. Ondan sonra da tuhaf bir şey. Zofreni yani nasıl çıkacaklardır içinden bağlı bağlantıyı da kuramadık. Evet. Ya mesela İncilik Haftan’la şimdi İncilik Haftan’ı hatırlatıyor. Hikaye hatırlarsınız. Evet evet üniversite. Ve elindeki son şeydir onu atar o bırakın ve gider. Şimdi çok hamasi gibi duruyor değil.
Yani İncilik Haftan’la bugün için ki hareketi yan yana getirebilirsiniz aslında. Ya şeye benziyor benim zamanında kendi adam kendimden bahsediyorum. Başka örnek bulamadım şu anda. Ama herhangi birinin istifa etmesi gibi işinden bu aynı şeydir. Bu koşullar altında ben. Bu görevi yapamam demektir bu. İncilik Haftan budur.
Eğer bu bağlamda İncilik Haftan’ı okutamıyorsanız zaten değerler bir yana gider. Günlük hayat bir yana gider. Ben yapmam bu işi diyebilmek. İncilik Haftan bu. Tabii bir taraftan da o postmodern dünyanın getirdiği dayatmalar da var orta yerde. Yani her şey. Kışkırtmalar ve ayartmalar. Kışkırtma demeyeyim de kışkırtma ve ayartma daha doğru bir tanım oldu. Kışkırtma ve ayartmalarla bu kendine sadıklığı sadık olmayı işte bütün bunları
hatırlamayı da. Hakkınızıza aşağınım ama bu o kadar eskiden beri devam eden bir şey. Yani ben postmodern dünyayı bile suçlayamıyorum. İnanın. Çünkü onu da tanımıyor da yani. Tanımıyor. Postmodern dünyayı tanısa bari orada kendi menfaatine göre hareket eder. Şimdi onu tanımıyor. Ya geçen gün gördüm işte gene bu Avusturya Kurt, Kurt Sebastian denilen herif.
Kopil yani tam bir kopil. Yine seçildi bir sürü bir şeyler. Rezalet. Şimdi onun hakkında yazı. Avusturya’daymış arkadaş. Bir anlatıyor. Adama hayran. Ya bu postmodern anlasa. Evet. Böyle bir yazı kalem almakta. Yani duruşunuz olacak ki zaten postmodern falan değerlendiresiniz. Değerlendiremiyorsunuz ki bunu. Duruşunuz olmazsa postmodern de anlam. Bakıyorsunuz. Magazin dünyası elden bir şey.
Korkunç yani sanki basından bahsediyorum. Bu kadar ifsat safsız bir adam nasıl bir araya gelir? Bu ne küstahlıktır? Bu ne küstahlıktır?
Bir yandan edepsiz, diyelim aşırı tüketimden dem vurup, ondan sonra oturup aşırı tüketim nasıl bu kadar yüreklendirilir efendim? Bilmem ne hanım niye ayakkabısı anlatılır falan filan? Bu nedir? Bunu da mı yapan Batı? Batı’nın bunu yapan formatları var.
Şimdi bizde tabii onlara bunu yapan dergilerin bölümünde Batı formatlarının taklidi tabii. Yani ama bir. Ama bu Batı bile değil galiba bu Amerika. Amerika Amerika. Yani şimdi mesela Fransa’da insanlar televizyon falan seyretmiyor. İstediğiniz magazin programını yapın. Tabi istediğiniz yemek programını yapın. Seyretmiyorlar ki. Yani seyretmeyen bu yeni kuşakların telefonculuğu anlamında değil. Yani eski kuşaklar seyretmeyen başta televizyon. Şimdi ama şey döndü moda dergileri, Instagram’a indi. Sosyal medya hesaplarına indi. O pozlar, o şeyler yani görmüyor musunuz Instagram’daki genç kızların işte o ünlü modaçıları taklit eden, oyuncuları taklit eden pozları. Şimdi ona döndü. Aslında şey biçim değiştiriyor ama içerik aynı kalıyor. Yani o kırmızı halıda poz verenler şimdi sosyal medyada poz veriyor. Grotesk yani grotesk. Grotesk evet. Evet. Hakikaten aşağılık grotesk. Ben şeyi hatırlarım çocukluğumda Erzurum’da kara kesedim. Çadır tiyatroları gelirdi hocam. Ooo. Ve çadır tiyatrosu gelir. Bu çadır tiyatrolarının üstünde bir şey cam baslar falan olur. Ve tabi gariban kızcağızlar beyogun kim bilir neresinden kopma veya nereden kopma.
Şeyde yürütürlerdi onları. Eee telde. Her yer karanlık çalar. Füryo, neuroveki falan ışıklar mavi. Bunlar yürür. Nasıl grotesk nasıl hüzünlüdür. Ağlamak gelir içinizden bu ne yahu diye. Şimdi sen nereden seyrediyordun bizim evimiz biraz yüksek değil de hep şurada olurdu. Penceren açınca görürsünüz bütün şeyi. Mesela Süheyla vardı bir tane. Süheyla zavallı onun üstünde yürümeye kalkar bir şeyler bir şeyler.
Ve hakikaten grotesk. Ve o ucuz türler, o böyle parlak nesneler, o rezil makyaj. İnanın aynı grotesk hikayeler. Aynı grotesk hikayeler. Ve rencide ediyor. Kadınları da rencide ediyor. Olması lazım. Bu nasıl ağır işler bunlar.
Başka bir kılıfa bürünüyor. Efendim biz buraya nereden geldik? Biz aslında Filistin sorunu. Geçen bu programı anlamak için geçen programı bir geri sonra bir internet uçturalım. Bir geri dönüp lütfen. Biz buraya nereden geldik? Biz geçen programda Filistin sorunun, Amerika’nın bu 100 yıllık barış planını aslında nedir? Edvard Said’den Filistin sorunun kitabının çevresinden konuşmaya başlamıştık. Filistin sorunun kitabını Türkçe’ye ilk çeviren Alev Alatlı yedi.
Ve o yıllarda bu meseleye dair yazılmış bir eser yoktu. Hem dünya açısından da. İlk olmasa bile Edvard Said’in Filistin meselesinde neye karşılık geldiğini konuşarak başladık. Şunu şeylerken, bu kitabı ilk ben bastım. Evet Fisevdullah bastım. Tek bir kuruş kazanmıştım yoktur. Ama yatırımı yapan… Cevat Özkaya. Cevat Özkaya’dır. Bunu da hiç unutmayalım.
Finansa etti, bastı, dağıttı, topladı, etti filan filan. Yani… Cevat Özkaya’nın da hakkını verelim. Özel müstesna bir yayıncıdır. Allah için yani onun için. O yılların içinde. Şimdi Edvard Said’in Haberlerin Anında İslam da, orientalizm onun devamı Filistin’in sorunun. Haberlerin Anında İslam bunun bir devamıdır dediniz. Fakat mesela bir de Entelektüel diye bir kitap çıktı yenilerde. Onu biraz daha farklı bir yere koyuyorsunuz.
Neden? Oradan başlayalım. Gene bu Filistin meselesinde… Bir şey yapsın ben gerisini getireyim. Şimdi tabii orientalizm kitabı hakikaten çok böyle doyurucu, zihin açıcı, müthiş bir çalışma zaten. Klasik artık yani bir kaynak. Haberlerin Anında İslam aynı şekilde.
Kültür emperyalizmi üzerine yazdıkları aynı şekilde falan. Fakat bu Entelektüel kitabı… Ben okudum hani hoş bir ifade mi olacak bilmiyorum hani de zihnimde böyle kekremsi bir tat bıraktı. Şimdi çok böyle köşeli bazı cümleleri, yargılı köşeli cümleleri var. Hangi dilde bu kısmı? Türkçe okudum onu. Ona dikkat etmek lazım.
Kiminle çevirisi? Çevirisi belki. Çevirisi olabilir çünkü bunda çok uzun uğraştım biliyorum ben tam tadını vereyim diye. Edvard Said’in tam tadını. Daha nasıl söyleyeyim hani belki orientalizm gibi veya bu Filistin sorununda olduğu gibi değil. Daha denemici bir dille yazmış, daha kısa cümleler. Mesela şöyle bir cümle hatırlıyorum. Entelektüel anti-establishment’tır veya entelektüel sürekli bir sürgün halidir. Şimdi bunlar biraz ne kadar doğrudur, ne kadar yanlıştır. Sonu nereye gider? Evet sonu bir de nereye gider filan yani bunları ben anlamakta zorlanmıyor. Yani ilk okuçta çok etkileyebilir insanları fakat biraz fazla romantik kitap olarak buldum.
Sarsmaya çalışıyordu hocam şimdi benim de gördüğümü, sarsmaya çalışıyordu çünkü bu çocuk geldiği yere de çok zor geldi. Ve orientalizmi yazdığı zaman başa neler gelebileceğini tahmin edin. Tabii tabii. Amerika gibi bir toplumda o böyle fevkalade, banaz, öğretim yerleri, efendim hakemli dergiler, bilmem neler, burada bir Filistin’le yavrucak çıkıyor.
Ve böyle bir şey yapıyor. Bir adam daha vardır böyle tarihçi Will Durant. Evet evet. Will Durant asla tarihçiler arasında sayılmaz bakın. Tabii tabii. Neden? Bütünü vermeye çalışır, detaya girer mecburen. Bütünü vermeye çalıştığınız zaman mecbursunuz. Hani geçen seferde işte Christa Burgund şarkısı gibi yani ama real olan odur yani o detay falan değil fakat şimdi böyle bir şeyle karşı karşıya kaldı.
Ve o cümle meslektaşları içindir, kendi meslektaşları içindir. Kendinize gelin diye. Ama tabii gittiği yeri kestiremeyen bir cümle olduğunda muhakkak. Aynı başarı düzeyini orada entelektüelde görmedim. Nitekimşah, hayır şöyle oldu bakın. Orada görmedim ben. Çok komiktir.
Edvard Sayed, burasınız Türkiye’ye geldim. Şimdi kitaplarını çeviren ben şu olan ben bu olan ben. Fakat bir ekip kaptı ve kaçırdı Edvard Sayed’i biliyor musunuz Türkiye’de. Isim versem şimdi ayıp olacak çünkü tanıdığınız insanlar bunlar. Aa Sol Yenah diyelim falan böyle. Kaçırdılar aradan resmen. Havaalanından. Oraya sok buraya sok. Nerede ne oluyor? Bir an derken hiç alakasız bir yayın evinde gördük adamı. Cevat Bey’e ekarte, beni ekarte. Kitapların çevrildiğini adam bilmedi bile. Şeyi, Türkçeye. Şimdi ve ondan sonra orada olan bir koşturma cevar. Birinin iki rakip yayın evinden birinin sol yayın evlerinden birinin oğlu ötekini buldu bastı yerini filan yok. Boğazda bir balık kıçıda falan böyle böyle rezillikler.
Ama ne kadar sert olduğunu anlatmak için bunu söylüyorum. Çünkü sol o zaman az önce de buyurduğu gibi şeye sahip çıkan. Söyleyin Filistin’e sahip çıkıyordu sol ve tırnak içinde sağ sahipliği budur. Evet. Soldan hiç ilgisi olmuyor. Bir tipler ama esas şeyi vuran tabi bu tiplerde çünkü bu bir zahmet.
Evet bir şey. Bu ciddi bir zahmet dedi ki bundan işte iki sene sonra Tunus’taydı. Rahmetli Arafat oradan bana bir işte o şeref adalyesini yolladı. Gecenin bir saatinde gelip madalya takılar. Ama tabi benim yaptığım iş bununla bitmedi. Ben çok çeviri yaptım şey için Filistin için çok çeviri yaptım. Türkçe’ye İngilizce’ye bilmem nerede nereye falan filan şey yardım Filistin sefiri şeyle konuşacak. Wall Street Journal’da bilmem kimle konuşacak. Şey yapardım yazıp. Türkçe yazar. Türkçe’sini koyardım. Efendim oradan Türkçe’den Arapça yaparlardı ki adamın ağzına şey koymayayım. Laf koymayayım ama hep hocama başımdan beri hak verdiğim yer var. O duruş Ayşe Hanım. O duruş o kadar önemli. O kadar önemli. Ben buradayım ve eninde sonunda alacağım kardeşim bu round diye duruşu başka bir şey oluyor. Filistin’in duruşunu bu çerçevede görüyorsunuz. Vallahi duruyor Filistin.
Bu son planla siz inceledim dediğiniz 180 sayfalık planı. Olmayacak bir plan. Hayata geçmesi neredeyse imkansız bir plan. Bu tarihin tanıklık ettiği en korkunç ve en aşağılık planlardan bir tanesi. Daha da vardır. İkincisi Dünya Savaşı’nda da neler var da öyle anlatmasın bu şeyler. Ama şimdi şöyle bir şey yani Amerika Birleşik Devletleri Başkanı yanında Netanyahu denilen adam orada Kushner var. Bir konuşmalar yapıyorlar. Yani bir el hareketleri, bir mitler, bir cıvıklık, bir aşağılama, imalar. Yani iğrenç bir sunum. Benimki bir plan olabilir de böyle bir sunum olmaz. Yani… Orkunç Lümpenleştirilmişim o zevkte. Ve mesela Kushner diyor ki bu planın ağabeyi. Ben bunu yapabilmek için biliyorsunuz 25 tane kitap okudum diyor. O sosyal medyada ne dalga geçildi. Yani şimdi inanılmaz mı dedi. Dedi dedi evet 25. Yani düşüklüğünü anlatmak için o toplantının.
Bayağı Amerika bir haline geldi. Harvard Princeton kendini yaran yere atsa yeri şimdi. Tabii onlar zaten. Üstelik Orta Doğu araştırmaları, Araba araştırmaları, İslam araştırmaları. Bir Allah’ın kulu da orada sormuyor ki ya 700 tane de Birleşik Milletler’in kararı var. Onları da okudum mu 700 tane karar. Birleşik Milletler’den çıkmış Filistin halkının haklılığını vurguluyor. Bunlar sanki yok hiçbir şekilde. Birleşik Milletler diye bir şey yok. Hatta Amerika’da olduğu söylenen bir kurum bu. Aslında yok. Bir de binası varmış. Bir de binası falan varmış Denizden Azır falan. Yani herhalde oraya Trump şey gibi bakıyor. Burası kiminin oteli falan diye bakıyor. Çünkü bu kadar yok sayamazsınız ki. 700 tane karar var. Hiç umurlarında değil. Bu çok büyük bir gerileme hakikaten. Çok kötü bir gerileme. Yani bir lümpenleşmenin insanlığın meselelerini de hani mesela sadra şifa olacak. Ne üretebileceğini düşünebiliriz ki zaten. Bu kafa ne üretebilir kaostan başka? Bu yeni bir kaos doğurmak orada. Tabii biraz da Netanyahu’nun bu kaosta etkisi var ama asıl önemli planın Uzun Vadede,
Sinayi Aramadası’na Gazzele zaten şimdi yeni planda birleştiğinde. Mısır’ı ikna edip biraz. Mısır’ı ikna edip bu Filistinlileri Sinayiye’ye sürecekler. Zaten. Yani yıllar önce bu topraklardan nasıl kendileri hani sürüldü Üst-Ediğim’de çıktılarsa şimdi Filistinlileri yavaş yavaş. Öyle bir plandan bahsediyorlar. İşte biraz Ürdün’den toprak vereceklermiş. Biraz tabii bu şeyin içinde yok. O metnin içinde yok öyle bir şey söylenmiyor.
Sadece denizle ilgisinin ne kadar kesildiğini görüyorsunuz. Filistinli artık denizde balık falan havlayamayacak. Oraları boşaltıyorlar. Belli yerlerde topluyorlar ve geçişleri yerin altından verecekler. Yani bu şey gibi hani böyle Velz’in romanlarında falan vardır ya. Yerin altında yaşayan tek gözlü köle üreticiler falan gibi bir şey olacaklar herhalde. Yani yok hükmündeydi, şimdi de görünmeyen bir halk haline daha da görünmeyen bir halk haline getiriyorlar. Tabii tabii yani yok sayıyorlar. Gerçekten gömüyorlar. Sıkmaz yok. Ve de ne kadar aşağılık yani. Bu şeye benzeyecek. Yani Star Wars filmi çekmiyoruz. Çünkü yani bu şunu doğuracak. Yani Filistinlilerin artık kaybedecek hiçbir şey yok. Zaten uzun soru.
Niye hiç etkilenmem bunca senedir dostlarımsınız Batı üniversitelerinden falan. Hiç etkilenmedim. Niye etkilenmedim? Anlıyor musunuz şimdi? Tabii oralarda mı? Hayır. Çünkü onlar bu yok saymayı meşrulaştırıyorlar veya… Kafalar şey… Yani nasıl anlatayım.
Kafalar öyle dar ki, hayatları o kadar küçük ki, hayatları şey gibi. Kendilerinden ibaret diyelim. Kendilerinden ibaret. Yani şöyle düşün. Bir maydanoz almak için iki bin gitmek zorunda kaldığım bir yerleşim için mi düşün. Amerika için söylüyorsun. Tabii Amerika için söylüyorum. Kendi başınız. Toplu taşıman yok.
Karını kendin gideceksin. Bilmem ne yapacaksın. Tek başınasın. Gece saat 9’da yatıp sabah 6’da kalkarsın. Misafirin yoktur, ailen yoktur. Gelenin gidenin yoktur. Issız. Evet. Issız yani bu kadar ıssız insan bir arada ne olurdu? İsterse üniversitede olsun. Issız. Tabii. İnsanlar. Sarifet gibi anlatırlar. Disiplinler arası iletişim filan. Yani bu bayağı bir inovasyon. Disiplinler arası iletişim. İyi mi yani? Halbuki bilgi başlarken sorularına sadık, mevcut bilgilerin organizasyonu üzerinden işlemesi lazım. Sen onları önce parçala, darmadağ net, epistemik gettolar kur.
Ondan sonra o gettoları birbirine yapıştırın. Böyle bir şey olabilir mi? Eterciğer kanallarla yaratıldığında. Polistik düşünmekle, bütüncül düşünmekle, multidisipliner düşünmek arasında bir fark var. İkincisi çok eğretidir. Doğru olan birincisidir. Bundan vazgeçip, sonra bunun tahribatını academic patchwork’larla gidermeye çalışmak.
Çünkü çok büyük de yatırımları var. Battı çıktı bu iş hakikaten yani. Ben size bir şey sorayım mı? Siz senelerce Amerika’da bulundunuz. Amerika muazzam bir dünya datasına sahip. Evet. Evet, data olarak sahip. O data Amerika’ya bir dünya bilgisi kazandırıyor mu? Hayır, hayır, hayır. Hiç öyle bir niyet. Yavrucuğum öyle bir niyeti yoktur zaten.
Yani şöyle söyleyeyim, bakın, ben oradayken Alaska’da bir şey oldu. Deprem oldu. Galiba son yangın falan da çıktı. Şimdi, sıradan bir Amerikalı. Bir kere sıradan Amerikalı, bizim eyalet dediğimiz şeyin devlet olduğunu bir kere anlamamız lazım biz. Evet. Bunlar devletçikler. Devletçikler. Şimdi ben Alaska devleti nerede bilmiyorum bir kere.
Alaska devleti de bir şey olmuş. Ve aslında aynı büyük toprağın karanın bir parçasıydı ama ben bilmiyorum. Bilmiyorsunuz siz. Aynı toprağın parçası olduğunu bile bilmiyorsunuz Ayşe Hanım. Çok tuhaftır. Yani ıssızlıktan kası mı? Hakikaten ıssız. Şeylerde ıssız. Öğretim üyeleri de ıssız. Hani profesör dersiniz. Vallahi bilmez Türkiye nerededir.
Bilmez. Hayretler içinde kalırsınız. Bu nasıl bir şey diyerekten. İnsan bu kadar mı içine dönükalır? Ama tabii bir taraftan da dış ilişkilerde işte Urducası’ndan işte Peştuca’nın bir tür yabancı. Ne fark eder yalnız. Dili bilen dünya kadar insan. Bilmiyorlar yani. İtlam ediliyor, çalışıyor, o ülke dillerini öğreniyorlar filan. Yani var mı zarar? Bu reklamcıların bir lafı vardır. Reklam verenlerin.
Reklamın yarısının boşa gittiğini biliyorum ama hangi yarısı olduğunu bilsem. Bunlarınki bu hesap yani. Tabii tabii. Yani bir kere müthiş data topluyorlar. O kesin. Ama o datalar üzerine bir dünya bilgisi kavrayışı geliştiremiyorlar. Bence mesela hala Amerikalılar’ın kafası Türkiye konusunda karışık. Tabii karışık. Yani İran gibi mi göreceğiz Türkiye’yi? Araplarla mı göreceğiz? Yani Arap baharı Türkiye’de Türk baharı olabilir mi?
Böyle bir sorununca olur. Niye? E bunlar Müslüman zaten. İran’da başlattık bazı şeyler. Başka ülkelerde Türkiye’de de tutar mı? İran’da da tutmadı, Türkiye’de de tutmadı. Ama Mısır’da tuttu veya Suriye’de, Libya’da filan tuttu. Kendinden yola çıkarak baktığı için Ayşe Hanım. Yani o ısızlığı size de ister istemez affediyor. Öyle görüyor.
Benim bir meslektaşım anlatıyor, o da Amerika’da bulunmuş. Suriye konusunda uzman. Adam? Evet. O anlatıyor diyor, soruyor Suriye işte. O ucunun içini bir sürü şey anlatıyor diyor. Sonra bir gün gelmiş, ya demiş sana bir şey soracağım. Bu Türkiye demiş tam olarak nereye düşüyor? Evet. Yani…
Cezane versin. Evet, çünkü o kadar Suriye’ye odaklaşmış ki Türkiye’ye iyi unutmuş. Yani komşularıyla filan gülenmiyor. O kadar Suriye’ye odaklı. Yok hiç şaşırmam. Böyle bir şey bu. İnanması çok zor ama böyle bir şey. Ama bir taraftan da tabii toplumlarda mühendislik yapmak konusunda çok iddialılar. Yani Amerikan işte sosyal hareketlilik mesela şimdi bununla ilgili çok makalete inandık. Ama işte bakın, Türk baharatı… Sosyal hareketler nasıl organizedilir, nasıl yönlendirilir, nasıl… Ama şimdi yani tamam bunu bir endüstrisini kuruyor vesaire ama… Hepsinde sonuç alamıyor ki yani. Türk baharı olmuyor işte. Tabii bunu çaba sarf ettikleri bir gerçeğe… Diyor ama yani olmuyor. Yani böyle… Ukraya’da olduğu gibi olmuyor işte. Ancak da ancak Almanlara karşı filan savaş kazanır. Aynı kapıdan oldukları için. Amerika Birleşik Devletleri bizim gibi ülkelerin hangisi de bir şey kazandı? Tabii Vietnam’dan da başlayarak… Daha çok.
İngiltere’yi mi kaybediyorlar? Tabii yani Irak da ayrı bir hizmet. Ama Alman… Dolayısıyla Alman olursa ben de kazandırırım. Çünkü Alman’ın… Bu da mühendis, iki mühendisi karşı karşıya koy. Kare belli ne oldu? Açıları 90 derece. İşte dört köşesi var. Buradan girersin, şuradan çıkarsın. Ne olacak yani? Ama kare kare değilse… Karemsiz gibi arada görünmeyi becermekle birlikte… Başka bir şeyse? Başka bir şeyse… Ne yapacaksınız? Doğu ile ilişki zaten bu noktada da çok… Edvars da… Ama bakın mesela İngiltere böyle değil. Çünkü İngiltere bir dünya bilgisi ve görgüsü edindi. Dünyayı sömürdü vesaire. Ama şimdi şöyle düşünelim. Koca bir Hint kıtasını sömüreceksiniz. Yeraltı ve Eryüstü kaynaklarını. Şimdi bunu yapmak için… Oranın coğrafyası, yeraltı… Yeryüstüsü… Ne bileyim yani… Dilleri, dinleri… Bilmem ne… Muazzam bir yatırım yapıyor. Ve o yatırım üzerinden… Öğrendiklerini… Bir kavrayışa dönüştürüyor. Yani Hintli’yi kavrıyor. Hindistan’ı kavrıyor. Çünkü buna mecbur. Çünkü yeraltı kaynakları sınırlı. Ama Amerikanın her türlü kaynağı olduğu için… Futursuzluğu,
Yani bilme ihtiyacı yok. Avrupa’da da bu futursuzluk var. Senegal’deydim ben geçen hafta. Senegal’de… Gor adası işte… Kölelerin sevk edildiği… Adı 500 yıl. Portekizlilerle başlıyor. Fransızlar, İngilizler filan o adadan. 500 yıl 40 milyon köle… Pardon 500 yıl 40 milyon köle… Ticaretin yapıldığı bir yer. Yani o adaya giriyorsun, çıkamıyorsun zaten. Ya öbür tarafa gideceksin, ya da… Öleceksin. Başka bir geri dönüşü olmayan bir yer. Şimdi bunun karşılığında… Konuşuyoruz işte Senegalli… Türkçe’de bilen bir genç vardı. Ne diyorlar? Fransızlarla bunu tartışmıyor musunuz? Artık gençler Fransa’nın onları yönetmesini istemiyor. Hala yönetiyor. Çünkü işte isyan ediyorlar filan diyor. Fransızlar size ne diyor bu tartışmalarda değil mi? Onların temel savları şu diyor. Biz sizi sömürdük ama size iyi olup… Söyledik. Söyledik. Haksınızı başınıza getirdik. Şehir hastane yaptık. Hani sömürmediğimizin karşılığı… 500 yıllık sömürünün karşılığı da budur. Diyorlar. Bedenini ödedik diyor. Şimdi gençler buna ikna olmuyor. Benim annem babam diyor. Babam aman sorun çıkartmayın. Çünkü sahip olduğu o küçük şeyleri de kaybetmek istemiyor. Daha zor duruma düşmek istemiyor. Daha kötüsünü de gördüğü için. Ama diyor ki, Bu bir şey değil. Daha kötüsünü de gördüğü için. Ama diyor gençler şimdi işte Fransa’ya… Bir şey dikkatimi çekiyor benim. Bu Latin kolonyalizmi berbat bir şeydir yani. İspanyolu, Portekizli, Fransızlı… Çok vahşi. Çok vahşi. Çok vahşi. İngiltere’de belki bir dönem çok vahşi işte. Ama yani bu işi kotarmayı öğrendiler. Onların derdi, Bu iş çok maliyetli halde. Bu iş çok maliyetli halde.
Bu iş çok maliyetli halde geldi de… Altından kalkamadılar yani. Yoksa. O Wilson planına boyun eğdiler. Yoksa ama zaten ülkelerde de görüyorsunuz. İngiltere’ye olan muhabbet daha sürüyor. Yani bu işte mesela Fransa’ya muhabbet duysa da… Yine de daha hastalıklı bir ilişki var orada. Nefret ederler. Yani o şey… O şey duygudan da… Fransz fan onu falan çıkarır yani. O duygudan da anlaşılıyor. Hocam bir de eğitimi konuşalım istemiştik ama.
Bir 10-15 dakikamız var. Bir eğitim başına girelim mi? Ben o konuda susacağım. Alev Hanım’ı dinleyeceğim. Yani Türkiye’de eğitim meselesini… Biz her programda söylüyoruz. Eğitim konusunu biraz konuşmak istiyoruz. Türkiye’de eğitim nasıl oluyor falan. Bir türlü sıra gelmiyor. Yani tek programdan sınırlı olacak şey değil. O yani hatta… Misafir davet edelim. Üzerinde konuşalım ama… Bir bağlantı var.
Demin hocamın söylediğinden… Yola çıkarak belki bir iki bir şey söylemek mümkün. Şimdi bir duruştan bahsedip duruyoruz ikimiz de. O duruş nasıl sağlanacak? Şimdi bu duruş eğitimdeki duruştur aynı zamanda da. Eğitimin de bir şeysi vardır. Bir duruştan sonra olur eğitim. Hani neyi yapmak istiyorsunuz? Neye evet diyorsunuz? Neye hayır diyorsunuz? Efendim?
Ve bu DIY yargılarınızı… Eğitim sisteminizde yansıması lazım. Yansımıyorsanız zaten ortaya çıkıyor. O kadar amor bir şey çıkartıyor ortaya. Bugünkü halimize döner. Bu bir gemi. Bu geminin içindeyiz. Körümüz var, topalımız var, Türkçe bilemeyenimiz var. Hastamız var, ustamız var. Ve bunun mümkün olduğu kadar… Büyük numaralar kanunu açmamız lazım. Ve kimin sözüdür o hocam?
Belki hatırlarsınız siz. Çok benimsediğim bir laftır. Üç beş büyük adam yetiştirin. Adam gibi adam yetiştirin. Gerisi gelir ayçağın. Bu çok önemlidir. Üç beş yetiştirin. Adam gibi adam. Adam gibi adam nedir? Duruş olan adamdır. Ve bu duruş öyle bir duruş olmalıdır ki……bizim içimize sinmelidir bu duruş. Türkler olarak. Türkler olarak……şöyle bir kafamızı……kaldıracak hale de olmalı.
Hale de olmalı. Aç kalırız, şu olur, bu olur. Ama dayanamadığımız bir şey vardır. Adalet. Adalet. Adalet. Fırsat geçitliği. Adalet. Adaletle ne ilgisi var yüksek eğitimin? Her türlü ilgisi var. Adil değil. Ve her yasal hak da……çok iyi biliyorsunuz helal değildir. Bir yere hak kazanmış olmanız……yasal olarak.
O helal anlamına gelmiyor. Ve aynı kural……kuralın zaten kural olması için……hayatın her alanında……işle……işlevesel olmalı. Bu kural sadece şurayı ilgilendirir. Bu kural böyle böyle böyle kötü gücü olması. O yüzden kadim değerler deriz. O yüzden İslam’ın ipine yapışın deriz. Deriz deriz. Kendine sadık olmayı da bu çerçeve… Gayet tabi. Gayet tabi. Programımızın sonuna doğru gel.
Ben yine de bir son sözü Filistin’in……sorunu……Kudüs meselesi üzerinde söylemenizi isteyeceğim. Sizin Arafat’la da yakın……yani konuşmanız oldu. Madalya… Konuşmam olmadı tabi ama… Tabi gel git… Türkiye’deki sefirler dahil……şeyler dahil… Mücahitler dahil……yani o kanallarla hep…
…şey açık oldu. Sağ olsun işte… Kimi zaman bana bir… Filistin elbise göndermiştir……kırk kadınların yaptığı… Şişmanlamasam bir gün gelir gelirim size……gerim bir nasıldır diyerekten… Filistin elde etmiş……yani bu tür bir ilişki oldu……olacaksa da……yani hangimiz……bu kadar dar zamanımızda……bize yar olan birine ilişki kurmayız ki……yani olay böyle abartmanın anlamı yoktur……tabi ki… Bugün bu meselenin Batı medyasına doğru……yansıtıldığını düşünüyor musunuz? Batı medyasına……Bitmey’de anlamazlar onlar……hepsi yansımazlardır. Onlar değil de daha vahim bir tablo var……yani bu saçma sapan……anlaşmayı……sözüm ona anlaşmayı……alkışlayan Arap liderler var……yani Filistin’in……sesini dünyada duyuracak……tek bir ülke kaldı. Ülke yani? Uluslararası bir zemin……yani çekecek Endonezya’yı yakasından……100 milyon Müslüman nüfusum ben……falan öyle mi? Gel bakalım……bunun diyetini öde şu Filistin meselesinde……Pakistan’ın aynı şekilde……dünyada ne kadar yani……Müslüman ülke kaldıysa……hala……öz saygısını muhafaza eden……siyaseden……onlara bir zemin……en büyük tokatı attı……Son Birleşim Milletler Genel Kurulu Kararı……Kudüs’ün başkenti……olmasıyla ilgili……Amerika hayatında böyle bir tokat yemedi……unuttuk bunu……albuki o çok kritik……tarihe geçecek bir şeydi… Ne kadar duyuyorlar tabi bütün bunları… Duymazlar canım……onunla da beklemeyemek lazım zaten… Bir de bunu artık kendimiz……anlayalım artık, duymalarına gerek yok… Ama sahipsiz olmadığını onlara öğreteceğiz…
…bilecek onu, o bilir……ama böyle koştur koştur kendini……bunu daha önce de konuşmuştuk……bunun anlamı yoktur canım……koşturup koşturup, Papa’nın eline ne benziyor bu ya……getin Allah aşkınıza ya……getin Allah, yetti ya……işinizi yapın……havaseti bırakın, işinizi yapın……yapmanız gerekeni yapın……biz bu adamları ikna edemeyiz……biz bu adamları ikna edemeyiz……hayır bunlara ikna imkana olmaz……yeniden mi doğuracaksınız Allah aşkınıza…
…yopatım edmediğiniz niyetini……yani böyle birşey yok……gerek yok……şeyden anlarlar……menfatların en ufak bir……kızıltısından çabuk anladıkları için……dört kulak kesilirler bakmayın siz……ama anladığı da o kadar olur……önemli değil……kendi sazlığımız hep söylediğim şey……biliyorsunuz onu……biz sazlığımızı korumak zorundayız……sazlığımız için…… complètement kötü kurbağamız olur…
inmemiz olur. İnanılmaz sazlık bizim. Ama bu sazlığı gelinsiz de yusuflu sazlıktan nefes al. Demiyoruz canım ki işte ne yaparsa yapsın. Ama şeyi tutmak durumundayız. Burayı sağlam kalbimi tutmak. Ve de bu yalaklığı bırakmamız lazım artık. Yüz sene geçti. Nazım Hikmet’le yazık Bailan Önettin’dir galiba. Dans ediyorlardı şeyden. Nazım Hikmet’le yavrucak yani.
Bailan Önettin’dir sanıyorum. Balo veriliyor. Bu dünyadan bir Nazım geçti de anlatırım onu Bailan Önettin. Evet evet. Bunlar dans ediyorlar. Erkek erkek. Modernleştik ya. Yani aradan geçiyor bir 20 sene 30 sene. Ondan sonra işte Konya’daki meşhur hikaye. Şimdi arkadaşlar diyor okul müdürü.
Gazi Paşa’mızın emriyle dans buyuracağız diyor. Konya’da. Konya’da. Gazi Paşa’nın emriyle dans yapacaklar. Tabii kimse karısını getirmemiş. Ne işi var orada? Gitmemiş kızcağız tabii. Ama öğretmen hanımlar yazık şeyler. Kızcağızlar devrimci kızcağızlar. Onlar kaydı onlarla tin tin filan. Gitti gitti. Türkiye geçirdi bunu. Biz çok çabuk toparlandık. Çok büyük sadmeydi.
Ama çabuk toparlandık. Biz toparlandık. Yetti. Ne eksik ne gedik biliyoruz. Onu yerine nasıl koyacağımızı da biliyoruz. Şimdi daha bir süre bir ürünümüzü yiyeceğiz. Ben avazım çıktığı kadar eğitim eğitim diye bağlayacağım. Ağlayacağım. Onu oturup yazacağım sayfalar sayfalar sayfalar. Siz öyle hocam öyle. Ama ben tabii siz benden iyice küçüksünüz. Ama ne olacak ben daha ikinci kuşağım. İkinci kuşağım bu kadar hızlı aydıysa. Evet Cumhuriyet’in ikinci kuşağı bu kadar hızlı uyandı. Tabii canım ben ikinci kuşağım ne olacak. 44’te olmuş da hesaplayın ne var yani. Tabii. Evet ama toplumları gerçekten uyandırmak farkına vardırmak. Bu önemli. Farkına vardırmak için kitapların aydınların öneminin altını çizerek bitirelim.
Yok yok o kesin yani hocam söyledi doğru. Çünkü aydın kendi doğru bildiğini teyit edenin de destek verir. Ve şanslıysa bazen hükümetlerde aynı yolda gider. Aydın şanslıysa şanssız çok şanssız olabilirsiniz. Ama şanslı olduğunuz dönemler olur.
Ama hele de bizim bölgemizde hiç unutmayın en kötü devlet devletsizlikten iyidir. Evet. Bu tüm coğrafyayı da gözetince zaten bunun da. Bu böyledir saçmalığın ailemi yoktur. Yani aydın olmak establishment’a müesses nizama tapınmayı gerektirmiyor. Ama düşman olmayı da hiç gerekmiyor. Evet. Et var sayitten yine bir düzeltme iletiyorsunuz. Tabii çünkü yani müesses nizam dediğiniz de bir bütün değil ki. Onun şu tarafını ayır derseniz, bu tarafını takdir edebilirsiniz. Düzeltme gayretine omuz verebilirsiniz. Yardım edebilirsiniz. Dediğiniz gibi bir şeye toptan karşı olmak değil. Hiç bir anlam yok. Hele de liderlerle. Efendim bu programın nasihati olarak ne söylüyoruz? Valla ben şöyle düşünüyorum. Nasihat gibi değil belki ama bir kere bir kavrama berat çıkaralım.
Bir tane bir tanetlendi ama hiçbir toplum mühendisliksiz kurulmaz. Yani böyle bir şey var. Bir şey siver. Önemli olan. Kroki değil ben. Yani mühendisliği iyi yapmak ama mühendisliğinde iki boyutu var. Bir dinamik hesaplar, bir de statik hesaplar. İkisi arasında dengeyi tutturduğunuz zaman o mühendislik oluyor. Dinamik hesapları dışlayan bir statik hesaptan ancak belki Sphinx’ler falan çıkar.
Ama evet gider. Statik hesapları dışlayan bir dinamikten de istikrarsızlık ve inansızlık gelir. Başka bir şey gelmez. Ne diyoruz o zaman? E işte o mühendisliği lanetlemeden doğru mühendislik nasıl yapılır üzerinde? Kafayı yormak. Samimi bir şekilde kafa yormak. Kamusal değer taşıyan işlerde bunu yapmamız lazım. Eğitim de bunlardan bir şey. Bunlardan birisi.
Hocam? Artık yeter bir tane nasihat. Gıdım gıdım veriyoruz nasihatlar. Efendim ihmal edilebilir nasihatlerim. Kaldık ihmal edilebilir gördüğünüz gibi. İhmal edilemez aslında bir taraftan. Programın ismi ihmal edilebilir ama bence verdiğiniz nasihatlar ihmal edilemez. Edilmemeli ya da. Yani biz de inşallah diyoruz ama ne yapalım? Bunu da göz önünde bulunduruyoruz. Efendim bir program daha sonuna geldik. Alevala Atlı ve Süleyman Seyfi Öğün’e çok teşekkür ediyorum.
Haftaya bir başka başlıkta yine dünyaya başka bir pencere açmaya devam edeceğiz.
Hoşça kalın.
İlk Yorumu Siz Yapın