"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | Mültecilik & Türk Solu | 48. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | Mültecilik & Türk Solu | 48. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=kuYubdmgWLs.

Merhabalar efendim, İhmal Edilebilir Nasihatler’de Alev Alatlı ve Süleyman Seyfi Öğün Hocamla birlikteyiz. Hoş geldiniz diyorum. Hoş bulduk. Bugün aslında geçen bir önceki programda Türk sahanı bitirip Türk sonuna geçeceğimizi
duyurmuştuk ve bugün Türk solumdan konuşmaya başlayacağız ama ben araya bir parantez sokabilir miyim? Araya her türlü parantez sokarsınız zaten bitirmek mümkün değil. Yani biz kim oluyoruz de bitiriyoruz. Yine bir nokta koymuştuk Türk sahana. Yani. Azıcık, azıcık bugüne daha gelmeden ama yine bu düzeyde Türk soluna geçmeden önce parantez mültecilik meselesini konuşmak istiyoruz çünkü bu yani yaşadığımız olaylar
ve her gün coğrafyamızda ve dünen her yerinde olan bitenlerin sonunda bir mülteci krizi, insanlık krizi olarak kapımıza dayandı. Bu tutum, bu burada olayların somut gelişiminden ziyade bu meseleye insanların bakışı değişti. Mültecilere bakışı değişti. Hatta 2017’de kaybettiğimiz Bağman bunu bir insanlığın krizi olarak tanımlıyor ve insan dışı bir yere itiliyor.
Bu mülteciler artık yerlerini sadece kendi memleketlerindeki yerlerini değil, dünyadaki yerlerini de kaybediyorlar. Siz geçen hafta şeyde değil miydiniz Allah aşkına? Edirne’de mi? Neredeydiniz? Ben Edirne’deydim, evet. Sınırdaydım. Ne gördünüz? Şöyle bir anlatın onu bakalım. Bir saniye. Yersiz, yursuz insanlar nereye gideceklerini bilmeyen yönleri tamamen yani nereye gideceklerini elbette biliyorlar. Avrupa’ya gitmek istiyorlar çünkü Avrupa’da bir sığınma sistemi var.
Avrupa değerleri var, Avrupa’nın vaad ettikleri var onlara. Avrupa’nın vaad ettiği birtakım imkanlar var. Bunun için Avrupa’ya gitmek istiyorlar. Ama Avrupa’ya gidebilmek için de birçok sınavdan elemeden bir insanlık testinden neredeyse geçiyor. Aslında bu insanlık testini Avrupa geçiriyor. Çünkü şimdiye kadar vaad ettiği bütün Avrupa değerleri diye tanımladığı, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya koyduğu bütün o haklardan vazgeçiyor ve Yunanistan
sınırında bu mültecileri durdurmuş durumda. Şimdi bir gerçekçi olalım. Yani iki sorun var oluşan hemen. Bir tanesi Avrupa değerleri neydi? Vaz edilmişten bahsediyorum. İki bu Avrupa değerleri filan ne durumdaydı?
Yani entelektüel bir gevezeliğin ötesinde bir yere gidiyor muydu? Hakikaten Avrupa değerleri için mi gidiyorlar doğruya? Hayır. Bunu bir irdelemeli diye düşünüyorum. Çünkü, Arşlanım şeye dönüşüyor bu yavaş yavaş. Yani düşünürler yapılmış, hata edilmiş. Sadece bir iş değil bu gibi gelmeye başladı bana.
Dönerek yapılmıyor çünkü gidecek yerleri yok. Bir dakika, gidecek yerleri mi yok? Yoksa kendilerine, bunlar aydan gelmedi bu insanlar. Hepsinin yeri vardı. Yıkıldı. Savaş var ülkelerinde. Tamam yani. Ülkelerinde savaş var ve yaşayamıyorlar kendi topraklarında. Bir yerde kendilerine bir yurt bulacaklar. Bu bana çok sıradan bir açıklama gibi geliyor. Biliyorum herkes buna yapıştı da doğru haklısınız.
Ama şunu da düşünün. Gidin geriye Amerika’ya göç o alın. Evet. Tabii ki mültecilik de hem de hala asıl. Doğru mu? Evet. 1600 kaç? İlk giden gemiler 1600’un başları. Peki. Onları bir şey yapalım.
Niye gittiler? Konuşalım. Bir de bütün çektilerine çekmelerine rağmen dünyada iki büyük imparatorluk vardır ki Amerikalara göç etmemiştir. Bütün kötü şartlara rağmen Rus köylüleri bir Osmanlı köylüleri iki Müslümanları. Bilir misiniz olmadı. Niye? Şunu söylemek istiyorum insanları kendi topraklarından vazgeçilen nedir? Belki de o topraklar hiçbir zaman kendilerinin değil miydi? Belki öyle bir aidiyet duygusu mu yoktu? Bunları sorulagılamak lazım diye düşünüyorum. Ben kalkıp bir yerden bir yere.
Üstelik de mesela Helsinki efendim şeysi gibi olan laflarla gider misiniz kaç kişi gider? Altında ne yatıyor bu işin onu ilerleyelim derim. Şimdi Afganistan, Irak aslında bu mültecilik meselesini konuşmanın çok daha öncesi işte Bosna Savaşı var arada. Afganistan Savaşı var, Irak var ve ondan sonra Suriyeliler ve bu onun öncesinde Lübnan, Filistin meselesi var, Filistinli mülteciler var yani. Cohorafyaların kaynayan ve alaca karanlık kuşağında sizin deyimize dönüşen o coğrafyaların insanları yersiz ve yursuzlaşıyorlar, evsizleşiyorlar ve doğal olarak dünyanın birçok yerine dağılıyorlar. İşin bir bu tarafı var. Bir de Avrupa açısından olan kısmı var. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa bir sığınma sistemi kuruyor. Özellikle bu Yahudi soykırımının ardından.
Yahudi soykırımı da büyük bir göç hareketi biliyorsunuz Avrupa’da ve Avrupa o zaman da kapılarını kapatıyor. Oluşan dengede diyorlar ki Avrupa ülkeleri, biz üçüncü ülkeleri, üçüncü ülke olarak tanımladığımız ülkelerde eğer bu insanlar kendi ülkelerinde bir yaşam riski altında iseler, herhangi bir sebeple dolayı, biz o insanları şu kota da şu oranda, nüfusumuzun yüzde ikisi oranında kendi ülkemize kabul edeceğiz, onlara vatandaşlık vereceğiz, Avrupa vatandaşı yapacağız, şu kadar para vereceğiz, eğitim, sağlık ve bütün imkanlardan faydalandıracağız. Şimdi Avrupa’nın vadi bu ve bunu yasalar zincirine bağlamış, kapısını kapatmamış. Fakat Suriyeli mültecilerle 2011’de başlayan süreçle birlikte 2016’da büyük bir akın başlıyor, tekrar Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya, orada kapılarını kapatmaya başlıyor. Aslında değişim burada başlıyor, yoksa o vakte kadar bir sorun yok.
Ama bence sorun var, yani bunu sorunsuzluk olarak görmek… Sorun değil mi? Avrupa açısından sorun kabul etmiyor Avrupa meseleyi yani… Etmiyor ama yani aklı başında olan insanlar görür, insan hakları evrensel beyanlamasına bakarlar, orada bir hüküm var, insanlar yerkürede seyahat etme hürriyetine sahiptirler,
bu asla engellenemez, istediği yere de yerleşme hürriyetine sahiptirler. Bu ne? Yüzde 2 mi diyor orada? Yani yüzde ikisini mi alırız diyor? Yüzde ikisine vatandaşlık veririz diyor yani Avrupa vatandaşı. Bu yüzde hesabına dayalı olarak söylenmişse, o metinde de yani, o metni yüzde hesabına çevirdi ise birileri, o sorundur işte. Çünkü yüzde 2’yi siz yüzde 1’e düşürebileceksiniz demektir. En sonunda sıfıra çekebilirsiniz de kapıyı da kilitler. Biz zaten yüzde 1 şu andaki oranları, yüzde 1. Şu anda sıfır, kapattılar yani. Ama yani sizin nüfusunuz aynı bine kalsa… Sadece Suriyeliler için kapattılar, diğerleri alıyorlar. Sizin nüfusunuz aynı bine kalsa karşı taraf arttığı sürece o yüzde 1 marjinalleşir, marjinalleşir hiçbir şey anlamına gelmez.
Bence esas mesele hakikaten. Esas mesele insanoğlunu gelinde neden sorun nedir onun peşine düşmek. Gelinde neden nedir? Şimdi diyeceksiniz ki niye böyle konuşuyorum? Şundan dolayı konuşuyorum. Eğer kök nedeni bulamazsak, kök nedeni ortaya konamazsa, insanların bu hale gelmesini bunun çözümü olmaz.
Çünkü sonunda iş dolar dolaşır, işte yanlışlığa indirgenir sanki. İndirgemeci bir cevaplar verir hale gelir. Tabii mültecilik statüsüne veya sığmacı statüsüne ilişkin bir sürü Arpan’ı getirdiği tanım var. Yani bunun için de eşcinsel olduğu için kendi toplumundan dışlanıp Arpa’ya sığman da var.
Ekonomik mülteci dediği kendi ülkesinde geçim kaynakları olmayan da var. Siyasi baskılar altında yaşayamayan da var filan. Savaşta bunlardan birisi enacili. Yani bunun bir kategorik tanımlaması var kendine. Bunların leğen örtüsü olduğunu görmüyor olmamız lazım. Leğen örtüsü ya bu. Yok eşcinsel olduğu için bilmem.
Neye canım sonra? Yok, Arya söyleyemediği için çoğu. Yok o yok bu. Yahu ölüyor adam. Yani bunun şeysi yok. Birinde ölüm. Le karşı karşıya. Ölüyor. Toprağını elinden almışsınız. Yani ülkesinde savaş var diye geçiştiremezsiniz. Ne demek savaş?
Deli mi bu? Kendini yapıyor savaşını? Bu olamaz. Anlatabiliyorum şimdi ne demek istediğimi. Yapamazsınız. Ülkesinde savaş varmış da bir de kategorize etmiş yok. Mavi gözleri alacak. Sarışınları almayacak filan. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Ben size şunu söyleyeyim. Sanki şu Avrupa’nın yani iki duyar bundan sonra bahsettiğiniz, söylediğiniz değerlerin tuzak olduğunu düşünür. Bu bir tuzak. Neyin tuzağı? Başınıza böyle bir şey gelecek ve onların karşısındanca bunu alabileceksiniz. Tuzak. Bunu bir ırkçılık veya bir ayrımcılık gibi görür müsünüz? Çünkü burada özellikle daha işte Müslüman coğrafyalardan gelen mültecileri ilişkin bir şey var.
O kadar çirkin bir kurgu ki bu. Yani şöyle diyor. Bu bizim dışımızda bir ilkel bir dünya var. Biz medeni toplumlarız. Afganlılar var, Araplar var, bilmem Pakistanlılar falan. Bunlar itişiyor, kalkışıyor. Bunlar da böyle… O kadar ilgisiz bir skeç görseniz diyor. Çalışmıyorlar, üretmiyorlar, fan davaları geliştiriyorlar, birbirlerini boğazlıyorlar falan. Sonra benim kapıma yığılıyorlar. Yani hiçbir zaman şunu söylemiyor. Benim refahım, medeniyetim her neyse onların yoksullaşmasının, onların yoksullaşmasının fonksiyonudur demiyor. Yani bu… Sorun orada. Yani bu bir dünya iş bölümüdür. Ben bu iş bölümünün tepesinde oturuyorum. Benim bütün varlığım, zenginliğim, refahım, medeniyetim, neyse. Bunların bu halde olması üzerinden olmuştur. Yani bir Hollanda varsa bu koca bir Endonezya’nın böyle iyiliğine kemiğine varıncaya kadar. Sömürülmesi. Değil mi sömürülmesidir? Bir Fransa varsa Senegal’den başlayarak… Koca bir Afganistan. Bu ülkelerde… Viras 7 şeysi çok yüksektir oranı. Hollanda’da özellikle. Hollanda’da özellikle Viras 7 yani. Dörtte biri diye sizin kitabınızda var. Benim hatırladığım da öyle de şimdi neydi diye hatırlamaz. Dörtte biri diyorsunuz. Dörtte birisi zannediyorum. Yani hayatında bir gün çalışmadan yaşayan insanlar.
Ve hangi grupta biliyor musunuz? Asgari 500 bin Euro nakit olanlar. Şimdi şeyi falan saymadığım için 500 bin Euro nakit önemli bir rakam. Çünkü bu evleri hatları yadları kapsamıyor. Bu şey parası var ya falan. Böyle bir zenginlikten bahsediyoruz.
Ve bugün Hollanda’nın bütçesinin önemli bir kısmı nereden gelen parayla. Hala ucu öbür taraf. Hala ucu öbür tarafta. Yani şimdi yarın öbür gün Allah korusun bir grupta oradan gelse. Efendim? Ha gene aynı söylemi duyacağız demek ki. İşte bunlar bir güzelini yer.
Zaten bir türlü adam olanlar. Bilmem ne işte ülkelerde de savaş var. Ay alsak mı? Alsak. Ay alalım ama olmaz ki. Bir yüzde biri mi olsun? İkisi mi olsun? Sonra birisi iki buçuk verdiği zaman Allah büyük bir kahramanlık ve iyilikseverlikle bu işi götürmüş olacaktır falan. Yani ben olayın vehametinin, ahlaki vehametinin, sosya ekonomik ve ahlaki vehametinin bir türlü anlaşılmadık anısındayım. Tabii, tabii canım. Ama bu mürteci meselesinde. Yani şunun hesabı ne? Yok, yapacak bir şey yok anlaşılsa da yani sonuçta. Olur mu efendim? Hayır mı efendim? Hayır. Olur mu efendim? Peki yapacak bir şey olarak öneriniz ne olur? Aa, şakalarına yapışacaksınız yani. Şaka yaparsınız. Herkese bir tane Tayyip Erdoğan veriyorum. Başbakan olarak. Tüm Arpa ülkelerine. Evet. Evet. Yer mi yok Allah aşkına bu ne demek ya? Yani bu nasıl bir soru olabilir?
Bu ne demek yani siz pekala da baştan iskele edebilirsiniz efendim? Bu bir niyet meselesidir. Şimdi Avrupa’nın böyle bir şeyin niyeti olmadı ortada. Zaten işte yani 40-50 bin euro aylık gayrisafi milli hasılası olan ülkelerden söz ediyoruz. O 40-50 bin euro milli hasılayı aylık paylaşmak istemiyor. Yani oradan bin euro bile bir mürteci için harcansa bunu kendi ülkesi için kayıp. Kendi ülkesi için kayıp olarak görüyor. Şimdi, gelmesenize bir daha bakalım. Kendi ülkesi için değil, yine kendi için. Bakın Amerika’da hiçbir şey Amerika için olmaz. Kim o civarda ise? Muhteber Amerikalı. Yani ben Avrupa’nın kendisini bu kadar insanların kaderi hakkında hak sahibi görmesinin kökeninde ne olur? Dünya üstünlüğü iddiası seçilmiş olmak, beyaz olmak, Hristiyan olmak, batılı olmak neyse. Yani bir sürü şeyleri var onların. Ama şimdi geldikleri noktaya bakın. Son Münih toplantısında batısızlaşma diye bir şey ortaya attılar. Ne efendim? Batısızlaşma. Az batı ya da bir başka şey. Evet. Yani diyorlar ki dünyada artık kimse bizi referans göstermiyor.
Ha evet hatırlamıyorum. Gülümcük. Evet çok komik. Diyorlar ki biz de kendimizi refera edemiyoruz. Ne olacak peki? 90’larda öyle konuşmuyordunuz ama. Çünkü Alev Hanım’ın söylediği son derece önemli. Yani kökene inmek gerekiyor. Kökene inmeden bu meseleleri tartıştığımız zaman çok palyatif.
Ve bu sorunun azarak önümüze gelmesini engellemeyecek şekilde konuşmuş oluyoruz. Çok basit bir soruyu ben mesela öğrencilerime falan da soruyorum. Ya kardeşim küreselleşme diye bir şeyden bahsediyorsunuz. Güzel. Bunun altında ne yatıyor? Sınırlar kalkıyormuş, insanlar kaynaşıyormuş, herkes her yere gidiyormuş falan böyle. Yani bu dünyada yaşadığımızı hissediyormuşuz. Çok güzel. Peki Kapıkule’yi gördün mü hayatında? Kapıkule’den çıkınca başına gelecekleri, ilk gümrükte başına gelecekleri, ilk pasaport kontrolünde başına gelecekleri biliyor musun? Peki bir yere gitmek için ne kadar vize için zaman harcadığını düşünüyor musun?
Sana yaşatılan işkenceyi? Yol para satın kaç olduğundan haberim var mı? Peki ama şöyle bir şey var. 50 doları buradan Filipinlilere bir tuşla gönderiyorsun. Kimse de orada ya bu Türkiye’den geliyor bir pasaport soralım falan demiyor.
Yani insanlar kendi muhitleri içerisine hapsediliyorlar ve o muhitler sorunlu hale getiriliyor. Oradan doğan sorunları kimse paylaşmak istemiyor ama maşallah mal gidiyor, hizmet gidiyor, para gidiyor. O konuda hiçbir gümrük engeli yok. Bunun medeniyet üzerindeki hesabını yapmakla başlayacak her şey. Tabii bu mülteci meselesinde bile bir sürü yeni kalemler ortaya çıktı. Mesela İngiltere’nin çok önemli taşıgemi taşımacılığında, mültecilerin taşımacılığında işte büyük paralar yapan şirketlerinden, yatırımcılarından filan… Ama nasıl kaçırsın bu fırsatı? Yapmayın yani. Nasıl kaçırsın bu fırsatı? Olacak iş mi yani?
Hala biliyorsunuz köle gebilerinin kaptanları, yakışıklı Hollywood aktörleri olurlar. Oyunlar, tabi efendim. Cennetler, Clark Abel’ler, eskiden şunlar, bunlar onlardırlar. Tayrım Paver’ler atılarsa. Keskin köle şeysi falan. Yani hala bu oyun. Siz bana bir şey sormuştunuz bugün gelirken buraya.
Yolda 20 sene sonra nasıl görürsünüz? 10 sene sonra Türkiye’yi nasıl görürsünüz? Şimdi tabiri maruz görün ama iyi Türkçe olur, düştür. Batı altını çaldırdı Ayşen. Çaldırdılar. Yani bir kere çaylar çok.
Bahamettin için kaptıramamış olmakla birlikte. Bahamettin için. Boyutlarının farkında değiller. Şey doğrudur. Hani bize artık refrens göstermiyor. Evet göstermiyor. Batı kimsenin ipinde değil farkında değiller. Artık o iş bitti. Hızla da bitiyor.
Bakın benim torunlarım büyüyor. Ben biliyorum. Ağızlarını açtıkları zaman. Ki bu çocuklar bacağı kadar yaşlarından beri İngilizce falan konuşuyorlar. Gayet iyi eğitimli çocuklar. Ama acaba bunun şu kadarcık şey var mı? Üstünlük iddiasına cevap mı bu? Asla değil. Asla değil. Bu döndü bu iş. Daha da bu böyle gidecek.
Şimdi en tabi çabuk eğitimliyseniz veya yakınsanız daha çabuk işin farkına varıyorsunuz. Ne kadar yakın temaslıysanız ve belirli bir şeyinizde varsa, birikriminiz varsa olayın nereye gittiğini belliydi. 50’lerden belliydi bana sorarsanız. Daha 50’lerden belliydi. Ama tabi bunu söylediğiniz zaman komik oluyordunuz. Neredeyse kıskançlıkla falan şey yapılırdınız.
Şimdi yalnız benden başlayabilebilirdi. Bence de intiplerle değil. Çünkü bütünü görmeye çalışırız. Dünyayı gereğinden fazla yormamaya çalışırız. Hele de kendi ülkemiz söz konusu olunca idare tınak işine etmeye çalışırız.
Ama o böyle bir elinde, iki elinde iken, efendim o lübnanı kılacağız, sen bana baksana diye dalı verecektir. Öyle bir dur diyecektir. Sen silahla falan anlamında söylemiyorum ama kimsin seni soracaktır.
Yani şöyle söyleyeyim, tersüz edilmiş bir kültür, kültürel değerlerden bahsetmek kabili tersüz edilmiş. Şunu demek istiyorum. Siz bana senelerce peşbeken semfoniyi sevdirmeye çalıştınız. Çaldınız, çaldınız, bir daha çaldınız falan filan. Ben de hakikaten anlamaya sevmeye çalıştım.
Veya peşbeken operayı sevmiyor, sömürsemiyor. Fakat bir gün geliyor, birdenbire kral çıpla kolu verir. Tersine döndürürsünüz, al operayı ne yaparsan yap diyecek hale gelirsiniz. Sevmediğinizin kabulü ve itirafı. Ve yettisi. Ben dedim ya oraya gidiyor. 20 sene sonra ben bu işin daha fırçarından çıkmış olacağını düşünüyorum. Tekrar belki bir şeye geri dönüş eğer o da olursa tabii. Kararubadan çıkmaz o yine. Büyük ihtimalle bizim bölgeden çıkacaktır. Filozof krallarına dönüş belki. Anladığınızı dederek istediğim. Bilge kralları diyorsunuz.
Olayı gören, anlatan ve seçilmek için bir reklam ajansından… Destek almaya. Destek almaya. Bir reklam ajansında çalışan 18 yaşındaki bir veledindeyim. Daha biri maruz görsün. Ona yazdı lafları söylemeye. Onun bulduğu böyle keskin şeylerden slogan yapmayan filan. Değişik bir şey olacaktır. Hatırlayın bundan bir evvel ki velediye başkanı İstanbul CHP. Kazandığın zaman 89’da. Slogan hatırlar mısınız? Bu ete söz elimi söylüyorsunuz. Evet slogan hatırlar mısınız? Yok hatırlanıyorum. Limon gibi sıkacaktı. Çeyin sloganıydı. Erdal Önü mü? Erdal Önü mü? Aynı. Aynı. Aynıydılar. Şimdi limon gibi sıkılmak istemiyorsanız. İnanılmaz bir şey.
Şimdi duruyorsunuz bu kadar absürt bir şey. Limon sıkacağız. Falan parmaklarla şöyle bir hareket falan. Peki. Nereye kadar götürürsünüz böyle hoşluklarla? Onu çekeceklerdir. Şeyde belli. Böyle işlerde benim gördüğüm tarihte hocam düzelteyim.
Önce eğitim sistemleri gidiyor. Eğitim sistemi eğitimciler yeni bir şey öğretememeye başladıkları zaman bir durmak gerekiyor. Ayşe Hanım. Sanki bunu görüyoruz. Amerikan eğitim sistemi battı. Bu işle alınan herkes öyle bakın. İngiltere felsefek okullarını kapatmaya başladı. Hollanda.
Liseden kaldırıyor Erasmus’un ülkesi. Şimdi. Burun hoşluğu nerede? Sonra bu adamlar nereden çıktı diye bakıyor mu? Ama benim tahmin ettiğimden de geri zekalı bunlar. Ondan sonra merak ediyorsunuz öyle mi şey nereden çıktı geldi? Somali’den bu hamile kız diye. Buldır’daki hurmalar hikayesi bana sorarsanız. Buldır’daki hurmalar daha da orada olacaklar yani. Gördüğüm o. Tabii. Şimdi. Vardeli bir şey değil. Biz ne çıkaracağız? Biz ne söyleyeceğiz? Ben döner dolaşırken ülkeme bakarım. Hayır ben burada Avrupa’ya da ne söyleyeceğiz noktasında? Çünkü biz kendimiz de söylediğimiz zaman Avrupa’ya söyleriz. Bir bu meseleyi konuşurken de muhataplarımız diyelim. İşte diyalogda bulunduğumuz bazen dayanışma içinde olduğumuz sonuçta ekipler Avrupalılar yani onlara ne diyeceğiz? Biz de oluruz.
Bir şey söylemek gerisi gelir. Biz kimseye bir şey söylemek durumunda değiliz. Babacığımın çok doğru söylediği, sizin duruşunuz nedir? Siz o duruşu koyun, insanlar ondan dersini çıkarır. Kalkıp ona dir dir dir konuşmamıza da gerek yok. Şeyinizi hep bırak, görürsünüz. Bu şeyle ilgili çok doğru yani 20 sene sonra dönük vizyonu Alev Hanım’ın,
ben de benzer şeyleri düşünüyorum. Bir kere bir revanshizm kabarıyor dünyada. Evet. Yani işte bu belki endüstrisi de kuruldu, manipüle de ediliyor. Acıklık olacak çünkü karşılığını getirmeden konan bir revansh Lümpen revansh olacak. Ben ondan korkuyorum. Bravo. Ben de tam onu söyleyecektim. Lümpen. Şimdi bu gömlekliler, sarı gömlekliler, yok bilmem işte Turuncu Devrim,
göçmen mahallelerindeki ayaklanmalar falan filan. Şimdi bir güzel dizi vardı bu Coen kardeşlerin yaptığı. Fargo belki izlemişsinizdir. Çok hoş bir dizi. Duydum. Evet. Görmedik. Orada bir kirli işler yapan ve basbaya gaspçı ama onu çok güzel işleten yöntemini
muhasebesini filan kotaran bir adam. Fakat hiçbir iz bırakmıyor bütün bunları yaparken. Yani nasıl yaptığını veya ne için yaptığını da şöyle anlatıyor. Bugüne kadar canını yaktıklarımız gelecekler. Ve bizden hesap soracaklar. Onun için iz bırakmıyorum. Beni yakalayamayacaklar. Şimdi bu çok enteresan geldi bana. Hakikaten.
Dünyanın tablosu da böyle yani gidişat böyle. Veya son Hollywood filmleri değil mi? Joker filmi. Veya daha evvel We Were For One Data. Bu iş köpürtülüyor. Orada bir isyan dalgası, dünyayı böyle devamlı tehdit eden bir şey. Herkesin içinde yedekte tuttuğu bir duygu. Her an patlayabilir. Her şey olabilir.
Örnekleri de var tabii zaten. Belki bu çok kaotik bir dünyaya doğru götürüyor bizi ama… Şimdi bütün mesele bence işte bir kök kavram bulup onun etrafında bu revansşist duyguları terbiye edebileceğimiz, ıslah edebileceğimiz ve terbiye edebileceğimiz ve doğru yöne kanalize edebileceğimiz bir şeye dayanamıyoruz. Bence soru budur. Orada bize rehberlik edecek olan kavram nedir? Şimdi bakın bu kavramlardan… Baleristan’dan, Bauman’dan filan… Tabii onlardan da bahsediyoruz. Evet. Fakat şimdi şöyle bir şey var. Eğer özgürlük derseniz buna, ki deniliyor bugün, bugün evet o isyanlar özgürlük şeylerle filan bitiyor.
Evet bunun bir ağırlığı olabilir ama buradan doğabilecek yeni kaoslar da var. Çünkü özgürlüğün kaosa göz kırpan bir tarafı daima vardır yani. Ne zaman biz bunu adalete çevirebiliyorsak, bu kavrama oturtabiliyorsak ve insanlar buna ikna ah o zaman olur işte. Oradan bir şey çıkar.
Yani her alay helal, helal diyorsunuz. İşte yasalı bir araya getirmek lazım. İşte adil olan da o değil midir? Yani yasayla helal düşüncesini bir araya, yasal olanla helal düşüncesini… Helal değildir. Evet değildir. Yani bu döner dolaşır buna gelir. Gelir tabii. Bir olay size anlatayım müsaade ederseniz bir şey mi soracaktınız?
Şu arada bir şey şimdi bu karşı işli joker filmi diğerlerinde işte Orvan Dettada filan bütün karşı durulan şeyler devlet fikrinde yalnız odaklanıyor. Yani özgürlük arayışlarında yıkılması gereken şeyin devlet olduğuna dair fikirler daha ön planda diyelim veya daha görünür bazı… VSS nizam. VSS nizam ve devlet. Kaos.
Yani karşı çıkılan şey dünya sistemi değil, karşı çıkılan şey devletler. Tabii tabii. Devletlere karşı fikirler. Hani buradaki bir, bunun da belki altını çizmek lazım. Aslında çok güzel bir yere yakaladınız. Çok doğru bir yer. Hani benim için de ufuk açı oldu. Şimdi şöyle bir şey var. Özgürlük dediğiniz zaman bu özgürlük artık sorumluluk içermeyen bir özgürlük. Yani yapma özgürlüğü, yapma… Evet. Yani Sartr böyle bir özgürlüğü kabul etmez yani. Özgürlük sorumluluk almaktır der. Elilerde böyleydi sorumluluk. Özgürlük anlayışı. Bugün bana dokunma. Bana kim dokunuyor? En başta devlet dokunuyor. Kural koyuyor vesaire. Dolayısıyla anti-establishment bir şey. Yani böyle şeyde konuşurken değil mi geçen hafta Edward Said’i falan konuşurken de bu der. Şimdi bu çok aldatıcı bir şey. Bu çok aldatıcı bir şey. Anaşist düşünce yani Kropatkinler, Bakuninler falan böyle bir anti-establishment. Doğruydular ama onlarınki farklıydı. Bambaşka onlarınki. Onlar anti-establishment değildi.
Onlar sermaye dünyasının uzantısı olarak eleştiriyorlardı. Müesses nizamı. Şimdi herhangi bir sermaye eleştirisi yok maşallah bunlarla. Yani tötülün nereden geldiği konusunda çok sığ bir algılama var. Elinde cop tutan polisten geliyor diyor. Evet.
Sermaye algısı da bitecek yani rahatlayacak zannediyor. Hani biraz işin içine böyle zengin fakir farklılığı girdiği zaman da işte AVM ve ATM düşmanlığıyla sınırlı. Yani bir tane şeyi kırıp döktüğü zaman kapitalizm sona erdiğini falan zannediyor. Dur şu fıkrıyı anlatayım şimdi. Çünkü bu çok yerinde de unutacağım diye korkuyorum. Söyleyin abla. Fıkra da değil bu. Yoksul düşmüş bir şey. Güneydoğu’da bir Kürt aşiretinin şeyse. Ama yoksul düşmüş bir Kürt aşireti. Başına o gelmediği şeyler kalmamış. Dur budur. Oğlunu büyütüyor. Ve oğlunu ne yaparlar? Araştırmalarla sabittir avukat yapar. Yoksul aşiret reisi oğlunu ille de şey yapar. Öyle mi?
Tabii. İki tane meslek vardır. Bir avukat, bir de doktorluktur. Ama avukatlık önde gelir. Kızları falan da öyle. Şimdi oğlunu avukat yapıyor. Fakat oğlan çok da zeki biri değil yani. Bayağı uzuyor iş. Para yetiştir, para yetiştir, para yetiştir. Orada geliyor İstanbul’da oğlan. İş gör, öğreniyor, yok. Kumarhaneye giriyor, filan bir şeyler yapıyor falan. Sonunda topluyorlar bunu. Hemen babada bir hazırlık bir hazırlık.
Bir kasabanın en mutena köşe başında bir yer açılıyor. Avukatlık işte arkasında malum şey. Baklalık dediler ona kapitoli. Pano. Panolar. Onun yanında şey. Baklava dilimli. Baklava dilimli. Sonra yanında böyle o çiçek, devlet abonu falan. Böyle böyle şeyler kalemler malemler oğlan geliyor oturuyor. Şimdi her bir gün iki gün üç gün ya yani müşteri yok. Babanın tepkisi her gün şöyle bir uğruyor. Şöyle yan gözle bakıyor, gene gidiyor filan. Derken bir gün baba geliyor. Öfküden kudurmuş vaziyette. Ne oluyor baba falan oğlanca. İşte bu diyor sarıların şey diyor ya. İşte ihsan mı ne öyle bir şey değilse. Sarıların ihsan işte. Şöyle oldu böyle oldu. Bana kahveneden geçerken laf attı. Yandan bilmem ne oldu falan.
Şaşasın diyor. Dava geldi. Hemen dava edeyim diyor. Gel otur filan. Baba da seviniyor bir şey. Nasıl şaşınıyor diyor. Ya edelim dava da ne edeceğiz diyor. Dur dur dur edelim sen gel çek sandalye çek. Çıkarıyor bu hemen başlıyorlar yazmaya dava dilekçesi. Şöyle de oldu böyle bir dilekçe. Şimdi oğlan tabi yazlıkçı edesti yazlıkçı edesti. Bitiriyor noktaya kadar. Şimdi sen oku diyor bir kere diyor.
Ben ne okuyayım oğlum nasıl oku. Olmaz. Her şeyin adabı var diyor. Sen şey oku diyor. Ona göre diyor vereceğiz davayı. Çek, ben dost çayı. Dilekçeyi içeri. Baba şöyle okuyun. Şöyle oldu işte. Maddi manevi gördüğüm zararlar. İşte uğradığım hakaret.
Bir daha baba okurken ağlamaya başlıyor. Baba ne oldu niye ağlıyorsun. Vallahi oğulun bu kadar kadere uğradığımı bilmiyorum. Çok severim. Ben olmuş bir hikayedir. Çok severim. Çünkü kadere uğramış olmayı. Hayal etmek gibi bir şey de var bu dünyada. Ben bu yaşında gördüm artık onu. Yani hakikaten kadere nasıl şeydir bilmediğiniz için. Anlatabiliyor muyum? Özgürlükten söylediği özgürlük. Kadere uğramak nedir? Asıl haksızlık nerede başlıyor? Adalet kavramını modernler arkayık buldular. Yani reddetmediler tabi. Fakat çok merkezde tutmadılar. Hayır tutmadı.
Eşitlik tabi modernliğin yeri. Ama eşitlikle adalet arasında birbirini iten ilişkiler var. Çeken ilişkiler yok ki. Yani bir şey çok eşitlik içerebilir ama adil değildir. Çok adildir ama eşitsizdir yani. Şimdi dolayısıyla bunlar arasında bir tercih. Modernliğin tercihi o oldu. Fakat öyle sorunlar doğurdu ki bu. Ya da bir de sürecin içinden gelen sorunlar. Sonuçta yeniden bu kavramı hatırlıyoruz.
Yeniden adalet mi? Roos gibi bir liberal çalışıyor bunu. Hakkaniyet ne demek? Adalet ne demek? Bunları yeniden düşünmeye başlıyoruz. Yeniden tartışmaya başlıyoruz ama… E karar vermeniz lazım. Evet. E karar vermeniz lazım. Türkiye bence bunu yapabilir. Bence çünkü adaletin derin kökleri antik.
Kalıplı formasyonlar da ki bir tanesi Osmanlıdır. Tabii. Şöyle düşün Ayşem. Yani öbür tarafta hiçbir zaman olmamış. Bu tendinin geçerli olduğu bir Roma İmparatorluğu’ndan bahsediyoruz. Kullanmak tüketmektir. Zayıf olmak tüketmektir. Yani karınızın, bizzat karınızın sizin köleniz oldu. Kadını yargılayabildiğiniz, öldürdüğünüz, kimseye hesap vermediniz çocuğunuz için.
Ben ne için? Böyle bir bire bir sahiplenme, böyle bir kültür. 100 sene değil, 200 sene değil, 300 sene değil, 500 sene değil. Ha buna birden onu kap. Buradan bunu kap. Böyle bir toplum bu. Ne adaleti ya? Yani bireyin saf malzemesi olarak kullanıldığı bir toplum bu. Saf malzemesi resmen. Hani çarşıya gidin, ne eksik?
Havlu fecede eksik, tümalet kağıda eksik, soda eksik, hizmetçi eksik filan. Böyle bir, vallahi şaka gibi. Böyle bir dünya. Bir de uşak lazım, iki de köle lazım. Tıt tıt tıt satın alıyorsunuz pazara gidip. Bu bu. Böyle bir toplum. Şimdi bu aradaki farkı, çok şükür biz görüyoruz bir zamandır en azından.
Böyle bir televizyon kartında oturan ve bunun ne olduğunu konuşabilen bakışcımız var. Bu bu bitiş bir şey. Buradan son artık şeyi bağlamak için Türkiye’nin son 10 yılını nasıl görüyorsunuz? Bu tekrar sorsam. Türkiye’nin son 10 yılını? Evet. Türkiye’nin gelecek 10 yılını. Gelecek 10 yılını. Son değil pardon. Gelecek 10 yılını. Türkiye’nin gelecek 10 yılını nasıl görüyorum?
Ben Türkiye’nin paçozluktan bıktığını hissediyorum en şuan. Sıkıldık biz paçozluktan. Yani biraz debeleneceğiz. Çünkü karşısına ne koyacağımızı ikidir unuttuk. Ne koyabiliriz karşısına? O mümperyter olaydı onu şüphesiz bir şey değil. Daha dürüst olmaya öğrenebiliriz.
Bence en önemli belki de şey bu olacak. Ne dersiniz önümüzdeki en büyük meydan okuman. Dürüst olabilmek korkmadan söyleyeyim. Tabii tabii. Daha o seviyeye biz gelmedik maalesef. Tabii büyük ilerlemeler var. Uslubu doğru tutmayı öğrenmeniz lazım. Bu kadar basittir başka bir şey yok. Uslubu tutabilmek için halkınızı tanımanız lazım. Kullanan dili iyi bilmeniz lazım. Neden refrans alacaksınız? Niyetiniz ne? Bunlar çok zor şeyler değil. Ben Türkiye’nin, bilmiyorum bu şey demişsiniz ama ben Türkiye’nin hakikaten paçozluktan bıktığı kanısındayım. Ve şaşırdığı kanısındayım.
İyi oldu mitlerimiz vardı bizim. O mitler gidiyor yavaş yavaş. Batıya dair mitler. Batıya dair, doğuya dair mitler. Mitler de vardı. Ha ne eksik. Şimdi onu görmeye başladık. Olgunlaşma sürecine giriyor Türkiye. İlk defa belki de reşit oluyor Türkiye. Ben şeyi düşünüyorum geçen bu işte Sihaların başarısını konuştuk değil mi? Evet. Bunu bir avuç mühendis yaptı. Türk mühendisi yaptı. Tabii şey inanan. Evet. Mesela onlarla röportajlar filan da var. Böyle pırıl pırıl gençler konuşuyorlar. Şimdi ben aklıma geldi. Bunlar mesela birbirlerine Twitter’dan bir şey atıyorlar mı? Atıyorlarsa eğer profesyonel aciliyet kesbetmeyen ne var mesela? Bunlar farklı takımları tuttukları için kavga ediyorlar mı?
Bunlar farklı siyasi görüşlere sahip oldukları için kavga ediyorlar mı? Hayır adım kadar eminim. Hiçbirini tanımıyorum. Çünkü bunları yapsalar o işleri yapamazlar. Şimdi bu mesele yani bu paçozlaşma dediği Alev Hanım’ın şuradan kaynaklanıyor. Nereden doğdu? Bir işin hakkını vermiyoruz. Kaçıyoruz yani. Evet. Mesela futbolcu iyi bir futbolcu olacak önce yani. Skandallarıyla değil. Ama futbolcu ahlakıyla, futbolcu dürüstlüğüyle, duruşuyla her neyse. Saygı duyacak yani insanlar. Yani bir çöpçüye saygı duyacağız sokağa temizlilerken değil mi mesela kendini işe adaması.
Yani biraz iş ve işlem dünyamızla aramızdaki rabıtaları, bağları gözden geçirmek durumundayız. Ve bunu herhangi bir inanç veya ideoloji veya siyasi angajman kurallarına göre değil. Bizzat o işin icap ettirdiği şeyler. Buna basitçe iş ahlakı diyorlar. Evet biraz iş ahlakı gerekiyor belki. Yani bu illa öyle söylemek gerekiyorsa. O zaman işte o paçozlaşma denilen şey tasfiye olur. Tabii ve burada da bazıdan yardım göreceğiz. Doğrudur yani adamların o tarafı da vardı yani. Evet ve ters taraftan şimdi yardım göreceğiz. Tahmin etme dediğimiz kadar iyi olmadıklarını görünce. Tabii. Evet. Peki bu nasihat, bu bölümün nasihati olarak kabul edelim. Bilmiyorum artık onu hocam söyle. Bu bölümün nasihatini son cümle olarak sizden o zaman özet alalım. Ben hastayım, siz söyleyin. Yani ben öyle bir şeyde hissetmiyorum kendimi ama bana soracak olursanız kendime o nasihati en başta vereyim diye başlayayım. Yapılan işleri doğru düzgün yapmayı öğrenelim önce. Evet bu bölümün nasihati bu olsun. Müsecilik meselesini konuşurken buraya geldik.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir