"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | Sağ-Muhafazakarlık | 47. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | Sağ-Muhafazakarlık | 47. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=P1Xjx3_K5sE.

Merhabalar efendim, İhmal Edilebilir Nasiatlarda Türk sahanı konuşmaya devam ediyoruz. Geçen programda bir virgül koymuştuk.
Türk muhafazakarlığına Alev Alatlı İngiliz muhafazakarlığına benzetmişti. Süleyman hocam da ona katılmıştı. Şimdi oradan başlayalım. İsterseniz niye bizim muhafazakarlığımızı ya biz kimselere benzemeyiz bir defa. Her şey denir. İngiliz muhafazakarlığına benzeye diye girdiğiniz zaman hemen herkesin aklına şey gelecek. Kraliyet, muraliyet gelecek ve alay edecekler. Bu ne diyor diye. Doğru mu? Elizabethler falan biz onu söylemiyorduk aslında.
Edmund Burke’den zaten yola çıkarak. Düzeltelim onu ne demek istediğiniz bir açıklama. Evet yani şu. Tabii bu Anglo-Saxon akıl modern manada hani önce olaylara bakar ve hayata bakar sonra üzerine düşünür dedik. Bu Francis Bacon’ın deneysel cilinden buraya geldiğiniz. Tabii oradan gelen bir şey. Bu vaziyetlerini değiştirir yani daha pragmatik bakar. Fransa veya genel olarak kıta Avrupa’sında bu yok. Kıta Avrupa’sı çok rigid. Yani önce düşünür sonra bakar ama düşündüklerini gördükleriyle yeniden nasıl ilişkilendirir. Bu artık biraz ona kalmış. Bir geri dönüş yapar mı? Yani düşünmüştü. İşte Şiddil Aziz’den bir örnek vermiştiniz geçen programda. Evet.
Bir tekrar isterseniz onu hatırlatalım. Tabii o şimdi namus yani önce düşünüyorum sonra bakıyorum düşündüklerimi gözden geçiriyorum. İhtimal ne içerir bu? Başka bir ihtimal de içerir. Düşünüyorum bakıyorum ve düşündüğümü görüyorum ve görmekte de ısrar ediyorum. Bu da olabilir yani bu da dogmatik tutum oluyor yani. Bunun ikisinde örnekleri olabilir.
Türkiye’de sah dediğim zaman söylemde son derece baba erkil devlet vurgusu taşıyan, topluk vurgusu taşıyan yani etoslara yüklenen bir söylem görüyorsunuz. Hatta bunu soğuk savaşta ayrıca da çok katmerli hale getirdiler.
Ama baktığınız zaman yani siyaset yapma biçimlerine tekniklerine esnekliklerine son derece esnek ama bunun sebebi nedir diye düşündüğüm zaman benim aklıma bir tek şey geliyor bilmiyorum Alev Hanım ne der ona. Mühendislik mesele geliyor. Bu itü meselesi İstanbul teknik üniversitesi meselesi çok iyi etüt edilmeli bence.
Bunu niye bir mesele olarak koydunuz. Bir kere bu bakış ilerlemeye gelişmeye mani bir şey görmüyor taşıdığı değerler açısından. Yani linear düşünmeye temayüllü. İlerlemeci. İlerlemeci. İlerlemenin tarzlarını tartışıyor ayrı bir şey. Çok fazla devletçi olmasını istemiyor bunun.
Daha çok topluluk değerleri üzerinden devletin çok fazla. Devleti doğru doğru. Memurların memurların bu işe karışmasını istemiyorum. Şimdi geçen programı izlemeyenler için bir parantez açalım burada geçen programda batıdaki devlet modern devlet anlayışıyla bizdeki bizdeki değil Çin İran Hindistan Doğu Doğu Uluslarındaki devlet anlayışının birbirinden farklı olduğunu bizim devletimizin
bir batıdaki state olmadığını altını çizmiştik. Hani oradan devlet demeyelim diye itiraz ediyordunuz. Şimdi tabii böyle olunca yani bir tutunacak bir bir şey istiyor. Yani bunu neye dayandırabilirim. Bence mühendislik imdadına yetişiyor. Bu mühendislik mesele çok önemlidir. Auguste Comte’un bir mühendis olduğunu unutmayalım. Bu aynı zamanda bir sosyolojizm de bağlandırılır. Sağ görüşün Fikir babalarından diyelim.
Bence bir mühendis şuna bakar iki tane hesabın optimal noktasını arar. Statik hesaplarla dinamik hesaplar. Başarılı bir mühendislik bunların optimalini bulmaktır. Elinde statik hesaplar var. Ya nedir işte devlet etosu millet etosu v.s. din etosu. Ama o statik hesapları bir dinamik hesaba da taşımayı ister.
Dolayısıyla dinamik hesaplarla statik hesapların uyumunu veren bir mesleki tercihte bulundular. Ve tesadüf değildir. Türk sahanın bir Süleyman Demirel çıkarması, bir Necmettin Erbakan çıkarması, bir Turgut Özal çıkarması. Üçü de mühendis kökenlerindir. Çünkü mühendis başka şeyle ilgilenmez. Statik ve dinamik hesapların optimal noktasıyla ilgilenir.
Bu sadece statik hesaplar yapmakla olmaz. Buna dinamik hesaplar da bulmak zorundadır. İşte sağın pragmatizmi buradan türüyor benim kişisel düşüncem. Odur bilmem Alev Hanım ne diyecek. Hocam siz ne diyorsunuz buna? Düşünüyorum nasıl bir şeydi diye yani benim çocukluğumda hukuk öndeydi. Hukuk her şeyi açar. Kapıyı açar? Kapıyı açar işte şeyin başına hukuk, peşpeken fabrikanın başına hukuk, okulun başına hukukçu falan böyle bir şey. Ondan sonra ve tabi öbür tarafı da. Ama şeyde katılırım yani mühendis kısımda katılırım. Çünkü gerçekten. Yani hukuk öndeydi derken hukukçular yönetim kademesinde, bürokraside etkindi ve egemendi diyorsunuz.
Ondan katılırım ama şimdi nedenini tam kes. Düşünmem lazım üzerinde. Şöyle diyeyim hesap kitap bilmeyen bir ulus olmaktan çok şikayetçiydik biz. Evet ve Osmanlının çöküşünü de buna da bağlı. Hesap kitap bilen meslekten kim? Mühendisler. Aliye ve şey. Tamam.
Ve dolayısıyla rakamlara dönmeye çalıştık. Bir parça bilmiyoruz, nereye basıyoruz ayağımızı. Onu görelim diye. Ve bilinenin aksine planlamayı başlatan Adnan Menderes’tir. Biz halbuki daha farklı bir. Sonra da ne delir yok işte falan falan öyle değil. Adnan Menderes’tir. Tim Bergen, ki sonra birinci planı başına geçmiş yapmış adamdır.
Tim Bergen 57 veya 58’de Türkiye’deydi. Adnan Menderes’in isteğiyle buradaydı. Ona yer açılmıştı. Ne yapılabilirim anlamaya çalışıyorlardı. Sonradan işte malum işler uzadı. 60’ı, 60’ı falan filan. Ama hep bir mühendis sıkıntısı. Hep oldu. Niye? Şunu düşün o dönemin çocukları olan tek şey söyleyelim. Siyasileri çocukların mühendisi yaptı. Veya şeye yönetmeye çalıştı. Ten bilimlerine. Matematik vesaire. Bilimleri, liseleri filan da o dönemde. Pozitivizm modernist. Daha doğrusu Türkiye’de solun sigiline yazılıyor. Halbuki bence pozitivizm çok güçlü bir şekilde sağın sigilindir. Evet, bu önemlidir. Tabi solun giriyordu. Niye? Israrla Aziz Nesin çocuklarını matematikçi yapmaya kalktı. Yapabildiği oldu, yapamadığı oldu. Ama. Matematik. Bu taraftan buydu. Ama öbür taraftan Allah bilir aynı yaşlılar mıdır, değiller mi?
Bir de Erdal vesaire falan. O hekim. Onlar da ona eğitim. Ama bu biraz şeye bağlıyorum. Hesap kitap. Çöküşün biraz. Osmanlı’nın çöküşünün travmasının da burada büyük etkisi olduğunu söylüyorsunuz. Bir de yeni cumhuriyetin parametrelerinden birisinin parametre kelimesi burada ne kadar doğru yemin değilim.
Ama materializm olması yani onun üzerinden bir eğitim planlamasının yapılması, toplumun onun üstünden. Materializm değil bence. Hayır. Hayır, materializm üzerinden ne zaman yapılacak? Positivizm. Positivizm. Positivizm ve materializm üzerinden hiç yapılmadı. Hayır. Tabi. Yani pozitivizm evet. Evet. Pozitivizm ve pragmatizm.
O zaman şöyle demek daha mı doğru olur. Yeni Türkiye yani cumhuriyet kurulurken üzerine oturdu iki tane şey vardı. Bunlardan birisi pozitivizm, bir de pragmatizm diyebilir miyiz? Ama işte şöyle bir şey, bu daha sağda karakterize edici olarak. Çünkü yani işte iddia terakki, Cumhuriyet Halk Partisi, bu partiler daha çok devlet partileri olduğu için yani devlet etosu üzerinden düşünüyorlardı ve daha statik hesaplar. Ama halk da çok örgütlü değildi ki yani zaten başka bir şey olma ihtimali var mıydı? Tabii değildi yani o da tartışılabilir ama yani vaziyet alış farklı. Türk Savı biraz daha millet etosunu, devlet etosu karşısında ona alan açmak isteyen bir müdahalesizliği savunan bir yaklaşıma sahipti.
Bence o değil, bence bunu romantikleştiriyoruz, bence o değil. Bence kötü yönetimlerden şikayetçiydi, git başımdan diyordu. Tamam yani sahipleri buydu veya başkasıydı. Ama bu arada ciddi fark var ama yani bu bir şeyden dolayı değil yani özgürlük ihtiyacı falan. Hayır değil zaten müdahaletsizlik diyorum zaten özgürlükçülük demiyorum. Müdahaletsizlik bunu istiyorlardı. Ve bu, bu sahın bagajına da liberalliği soktu. Sanki liberal, hayır değil yani öyle bir şey yok. Yani sağ çokça liberallikle ya da sağın daha ortasına gelince liberallik ortaya çıkıyor. Hayır her zaman mesela Adnan Menderes liberal olarak tanımlanıyor. Liberal muhafızakar, bir insan hem liberal hem muhafızakar olmaz yani böyle bir şey olmaz.
Adnan Menderes müdahaletsizliği savunuyordu. Yani devlet veya bürokrasi veya memur denilen cümrenin millet üzerinde baskı kurması, müdahale etmesi, sınırlandırması vs. Hem bu rahatsızlık bunu karşılamak istiyorlardı kültürel olarak hem de milletin dinamiklerini açığa çıkartmak istiyorlardı.
Yani o statik hesaplarla dinamik hesapları buluşturmak istiyorlardı. Onun için mühendis liderleri çıktı ortaya. Halbuki şeyde mesela devletçi bakışta merkezi tutan gene bir hesap, Alev Hanım dediği gibi hesapçılık var ama bir mülki hesapçılığı var. Bu başka bir şey. Bunlar gene statik hesaplar. Yani sayışta hesapçılığı var.
Şöyle şöyle oldu da şöyle oldu. Mehendislik değil ama bu. Yani dolayısıyla evet rakamlar, evet hesaplamalar ama sonuçta merkezi tutan devletin partisi çok statik hesaplar üzerinden akıl yürütüyor. Diğeri ise mühendislik üzerinden daha farklı hesaplamaların önünü açıyor.
Şimdi CHP’nin tabi burada Cumhuriyetin kurucu partisi olarak CHP’nin sağ mı sol olması meselesi dönem itibariyle söylüyorum. CHP’nin sağ bir parti olduğunu, sola hiç bir zaman fikirlerin uyuşmadığını tarih araştırmaları veya tarihçilerin söylediği bir şey.
Şimdi buradaki sağla yani CHP sağıyla Menderes’in sağ veya Demre’nin sağ veya diğerin sağ olarak zihnimize bıraktığı imajlar arasındaki farklar neler? Etos, etos öncelikleri konusundadır. Bence devletin veya bürokrasinin etosu üzerinden bakanlarla, millet etosu üzerinden bakanlar arasındaki bir bakmayacaklar. Bunların arasında bir farklılık var tabii ki.
CHP’nin solcu, öncü, çünkü solcu olmak bir anlamda da öncülük iddiasıdır, avant-garde olmaktır. Bu iddiayı bir kültür nebulası içerisinde düşünüyorlardı. Ama reel olarak baktığınız zaman onlar da paternalisti.
Yani onlar da baba Erkil düşünüyorlardı, onlar da statikocu sonuçta yani baktığınız zaman. Devletin üzerinden bir pragmatizm yapmakla milletin üzerinden bir pragmatizm yapmak arasındaki fark olarak görüyorum ben. Aslında çok da fazla bir fark da ortaya çıkmıyor tabii bütün bu. Vallahi niye doğru dürüst hiç iktidar ve muhalefet işlemedi Türkiye’de onu düşünürseniz.
Sebeplerinden birisi bu olabilir. Bir tanesinin bu olduğunu düşünürüm. Çünkü muhalefet ettiğiniz zaman niye muhalefet edeceksiniz Allah aşkına. Yani yönteme muhalefet etmiyorsunuz. Sadece kötü yapıyorsun diye muhalefet ediyorsunuz. Ya hesaplamasını bilmiyorsun ya para çalıyorsun. Ne bilmem ne bilmem. Böyle buradan muhalefet ediyorsunuz. Yoksa böyle dört dörtlük bir şey çıkartamıyorsunuz. Hiç çıkaramadık, kimse çıkaramadım bugüne kadar. Ben milli eğitim sistemine aldım.
Yani sağ bu eğitim sisteminin savunuyor. Sol da bunu istiyor diye bir şey var mı Allah aşkına? O kadar marjinal bir iki bir şey. Tabii tabii. Pelsifesi olarak. Yani şimdi bir sağ çıkıp da kardeşim anlamam ben medreseleri tekrar başlatıyorum diyebilir mi?
İktidar ve muhalefetin Türkiye’de ilerlemediği daha doğrusu iktidar ve muhalefet arasındaki birbirine karşı ortaya konan argümanların yeterli ve tatmin edici olmadığı üzerinden bize bir fikir veriyor bu söyledikleriniz. Bakın güzleşme lafına benziyor bu da. Biz de güzleşmeyiz neden hükkettiririz demiyor muyum ben şey yaparız. Tövbe ederiz. Şimdi bu bir bu şu demek yani bir bütünün farkındasınız. O bütüne taş koyuyorsanız o koyduğunuz taşlarım dolayı bir tesir olur kendiniz onu düzeltirsiniz. Yani ne damat getirirsiniz yani tövbe edersiniz gibi. Şimdi Türkiye’ye baktığım zaman ben senelerdir bunu görüyorum yani cumhuriyetten hatta daha öncesinden itibaren Türkiye yeryüzündeki konumunu kaybetmek istemedi de bundan rahatsız.
Ve buna giden yolda aslında çok önemli bir mutabakat var. Yani mutabakat ilerleme mutabakatı. Evet evet çok doğru. Sağ ve sol arasında. Evet evet. Bir an bütün bir mutabakat var. Ve bu mutabakat öyle bir mutabakat ki.
Yani efendim şey diye bek yoktur diye alkol ile şey silmeyen leke temizlemeyen kadın İstanbul’da çalışıyor çocuğunu okula göndermek için. Şimdi bu her şeyde her seviyede bu var.
Her seviyede bu var kimse kimse kalkıp da ben çocuğumu ilkokula göndermeyeceğim. Çok küçük bir marginal minik gruplar. Yani delilik her zaman vardır yani delilikten kastım. Bunun deli olarak aldığımdan beri bu kadar marginal. Bu hep var. Evet. Şey ona bakarsanız nedir o çocuk Erkin Koray da çocuklarını göndermiş. Tabii şimdi bu şey vardı.
Rahmetli diyeceğiz. Doktor İhsan Ünlüer. Evet. Onun karikatürlerini hatırlıyorum ben Cumhuriyet Gazetesi 70’li senelerde filan böyle bir mürteci tipi. Evet vardı. Ticani. Ticani mürteci tipi. Bu mürteci tipinin Türkiye’de karşılığı nedir? Vardır belki böyle buna Batı dillerinde obskürantizm. Karanlıkçılık yani.
Yani her şeye kategorik olarak karşı çıkan bütün tekliflere. Bilimsel ilerlemeye. Yani her şeye. Şimdi mesela ben Türk sahını büyük oranlarda işte partileri oy alan hatta hatta Türkiye seçmen tabanının yüzde 60’ını neredeyse kaldıran 70’ini kaldıran bir oran. Bu insanların hayatında böyle bir şey ne oranda var? Böyle bir obskürantizm. Hayır çok açık tarafları var.
Yani çok böyle korumacı oldukları noktalar da var ama yanı sıra çok böyle açık oldukları hatta kendilerine eleştirenlerden bile daha açık ve öncü olabildikleri. Yani modernleşme sonuçta bir mühendislik devri değil midir? Ama Türkiye’de mühendislik bir meslek olarak başından beri sahın asla reddetmediği ve devamlı barışık olduğu ve liderlerini devşirdi bir alan haline. Evet bu son tahlilde Kur’an’da böyle geçiyor da olduğundan da değildir. Değil tabii canım. Son derece pragmatik bir vakabı.
Yani Alev Hanım şeyi çok iyi biliyor Rus kültürünü, Rus düşünce tarihini ben de kısmen biraz inceledim. İran düşünce tarihini inceledim ve çok şaşırdım. Yani onlar da var o obskürantistler. Gericiler denir. Baya gericiler. Karanlıkçılar denir. Evet karanlıkçılar, gerilikçiler, regresyonistler deniliyor onlar. Geriye dönelim. Aksak ol. Basbayağı adını böyle geriye dönelim. Kim diyor bunu yani geriye dönelim? Böyle demediği halde ama uzun süre sol tarafından gerici olarak tanımlarsın. Ben bile kendi hayat hikayemde buna dair etiket yemiş birisiyimdir. Tabii gericiler. Bizi orta çağ karanlığına götürmek isteyenler yok böyle bir şey. Bu anlamama isteğiyle söylenmiş.
Bu yargının bir sebebi olmalı ama bir nedeni olmalı. Öyle görmek istiyor. Yani kuşaklardan gelen bir sebebi de olmalı. Hayır şimdi dedi ya Alev abla yani bu aslında o kadar paylaşılan bir şey ki kimin olacak bu yol? Yani orada memurlar, orta sınıflar, yerleşik orta sınıflar diyor ki bu yol bizim yolumuz. Siz çekilin, siz yoksunuz burada. Çünkü siz gericisiniz. Biz aydınlığı temsil ediyoruz. Hayır böyle bir şey yok. Yani tonlar var halbuki. Bunları hesaba katın ne olur. Türkiye’de yeni yeni okuma yazma oranını yükseltti falan. Şimdi ister istemez bir elitizm oluyor. Sol veya sağ değil bu. Ben okumuşum elitizm var. Erken okumuş. Benim annem de okumuş. Babam da okumuş. Annem lise mezun. Senin annen ne? Senin annen o. Şimdi ama bu normal bir şey. Bu gene tarihe bakıştır bu ikimizin ki.
Bu tarihe bakış. Ben bakınca ne görüyorum? Kendini eğitmeye çalışan işte okul açma. Bu okul açmanın arasında bu kadar kavgası kıyamete kopartılan şey dahildir. Köy enstitüleri bilmem ne. Ya bir iş yapmaya çalışıyorduk. Yavru da insanlar. Nasıl ileri götürürüz daha? Herkes bir ucundan tuttu bunu.
Bir ruh oluşturuluyordu tabi. Bir ruh bir bütünlük de oluşturuluyordu. Tabi ki. Şimdi bu arada da biz bir savaş geçirdik. İstiklal Savaşı. İstiklal Savaşı’nda saraya yakın olup da çok kötü şey veren, hizmet veren çok adam oldu. Damat feritler şunlar bunlar bunlar. Hiç affedilemeyen şeyler. Atatürk’e idamı mahkum edenler o kadar çok oldu ki bir sürü bir sürü bir sürü bir şey oldu. Ben hatırlıyorum. Brun Kahpe’ye. Halde Edip Adıvar. Halde Edip Adıvar. Bunun bir filmi var dese Zerstezin Oyun. Evet. Ben ilkokul birinci sırta ya vardım ya yoktum. Deliye döndüm hatırlarım. Tabi sana uyuyamamıştım. Nasıl yaparlar bunu diye taş atıyorsun kadın taşlarını öldürürler. Rejim.
Ben kendi çocukluğumu söylüyorum. Koşturarak işte asker nişanlısı gelir falan kadını ölmüştür gibi. Arkasından menemen şu bu şimdi. Şedid unsurları çok fazla olan toplumlar ki bizimki herhalde onlardan biri olsa gerek. Onları yorumlamak daha kolay oluyor. Şimdi rejim Türkiye’de var mıdır?
Hiçbir zaman uygulanmış mıdır? Mümkün değil. Şimdi yoksa peki Halde Edip kimin nesi? Neyin nitesi ve niye böyle bir kitap yazar bu kadar? Şunu göremediler onlar yani mesela bu Refik Cevat da aynı şeyi görüyorum. Ben Yüzellikler’in önemli bir kısmında da. Mesela Refik Cevat neler yazdı? Yani neredeyse Ali Kemal’e yakın yazıları falan var. Mustafa Kemal’in işte saçmalamaları falan filan yazıları var. Çünkü bunlar şey zannettiler, bu Kuva’y Milliyetciler iddiaçlı zannettiler. Belki başlangıçta da o iddiaçlı yakınlıklar vardı. Fakat oradan ayrışan şeyleri anlayamadılar yani. İddiacılığın dışında bir yeni formasyon olduğunu göremediler. Biz bu kadar az sanırken Türkiye’yi bugün 2012 iktibar ediyoruz. Tabii onlar ikidir. Ki o dönemi kutlu musunuz? Hiç tanımadılar. Tanımadılar tabii. Yani herhalde hiç ama hiç tanımadılar. Yani İstanbul dışına çıkma imkanı yani imkanın çok zayıf olduğunu. Yakını alın da Fethi Etekin şey yazdı o yazdı kitaplardan. Sevgiler Söz Ölüm falan. Şimdi kim bu kadar karşı çıktı? Öteki solcu dostu. Evet evet. Yalçın Küçük. Bir solcuya bir solcu. Peki niye karşı çıktı diye bakıyorsunuz? Çünkü efendim Letife Tekin Sevgiler Söz Ölüm’de ve diğer kitaplarda işte cinlerin şeylerin olduğu bir köyü anlatırdı. Ki gerçektir yani o. Vardır çoğunluğu. Tabii gerçektir. Ötekisi çok kızdı böyle Türk köyü mü var diye. Ne münasebet gerici Letife Tekin oldu yani. İdare edilmiş.
Evet yani bal gibi de öyle köy var da hala vardır. Vardır tabii ki. Hala var ama niye bunu abartıp kabartıp. Çünkü haberdar değil çünkü görmemiş ve çünkü tanımıyor. Ya da kariyerist bir tutu. Kariyerist bir tutu. Fakat bunların. Elitist de diyebiliriz tabii. Tabii. Elitist de. O köy öğretmenleriyle ilgili bainsite köylerdeki ilkokullar kapatıldı. Bir taşıma sistemiyle bir ortak şey işte biz son 10-12 yıl önce galiba yapıldı. Alında ortak merkezlerde çocuklar gelip gidiyor taşıma sistemi uygulanıyor filan. O dönemlerde bir köy muhtarı buna çok ciddi itiraz etmişti. Ben hani birebir tanık olduğum için söylüyorum. Sebebi de şöyle köy öğretmeni geldiğinde sadece çocukları bir şey öğretmez. Mahallede bizimle mahalle kahvesinde işte köyün kahvesinde oturur.
Bize bir şey anlatır işte tarih anlatır. Bir şey haberde seyrettiğimiz bir şey yorumlar. Bir konuda bilgi verir. Bilmem ne bir şey ve biz ondan çok şey öğreniriz. Yani aslında köyün diğer kalan kesiminin de aynı zamanda öğretmen, işte yenilik taşıyıcısı. Rol modeli. Rol modeli haline geliyor. Tabii tabii rol modeli. Köy öğretmenleriyle ilgili böyle bir dönem çok da ilgilenmiştim.
Onların hikayeleriyle ilgili el yıkamayı, hijyeni, basit hijyen kuralları köy öğretmeni vasıtasıyla öğrenen köyler var. Yani var idi. Yani çok da fazla şeyin değiştiğini düşünüyorum. Köy sayısı çok azalmış olsa bile. Tabii böyle bir ruh ikliminde bunlardan haberdar olmayan, bunlara dair de hiç bilgisi olmayan bir de bir okumuşlar var. Tabii yani mesela daha 70’lerde Fikret Otiyam, Güneydoğu şeylerini yazdı da yani oradaki göçerleri falan tanıdık. Kapadokya bölgesini Melih Cehdet yazdı da filan. Aa böyle bir yer var. Bodrum, Halikarnas’tan biliriz. Halikarnas’tan biliriz. Yalnız şöyle bir şey de var. Tabii bunlar henüz yeteri kadar taşra merkez bağlamında harmanlanmamış bir Türkiye’nin manzaraları. Şimdi Türkiye’de bir de tabii bir demografik şey oldu. Yani taşradan büyük şehirlere bir göç oldu. Bizim bugüne kadar şu ana kadar konuştuğumuz şeyler bir üretim ve kalkınma iddiası olarak tartışılan şeylerdi. Şimdi mesela bu boyut değiştirdi artık. Bu tüketim üzerinden de tartışılıyor bir sürü şey. Yani orada da ya üretimi yapsak yapsak biz yaparız.
Nevzat Tandoğan gibi düşünelim Merkez Partisi. Gerekirse biz yaparız ve biz yapacağız. Size ne oluyor diyen bir bakışa aslında ortaklık eden başka bir bakış var. İşte Türk Sağı’yı biz yapacağız. Biz kalkındıracağız. Mesela şeyi ben çok ironik bulurum Tayyip Bey’in. İşte 10 yılda demir ağlarla sardık Türkiye’yi baştan başa. Halbuki yapılan çok sınırlı bir iş. İşte diyor bu düşü biz gerçek yaptık diyor. Yani bu aslında o yolun ne kadar paylaşıldığını göstermiyor mu? Yani biz sizinle yapmayalım demedik ki. Ama siz yapamadınız biz yaptık.
Mesela böyle bir şey var. İdda da var. Yani devlet etosuyla millet etosu arasındaki o gerilimler zaman zaman çok kopma noktası veya memur diyelim. Bürokrasi bile değil. Bürokrasi bile değil inanın memur yani. Bürokrasi de başka bir şey. Doğru diyorsun. Demek ki ben bulamıyorum söylemeye. Memurin. Devleti yöneter mi? Memurin zümre. Çok güzel bir laf vardı babamın. Silahlı silahsız bürokrasi kızım derdi. Silahlılar askerler silahsızlar malum. Bunlar aynı şeydir. Ama bunlar şey de değil değil mi? Bürokratik akıllı da çok temsil etmiyor. Hayır hayır etmiyor. Bürokratik akıl çok başka bir şey. Biraz daha pragmatik yani. Memur. Mevcudu korumayı. Yani Çeho’nun hikayelerinde anlatılan değil mi? Tabii tabii. Şeyler, memurlar. Tabii.
Memurun ölümünü okuduğum zaman ya Allah’ım bu Türkiye’de mi yazıldı? Yoksa Rus fark etmiyor yani. Bu başka. Bu geçişleri iyi anlamak lazım. Çünkü 80’lerden itibaren dalga dalga. Yani 2020’lere bir 40 sene içerisindeki manzara başka.
Orada mesela Türk sağının aynı zamanda o paternalist baba erkil müesses nizama göndermelerde bulunan söylemi de çözüldü. Mesela yeni sah çıktı Türkiye’de. Yeni muhafazakarlık çıktı. Ve bunlar çok tuhaf bir şekilde devleti eleştiren ve anarko kapitalist iddialar güden,
ultra teknolojist hayalleri olan değişik bir zihniyeti. Mesela Turgut Özal biraz böyleydi. Süleyman Demirel ile Turgut Özal’ı mukayese eden bir doktora tezine, iyi yazılmış bir doktora tezine ihtiyaç var bence. Süleyman Demirel ile Turgut Özal’ı mukayese eder. Tabi tabi. Bunlar basmaya da kavga ettiler. Neydi yani bunların konumları?
Mesela Süleyman Demirel belki döneminde memur partisine göre liberal görülebilirdi. Ama Turgut Özal onu aştı. Öyle şeyler söyledi ki onu Demirel de kaldıramadı. Ve muhafazakar bir konuma düştü. Öteki liberalleşti. Ama X’te muhafazakar olduğunu söylüyor. X’te sade olduğunu söylüyor. 12 Eylül öncesinde insanlar birbirlerini tanımlamak için sağcı mısın, solcu mu’sun sorusunda çok geçerli bir soruydu. Yani ondan sonra solcusan, fangifraksiyon, işte sağcıysan, işte ülkücü hareket odur budur başka bir iki bir şey daha. Bu dönemin en keskin yaşandığı yıl herhalde 70 ile 80’ler arası. 10 sene. 10 sene. Bu sağcı mısın, solcu mu’sun keskinliği çok keskindi. İkisinin de ortak hiçbir tarafı olamazdı.
Yani sağcı başka yaşar, solcu başka yaşardı. Öyle miydi? Yani… Teröristlerim var. Yani mesela ülkücü gençlikle devirinci gençlik arasında da paylaşılan kültürel süreklilikleri analiz eden bir şey çıkmadı Türk Sosyal Birliği’nde. Aslında keşke bir araştırma yapılsa bu alanda. Efendim ikisi de bıyık üzerinden anlatıyordu kendisi. Ne? İkisi de pecmurdeydi.
Yani bütün böyle modern dervişler, modern Hint fakirleri gibiydiler ve bunu Erdem olarak koyuyorlardı. İkisi de kabaydı. İkisi de hoşgörüsüzdü. İkisinin de problemleri ortaktı. Aslında yani bireysel problemleri ortaktı. İkisi ülkeyi kurtarmak istiyordu. Birbirlerini boğazlıyorlar da ayrı bir şey. Ama o geçişleri iyi görmek lazım ve bu çalışılmadı. Yani benim ilgimi çeken, geçen program arasında konuşmuştuk galiba hatırlıyorum. Mesela Yılmaz Güney’in Arkadaş filmindeki kullandığı tematiklere bakıyorsunuz. Çok muhafızakar. Mesela mahallesine geliyor, saçlarını uzatan bir gence kötü kötü bakıyor. Çocuk utanıyor gidiyor, saçlarını kestiriyor. Bu çok muhafızakar bir bakış yani. Bişimlendiren, sınırlandıran, doyalci bakış açısı. Sanki yapılan şeye hiç itiraz yok. Sanki yapılana itiraz yok da ben daha iyi yaparım gibi. Ama tabi bir sosyalist devlet kurma ülkesi, öbüründe mevcut Türk Cumhuriyeti’ni, Türk Devleti’ni sürdürme ülkesi filan gibi şeyler de vardı tabi. Ama ikisinde de ortak olan devletçilikti.
İkisinde kalkınmacılıklı. Ben senden daha iyi yaparım. Bugün de bakıyorsunuz aşağı yukarı aynı değil mi? Özal acaba bu iki keskin kutbu yaşamış bir politikacı olarak, Demirel de tabi ki o sürecin içindeydi ama, Özal bu ikisinin ortasında bir sentez mi yaptı? İşte pragmatizme, pragmatik unsura.
O Türk sağının her kaba giren bir başka kaplara da olan geçişken tavrını ön plana geçirdi. Valla ben Özal’ı şu kadar tanıyorsam, ben size bir şey söyleyeyim, şu kadar tanıdıysam, Bence de umurunda değil yapması gereken düşünceli yaptı. İşte tabi. Hiç öyle şeylere filan takılmadı o. Soldu sağdı muhafaza kardı, yok Türkçüydü. Hayır efendim bilmem ne, vallahi takılmadı. Benim gördüm o. Tamam.
Bir şey tecrübesini bir kere tabi benizle bir, rakam okuyor, rakam biliyor. İki, uzun yurtdışı tecrübesi, dünyayı görmüş ve biliyordu. Venezuela ne yapar, yok bundan, Malezya’da durum ne filan, biliyordu. Onun derdi onda bir özgüven vardı Özal’da. Mesele değildi. Zaten köken itibariyle şey, nakşibir’i aile şeyin dibini bilir. Bu taraftan bir problemi yoktu. Etnik problemi hiç yoktu, Türk umurunda değildi. Öyle de bakmazdı dünyaya. Bütün bunları topladığınız zaman, eğer Allah nasip ediyor da bir iktidar pozisyonuna gelmişseniz işinizi yapıyorsunuz.
Bir gün 24 saat. Ülkeyi yönetiyorsunuz, ülkenin ihtiyacını son açap veriyorsunuz. Bir ilerletmeye çalışıyorsunuz. Şimdi bakmayın siz, yani bizimki de dahil olmak üzere akademik gevezelikler daha sonra geliyor. Oturtacağız ya illa bir yere anlam vermek için. Aslında değişimi nereden nereye geldiğini de belki biraz anlamak için. İşte bu liberalleşme olarak değil, alakası yok. Yani Özal liberal falan değildi. Değildi tabi canım. Ne diyor liberal?
Zaten bu paternalist yük, yani baba Erkil yükü atıp onun bir anlamda gizlediği o pragmatik tarafı ön plana çıkıyor. Tabi, o kadar çıkardı ki Türkiye’de bu olmadığı entelektüel birikimi Avrupa’dan, Amerika’dan getirdi. Özal’ın prensleri neydi milleti deli eden? Özal’ın prensleri beylidir.
Onları orada çalışan, yurt dışında çalışan iyi pozisyonlarda olan insanları aldı. Getirdi Türkiye’ye monte etti bir kısmı. Bir kısmı da yanıldı, bir kısmı da hiç yanılmadı falan. Neyse yani. Ama o kadar şeye dönüktü ki hedefe dönüktü. Hedefe dönüktü. Yani o aldı oradan götürdü. Şimdi ondan yola çıkarak bir şeylere gitmek tuhaf. Benzetmeler de tuhaf oluyor. Tayyipler de anlıyor mesela şeye benzetilmeye çalışılması gibi. Söyleyin adını. Menderesi. Bakın çok yanlış. Evet, çok bambaşka figürler. Çok yanlış. Bunu bence yapmamaları da gerekir. Yani sahiplenmemeleri de gerekir. Çünkü başka bir şey o. Yani o kadar farklı. Tabii yani Demokrat Parti, Adalet Partisi çizgisi çok başka bir Türkiye’nin başka bir……şeyleri oluyor. Evet yani belki oradan gelen şeyler var ama özdeşleşme başka bir şey getiriyor. Sağ, sağda eğilimler denir ya hep işte. Ozağdaki farklı eğilimleri birleştirdi. Aslında Türk sahana baktığımızda bu eğilimler böyle bu kadar keskin ayrımlarla mı ortaya çıkar yoksa birbirinin içine… Ama bakın dikkat edelim. Turgut Bey hiçbir zaman ben sağcıyım demedi. Dört de eğilim birleştiriyorum. Hele hep böyle gözlük. Yani sağcı solcu farkını sildi. Bir de tabii şimdi bakın yanına aldığı insanlara da bakın. Kimdi solcu Allah aşkına? Bana bir solcu şunu yanına aldı diyeyim bakayım. İşte mesela Cüneyt Bey vardı. Üst severi kastediyorsun. Yok Cüneyt Üst Sever değil de vefat etti bir milletvekili yani. Soldan geliyordu mesela. Vardı yani yanında. Hayır şimdi ben böyle döndüm zaman bakıyorum hatırlıyorum yani işte Meypek Gökhan’ın arkadaşlar vardı. Yaşar Okuyan falan. Şimdi… Ayı Şifgun. Evet. Solcu muydu Yaşar? Hangisi solcuydu bunlar yani? Yoktu böyle bir şey. Adam işine baktı. Ama mesela işte Cengiz Çandar vardı. Yanımda değildi. Olur mu canım Cengiz Çandar? Aman etmeyin Cengiz Çandar o kadar uzun süreyi.
Önüyle kötü muhalifet yaptı ki şeye. Oooo. Son dönemde. Ama son dönemde yani gel oğlum sen işte bir yere orta elçi ol deyince işte işte o ayrı fasıl. Ayrı fasıl. Ama sevdiler yani çünkü şey de oldu bugün solu konuşmuyoruz ama solun içinde de bir liberalleşme eğilimi arttı ve bunlar füzyon oldu yani.
Şimdi onu hep söylerim herkese bana çok kızar. Türkiye’de sol olmadı. Türkiye’de liberaller oldu. Yani Anglo-Sakson liberaller oldu. Malum liberaller Avrupa’da sağdır. Anglo-Sakson dünyasında sol olur liberaller. Yani şey gibi mesela demokratlar liberaldir Amerika’da. Sol dan dans gibi.
Şimdi bizimkiler bizim arkadaşlarımız liberaldi. Bu sol için de geçerli efendim. Yani sol için geçerli de hiçbir zaman şey olmadılar. Katakazık, veteryalist, sert olmadılar. Oldular mı? Peki son artık programın sonuna geldik. Sağın yeni sağın girdiği form ne oldu? Yani liberalleşmeyle birlikte liberalik sendromuyla birlikte. Şimdi bu… İki sendromu siz sendromu olarak mı? Evet yani mesela Türk Memur Partisi o partinin içerisinde en pragmatik tutumu sergileyen dönemsel olarak İsmet İnönü’dür. Ne olarak? Dönemsel olarak İsmet İnönü’dür. Şu manada. Yükselen sağ partilere karşı o partiyle hayatla birlikte diyor.
Mesela yok yok yani CHP’nin ta sicili içerisinde en pragmatik olan İnönü’dür. Çünkü bir sürü şeyi yapmıştı. Yani baktığınız zaman işte şunu söylüyordu. Dünya yıkılır Türkiye onun içinde yerini alır.
Bunu bir anlamda sağlamasını Turgut Özal’dı da görüyoruz. Çünkü 80’lerden sonra 70’lerin sonları ve 80’lerden sonra dünyadaki sermaye birikiminin tabiatı değişti. Ekonomi dönüştü. Başka bir şeylere dönüştü. Onların içinde Türkiye pozisyon aldırdı. Bu pozisyon aldırmanın ağır toplumsal sonuçları oldu mu? Oldu. Bir bedel ödendi mi bunun için? Ödendi.
Hatalar yapıldı mı? Yapıldı. Ama pozisyon aldırma ile ilgili kimse çıkıp da niye o pozisyonu aldırdı, başka bir pozisyonu aldırmadı diyemedi yani. Şimdi bunun sorunlarını yaşıyoruz.
Yeni sağ daha böyle kendini liberal olarak gösteren ama aslında bence liberal değil belki liberter daha çok böyle yani anarko kapitalizme kadar varabilecek tutkuları olan bir sağ çıktı ortaya.
Bu biraz devletle kavgalı oldu tabi yani devlet eleştirileri, sivil toplum vurguları yani kendilerini liberal diyenler bu dönem içerisinde sağ temel üzerinde. Tabi tabi anarko kapitalist olduğunda devleti yok sayman lazım. Evet bunu yapanlar da çıktı. Çıktı var. Mesela Besim Tipuk bence çok tipik örneğiydi. Besim Bey, Besim Tipuk yani devlet gereksiz bir şeydir.
Benzer olarak devlet düşmanlığı ekonomi üzerinden değil de siyaset kavgası üzerinden solda da çıktı. Yeni solda kendini liberal soldi dedi ve devletle problemli olmaya başladı. Bunlar arasında bir füzyon da oldu yakınlaşmalar da oldu tuhaf bir şekilde. Ama bugün niye yaşıyoruz? Bugün işte o yeni ekonomi diye adlandırılan ekonominin insanlık üzerinde yarattığı artık ödenmesi imkansız bir bedelin tartışıldığı noktadayız. Artık geri dönüşte pek mümkün görünüyor. Tabi ki değil ya burada hala aynı lafları etmek yani işte bırakın piyasaya işler yürüsün, efendime söyleyeyim ekonomi dokunulmaz bir alandır. Yani ekonomizm yapmak falan bu artık yani insanlığın kaldıracağı bir şey değil yani. Siz buna keynes ekopolitiğinin çöküşü ödüyorsunuz yeniden. Mesela Demireller, Ecevitler, Necmettin Erbakanlar farklı keyneseyen şeyler üretiyorlardı. Bir tür sağ keynescilik ve sol keynescilik yapıyordu. Kendilerine göre.
Yani baktığınız zaman sıfır toplamlı. Herkes bir söz konuştu ki keynesleri biz doğurmadık. Tabi hepsi öyledir tabi. Yani Nixon bile 70’lerde ya dedi aslında hepimiz keynes çiğdik dedi yani sosyalist zanneden Sovyetler de keynes çiğdi. Biz de keynes çiğdik ama farklar vardı aramızda ufak tefek farklar.
Şimdi böyle bir dünyanın içinde solu sağı konuşmakla bugün konuşmak farklı. Tabi. Duvarlar yıkıldıktan sonra Sovyet pilokutu. Tabi ki yani çok başka bir şey. Başka bir sol sağ konuşuyor. Post keynesyen dönemi keynes sonrası dönemde işte o Chicago Boyz monetaristler vs.
işte o adamların köpürttüğü bir dünya var. Coşturduğu bir dünya var. Etkilediği bir dünya var. Dünya yeniden şekillendi ama bütün sorunlarıyla birlikte ilk başta bunlar gözükmüyordu. İlk başta önümüzü çok açık gördük. Herkes çok açık gördü. Ama bugün çok ağır problemlerini yaşıyoruz bunların. Evet sadece biz değil. Dünya yaşıyor.
Bizsat bilimini yeniden düşünecek hale geldik yani ekonomi yeniden düşünecek. Tüketimi yaşam biçimlerini her şeyi yeniden düşünecek. Tabi tabi. Yeniden düşünmemiz gerektiğini de ortaya koyan verilerle karşılaştık. Bitti. Sıramız bu kadar. Daha çok su kaldırılmışlar yani. Daha çok giriş yaptık aslında ama bir dahaki haftaya belki biraz solu konuşarak tekrar ileride harmanlayarak devam ederiz.
Efendim çok teşekkür ediyorum Ali Balatlı, Süleyman Sefün. Çok teşekkür ediyorum. İhmal edilebilir nasihatlerin bu bölümünü noktalayarak bitiriyoruz.
Ortağız ve Hatay’a yeni bir başlıkla görüşmek üzere. Hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir